Sabah Gazetesi yazarı Dilek Güngör, “Herkes finansal okuryazar oldu!” başlıklı 17 Aralık 2021 tarihli yazısında, Merkez Bankası’nın (MB) 2021’in son Para Politikası Kurulu Toplantısı’ndan çıkacak kararların metrobüsteki ve ofislerindeki çay ocağında çalışan vatandaşlar tarafından dahi tartışıldığını anlatarak şu sonuca varıyordu: “Bu kötü bir şey değil… Düşünsenize, belki de parayla bile satın alınamayacak bir eğitim süreci oldu.”
Ancak, bu “eğitimin” bazı vatandaşlar açısından ağır bir bedeli oldu, olmaya da devam edecek gibi görünüyor.
Yabancısı olduğumuz konuların dar bir terminolojiyle gündelik yaşama sızmasıyla ilk kez karşılaşmıyoruz. 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’nin ardından Richter ölçeği, artçı şok, fay hattı gibi sözcükler kısa sürede haber bültenlerinden evlere, oradan sokaklara, toplu taşıma araçlarına, okullara, iş yerlerine taşmış, deprem bölgesinde yaşayanlar başta olmak üzere uzun süre vatandaşların dilinden düşmemişti.
Daha güncel ve geniş ölçekli örneğini ise Covid-19 pandemisinin ardından yaşadık. Sağlık, kısmen daha “tanıdık” bir disiplin olsa da, pek çok kişi salgının Türkiye’ye yayılmasıyla birlikte Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamalarını takip etmeye, entübasyon gibi tıbbi uygulamalar konusunda üstünkörü de olsa bilgi edinmeye başladı.
Ekonomi haberlerinin gündelik yaşamımızı işgalinde ise farklı olan, konu hakkında kısa sürede ve gelişigüzel edinilen “bilgi”lerin insanları varlıklarıyla ilgili kimi zaman hayati kararlar almaya itme potansiyeli. Dijital medya çağında kayıtsız kalmanın daha da zorlaştığı bu yeni “uğraş”, ekonomi alanında donanımlı olmayan ve yatırım danışmanlarından yardım alma imkânı bulunmayan vatandaşlar açısından ciddi riskler içeriyor.
NewsLabTurkey olarak görüşlerine başvurduğumuz Hürriyet Daily News’un deneyimli ekonomi muhabiri Engin Esen ekonomiyle ilgilenmenin tek başına finansal okuryazarlığı beraberinde getirmediğinin altını çiziyor.
Doğru kaynakların dahi yanıldığı ve bu yanılgıların bedelinin de sorumluluğunun da vatandaşa ait olduğu (en azından ilkesel olarak öyle olması gerektiği) düşünüldüğünde temkinli olmanın önemi daha fazla ortaya çıkıyor. Fakat sosyal medyanın çok takipçili ve fazla etkileşim alan hesapları öne çıkaran doğası, gazeteciliği dijital medya üzerinden sürdüren profilleri ve ekonomi alanında uzman olmayan, hatta gazeteci olmayan içerik üreticilerini on binlerce takipçisiyle birlikte bilmedikleri bir alanın içine çekiyor. Bu yüzden, ekonomistlerin dahi öngörmekte ve açıklamakta zorlandığı bir ekonomi yönetiminde, finansal okuryazarlığı dünya ortalamasına göre düşük olan vatandaşların kritik kararlar almadan önce dikkat etmesi gereken noktalar var.
