Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek gibi olmasın ama yemek tarifleri neden telife tabi değil? Sonuçta onlar da yaratıcı üretimin bir çıktısı, değil mi? Ananaslı kızarmış pilav ya da mandalina jöleli ciğer parfe gibi orijinal tarifler yaratan usta şeflerin ne günahları var? Herkesin her şeyi lisansladığı bu çağda bütün yemek tarifleri lisanslansa ve evde her yemek pişirdiğimizde o tarifin kullanım haklarına sahip olan şefe birkaç lira ödemek zorunda olsak… Şef ölmeye yakın tarifin telif hakları (ya da haksızlıkları) özel bir şirkete milyonlarca dolara satılsa ve 70 yıl boyunca telifleri o şirkete ödesek… Yemek Tarifi Yorumcuları Birliği başkanı medyaya “Gerekirse esnaf lokantalarını da basarız!” şeklinde beyanatlarda bulunarak vatandaşa ucuza yemek veren lokanta esnafına göz dağı verse… Yemek Eseri Sahipleri Grubu başkanı, tarifleri bedava kullanan korsan lokanta şeflerini ve gençlik kampında ortaokul öğrencilerine yemek dağıtan velileri emek hırsızlığı yapmakla suçlasa… Bir evsize yemek verdiğimiz için düşünce suçlusu olarak mahkemede ifade vermek zorunda kalsak… Öte yandan kapitalizmin rütbeli ideologları mutfak ekonomisinin büyümesi ve kaynakların verimli tahsisatı için ferdi yemek tarifi yasalarının önemini anlatıp siyasetçilere korsan yemekle mücadelede yasal düzenleme yapılması gerekliliğini anlatsa…
Neyse ki mutfakta böyle bir distopya yok. Fakat, düşünecek olursanız, sanat, bilim ve teknolojinin tamamına yakınında aslında tam olarak bu distopyayı yaşıyoruz.
Yemek tarifinin telifi olur mu?
Son 30 yıldır fikri mülkiyet yasalarının kapsamı, dijitalleşmeyle de birlikte, giderek genişliyor. Dijital çağda, başta DMCA (Digital Millennium Copyright Act) olmak üzere, pek çok yeni yasa, düzenleme ve anlaşma yapıldı. Bugün geldiğimiz noktada bir dövme modeli veya bir protesto konuşması bile lisanslanabiliyor. Peki her şey telife, patente ya da ticari sırra tabi olabilir mi? Diğer bir ifadeyle ferdi fikri mülkiyet yasalarının pratik ve/veya kavramsal sınırları var mı? Kapitalist ideologların öne sürdüğü gibi fikri mülkiyet yasaları üretimi ve ekonomik büyümeyi gerçekten artırıyor mu?
Öncelikle şunu belirtelim ki yemek tarifleri ferdi fikri mülkiyet yasaları tarafından “kısmen” korunuyor. Mevcut yasalara göre fikirler, olgusal gerçekler ve tarih lisanslanamadığı gibi “sadece içindeki malzemelerin listesi” olan yemek tarifleri de lisanslanamıyor. Fakat yazınsal metinler, fotoğraflar ve videolar telif yasalarıyla korunduğu için bir yemek tarifindeki malzemelerin nasıl kullanıldığını anlatan paragraflar, bunun video kayıtları ve görselleri telif yasalarıyla korunabiliyor. Yani, orijinal (gerçi ne kadar orijinal olabilir?) bir tarif dahi olsa, bir blogda veya yemek kitabında paylaşılan herhangi bir yemek tarifinin malzemeler listesi kopyalanarak kullanılabilir. Ancak bu malzemelerin nasıl kullanılacağını içeren metin, fotoğraf ve videoların birebir kopyalanıp başka bir yerde kullanılması durumunda hak sahibi “uyar ve kaldır” sürecini işletebilir. Ama herhangi bir yemek tarifinin farklı cümleler kullanarak metinleştirdiğiniz hâlini kendi sayfanızda, blogunuzda veya yemek kitabınızda kullanabilirsiniz. Yani siz başkalarının içindekiler malzemelerini kullanarak kendi kelimelerinizle yazdığınız spesifik bir yemek kitabı yayımlayabilirsiniz. Ama yemek kitabının korsan kopyaları veya “çalıntı” benzerleri toplatılır.
