Türkiye 6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli olarak yaşanan depremin ardından tarifsiz bir acının içinde. İlk günlerde, korku, kaygı, öfke ve çaresizlik gibi pek çok duyguyu bir arada yaşadık. Bu büyük acı ve yıkımın içinde umutlarımızı da canlı tutmaya çalıştık. 1999 depremini Gölcük’ün merkezinde yaşamış birisi olarak deprem haberciliği konusunda yazmayı hem çok istedim hem de kelimelerimi toparlamakta çok zorlandım. Ne kadar üzgün olsak da tekrar tekrar yazmak, söylemek gerekiyor. Çünkü deprem haberciliği Türkiye gibi bir coğrafya için hayati öneme sahip. Sadece deprem felaketinin olduğu anlarla sınırlı değil, işte o hep konuştuğumuz, depreme hazırlıklı olmak noktasında da medyaya önemli görevler düşüyor.
Afet haberciliğinin ilk boyutu, “afetin etkilerini hafifletme ve toplumu hazırlıklı tutmayı” içeriyor. Aslında haberciliğin her alanında olduğu gibi “önleyici habercilik” diye adlandırdığımız, olumsuz bir durum yaşanmadan önce gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı noktasında takipçi ve çözüme katkı sunan bir haberciliğin gerekliliğine dikkat çekiliyor. Bugün bu noktayı geride bırakmış görünüyoruz. Haberciler ve medya kuruluşları ne ölçüde böyle bir habercilik yaptıklarını kendilerine sorabilirler.
Afet anı ve acil müdahale sürecinde medyaya düşen sorumluluk ise “kurtulma ve iyileştirmeyi kolaylaştırma” olarak ifade edilebilir. Bu, yaşanan gerçekliği, halkı travmatize etmeden aktarmaktan, arama kurtarma faaliyetleri ve organizasyona destek olacak enformasyon akışını sağlamak ve kurtulan kişilerin görüntülerini mahremiyetlerini ihlal etmeden, acının pornografisini yapmadan servis etmeye kadar farklı unsurları içeriyor. Kriz ve afet anlarında bilgiyi teyit etmek, olay yerine ulaşmak ve bütünü kavramak elbette daha zordur. Bu nedenle habercilerin, yaşanan felaketi ne daha küçük ne de daha vahim göstermeye hizmet edecek söylem ve eylemlerden kaçınmaları gerekir.
6 Şubat depremine ilişkin haberlere bakıldığında iki farklı tablo karşımıza çıkıyor. Bazı medya kuruluşları arama kurtarma çalışmalarının hızla başladığını ve bölge halkının ihtiyaçlarının giderildiğini söylerken, bazıları tam aksini gösteren görüntüler ve halk röportajları yayınlıyordu. Aslında bu durum uzunca bir süredir Türkiye medyasının gerçekliği hâline dönüştü. Enflasyon, pandemi, yangın ya da deprem ayırt etmeksizin bir grup medya için her şey olması gerektiği gibi; aksayan, ters giden bir şey yok. Aksaklıkları dile getirmek “siyaset yapmak”la suçlanıyor ve “siyaset yapmanın zamanı değil”. İşte deprem haberciliğinin temel unsuru olan “kurtulma ve iyileştirmeyi kolaylaştırma” tam da siyaset üstü bir şeydir. Ama aynı zamanda, mağdurdan ve toplum yararından yana politik bir duruştur. Tek önceliğiniz, olabildiğince çok sayıda insanın hayata tutunmasına destek olmaktır. Bölgede neye ihtiyaç olduğunu “doğru” gözlemleyip “doğru” şekilde aktarmak bunun ilk şartıdır. Bu, olumsuzlukları öfke ve çatışmayı tetikleyici şekilde değil çözüme katkı sağlayıcı şekilde haberleştirmeyi de içerir.
Arama kurtarma çalışmalarının haberleştirilmesinde ise afet haberciliğinin etik boyutu ön plana çıkmaktadır. Etik boyut hem birinci derece mağdurlar hem de depremden doğrudan etkilenmese de ikinci derecede mağduriyet yaşayan tüm toplum için önemlidir. Mağdurlarla yapılan röportajlar, enkazdan kurtarılanların travmatize olmuş görüntüleri anlık reyting kaygılarından uzak, çok daha büyük bir sorumluluk içinde sunulmalıdır. 6 Şubat depreminin, sosyal medyada yapılan yoğun paylaşımların da etkisiyle mağduriyeti artırıcı şekilde haberleştirildiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
“Asrın felaketi” olarak tanımlanan bu depremde sosyal medyanın çok yoğun kullanıldığına tanıklık ettik. Bu bir taraftan enkaz altındaki kişilere ulaşılmasını kolaylaştırırken, bir yandan da mağdurların yürek burkan görüntülerinin de hızla dolaşıma sokulmasına aracılık etti. Özellikle deprem mağduru çocukların görüntüleri, şok halinde söyledikleri ya da söylemeye çalıştıkları şeyler en çok izlenen görüntüler oldu. Bazı medya kuruluşları da bu görüntüleri servis etti. Arama kurtarma çalışmaları ve enkazdan kurtulanlar sahadan verilecek öncelikli haberlerdir. Kurtarma çalışmalarının nasıl yürütüldüğü, ekiplerin nasıl özveriyle çalıştıkları objektiflere yansımalıdır. Ancak mağdurların acıları, iyileşmeye katkı sağladığı ölçüde haberleştirilmelidir. Deprem bölgesindeki habercilerin kendilerine sormaları gereken soru, servis ettikleri/edecekleri haberin insanların iyileşmelerine ne derece katkı sağlayacağı sorusu olmalıdır.
