2025 öngörüleri, 2025’in teması dönüşüme ayak uydurabilmek.
2025 öngörüleri

n okuyoruz| Bültenden Herkese Merhaba!
Her yıl olduğu gibi bu yılı da özel bir bültenle sonlandırıyoruz. Bu özel sayımızda 2025’te medya ve gazetecilik dünyasını etkileyecek üç önemli başlığı ve bunların dönüşümü 2025 için neden kilit bir kavram hâline getirdiğini anlattım.
Önümüzdeki hafta kısa bir ara vereceğim. Bir haftalık bu aranın ardından 2025’in ilk sayısını 12 Ocak’ta yayınlayacağız.
Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum.
Herkese mutlu yıllar!
—Ahmet Alphan Sabancı
2025 öngörüleri
2025 yılına dair medya ve teknoloji alanındaki trend tahminlerine ve bunların gazetecilik üzerindeki etkilerine baktığımda üç farklı başlık sıkça karşıma çıkıyor. Dışarıdan bakıldığında farklı alanlar gibi görünse de bunların hepsini birbirine bağlayan ortak bir tema da mevcut.
İlk olarak, gündemimizden düşmeyen YZ teknolojileriyle başlayalım. Son iki yıldır bu teknolojinin hızlı gelişiminden ve her yerde karşımıza çıkmasından bolca bahsettik. Ancak bu yılın sonlarına doğru artık YZ üzerine konuşmalar, “Eee, şimdi ne yapacağız?” noktasına evrilmeye başladı. Her ne kadar hype yüksek olsa da hem bu alanda yapılan yatırımların ne zaman karşılığını alacağı hem de bunların içerik üretmenin ötesinde ne kadar kullanışlı olabilecekleri sorularına tatmin edici cevaplar verilememesi bunun en temel sebebi.
Bu yüzden, 2025 yılı boyunca, YZ alanında bu dalganın sınırına gelip gelmediğimiz tartışmalarına bol miktarda tanık olacağız. Eğer AI agent yaklaşımından etkileyici örnekler çıkmazsa ya da gerçekten kayda değer bir atılım görmezsek, önümüzdeki yıl içerisinde bu alandaki yatırımların azalmaya başladığı ve bu teknolojinin arka plana itildiği bir ortam oluşabilir. Çünkü bu teknolojiye yatırım yapanların (hem maddi anlamda hem de kullanım açısından) giderek sabırsızlanmaya başladığını duyuyor ve görüyoruz.
Eğer 2025 içerisinde ciddi gelişmeler veya etkileyici örnekler göremezsek YZ teknolojilerinin arka plana itildiği ve ilginin başka teknolojilere kaymaya başladığı bir ortam oluşabilir. Diğer yandan, YZ teknolojilerinin potansiyelini görmemizi sağlayacak birkaç örnek bile bu dalganın devam etmesi için yeterli olacaktır.
İkinci başlığımız ise internetin platform temelli yapısındaki büyük kırılmanın, YZ ile giderek daha da derinleşmesi. Hem YZ ile üretilen slop içeriklerin internetin her yerinde giderek daha fazla karşımıza çıkması hem de YZ modelleri temelli arama ve araştırma araçlarının yaygınlaşması, zaten son dönemde sıkıntıya giren arama motorları ve sosyal medya platformları için krizin derinleşmesine sebep oldu. Bu sorun, normal kullanıcıların gündelik hayatını ciddi bir şekilde etkiliyor ama diğer yandan medya ve gazetecilik açısından da önemli bir soruna sebep oluyor.
2010’lu yıllardan bu yana dijital gazeteciliğin önemli bir kesimi, kendisini hemen her anlamda platformlara mahkum hâle getirdi. Arama motorları, programatik reklamlar ve sosyal medya olmadan kendi ayakları üzerinde durabilecek yayın sayısı çok az. Sosyal medyanın gazetecilikle arasına koyduğu mesafeye ve arama motorlarının kötü gidişatına YZ ile üretilen slop içerikler de eklenince sorun daha da büyüyor. YZ modellerini kullanarak sizden daha iyi SEO içerik yazarak arama motorlarını kandırabilen ve sitelerini çöp içeriklerle doldurarak programatik reklamların değerini iyice düşüren aktörler varken, bunlara bel bağlayan her kurum için kriz kapıda.
