Dezenformasyonun sosyal hayatı

Bizzat akademik literatür bağlamında olmasa da Türkiye’de dezenformasyonla mücadele bağlamında birçok iyi örnek gösterilebilir (Saka, 2017) . Tabii halkının yoğun bir şekilde dezenformasyona maruz kaldığı bir ülke için doğal bir durum olarak düşünülebilir bu. International Fact-Checking Network’e üye, iki yetkin kuruluş yanında (Teyit ve Doğruluk Payı), Emre Erdoğan hocaların yürüttüğü Dezenformasyon Eğitimi, Suncem Koçer hocanın yürütücüsü olduğu InfodemiLAB gibi birçok proje devam ediyor. Buna Bilgi İletişim Fakültesi’nin de parçası olacağı Mediawise projesi de eklenecek mart başında (ayrıntılar o zaman). Muhtemelen önümüzdeki zamanlarda daha birçok projeden ve yayından bahsedeceğim (ayrıca önerilere de açığım, lütfen projelerinizden beni haberdar edin, buradan da duyurayım).

Bütün bu güzel çabalara ve artık küresel boyutlara ulaşan farkındalığa rağmen dezenformasyonla daha uzun süre birlikte yaşamaya devam edeceğiz. Bu durumun ne kadar köklü nedenlere dayandığına dair kısmını vurgulamak için başka bir bağlamda Varlık Dergisi için hazırladığım bir yazıdan alıntı yapayım: 

Kurumlara ve uzmanlıklara yönelik çok büyük, global ölçekte kolayca halledilemeyecek bir güven sorunu yaşanıyor. Süreç sosyal medyadan çok önce başladı ama sosyal medya süreci hızlandırdı ve derinleştirdi. Uzun zaman bu güven krizini olumlu olarak gördük. Örneğin Henry Jenkins’in uzmanlık paradigmasını eleştirdiği ve yeni medyanın katılımcı bir kültür yaratmasını anlattığı eserleri yakın zamanlarda başucu eserlerinden olmuştu. Bildiğimiz uzmanlık paradigmaları köklerinden kopmuş, iktidar odaklarının piyonlarına dönüşmüş gözüküyordu. Fakat beklenmedik bir hızla zayıflayan uzmanlık otoritelerinin yerini medya performanslarıyla almaya başlayan yeni aktörler ortaya çıktı.

Bu dönüşümü toptan yanlış göremeyiz elbette. Bu dönüşüm yeni seslere, farklı alanlarda çeşitlilik sağlanmasına da katkıda bulunuyor. Örneğin yurttaş gazeteciliği bu olumluluklardan yalnızca biri. Ne var ki bazen post truth olarak tarif edilen derin bir düşünsel krizin içinden geçtiğimiz ve özellikle sosyal medyanın da bunda hızlandırıcı bir rol oynadığını inkâr etmemiz mümkün değil. Kökleri 1970’lerin sonundaki iklim krizi inkârcılığına kadar uzanan derin bir entelektüel kriz uzman otoritesinin yok sayıldığı popülizmle beslenerek tehlikeli noktalara ulaşmış durumda.

Böyle bir küresel entelektüel kriz ortamı dezenformasyonu bizzat yaratırken ona karşı çözüm bulmanın kolay olmayacağı ortada (Türkiye özelindeki sorunları dile getirmeye bile gerek yok burada ama zaten yazıların çoğunda ister istemez dile gelecek). Aksine bu iklimin bazı unsurlarının varlık nedeni dezenformasyon. Örneğin sosyal medya platformlarının iş modelleri kullanıcı etkileşiminden besleniyor. Tam bu bağlamda güzel bir çalışma (Gray ve arkadaşları, 2020). Sansasyonel içeriğin vb daha çok etkileşim getirdiğine bakılırsa dezenformasyonu besleyen içerik türlerinin yakın zamanda yok edilmesi bu platformlar için bir ekonomik kriz demek oluyor. Tabii ki işler bu kadar basit değil ve platformlar gelir modellerini çoktan çeşitlendirmeye başladı bile ama en azından yakın zamanda varolan modellerin etkileri sürecek. Yazının bundan sonraki kısmında dezenformasyon çalışmalarından notlar aktaracağım; sonraki haftalarda da devam edecek bu. 

