Sosyal ağlarda Koronavirüs etkisi

Bir süredir etrafımızı saran komplo teorileri yetmezmiş gibi, küresel bir sağlık krizinin de gündeme gelmesiyle sosyal ağlarda bir çılgınlık yaşanmaya başladı. Bu çılgınlık öyle bir noktaya ulaştı ki insanlar sokakta gördükleri Çinli olup olmadığından emin olmadıkları insanların fotoğraflarını çekip “Virüs Türkiye’de” ya da “Tehlikedeyiz” gibi mesajlar atmaya başladılar. Yani bir ulus, bir hastalığın olağan taşıyıcısı olarak tanımlandı ve saçmasapan tektipleştirmeler üzerinden ırkçı bir komplo teorisi sarmalına girdik.

Peki sosyal ağlar mı insanların ırkçılığını açığa çıkardı, yoksa gündelik yaşamda sık sık karşılaştığımız nefret söylem ve eylemleri yalnızca daha mı görünür oldu? Hatta daha dürüst bir şekilde soralım: Acaba kulağımızı tıkadığımız sokağın sesi, artık cep telefonumuzdan mı taşıyor?

Bu sorulara yanıt ancak sosyal ağların nasıl işlediğini iyi düşünürsek verilebilir. Zira Koronavirüs ve Çinlilere yönelen tepkinin dijital yansımaları, dijital ağlardaki göçmenlere yönelik nefret söyleminden çok da farklı değil. Bir tarafta ekonomik ve politik bir panik var, öte tarafta halk sağlığına ilişkin bir panik.

Komplocular ve belirli siyasi hareketler paniğin kokusunu her zaman olduğu gibi hızla alıyor ve harekete geçiyor. Elbette tek sorumlu komplocular da değil. Toplumdaki hakim kanılar ve bilgisizlik tıpkı aşı karşıtlığı, göçmen karşıtlığı gibi meselelerde olduğu üzere bu salgın konusunda da sosyal ağlara kolayca yansıyabiliyor. Yani nefret sosyal ağda da günlük yaşamda da var. Yalnızca, günlük yaşamdaki nefretin ifadesi ya da eyleme dökülmesi toplumsal normlar tarafından bastırılıyor. Sosyal ağlarda ise nefretin alıcısı az da olsa çok da olsa, olumlu ya da olumsuz dönüşler, nefret söyleminin iyice artmasına yol açıyor.

Daha genel bir çerçeveden bakarsak, sosyal ağlarda ırkçı ve ayrımcı görüşlerin yaygınlaşması ya da kolay bir şekilde ifade edilmesi esasen bu ağların doğal karakterinin sonucu. Özellikle bu ağların ortaya çıktığı dönemde demokrasi için mutlaka olumlu sonuçlar yaratacağına dair bir kanıya sahip olanlar, sosyal ağları kimin nasıl kullanacağı konusunu es geçerek onları demokratik forumlar olarak tanımlayageldiler. Oysa, anonimlik ve özgürlük duygusu birleştiğinde mutlak suretle otoriter siyasi kurumlara ya da radikal nefret akımlarına karşı direnişe dönüşmüyor. Hele ki kimi siyasi hareketlerin ve devletlerin bu ağlardaki kuvvetini ve örgütlülüğünü düşündüğümüzde, toplumu iyice gerileten aygıtlara da dönüşmeleri mümkün sosyal ağların. Her geçen gün daha fazla insan internete erişirken toplum, sosyal ağlarda görmeye alışkın olduğumuz hâlinden sokaktaki hâline daha fazla yaklaşıyor. Çoğunluk olarak zoraki bir şekilde dahil olduğumuz politik doğrucu medya kullanımımızın yerini günlük sohbetlerin öne çıkan konuları ve söylemleri alıyor.

Bugün göçmen düşmanlığı başta olmak üzere birçok konuda uzlaşan, illa aynı partiye oy vermesi gerekmeyen bu dijital topluluklar Türkiyeli bir sosyal ağ olan Ekşi Sözlük’te de global bir sosyal ağ olan Twitter’da da Çinlilere yönelik çok sayıda sert söylem kullanıyor. Twitter’da Çin’den olduğu iddia edilerek paylaşılan ve çoğunlukla Çinlilerin beslenme ve yaşam alışkanlıklarını aşağılayan çok sayıda içerik var. Bu, ifade özgürlüğü bağlamından çok uzaktaki eylemlerin devlet tarafından tolere edildiği, ama meşru siyasal eleştirinin hızla cezalandırıldığı hukuk sistemimizin de bir sonucu ne yazık ki. Bir yanda da platformların bu tür içerikleri denetlemedeki sorumlulukları var ki, bu da aslen bu kurumların, kâr amaçlı yayıncılığın nasıl denetlenmesi gerektiğine ilişkin geniş bir tartışmanın yolunu açıyor.

Neticede, Türkiye’de medyanın da devletin de güvenilirlik problemini olabilecek en kısa sürede aşması ve komplocuların faaliyetlerinin “çekiciliğine” karşı hakikatlerin bağışıklık kazanmasını sağlaması gerekiyor. Bunun için de doğrulama projelerinin etkilerini, potansiyellerini ve odaklarını nasıl artırabileceğimiz konusunda olabildiğince sıkı çalışmamız gerekiyor. Temel olarak, medya okuryazarlığı pratiklerimizi yeniden şekillendirmek ve gazetelerden sonra panzehirleri olma niteliğine sahip olabilecek teyit sitelerine bakmak ya da gazeteleri güncel olmayan ve toplumsal panik yaratabilecek içerikleri konusunda uyarmak şart. Aksi hâlde komplocuların da nefret söylem ve eylemlerinin de güçlenmeye çok müsait olduğu kolektif bir sağlık histerisinin içine düşmüş oluruz.

Yazar hakkında

Sarphan Uzunoğlu

NewsLabTurkey Yönetici Direktörü Dr. Sarphan Uzunoğlu, kimi sivil toplum örgütlerine danışmanlık yapmakta ve İzmir Ekonomi Üniversitesi'nde yeni medya üzerine dersler vermektedir. Ashoka Fellow'u da olan Uzunoğlu, doktorasını Galatasaray Üniversitesi'nde tamamlamıştır ve geçmişte Lübnan Amerikan Üniversitesi Multimedya Gazetecilik Bölümü'nde Öğretim Üyesi Doktor, Norveç Arktik Üniversitesi Medya ve Dökümantasyon Bölümü'nde Doçent Doktor olarak çalışmıştır.