Üçüncü öne çıkan başlık ise özellikle dijital medyada giderek artan bağımsız yayın ve kurumlar. Bireysel olarak ya da küçük ekiplerin bir araya gelerek kurduğu yayınların hem popülerleşmesi hem de mevcut koşullara karşı daha dayanıklı olabildiğinin görülmesi, bu akımın önümüzdeki yıl içerisinde daha da yaygınlaşmasına neden olacak gibi görünüyor. Bu tür yayınların ve bireysel projelerin hem finansal anlamda sürdürülebilirliğini sağlamanın daha kolay olması hem de yeni şeyler deneyebilecek ya da değişen koşullara uyum sağlayabilecek esnekliğe sahip olması bu gelişmenin en temel sebeplerinden birisi.
Önümüzdeki yıl içinde, bunun giderek daha yaygın bir model hâline geldiğini görmemiz yüksek bir ihtimal. Özellikle 2024 boyunca bu tür yayınların sık sık öne çıkması —mesela ABD seçimlerindeki podcast etkisi— bu modelin daha da dikkat çekmesini sağladı. Dünya genelinde medyanın ekonomik koşulları da bu modelin yayılması için uygun bir ortam yaratıyor.
Bütün bunların yanında devam etmekte olan diğer sorunlar da var: Gazetecilik kurumlarına güven tartışması, haberden kaçınma ya da haberleri gazetecilik dışı kaynaklardan takip etme, yanlış bilgi ve propaganda, gazetecilerin gözetim veya şiddetin hedefi olması vb. Bunların üzerine, mevcut ekonomik ve siyasi krizlere ek olarak, Trump’ın ocak sonunda tekrar başkan olmasıyla değişmesi muhtemel küresel dengeleri de eklersek, 2025 için çok da olumlu bir tablo çizmek mümkün olmuyor.
Bütün bunları ve 2025’i kapsayan ortak tema ise dönüşüme ayak uydurabilmek. 2020’li yıllar başladığından bu yana büyük krizler ve kritik dönüşümler, hayatımızın her alanında kendisini gösteriyor. 2025 ile birlikte artık bu dönüşümlerin bizi nasıl bir dünyaya doğru götürdüğünü daha net bir şekilde göreceğiz. Dönüşümü anlamanın ve buna göre bir strateji geliştirebilmenin kritik olduğu yıllara giriyoruz.
2025 ile birlikte medya ve gazetecilik dünyasında dönüşüme ayak uydurabilenlerin güçlendiğini, geride kalanların ise sahneyi terk etmeye ya da etki ve erişim gücünü kaybetmiş zombi yayınlara dönüşmeye başladığını göreceğiz. Yani bu dönüşüm süreci medya dünyasındaki aktörlerin de değişmeye başladığı bir dönemi beraberinde getirecek. Elbette bu değişime direnen veya değişimi geciktirmek için çabalayanlar olacaktır. Özellikle de sektör içerisinde uzun süredir ellerinde tuttukları konumlarını kaybetmek istemeyenler, kendilerini değiştirmeme konusundaki ısrarlarının üzerine bu dönüşüme direnmeyi de ekleyecekler.
Türkiye özelinde bu dönüşümü anlayan ve kendisini ona göre konumlandıran kişi ve kurum sayısı maalesef çok az. Kendisini geliştirmek yerine olduğu yerde saymakta ısrar eden, hatta daha da geriye gitmeyi tercih eden örnekleri gördükçe dönüşüm sürecinin ülkemizde acımasız olacağını açık bir şekilde görebiliyoruz. Eğer yayıncılar bu yaklaşımlarını değiştirmez ve aynı şekilde ilerlemekte ısrar ederlerse 2025’in onlar için çok sert geçeceğinden şüphem yok. Stratejisini medyada ve teknoloji alanındaki dönüşüme göre belirleyen aktörlerin ise 2025’te daha aktif olmaları ve karşılarına çıkacak avantajları en iyi şekilde değerlendirmeleri gerekiyor.
Özetle, 2025 ile birlikte 2020 yılından bu yana başlayan kırılmaların sonuçlarını gördüğümüz ve medyanın dönüştüğü bir döneme giriyoruz. Bu dönüşümün sonucunda medya ekosisteminin nasıl şekilleneceğini ise aktörlerin alacağı kararlar belirleyecek.