“Sosyal medya bir yatırım tavsiyesi verme alma yeri değildir”
Esen sosyal medyadaki trendlerin bir yatırım tavsiyesi ya da ekonomik gösterge takip alanı olamayacağını ifade ederek şu uyarılarda bulunuyor:
“Siz bir insanı, diyelim ki Mahfi Eğilmez’i zaten biliyorsunuzdur, onun sosyal medya hesaplarını takip edebilirsiniz tabii, bunda bir beis yok, bu normal bir şey. Ama hiç tanımadığınız, uzmanlığını bilmediğiniz bir kişinin ya da kişilerin sosyal medya hesapları üzerinden yaptıkları paylaşımlarla adım atmak ya da kanaat oluşturmak hiç sağlıklı olmaz. (…)
Ekonominin yüzde 90’ı sıkıcıdır. Matematiksel denklemler, insanların pek ilgisini çekmez. Bunu sıkıcılıktan çıkarmak için daha spekülatif, gerçekle uyuşmasa da dikkat çekici şeyler söylenir. Bu da kendi başına bir tuzaktır zaten. MB’nin bile bir sitesi var Herkes İçin Ekonomi diye -MB’nin her yaptığı şey doğru mudur, değildir tabii ki, ama sonuçta bir site var, burada vatandaşlar için kolay anlaşılabilir belli başlı kavramlar, ekonominin temel kuralları anlatılıyor- bunun gibi finansal okuryazarlığı geliştirmek için çalışan dernekler, kuruluşlar var, onların etkinlikleri, kursları, online kaynakları takip edilebilir. (…) Tabii ki sosyal medyadan da bir şeyler elde edilebilir ama dediğim gibi o kişi ya da kişilerin gerçek hayatta neler yaptıklarını da bilmek gerekir. Yani bu kişi kimdir nereden mezundur, işi nedir, mesleği nedir, onu biliyorsanız tabii ki sosyal medyadan da takip edebilirsiniz, bir şeyler de öğrenirsiniz. Ama hiç bilmediğiniz biri, sosyal medyada çok takipçisi var diye size sağlıklı bir tavsiyede bulunamaz diye düşünüyorum.”
Türk Lirası’nın dakikalar içinde yüzde 30’un üzerinde değer kazandığı 20 Aralık gecesinden bir gün önce ekonomist Atilla Yeşilada’nın yaptığı yayının başlığı “DİKKAT! Bu hafta her şey olabilir!!!”di. Twitter’da ise trend topic neredeyse gün aşırı, hatta her geçen gün yeni kur üzerinden güncelleniyordu: …#dolar11TL #dolar12TL #dolar13TL… #dolar18TL. Yeşilada’nın çok bir şey söylemiyormuş gibi görünen başlığının ne kadar isabetli olduğu ertesi gün anlaşıldı, ancak TL’nin değer kaybı karşısında elindekini korumak isteyen vatandaşın Yeşilada’nın yayınındansa sosyal medyada gün be gün nabzı tutulan TL/dolar paritesinin ayartısına kapılmış olması muhtemel.
“Nihai kararı veren insanlardır”
MB’nin ilgili yayınlarının başlığından hareketle Herkes İçin Ekonomi adını verdiği programıyla Ekim 2019’dan bu yana vatandaşlara, kendi sözcükleriyle “finansal kararların ülke refahını nasıl etkilediğiyle ilgili ücretsiz ve kolay erişilebilir” yayınlar yapan ekonomist Dr. Murat Kubilay da, sosyal medyanın bir “yatırım tavsiyesi verme alma yeri olmadığının” altını çiziyor. Ne var ki Türkiye’nin kendine özgü şartları vatandaşları buna itiyor:
“Yatırım danışmanlığı zaten müşteriyle tanışmayı gerektiren bir iş. Yasal olarak müşteri risk ve ölçüsünü anlamanızı; ne kadar getiri istediğini, nasıl bir yatırım ufkuna, süresine sahip olduğunu bilmenizi ve ona uygun portföyler önermenizi gerektiren, SPK nezdinde yapılması gereken bir iş. Tabii bunu yapabilmek, bedelini ödeyebilmek için de belirli bir fon büyüklüğüne, paraya sahip olmanız gerekiyor ama toplumdaki bireysel yatırımcıların her zaman böyle bir imkânı olmuyor. Dolayısıyla ücretsiz olan yerlere yöneliyorlar. (…) Tabii ki iyi niyetli bir kişi yapmış olduğu sosyal medya paylaşımlarında amacını daha net bir şekilde belli eder, uyarılarda bulunur ama sonuçta insanlar nihai kararı verendir.”
Nihai karar, kaçınılmaz olarak bilgi edinmeyi gerektiriyor. Ancak, tam bilgiye ulaşmanın imkânsızlığının ötesinde, piyasalardaki oynaklık gazetecilerin soru sormasını da, ekonomistlerin yanıt vermesini de güçleştiriyor. Riskler konusunda bilgilendirilen somut yatırımcının yokluğunda, gazetecinin sorusu da, kendisine mikrofon uzatılan ekonomistin uzmanlığı doğrultusunda yaptığı yorumlar da “mandacılık”, “spekülatörlük”, “vatan hainliği” gibi suçlamalarla karşılanabiliyor. Özellikle YouTube’dan yayın yapan gazetecilerin izleyicilerin merakını gidermek adına ısrarlı biçimde dolar kurunun ve altının geleceğiyle ilgili sorularının kendilerini zor durumda bıraktığını ifade eden Kubilay, doğrudan bir hedef vermek yerine neler olabileceğini anlatmaya çalışsalar da bu sorulara sıklıkla maruz kaldıklarını ifade ediyor.
