2016 yılının Aralık ayında İstanbul Politikalar Merkezi, Sabancı Üniversitesi ve Stiftung Mercator Girişimi’nin katkılarıyla, İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve İklim Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin ile Universidade Nova de Lisboa’da Doktora Sonrası Araştırmacı olarak çalışan Mehmet Ali Üzelgün’ün yayınladığı “İklim Değişikliği ve Medya” raporu, Türkiye’de o dönemdeki iklim haberciliğinin zayıflığına dair çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor. Rapor, ulusal ölçekte yayın yapan, çok satan ya da çok izlenen kitlesel medya kuruluşlarının yöneticisi konumundaki gazetecilerle yapılan görüşmelerden besleniyor. Doğrudan haber odalarından kişilerle yapılan bu görüşmeler, iklim haberciliğinin Türkiye’de bir türlü kendine zemin bulamayışının nedenlerine birinci ağızdan ışık tutuyor. Türkiye özelinde elde edilen bu veriler, iklim haberciliğinin esasında dünyanın tamamında yaşadığı kuraklık için de mantıklı açıklamalar sunuyor.
Rapora göre bilhassa Türkiye’nin yoğun siyasi gündemi, iklim haberlerinin gündemde kendine yer bulamaması için birincil neden. Bunu iklim krizinin genel halk kitlesini ilgilendirmediği ve daha ziyade toplumda azınlık olarak tarif edilebilecek entelektüel sınıf tarafından dert edildiği savları izliyor. Tiraj yapmayan bu haberler de “doğal olarak” kendine gündemde yer bulamıyor. Bu tabloya bakıldığında hazin bir kısır döngü ortaya çıkıyor: Halkın ilgisizliğini bahane ederek iklim krizini haberleştirmeyen ve krizi olağan ciddiyetiyle, istikrarla anlatmayan medya organları nedeniyle krizi ciddiye almayan, gerçekçi bulmayan halk. Bu döngü birileri tarafından kırılmadıkça Türkiye’de iklim haberciliği pratiği yaygın medyada ideal şekliyle varolamayacak ve anlatılamayan gerçekle dünyanın sonu geldiğinde ancak yüzleşebileceğiz gibi görünüyor.
Peki, durum gerçekten bu kadar çözümsüz mü? Medyanın iklim konusundaki bu sessizliği sona erebilecek mi? İklim haberlerini sansasyonel başlıkların haricinde çözümleyerek ve gerçek bilgilerden beslenerek veren, gerçeği ve bilinç yaratmayı hedefleyen haber anlayışı neden var olamıyor? 2016’dan bu yana Türkiye’deki iklim haberciliğinde değişen bir şeyler oldu mu? “İklim Değişikliği ve Medya” raporunun arkasındaki iki isim, Ümit Şahin ve Mehmet Ali Üzelgün sorularımızı yanıtladı.
Gündem yoğunluğu, eylemsizliğe bulunan bir bahane
2016 yılında yayımladığınız “İklim Değişikliği ve Medya” raporunda, özellikle Türkiye’de iklim haberlerinin gündemde kendine yer bulamayışı, ülkedeki yoğun politik gündeme bağlanıyordu. Bugün gelinen noktada Türkiye’de çevre haberciliğinde bir gelişme yaşandı mı?
ÜMİT ŞAHİN: Evet, araştırmada çıkan bu sonuç medya yöneticilerinin ağırlıklı olarak dile getirdikleri gerekçelerden biriydi. Fakat bir yandan da görüştüğümüz gazeteciler kendilerinin ve meslektaşlarının konu hakkında yeterli bilgi ve duyarlık sahibi olmadıklarını, konuyu “sokaktaki insanı” ilgilendirmeyen, tiraj getirmeyen, özel ilgi duyan insanlardan başkasının okumayacağı/izlemeyeceği bir şey olarak gördüklerini ve bu nedenlerle iklim değişikliğini ve diğer çevre meselelerini haberleştirmek için kaynak ayırmadıklarını da söylüyorlardı. Bu bilgilerden yola çıkarak ve aradan geçen 3 senede fazla bir şey değişmediğini de düşünerek, gündem yoğunluğunun bir tür savunma refleksi, hatta eylemsizliğe bulunan bir bahane olduğunu da söyleyebiliriz.
Her zaman daha önemli gündemler bulabilirsiniz. Medyanın görevlerinden biri, insanlara her zaman küresel düzeydeki yakıcı sorunlardan daha önemli öncelikler sunmak. İklim krizi bunun en tipik örneği.

