n okuyoruz| Bültenden Herkese Merhaba!
Bu haftanın odağında gazeteciliğin temellerine dair bir sorgulama var. Mevcut birçok soruna dair çözüm üretmeden önce cevaplamamız gerektiğini düşündüğüm bazı soruları paylaştım.
“Ne Okuduk” bölümünde ise kuşların gerçekliğinden şüphe edenler, ödeme duvarına bir günlük ara verenler, dijital tasarımı önemseyenler ve daha fazlası var.
Bir de duyurumuz var. NewsLabTurkey olarak her yıl düzenlediğimiz ve giderek büyüyen Podcast Akademimizin çevrimiçi atölyesi için başvuruları almaya başladık. Eğer podcast üretmeye başlamak istiyor ya da kendinizi ve projenizi geliştirmek istiyorsanız mutlaka başvurun.
Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum.
Haftaya görüşmek üzere!
—Ahmet Alphan Sabancı
Bu hafta ne okuduk?
Kuşlar Gerçek Değil!
Komplo teorilerinin ve yanlış bilginin çok hızlı yayıldığı ve insanları etkileyebildiği zamanlardan geçiyoruz. Birçoğumuz akademik çalışmalarla, daha iyi gazetecilikle ve insanlara doğru bilgiyi ulaştırmanın daha iyi yollarını arayarak bunu çözmeye çalışıyor. Bir grup genç ise daha eğlenceli bir yol seçti.
Birçoğu ailelerinde ve çevrelerinde komplo teorilerine maruz kalmış gençler tarafından kurulan “Birds Aren’t Real” (Kuşlar Gerçek Değil) hareketi, aslında kendisine komplo teorisi süsü vermiş olan bir bilinçlendirme çabası. Kurucusu McIndoe, 2017 yılında Trump destekçilerinin bir protestosuyla karşılaştığı sırada aklına gelen bu espriyi olabilecek en absürt komplo teorisine dönüştürüp bu konuda bir araca çevirmeye karar vermiş. Amacı ise bu komplo teorisinin absürtlüğü ile insanları bu konularda eğitebilecek bir şok etkisi yaratmak.
Birkaç yıldır takip ettiğim bu hareketle ilgili özellikle önemli bulduğum iki nokta var. İlki, komplo teorilerini gerçekten çok iyi biliyor olmaları. Örneğin bu teorilerin birbirini besleme potansiyelini bildikleri için kendi komplo teorilerini büyük bir özenle tasarlıyor ve buna imkân verecek bir alan bırakmıyorlar. İkincisi de diğer komplo teorilerine karşı mücadele ederken eğlenmekten korkmamaları. Sonuçta kaç kişi bir grup komplo teorisi savunucusunun “kuşlar gerçek değil” diye slogan atan bir grup yüzünden protestolarını bitirmek zorunda kalmasını izlemek istemez ki?
Ödeme Duvarını Aralamanın Faydası
Financial Times, internetteki en meşhur ödeme duvarlarından birisine sahip. Genellikle çok az içerik ödeme duvarı dışında erişilebilir durumda ve bununla ilgili oldukça katı kuralları var. Ama uygun zamanda bu konuda istisnalar yaratmak konusunda da oldukça iyiler.
Bunun iyi bir örneğini COP26 toplantıları esnasında hayata geçirdiler. Bir gün boyunca, FT’nin tamamında ödeme duvarı askıya alındı. Yani tüm içerikleri herkese açık hâle geldi. Amaç bu bir günlük açılma ile hem yeni okurlarla tanışmak hem de mevcut abonelerin daha rahat bir şekilde paylaşım yaparak haberlerinin daha fazla yayılmasını sağlamaktı.
FT ekibinin tahmini doğru çıktı. Birçok kişi ve kurum bu özel günü duyurdu ve daha çok ziyaretçi geldi. Günlük ortalamada anonim ziyaretçi sayısı yüzde 28 artış gösterdi ve ücretsiz hesap oluşturma oranı yüzde 200 arttı. Görünür tek eksisi günlük yeni abone sayısında yüzde 12’lik bir düşüş fakat bütün artıları hesaba katınca bunun genel duruma pek bir etkisi kalmıyor.
