Son birkaç yılda Türkiye’de de dünya genelinde de gazetelerin ve gazetecilerin nasıl geçinecekleri, önümüzdeki yılı iflas etmeden kapatıp kapatamayacakları ana konulardan biri. Tabii ki tek mesele geçim derdi değil. Her zamanki gibi ekonomi politik devreye giriyor ve gelirin nasıl elde edildiği ile yayın politikasına bu gelir modelinin etkisi tartışmanın ana başlıklarını oluşturuyor.
2019 yılı, 2018’e damga vuran birkaç olaya finans modelleri açısından baktığımızda hem hüsranlara hem de mucizelere gebe gibi duruyor.
Nedir bu hezimetler ve zafer hikâyeleri diye sorarsanız aslında yanıtlar oldukça tanıdık. Hollanda merkezli The Correspondent’ın İngilizce yayına geçme hamlesi 2.5 milyon dolar miktarını aşan bir kitlesel fonlamayla yılın haber ekonomisi olayı oldu diyebiliriz. Bu, bir bakıma okurların hâlâ yayınların hayatlarını sürdürmeleri konusundaki kararlılığının göstergesi oldu hem de belirli bir odağı olan ve o dilde geçmişi olmasa da prestiji olan bir yayının desteklenmesi bakımından örnek alınmaya değer bir olaydı. Yine The Guardian’ın abonelik kampanyasının başarısı, her ne kadar gazete çok sayıda çalışanını bu kampanyadan çok önce işten çıkarmış olsa da, The Correspondent’ınki kadar olmasa da, yılın önemli olaylarındandı. BuzzFeed News’in de aylık 5 dolarlık bir abonelik ücretine denk gelen abonelik modelini tanıtması da yılın önemli olaylarındandı. Her bir ürünü için mutlaka özel bir gelir modeli yaratan BuzzFeed’in önce gövdesinden ayırıp başka site yaptığı haber bölümü için bu tür bir yönelime gitmesi aslen haber ekonomisi alanında okurlara atanan sorumluluğun artacağının bir işareti. Zira taşıma suyla dönen haber ekonomisi değirmeni en azından küresel bağlamda yerini, ikna mekanizmalarına dayanan yeni bir sisteme bırakacak gibi görünüyor.
Hezimetlere dönelim. Bu yılın yerli hezimetleri saymakla bitmez. Habertürk’ün 200 bini aşan tirajına rağmen basılı yayın alanını terk etmesi yılın en önemli gelişmesiydi. Zira tiraj raporlarına göre Türkiye’nin en çok satan dördüncü gazetesinin kapatılması politik ekonomik çalkantı içerisinde ve seçim sonrasının gürültüsünde biraz kaybolsa da yılın ulusal bağlamda en mühim olayıydı denebilir. Esamesi okunmayan Vatan’ın da aynı akıbeti yaşaması zaten sürpriz değildi. Cumhuriyet Gazetesi’nin de gazetedeki tartışmalar eşliğinde iyice düşen ve iddiaların aksine yönetim değişikliğinin hiçbir şekilde çare olamadığı düşen tirajı da basılı yayınlar alanında mühim bir çalkantının sürdüğünün göstergesi. Yakın zamanda çok sayıda gazetenin sayfa sayılarını azaltmaları, bir ara ergenlikte çıkmış sivilce gibi hızla yayılan popüler kültür dergilerinin teker teker kâğıt fiyatlarına yenik düşmesi gibi gelişmeler de göz önüne alındığında, Türkiye’nin ekonomik problemlerinin medya endüstrisini içinden çıkılması zor bir krize sürüklediğini söylemek zor değil. Uluslararası hezimetlere değinecek olursak da, büyük umutlar bağlanan WikiTribune’ün 2017’de açıklanan modelinden uzaklaşmak zorunda kalması da dahil olmak üzere birçok yeni platformun beklediklerinin altında bir etki yarattığını söylemek mümkün. Civil’inse 8 milyon dolarlık Token satışı hedefine ulaşamaması sonucu yaşadığı kriz özellikle blok zincir ve gazeteciliğin buluşturulmasıyla oluşturulması beklenen yeni tür gazetecilik pratiklerine dair beklentileri başka bahara bıraktı, birçok gazeteciyi ise Civil mağdurları zincirine katmış oldu.