Aynı şey ekonominin kesin kabullerini hiç sorgulamadan yeniden üretirken de görülüyor. Ne ekonomik büyüme çılgınlığı, ne uzun mesafeli ticaret, ne kıtalararası tatil seyahatleri, ne de otomobil uygarlığı vazgeçilebilir şeyler olarak görülüyor. Bunlar “değiştirilemez” olunca aşırı tüketim de, aşırı üretim de, enerjiyi, toprağı, suyu ve doğayı har vurup harman savurmak da normalleşiyor. Tabii fosil yakıtların seçeneksiz olduğu fikri de… Zaten yaygın medyayı fosil yakıt, enerji, turizm, gıda, otomotiv vb. şirketleri besliyor. Bu da işin bir başka yanı. O nedenle bunun bilinçli bir suç ortaklığı olduğunu söylemek abartılı olmayabilir.
Yine rapora göre, Türkiye’de çevre gazeteciliği yapılamamasının karşısındaki en büyük engellerden biri de çevre katliamı yapan firmaların gazete ve kanalların büyük reklam kaynaklarını oluşturmaları. Bu tablonun ulusal yayınlarda çevre haberciliği adına kısır bir döngüyü tarif ettiğini söyleyebiliriz. Peki, böylesi bir ekonomik yaptırımın aşılabilmesi mümkün mü?
ÜŞ: Medya yöneticilerinin söz konusu araştırma için yaptığımız mülakatlarda söyledikleri de, benim gözlemlerim de bunun asıl etken olmadığı yönünde. Reklam aldığı şirketin yatırımlarını özellikle koruyan gazeteler elbette vardır ama, Türkiye’de bu işin mesela ABD’de olduğu kadar belirleyici olduğuna dair bir bulgu yok.
Bizdeki durumun asıl nedeni biraz daha vahim olabilir. Türkiye’de ilerleme, kalkınma, büyüme ideolojisi o kadar baskın, o kadar vazgeçilmez, özellikle de (yeterince gelişmemiş, hatta gelişmesi engellenmiş bir ülke olarak görülen) Türkiye’nin bedeli ne olursa olsun sonsuz bir kalkınma ve büyümeye ihtiyacı olduğu fikri o kadar yaygın, bunlara ek olarak teknolojiye olan güven de o kadar sarsılmaz ki, soldan sağa geniş bir yelpazede iklim kriziyle mücadelenin tek yolu olan fosil yakıtların yerin altında bırakılması, karbonsuzlaşma, merkezsiz, küçük teknolojik ve ekonomik yapılar, bunun getireceği sade, ekolojik ve doğaya yakın yaşam biçimleri kategorik olarak görmezden geliniyor, küçümseniyor ve marjinalize ediliyor olabilir. Marjinal olanın da elbette yaygın medyada yeri olmayacaktır. Zorunlu olan büyük dönüşümü ve sistem değişikliğini zorunlu kılan iklim felaketlerinin ve çok yakın gelecekte gezegenin yaşanacak bir yer olmaktan çıkacak olmasının “inanılması mümkün olmayan bir aşırılık” olarak algılanmasının asıl nedeni bu olabilir. Zaten aşılması en zor inkâr biçimi budur. Reklam veren şirketler vb. ancak bunun üzerine tuz biber ekiyor olabilir bence.
Alternatif medya, yeşil-ekolojist bakış açısıyla habercilik yapmalı
Peki alternatif medya mecralarında çevre haberciliği ne durumda? Onlar gündeminde gerektiği kadar ve gerektiği şekilde yer veriyor mu çevre haberlerine?
ÜŞ: Çevre haberciliği aslen büyük medya kuruluşları, yani ana akım medya için önemli olmalı. Çok sayıda gazeteci istihdam edebilecek gücü olan medya kuruluşları mutlaka çevre konusunda uzman olan birkaç haberci ve yazar istihdam etmeli. Alternatif medyanın ise bütünüyle yeşil-ekolojist bakış açısına sahip bir habercilik yapması gerektiğini düşünüyorum. Alternatif medya çok daha genç, yenilikçi bir ekip ve anlayışla çalışma şansına sahip. Bu nedenle de buralarda tüm yayın kadrosunun yeşil haberler konusunda yavaş yavaş da olsa eğitilmesinin, bu alanda duyarlı ve bilgili olanların haber merkezlerinin başına getirilmesinin, bu alanda birbirini geliştiren bir birlikte çalışma biçiminin yaratılmasının mümkün ve zorunlu olduğu kanısındayım. Tabii bu sözleri iklim değişikliğinin, altıncı yok oluşun ve ekolojik yıkımının acil, sistem değişikliği gerektiren, büyük bir kriz hâline gelmiş olduğunu düşünerek söylüyorum. Bu yaygın bir fikir olmadığı sürece başka öncelikler, marjinal ve “ancak belli çevrelerin ve duyarlı kesimlerin önemsediği” çevre meselesinin payını kadroların oluşturulmasında da arka sıralara itecektir.