Tasarım Okura Yardım Etmeli
Dijital medya ve gazeteciliğin tasarım konusundaki sıkıntıları son zamanlarda en çok kafa yorduğum konulardan birisi. Birbirinin kopyası ve okunması imkânsız yayınları ve değişmeme konusundaki ısrarı gördükçe tasarım konusunda daha fazla konuşmamız gerektiğini de anlıyorum.
Damon Kiesow’un haber sitelerinin tasarımı ve okur arasındaki ilişkiye dair yazısını da bu yüzden sizlerle paylaşmak istedim. Yazı, haberlerin yer aldığı sayfalardaki tasarımın nasıl iyi veya kötü yönde bir etkisi olabileceğini ve bunun yapılan gazeteciliğe nasıl zarar verebildiğini iyi bir şekilde anlatıyor. Eğer okura yol gösterecek ve haberle ilgili diğer bilgileri de —tarih, kategori, site içi erişim gibi— tasarımınız içerisinde sunmazsanız hem okur için haber okuma tecrübesini kötüleştiriyorsunuz hem de yayınladığınız habere zarar veriyorsunuz.
Gazeteciliğe Güvenin Farklı Boyutları
Geçtiğimiz birkaç yılın en sık tartışılan konularından birisi gazeteciliğe olan güvenin düşüşü ve bununla ilgili nasıl bir çözüm üretilebileceği. Konu üzerine birçok yöntem ve araç araştırılsa da öncelik olarak bu ilişkiyi ve güven kavramını iyi anlamak gerektiğini düşünüyorum.
Bu yüzden Reuters Institute tarafından yayınlanan “Depth and breadth: How news organisations navigate trade-offs around building trust in news” isimli rapor oldukça değerli. Rapor yalnızca güven sağlama konusunda gösterilen çabaları derlemekle kalmıyor, aynı zamanda konuyu teorik anlamda da inceleyip bir çerçeve sunuyor.
Bu noktada okurda güven sağlamada kim ve neden sorularını sormanın önemini vurguladıkları giriş bölümü çok değerli. Neden sorusunda belirledikleri iki uç güvenin bir amaca hizmet etmesi ile güvenin kendisinin bir amaç olması. Kim sorusunda ise uçlar mevcut okurlarla daha derin bir güven sağlamak ile daha geniş bir kitlenin güvenini kazanmak. Gazetecilik ve güven ilişkisine bu perspektiften baktığınız zaman bunun yayın politikasından içeriğe kadar nasıl farklı alanlarla ilişkili olduğunu görmek ve kurum olarak nasıl bir yol izlemeniz gerektiğini bulmak daha kolay olacaktır.
Kısa Kısa
🇺🇸 ABD, Julian Assange’ı ülkesine getirip yargılama ihtimalini tekrar güçlendirdi.
💰 Dijital yaşam kültürü dergisi Air Mail 17 milyon dolarlık yeni bir yatırım aldı.
👻 Reddit’te birçok paylaşım görünürde silinse de arka planda yayında kalmaya devam ediyor.
⚖️ Herkes NFT’lere yatırım yaparken DeviantArt, eserleri çalınıp NFT olarak satılan sanatçılara yardımcı olacak bir sistem kuruyor.
🇬🇧 İngiltere’nin meşhur medya grubu Daily Mail’de garip şeyler oluyor.
🤑 Guardian 1 milyon dijital aboneyi geçti. Abonelerin yarısı İngiltere dışından.
🤔 Google’ın gazeteler için destek sistemi olan News Showcase bir türlü ABD’de yayına giremiyor.
🔍 Belki eskisi kadar adını duymuyoruz ama Snapchat araştırmacı gazeteciler için faydalı bir kaynak olabiliyor.
Haftanın odağı: Gazeteciliğin temelleri ne kadar sağlam?