Buraya kadar basit. Esas eğlenceli mesele şurası: Bir yemeğin tarifi lisanslanıp başkaları tarafından yapılması engellenebilir mi? Ya da her yemek yaptığımızda o tarifin sahibine para ödememiz gerekebilir mi?
Fikri mülkiyet hakkı yoksa üretim olmaz mı?
Mevcut yasalara göre geleneksel veya spesiyal yemeklerin kullanımı (neyse ki) koruma altında değil. Yani bir şef, herhangi bir geleneksel yemeği ya da başka bir şefin spesiyal yemeğini kendi restoranında kimseye telif ödemeden, hatta prosedür olarak izin dahi almadan yapabilir. Biz sıradan vatandaşlar da kendi evimizde yemek yaptığımız zaman birilerine lisans ücreti ödemek zorunda değiliz.
Yemek tarifi için telif ödemek kulağınıza saçma ve biraz gerçek dışı gelebilir. Saçma ama, gerçek dışı değil. Zira müzik eserlerinin başkaları tarafından icra edilmesi engelleniyor. Misal, Sezen Aksu’nun bir şarkısını düğün salonunda çalan bir piyanist şantör MSG’ye telif ödemek zorunda. Ya da bir köy berberi dükkânda müzik çaldığı için MESAM ve MSG’ye metrekareye göre telif ödemek zorunda. Siz de evde Spotify veya YouTube’da Sezen Aksu’nun şarkılarını her dinlediğinizde dinleme oranlarına göre (pro rata) Sezen Aksu’ya bir telif ödemesi yapılıyor. Dolayısıyla müzik endüstrisi, iş modelini her şarkıdan telif alacak şekilde evirebildi. Bugün bir sanat eseri, sanatçının yaşamı artı 70 yıl boyunca telife tabi oluyor. Bir yemek tarifi ile bir şarkının üretiminde sanatsal yaratıcılık ve mülkiyet açısından bence pek bir fark yok. Ama nedense, ve neyse ki, yemek tariflerinin kullanımı aynı şekilde fikri mülkiyete tabi değil.
Anaakım iktisat anlayışına göre eğer yaratıcı kişi ürünün/eserin kullanım hakkına sahip olmayacaksa o ürünü/eseri kimsenin üretmemesi beklenir. Yani sonunda zengin olmayacaksanız neden daha çok çalışıp daha kaliteli eserler yaratasınız, değil mi? Buna göre Thomas Keller’ın imzalı yemeği olan Somon Füme Kıtırları tarifini yaratması için bir motivasyonu olmaması lazım(dı). Çünkü siz de evinizde veya kendi restoranınızda, Keller’a herhangi bir telif ödemeden, somon füme kıtırları yapabilirsiniz. Ayrıca insanlar yemek tariflerine bedavaya kondukları için Thomas Keller’ın geçinemiyor olması lazım(dı). Ama hem Keller böyle imzalı yemekler yapmaya devam ediyor hem de dünyanın en zengin insanları arasında. Thomas Keller, Gordon Ramsay, Jamie Oliver, Mehmet Gürs gibi şeflerin varlığı ferdi fikri mülkiyet yasaları olmadan da muhteşem yemek tarifleri üretilebildiğinin ve bu tarifleri yaratanların çok zengin olabildiğinin en bariz ispatı.
Alternatif iş modelleri
Ferdi fikri mülkiyet, üretim motivasyonunu artırmadığı gibi geçmişte üretilmiş eserlerden çok uzun süre gelir elde edilmesini sağladığı için üretim motivasyonunu azaltır. Birçok müzik grubu birkaç iyi albüm yaptıktan sonra ya albüm yapmayı bırakır ya on senede bir albüm yapar, yaptıkları son albümler de genelde kötü ile berbat arasında bir yerde olur. Mesela, Gordon Ramsay yemek tariflerinden telif kazanıyor olsaydı, Mantarlı Beef Wellington tarifinden sonra yeni imzalı tarifler üretmesine gerek kalmazdı. Mor ve Ötesi veya Şebnem Ferah’ın yeni albüm çıkarmasına gerek kalmadığı gibi. Eski tariflerden telif yiyemediğinden, diğer Michelin yıldızlı şeflerle rekabeti sürdürebilmek için Gordon Ramsay sürekli menüsünü yeni imzalı yemeklerle yenilemek zorunda. Yani burada fikri mülkiyetin olmaması üretimi yavaşlatıcı değil, tam tersine, artırıcı bir rol oynuyor.