Gelelim 2019’a. Geleceğe ilişkin tespitler yapmak güç değil. Benim 2019’a dair ulusal beklentilerim yakın zamanda Yeni Şafak’a kadar yansıyan toplu işten çıkarmaların sendikaların oldukça güçsüz ve etkisiz olduğu bu dönemde artacağı, kapatılan basılı gazete sayısının da eğer sürpriz bir artış yaşanmazsa toplam gazete sayısının %25’ine denk geleceği yönünde. Burada altı çizilmesi gereken temel mesele şu. Habertürk örneğinde de gördüğümüz üzere, ölen yayınların tirajları yaşamaya devam eden basılı yayınlar arasında bölüşülmüyor. Yani birinin trajedisi ötekinin düğünü olmuyor. Bu ciddi bir problem. Ayrıca dijitalle geleneksel arasında da böyle bir doğrudan korelasyon akademik çalışmalara göre yok. Uluslararası alandaki temel beklentim ise The New York Times, The Guardian, The Washington Post gibi yayınların yükselişlerinin aynı hızda devam etmesi yönünde. Zira bir sonraki seçim dönemine kadar ABD’de tırmanacağını tahmin edebileceğimiz polarizasyon da Brexit belirsizlikleri de İngiltere ve ABD’nin bu büyük yayınlarının geleceği için oldukça belirleyici.
Malum 2018, Youtuber gazetecilerin yılı oldu. NewsLabTurkey’de de başka mecralarda da bu gazetecileri içerik ve gelir modelleri bakımından sık sık ele aldık. Youtuber gazeteci olma yolunda adım atmak isteyenler için teknik çeşitli içerikler de yayınladık. Sanıyorum ki 2019’da, Periscope estetiğinin dışına çıkan, Gimbal’lar ve onlara göre daha profesyonel araçlarla çekilmiş YouTube projeleriyle karşılaşacağız. Yani, İngiltere’de Owen Jones’un Türkiye’de ise Cüneyt Özdemir’in yaptığı türden sokaktan yayınların (vlog formatında olanlar dâhil) artacağını kestirmek güç değil. 2018’in ikinci yarısıyla birlikte başlayan podcast hareketlenmesi ise 2019’un büyük olayı olmamakla birlikte yine de çok sayıda aktörün alana girişiyle bir cazibe merkezi olacaktır. Ancak Türkiye’de hâlâ bu tür bir hareketlenmenin altını doldurabilecek bir teknik veya biçimsel birikimden bahsetmek güç. Kendisi de podcast alanında içerik üreten ve bir podcast ağının yürütme süreçlerine katılan bir iletişim akademisyeni olarak bu alanın belirsizliğini aşmak için daha fazla materyal üretileceğini öngörebilsem de ilgiyi artırmak için neler yapılabileceği konusunda emin değilim. Dahası birçok podcast network’ünün merkezileşmiş bir Türkçe yayınlara yönelik destek sağlayan reklam modeli olmaması gereği kendine yeten ve geleneksel reklam veya sponsorluk temelli gelir modeline dayanan podcast şovlarının alanı kısa süre içinde domine etmesi zor. Bu alan Youtube’u kullanan gazetecilerin aksine ister istemez kitlesel fonlama ve sivil toplum fonlarına muhtaç.
2019’da da sürecek haber ekonomisi alanı tartışmalarından en çözümsüz olanı ise ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütlerinden ve konsolosluklardan alınan fonlar olacak. Bu tartışma hem siyasi hem etik boyutlarıyla oldukça çekici olmakla birlikte katılımcıların çoğunlukla birbirlerine karşı dışlayıcı bir söylem kullanması ve birbirleriyle bir tür yankı fanusundan çıkmadan konuşur gibi yapmaları gereği bitecek gibi değil. Ancak Türkiye’deki mevcut politik durum gereği ne fonlayıcıların alanı terk edebileceği ne de fonlardan yararlananların sağdan ve soldan gelen eleştirilerden kurtulabileceği bir yıl olacağına eminim 2019’un. Özellikle de bu alandaki şeffaflık probleminin bu tartışmadaki çözümsüzlüğü beslediğini vurgulamak şart. Ancak en az şeffaflık ihtiyacı kadar, Türkiye’deki sabit fikirlilik ve linç kültürünün de bu konuda payı olduğu gerçek. Kurumları dinlemeden onları çarmıha germe ve varlık amaçlarını dahi anlamadan onları şarampole yuvarlama alışkanlığımızdan vazgeçersek haber ekonomisi alanının bu tartışmalı kulvarında da belirli bir mesafe almamız mümkün olabilir.