Gazetecilikle ilgili birçok önemli konuyu bültende sıkça ele alıyoruz. Güven sorunu, yanlış bilgi, gelir modelleri, okur sayısındaki azalma en sık ziyaret ettiğimiz başlıklar. Bunların hepsi önemli sorunlar fakat tek tek ele aldığımız zaman aralarındaki ilişkiyi gözden kaçırabiliyoruz.
Hafta içerisinde Darryl Holliday’ın yazdığı “Journalism is a public good. Let the public make it” başlıklı yazıyı okuduktan sonra aklıma gelen ilk şey aslında bağımsız olarak ele aldığımız bu sorunların günümüz gazetecilik anlayışı ve üretim biçimleriyle nasıl derinden ilişkili olduğuydu.
Yazı, ABD’de gazeteciliğin nasıl okurlarından —ve aslında toplumdan— kopuk bir şekilde üretildiğine ve bunun hem toplum hem de gazetecilik için nasıl büyük sorunlara neden olduğuna odaklanıyor. Ancak ABD üzerine söylediği birçok şeyi hem ülkemize hem de dünyanın birçok yerine uygulamak mümkün. Çünkü yazının merkezinde hepimizin tecrübe ettiği bir sorun var.
Basit bir örneği ele alalım mesela. Gazeteciliğin amacı toplumu bilgilendirmek ve demokrasinin önemli bir parçası olmaksa, bunu toplumun her kesiminin —özellikle de dezavantajlı kesimlerin— faydası için yapabilmesi lazım. Ancak çoğu zaman haberlerin dilinden olaylara yaklaşım biçimlerine kadar birçok detay sadece belirli bir kesimi düşünerek yapıldığını bize gösteriyor. Sağlıklı bilgiye ve gazeteciliğe en çok ihtiyaç duyan kesimler genellikle haberin konusu olmaktan öteye gidemiyor.
Böyle bir ortamda insanların gazeteciliğe güvenmesini, düzenli olarak takip etmesini beklemek ne kadar mümkün olabilir? Eğer toplumun birçok kesimi gazetecilik tarafından yalnızca bir haber malzemesi olarak görüldüğünü düşünürse, bu durumda farklı bilgi kaynaklarına yöneldiklerinde onları ne kadar suçlayabiliriz? Bütün bunlar olurken, bu insanlardan habere para vermelerini nasıl isteyebiliriz?
Burada elbette tek sorunun bu olduğunu söylemek mümkün değil fakat çoğu zaman gazeteciliğin kendisinin de bu sorunlarda ne kadar payı olduğunu görmezden geliyoruz. Çoğu zaman gazetecilere karşı güvensizliğin arkasındaki gerekçelere baktığımızda da bunun işaretlerini görebiliyoruz aslında. Birçok kesim için ana akım medya demek, gücün ve güçlünün yanında durmak demek.
Belki ülkemizde farklı dinamiklerin de olduğunu söyleyebiliriz ama buna çözüm olma iddiasında olanların da durumuna dürüst bir şekilde bakmak zorundayız. Yerel gazeteciliğin önemini tamamen görmezden gelip kendi hâllerine terk edilmelerinin bu soruna katkısı üzerine yeterince düşünüyor muyuz?
Gazeteciliğin durumu iç açıcı değil ve ciddi bir dönüşüme de ihtiyaç olduğu ortada. Fakat bunu başarılı bir şekilde yapabilmek için de temelin sağlam olması gerekiyor. Bozuk temelin ve yanlış gazetecilik yaklaşımlarının üstüne yeni çözümler getirmeye çalışırsak bunların hiçbiri uzun ömürlü olmayacaktır. Eğer temeli sağlamlaştırırsak geri kalan birçok sorunu çözmek de kolaylaşır.
Girişte bahsettiğim yazıya dönerek bitirecek olursam, bu temeli sağlamlaştırmak için sormamız gereken ilk soru da belli: Gazeteciliğimizi kim için ve nasıl yapıyoruz?