Mucize ve gerçek arasındaki denge
Her vahim olay, medyada temsil edilme biçimine paralel şekilde kendisini “özetleyen” ya da simgeselleştiren kavram ve görsellerle kazınır hafızalara. Kahramanmaraş merkezli deprem de “asrın felaketi” tanımlamasının yanı sıra sanırım mucize kurtuluşlar haberciliği şeklinde karşımıza çıkacak. Enkaz altından kurtulanların haberleri ikinci günden itibaren ekranlara yansıdı ve o andan itibaren her kurtuluş bir mucizeydi aslında. İlerleyen günlerde hayata tutunan her bireyle umutlarımız tekrar yeşerdi. Ancak mucize kurtuluş haberleri, depreme hazırlıklı olmak ve acil müdahalenin önemini gölgeleyecek düzeye ulaştı. Bir yandan bilim insanlarına kulak vermek, aklın ve bilimin ışığında kentlerimizi depreme hazırlıklı hâle getirmekten söz ederken, diğer yandan hayatta kalmak için mucizelere sarılmak zorunda bırakıldık.
Deprem haberciliğinin etik ve toplumsal sorumluluk boyutu, mucize ile gerçeklik arasındaki dengeyi korumayı gerektirir. Günler geçmiş bile olsa hayattan umudu kesmemek elbette hepimizin ihtiyaç duyduğu şeydir. Öte yandan haberciliği yalnızca bunun üzerine kurgulamak, diğer alanları ihmal etmek anlamına gelir. Örneğin hastanelerde kaç kişi olduğu, kaç kişinin barınma olanağına kavuştuğu, kaç kişinin hâlâ yaşamsal ihtiyaçlarına ulaşmakta zorluk yaşadığına ilişkin verilere ulaşmak, yakınlarına ulaşmaya çalışan insanların, yakınlarını kaybeden çocukların ne şekilde korunduğu ve korunması gerektiğine ilişkin haberler yaraların sarılmasına somut anlamda katkı sağlayabilir.
Afet haberciliğinde iyileştirmeye katkı sunmanın önemli unsurlarından biri de veriler sunabilmektir. Haberci yaşanan acıyı görmezden gelmeden olabildiğince fazla veriye ulaşmaya çalışmalıdır. Afet koşullarında sağlıklı verinin toplanması elbette kolay değildir. Resmi kaynaklar kadar farklı kurumların kayıtları ve veri oluşturma çabaları da dikkate alınmalı ve tartışılmalıdır.
Sürecin takipçisi olmak
Medyanın deprem haberciliği konusundaki sınavı, acıyı en yoğun yaşadığımız bu günlerle sınırlı değil. Belki de en önemli kısım bundan sonra başlıyor. Olayın sıcaklığı geçtikten sonra medya, depremi ve yaşananları ne kadar gündemde tutacak, bundan sonraki sürecin ne kadar takipçisi olacak? Mucizevi şekilde hayata tutunanların yaralarının nasıl sarılacağını, kusur ve ihmallerin hesabının sorulup sorulmayacağını takip edecek mi, yoksa başka gündemler arasında bu acının da unutulmasına izin mi verecek? Hayatta kalanların fiziksel ve ruhsal yaralarının sarılması, enkaz kaldırma çalışmaları, bölgede geçici ve kalıcı yaşam alanlarının yeniden inşası süreçlerinin takipçisi olmak yaygın ve yerel medyanın önemli sorumlulukları arasındadır.
Sadece deprem bölgesiyle sınırlı değil, tüm ülkede binaların depreme dayanıklı şekilde güçlendirilmesi, acil müdahale planlarının oluşturulması ya da gözden geçirilmesi önleyici haberciliğin bir gereği olarak medyanın öncelikli gündemi olmalıdır. Bu konuda yerel medyanın da önemli bir işlevi olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Bu deprem yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve ticari kuruluşların depreme müdahaledeki hayati rolünü de bir kez daha göstermiştir. Hangi alanda çalışıyor olursa olsun şirketler ve sivil toplum örgütlerinin afete müdahale ve destek konusunda planlar geliştirmesi, okullarda ebeveynlerin de dahil olduğu afet planlarının oluşturulması ve paylaşılması da üzerinde ısrarla konuşmamız gereken konular arasında yer almalıdır. Medya da bütün bunların takipçisi olmalıdır. Deprem de depremden etkilenenler de unutulmamalıdır.