Yanlış ya da doğru, insanları yönlendirici haber yapmanın mesleki etik sınırları içinde yeri olmadığını söyleyen Esen de benzer soruların hedefi olmaktan şikâyetçi:
“Hem ekonomi gazetecilerinin hem ekonomistlerin belki de en sık karşılaştıkları ve hazzetmedikleri konu da insanların kendilerinden yatırım tavsiyesi istemesidir. Bu aslında her ekonomistin de uzmanlık alanı değildir, gazetecilerin hiç değildir ama şartlar gereği, Türkiye’nin ekonomik durumu gereği biz de karşılaşıyoruz.”
Ancak yönlendirme niyetinden bağımsız olarak, halihazırda TL’nin değer kazanmasının geçici olup olmadığı şeklinde bir sorunun cevabı, ister istemez insanları döviz bürolarına yönlendirme ihtimali taşıyor. Bu yüzden yatırım uzmanlarının ve ekonomi muhabirlerinin “hiç hazzetmediği konu” şimdilerde belki de daha rahatsız edici.
“Ortalama vatandaşın finansal okuryazarlığı niye olsun?”
Türkiye’de vatandaşların ekonomiyle ilgilenmesinin yabancı uzmanların da dikkatini çektiğini ifade eden Esen, Türkiye’de ekonomik göstergelerin uç sınırlarda oynuyor olmasının 2013’ten bu yana vatandaşları döviz alımından kripto piyasalara girmeye kadar çeşitli arayışlara ittiğini ifade ediyor:
“Ortalama vatandaşın finansal okuryazarlığı zaten istikrarlı ülkelerde niye olsun gibi düşünülür. Diyelim ki İsveç gibi bir ülkede çalışırsınız, maaşınızı alırsınız, ücret bellidir, çok oynamaz. İşiniz yoksa sosyal yardımlarınızı alırsınız, bunlar da nadiren değişir. Yani jenerasyondan jenerasyona değişir. Bir insanın ömrü içinde 3 kere 5 kere 10 kere değişmez ama bizim ülkemizde 40-50 yaşında bir insan üç dört tane büyük ekonomik kriz yaşıyor. Kimisi zengin oluyor kimisi çok fakirleşiyor yani bir insan ömründe birkaç kez bunu yaşayabiliyor bizimki gibi ülkelerde.”
2001 krizi sırasında Sakıp Sabancı’nın “Hepimiz bir gecede yüzde 40 fakirleştik” dediği hafızalarda. Oysa 20 Aralık gecesi fakirleşenlerin hikâyesi bugün basında kendine pek az yer buluyor, bulduğunda da alaycı hatta suçlayıcı yorumlar peşi sıra geliyor. Esen ana akım medyada sıkça rastladığımız “spekülatör”, “Sorosçu” gibi ithamların tehlikeli olduğunu ifade ediyor:
“Kimse ‘Ben gideyim 1000 dolar alayım da ekonomi biraz daha değer kaybetsin’ diye 1000 dolar almaz. Suçlayıcı davranmak ve mağdur olan insanlara da ‘iyi oldu’ demek özellikle belli bazı yayın organlarında sıkça görülüyor. Suçlayıcı, itham edici ifadelerle döviz almayı suçmuş gibi gösteren ifadelerin kullanılması tabii yanlış, ekonominin gerçekliğiyle de yasal çerçeveyle de uyuşmuyor. (…)
Yatırımcı ile spekülatör aynı şey değil. Yatırımcı ya da para kazanmak isteyen kişi ya da kurumlar spekülatör olarak suçlanamaz. Herkes para kazanmak ister, sonuçta ekonominin kuralıdır, ekonomi başka türlü dönmez, insanlar kaynakları arttırıp tüketim ihtiyaçlarını karşılamak ister. Ekonominin temeli budur; bu da para yoluyla oluyor şu anki dünya sisteminde. Medyadaki bu suçlayıcı dil aynı zamanda biraz faşizan da bir üslup.”
20 Aralık gecesi tarihe nasıl geçecek? Şimdilik bunun yorumunu ekonomistlere bırakalım ve yazıyı Prof. Dr. Yalçın Karatepe’nin 19 Kasım 2020 tarihli tweet’iyle bitirelim:
“Eğer ortalama bir vatandaş da gözünü MB faiz kararına dikmiş ise o ülkede olağandışı bir durum var demektir.”