Öte yandan Gordon Ramsay’in tarifleri esnaf lokantasında kolaylıkla yapılabilecek yemekler değil. Dolayısıyla icrası serbest dahi olsa evinizde yaptığınız Mantarlı Beef Wellington ile Hell’s Kitchen’daki Mantarlı Beef Wellington arasında hem içindeki malzeme kalitesi hem ince işçilik hem servis hem de mekân atmosferi açısından farklar olacaktır. Ramsay veya Keller’ı çok zengin birer şef yapan işte o farklar zaten.
Peki o zaman size düşünmeniz için bir soru: Bir esnaf lokantasında Ramsay’in imzalı Mantarlı Beef Wellington yemeğini yapmanın önünde yasal bir engel yokken neden bir düğün salonunda Orhan Gencebay şarkısı çalmanın önünde yasal bir engel var?
Televizyon çağında yıldız şefler çıktı: Ramsay, Bourdain, Refika, Arda, Ümit Usta, Oktay Usta vs. Bunlar geleneksel yemekleri en iyi anlatımla halka anlatmak ve orijinal tarifler yapmak üzerinden birbirleriyle rekabet ediyordu. Hem geleneksel yemekleri hem kendi özel tariflerini kendilerine saklayıp kullananlardan telif alarak değil, tam tersine, televizyonlardan herkesle paylaşarak zengin oldular. Karnıyarık, standart bir yemek belki ama en güzel Arda anlatıyorsa veya küçük dokunuşlarla yemeği biraz farklılaştırıyorsa insanlar Arda’yı takip ediyordu. Sonra gidip Arda’nın yemek tarifleri kitabını satın alıyor, Arda’nın yemek atölyelerine katılıyorlardı. Arda da baharat reklamlarında oynuyor ve televizyon yayınlarından gelir elde ediyordu vs. Buyrun size telifsiz iş modeli… Eğer karnıyarık yemeğinin telif hakkı bir şirkette olsaydı kuvvetle muhtemel ki Arda kendi üslubu ve tarzıyla bu yemeği bizlere aktaramayacaktı. Rekabetçi ortamda bir yemeği kim en iyi yapıp aktarıyorsa onun tarifini kullanıyoruz, bedava.
Tarkan’ın şarkısını en iyi Tarkan söylüyorsa gider Tarkan’dan dinleriz zaten. Ama birileri Tarkan’dan daha güzel söylüyorsa toplum olarak neden bundan mahrum kalalım?
Türk kahvesi yapmak çok basit ama ben ne zaman İstiklal’e çıksam Mandabatmaz’da bir fincan kahve içerim. Çünkü Mandabatmaz’ın kahvesi çok güzel. Ama evde de, o kadar güzel olmasa bile, Türk kahvesi yapmak isterim. Neden her Türk kahvesi yaptığımızda telif ödemek zorunda olalım ki? Ya da Levent Börek’in uzayan peynirli böreği çok güzel. Eh ama Bülent Börek de neredeyse aynısını yapıyor. Kör lezzet testinde farkı kimse söyleyemez. Peynirli börek fikri mülkiyet yasalarıyla korunmadığı için herkes yapabilir. Kimin performans/fiyat oranı en iyiyse oraya gideriz. Eğer peynirli böreğin lisansı Levent Börek’te olsaydı, Bülent Börek piyasaya giremeyecek ve Levent Börek peynirli böreği tekel fiyatından satacaktı. Tıpkı Tarkan’ın Açıkhava konser biletlerini bin liraya sattığı gibi.
Demem o ki yemek tarifleri lisanslanmadan da eğlenceli bir yemek ekonomisi oluyorsa pekâlâ müzik, edebiyat, resim, teknoloji vb. alanlarda da ferdi mülkiyet yasaları olmadan eğlenceli, hatta daha eğlenceli ekonomiler olabilir. Elbette ferdi mülkiyet yasalarının kaldırılması ya da kapsamlarının daraltılması durumunda piramidin tepesinde çok az sayıdaki bazı şarkıcı, yazar, mühendis ve iş insanı gelecekteki rant gelirlerini kaybedecektir. Ama Bob Dylan, J.K. Rowling, Bill Gates veya Dwayne Johnson’ın “birazcık” yoksullaşmasından endişe etmiyor olmamız gerekir, değil mi?