Yoğun internet kullanıcılarının dezenformasyon kaynaklarına daha çok maruz kalması

Nelson ve Taneja’nın (2018)’ın araştırmasına göre haber okuyanlar arasında yoğun internet kullanıcısı olanların yalan haber sitelerini de takip etme ihtimalleri daha yüksek. İnternet kullanıcılarının çoğu popüler haber kaynaklarını tercih ediyor. Haber dünyası ötesinde de benzer bir durum var. Yoğun internet kullanıcılarının daha az tanıdık markalara yönelme ihtimalleri yüksek oluyor. Çoğu kullanıcı bildik markaları tercih ediyor (Elberse, 2008). Nelson ve Taneja yazılarının devamında özellikle sosyal medyayı aktif olarak kullananların daha az bilindik haber kaynaklarına erişme ihtimalinin yüksekliğine vurgu yapıyor. Ortalama kullanıcı zaten kullandığı kaynaklara öncelik veriyor. Algoritmik müdahaleler de geçmiş kullanıma dayanınca genellikle zaten kullanılan kaynakları önermeye devam ediyor. 

Elbette bu alandaki çalışmalara dikkatlice bakmak ve genelleme yapmaktan çekinmek gerekiyor. Belli bir kriter üzerinden yapılan çalışma başka bir bağlamda işe yaramayabilir. Örneğin Nelson ve Taneja “iddiaların aksine 2016 Amerikan seçimlerinde internet kullanıcıları fake haber sitelerini çok da ziyaret etmedi” diyor. Bu iddiaları kim nasıl yaptı bilemiyorum tam olarak ama zaten sorun hiç bir zaman web siteleri olmadı, onlar üzerinden sosyal medya paylaşımları oldu. Çoğu durumda site zaten ziyaret edilmiyor, sosyal medyada ne kadar enformasyon paylaşıldıysa yayılan da o oluyor. Aslında kendileri de yazının sonuna doğru bunu kısmen kabul ediyor ve gelecek çalışmaların buna bakmasına işaret ediyor. Her ne kadar algoritmalara değinseler de son iki üç yılda algoritmaların rolü daha da öne çıktı. Yeni algoritmaların etkisi daha farklı olabilir. 

Karanlık sosyal ağ

Yazarların (Nelson ve Taneja) değindiği ve çalışılması gerektiğine inandıkları son bir nokta da “karanlık sosyal web” dedikleri WhatsApp ve WeChat gibi mesajlaşma platformları. Bu platformlar çoğunlukla kamuya açık olmadığı için dezenformasyon unsurlarının keşfedilmesi daha zor oluyor. Ancak başta son Brezilya seçimleri olmak üzere bu platformların oynadığı rol artık akademik araştırmaların da gündemine girmiş durumda. Nelson ve Taneja bu platformlara dikkat çeken Napoli ve Obar (2014)’a referans veriyor.

Günümüzde ise bu alanda en dikkat çeken çalışmalardan bazıları Woolley’e ait (son ve derleyici bir rapor olarak bkz. Gursky ve Woolley, 2021). Kişisel veri ve mahremiyet vurgusu arttıkça bahsi geçen platformların önemi de artacak. Özellikle de kullanıcılar arasında şifrelenmiş iletişimi sunan uygulamalara daha çok rağbet olacak. Ancak bu da dezenformasyon aktörleri için gizlenmeyi kolaylaştırıcı bir unsur olabilir.

Geçtiğimiz aylarda Türkiye özelinde bir dezenformasyon araştırmasında bu platformların rolüne de bakmaya çalıştım. İlk sonuçlara göre panik yaratacak bir sonuç yok. Türkiye’nin medya ekosisteminde o kadar çok dezenformasyon kaynağı var ki şifreli mesajlaşma platformları ayırt edici bir rol oynamıyor. Tabii ki sınıfsal, demografik ve coğrafi şartlara göre bu rol değişebilir. Her halükârda önemli bir alan ve muhtemelen yeni çalışmalardan bahsedeceğim ileride.


Yararlanılan kaynaklar: 

  • Elberse, A (2008) Should you invest in the long tail? Harvard Business Review 86(7–8): 88–96.
  • Gray, J., Bounegru, L., & Venturini, T. (2020). ‘Fake news’ as infrastructural uncanny. New Media & Society, 22(2), 317–341.
  • Gursky, J., & Woolley, S. (2021). Countering disinformation and protecting democratic communication on encrypted messaging applications.
  • Napoli, PM, Obar, JA (2014) The emerging mobile Internet underclass: a critique of mobile Internet access. The Information Society 30(5): 323–334.
  • Nelson, J. L., & Taneja, H. (2018). The small, disloyal fake news audience: The role of audience availability in fake news consumption. New Media & Society, 1461444818758715.
  • Saka, E. (2017). The role of social media-based citizen journalism practices in the formation of contemporary protest movements. Rethinking Ideology in the Age of Global Discontent: Bridging Divides, London: Routledge, 48-66.
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
İlginizi çekebilir