Bir önceki yazımda hibe programlarının sürdürülebilir bir iş modeli oluşturma konusundaki etkinliğini tartışmaya çalışmış ve şöyle bitirmiştim: “Gazeteciliğin bir iş kolu, haberin bir ürün olduğunu anlamadan sürdürülebilirliği tartışmanın hiçbir anlamı zaten yok.”
2010’lu yılların ilk yarısından bu yana hem üniversitede akademisyen olarak hem de sivil toplumda uzman olarak gazetecilere ve diğer medya profesyonellerine gazetecilik ve yeni medya eğitimleri veriyorum. 2019’dan bu yana ise kurduğumuz kuluçka programları ve akademiler kapsamında gazetecilere ve bağımsız medya inisiyatiflerine “kendi dükkânlarını açma” ya da fikirlerini geliştirme fırsatı sunmaya çalışıyorum. Bu eğitim ve kuluçka süreçlerinde çok sayıda problemle karşılaşıyorum. Bunlar arasında en büyük problem bir önyargı problemi. Gazetecilikle mesleki (etik, profesyonel) değil ahlaki bir bağ kuruluyor. Bu ahlaki bağ ise aslında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) hak ve sorumluluklar bildirisi gibi ulusal veya birçok örneği bulunan uluslararası etik bildiriler değil garip, profesyonellikten uzak ve neredeyse batıl bir anlayışa dayanıyor. Zaten ulusal ve uluslararası “etik kodlar” da nihai doğru değil. Hem daima yenilenmeleri hem sorgulanmaları şart.
Bu yazıda üstüne akademik olarak da profesyonelleri destekleyen bir uzman olarak da karşılaştığım bu zorluklar silsilesinin, haberi ürün olarak düşünmeye başlarken karşılaşılan öncü katmanlarını tespit ederek bunların neden problemli olduğunu üç yanılsama kategorisi etrafında anlatmaya çalışacağım. Bunların ilki hedef kitle, ikincisi sosyal kapital, üçüncüsü ise ihtiyaç temelli yanılsamalar.
Herkes için haber yanılsaması
Her yaştan, herkesin birlikte tüketebileceği bir ürün olarak haber bana kalırsa bir mitten ibaret. Bugün hava durumu haberlerini bile mecra, bilginin cinsi, hiperlokal (mahallemize kadar) veri akışı gibi nedenlerle çok farklı şekillerde alabiliyoruz. Oysa hem kuluçka programlarımızda, hem atölyelerimizdeki pratikler sırasında, hem de üniversitedeki medya yönetimi dersimde öğrenciler/katılımcılar hep aynı şeyi hedefliyor: Tüm Türkiye’ye seslenen bir haber odası.
Herkese seslenen bir haber odası fikrini editoryal ve demografik nedenlerle imkânsız buluyorum. Her şeyden önce kuşaklarötesi bir içerik üretiminin önünde içeriğin tüketileceği mecra, yayılma biçimi, söylemi, süresi gibi farklı katmanları olan engeller var. Siz birebir aynı ürünün çoklu hedef kitlelere sunumunu ancak ya farklı pazarlama yöntemleriyle ya da ürünün doğasını değiştirerek yapabilirsiniz. En basitinden YouTube için yatay üretilmiş bir içeriğin Shorts, IG Reels ve TikTok gibi formatlara sadece dikey kesilerek formatlanması mümkün değildir. Altyazıdan kullanılacak yazı tipine, anlatım biçiminden arkada çalacak müziğe çok farklı stratejiler üretmek gerekecektir.
Üstelik “herkes” dediğimizde haber kaynağı olarak televizyonu, radyoyu, basılı gazeteyi birincil olarak tercih eden insanların dikkatine de talip oluyoruz. Bu hem gereğinden büyük bir hedefleme, hem de gerçekçiliğinden uzaklığıyla sizi üzebilecek bir karaktere sahip. Derslerde sıklıkla verdiğim örnekle devam edecek olursam, Çölyak hastalarından veganlara çok farklı beslenme alışkanlıkları ve zorunluluklarıyla dolu dünyada kıymalı börek de beyaz ekmek de herkes için doğru bir ürün değildir. Peki artık öğrencilerim için artık klasikleşmiş örneği neden veriyorum: Çünkü ne yazık ki hâlâ başvurularda tüm Türkiye’nin “kalitesiz haber problemini” bir anda çözmeye çalışan insanlara rastlıyorum ve bunu düzeltmek için her yazıyı ve dersi bir fırsat olarak görüyorum. Bu yüzden her ürün gibi haberin de belirli bir kitle için, belirli şartlar altında ve belirli teknolojilerle tüketilecek şekilde üretilmesi gerektiği ve haber üretmenin “tek bir doğru yolu” olmadığı, çok farklı yollarda üretilebileceği mantığını orturtarak başlamak gerektiğine inanıyorum.
Starlık yanılsaması
Bazen medya yönetimi derslerime (Türkçe konuşan öğrencilerle baş başaysam) Volkan Öge’nin Yaşam Sanatı videosuyla başlıyorum. YouTube’da on binlerce örneğine rastlayabileceğiniz “başarabilirsiniz” videolarının sağlam bir parodisi olan bu video basit bir mesaj veriyor: “Yapamazsın.”
Her ne kadar yeni medya optimistleri her yaştan her arkaplandan insan için “meşhur” olmanın veya sektörümüz özelinde “iyi gazeteci” olmanın mümkün olduğunu söylese de ürünü ortaya çıkaran kişinin kim olduğu, geçmişi, arkaplanı, sosyal kapitali gibi mevzuları ziyadesiyle atlıyoruz.
Örneğin Cüneyt Özdemir, Ruşen Çakır, Nevşin Mengü gibi isimlerin yaptıkları formatları belki de onlarla birebir aynı şeyleri söyleseniz bile yapmanızın anlamı yok. Neden mi? Çünkü siz “o kişi” değilsiniz. Kanal D Haber’i sunmadınız, CNN Türk’te sağlam bir format yönetmediniz, Washington DC’den haber geçmediniz, bir gazetede köşeniz olmadı, Türkiye’nin en çok takip edilen Twitter hesaplarından bazılarına sahip değilsiniz.
Bu kişilerin yaptığı işe özdeş bir ürün üretseniz dahi söyleyenin/aktaranın ve dolayısıyla malzemenin ve markanın ürüne kattığı değeri ona katmanız için onlarla aynı ligde olmanız gerekir. Birçoğunuzun keşfedilmemiş Ruşen Çakır ya da Cüneyt Özdemir olduğunuza eminim; tıpkı adı sanı duyulmamış harika şefler, keşfedilmeyi bekleyen ama hiç keşfedilememiş muhteşem futbolcular gibi. Bu nedenle onların yaptığını aynen yapabileceğinizi düşünmek, ayran yapmayı bilen herkesin hızla Türkiye’nin bir numaralı ayran tedarikçisi olabileceği düşüncesi kadar gerçeklikten uzak ve sizi üzebilecek bir düşünce.
İhtiyaç yanılsaması
Ekonomi 101 derslerinin vazgeçilmezi olan arz ve talep meselesinin iletişim endüstrisinde en çok atlanan meselelerden biri olduğu ortada. Bir yandan bazı kitleler “overserved” durumdayken, yani bu kitlelerin ihtiyaçlarına yönelik gereğinden fazla üretim yapılırken, bazı kitlelerin ihtiyaçları ise es geçiliyor. Geçtiğimiz günlerde bu meseleler üzerine konuştuğumuz bir akademisyen bana Ford’dan örnek verip “insanlara sorsam hâlâ ata binmek isterlerdi” cümlesine atıfla insanlara gitmek istedikleri yeri bizim söylememiz gerektiğini söyledi. Kapitalizmin Ford’un imparatorluğunu ilan ettiği dönemdeki gibi işlediğini düşünecek geri kafalılığa söylenecek çok şey olmakla birlikte, biz öncü olacak ve insanları oraya çekeceğiz diyen büyük platformların bile patır patır döküldüğü bu teknoloji çağında ihtiyaçlar meselesine gazetecilik girişimcilerinin de farklı bir açıdan bakmaları gerekiyor.
Market analizi yapmayan, mücadele edeceği aktörlerin durumuna dair bilgi sahibi olmayan, daha da önemlisi sözüm ona “ideal” hedef kitlesini çok iyi tanıdığını iddia etse de bir pilot çalışması ya da odak grup görüşmesi bile yapmayan “gazetecilik girişimcileri” için daha en başta geleceğin karanlık olduğunu söylemek şart.
Üniversitedeyken dönem dönem önünüze gelen işler olmuştur. Çikolata tadımları, odak gruplar, boş sinemaya gidip bilet saymak, para karşılığı anket yanıtlamak gibi. Bu işlerin tümünün temelinde bir ihtiyaç belirleme eforu vardır.
Ne var olan aktörler, ne de piyasaya yeni giriş yapacak aktörler pazardaki ihtiyaca dair analiz yapıyorlar. Herkesin yeni bir T24, yeni bir Diken, yeni bir Duvar kurmaya çalıştığı bu dönemde keşke bu mecraların yayın yönetmenleri karşılarına oturup “sen delirdin mi” diyebilseydi. Ne yazık ki medya endüstrisindeki neredeyse tüm aktörlerin meteliğe kurşun atma safhasında olduğu bir evrede nihai ürünün bir kopyala yapıştırdan ibaret olacağı ve bir tür kurtarıcı kompleksiyle “kaliteli haber” ihtiyacı karşılanılacağı söylenen o okurun gerçekten buna ihtiyacı var mı emin olmak çok güç. Zira Türkiye’deki, örneğin bağımsız medyanın, içerik havuzu hem kalite, hem bağlam açısından fazlasıyla benzerlik taşıyor.
Bu ihtiyaç yanılsamasının bir başka boyutu daha var. Her ihtiyaç satın alma davranışını tetiklemiyor. İnsanların bir kısmının öğün atladığı ve Netflix, Disney Plus gibi platformlara gelirlerinin bir kısmını eğlence karşılığı vermeyi kabul ettiği ama habere para ödeme konusunda özellikle Türkiye’de ceplerinde akrep olan bu dönemde; neredeyse tüm piyasanın malı ücretsiz olarak pazara sunduğu, kopyala yapıştır gibi mesleki ihlallerinse cezalandırılmadığını da göz önünde bulundurursak ürününüzün finansal karşılığını sadece ihtiyaç ekseninde bulacağını düşünmek de hatalı. Haberinizi tüketecek kişilerin hem o habere ihtiyacı olmalı, hem de ceplerinde o haberi satın alacak parası ve o parayı harcama niyeti olmalı.