Ne yazı ki şu anda Türkiye’de alternatif medyanın da bu alandaki sicilinin de çok parlak olduğu söylenemez. Açık Radyo bu alandaki en önemli ön açıcı medya kuruluşu. Açık Radyo iklim krizini en az 20 yıldır çok yoğun biçimde sürekli gündemde tutuyor ve bu anlamda hem Türkiye’deki aktivizmi hem de medyayı besleyen bir yayıncılık yapıyor. İnternet gazeteleri arasında da benim de yazarlarından olduğum Yeşil Gazete’nin zaten tam da söylediğim gibi her şeyin merkezine yeşil düşünceyi alan bir yayıncılık yaptığını söyleyebiliriz. Bianet’in de son zamanlarda özellikle iklim krizi konusunda atak bir yayıncılık yaptığını not etmek gerek. Daha çok okunan daha ana akım internet gazete ve televizyonlarının ise, tabii büyük medyadan biraz daha duyarlı olsa da, bu konulara verdiği merkezi önem anlamında onlardan çok da büyük bir farklılık gösterdiği söylenemez.
RSF’nin yayınladığı “Hostile Climate for Environmental Journalist” raporunda tutuklanan, öldürülen ve yaralanan çevre gazetecilerinden de söz ediliyor. Aslında inatla gerçeğin peşinden giden çevre gazetecilerinin hayati tehlikesi de söz konusu. Giderek büyüyen iklim kriziyle, çevre haberciliğinin önündeki ekonomik ve politik engeller de aşılamadıkça bu rakamlar artabilir mi?
ÜŞ: Küresel bir kriz olan iklim değişikliğiyle mikro ölçekteki sömürgeleştirme bir arada yürüyerek sorunu derinleştiriyor. Amazon yağmur ormanlarında, Güneydoğu Asya’da, Afrika’da vb. insanlar yaşadıkları yerleri, geçim kaynaklarını ve doğalarını korumak için direnmeye başlıyorlar. Karşılarındaki şirketler ise koruması altında oldukları hükümetlerin göz yummasıyla giderek daha mafyatik yapılara dönüşüyor. Geçen yıl 83’ü Latin Amerika’da olmak üzere 164 çevre savunucusu katledildi. Bu insanlar madenlere, barajlara, tarım topraklarının ellerinden alınmasına, ormanlarının yok edilmesine direniyorlardı.
Bu kadar ciddi bir insan hakları sorununun da görmezden gelindiği ve sıradan polisiye olaylara indirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Hükümetler pek çok ülkede sorunun üzerini örtmeye çalışıyor. Zaten bu şirketler ekonomik çıkarlar ve büyüme saplantısı nedeniyle bir anlamda kendilerine bağımlı hâle gelen hükümetleri kontrol ediyor. Tepeden inme yatırımlar devam ettikçe, doğaya ve insanların yaşadıkları yerlere yönelik bu dayatmacı müdahaleler sürdükçe aktivistlerle birlikte çevre gazetecileri de daha büyük tehditlerle yüz yüze kalacaklardır.
İklimin gündemde yer alabilmesi için haber odalarında değişmesi gereken en temel şey nedir?
ÜŞ: Önce önemsemek ve bilgi sahibi olmak gerekiyor. İklim krizi dünyada anlaşılması en zor konu değil. Nasıl ki mesela ülkeler arasındaki meseleleri, dış politika haberlerini, savaş, terör gibi konulardaki haberleri anlamak ve yazmak için bir gazetecinin uluslararası ilişkiler uzmanı, siyaset bilimci veya diplomat olması şart değilse, iklim değişikliğini anlamak için de fizikçi, coğrafyacı, iklim bilimci vb. olmaya gerek yok. Sonuçta hava durumu haritası yorumlamıyorsunuz. İklim değişikliğinin temelini anlamak tabii biraz okumayı gerektirir ama kavraması son derece basittir. Tabii dünyadaki gelişmeleri de yakından takip etmek gerekir. İklim politikaları ise enerji, tarım, su, hukuk, dış politika gibi sayısız konuyla bağlantıları olan çok boyutlu bir mesele. Bu açıdan da konunun önemini kavrayan gazetecilerin kolaylıkla takip edebileceği bir alandan bahsediyoruz. Bence özellikle alternatif medyada bu işin büyük uzmanlık gerektirdiği algısının yıkılması ve herkesin kendisini eğitmesi ilk yapılması gereken şey. Ama tabii bunun için daha önce bahsettiğim ideolojik ön yargılardan da kurtulmak gerekebilir.
Çevre haberciliği konusunda Türkiye’deki en iyi örnek, sizin de programcısı olduğunuz Açık Radyo. Açık Radyo çevre haberciliği adına neyi farklı yapıyor ve Türkiye’deki çevre bilinci konusunda nasıl bir sorumluluk üstleniyor?
ÜŞ: Açık Radyo öncelikle dünyayı yakından takip ediyor. Medyada tekrarlanıp duran yapay gündemlerin peşine takılmayıp dünya için en önemli gündemlerin peşine düşmeyi başarıyor. Bilim insanlarının sözünü önemsiyor ve bilimin dediklerini kılavuz kabul ediyor. Sokağı, aktivizmi ve katılımı değişimi sağlayacak asıl güç olarak görüyor. Tabii bütün bunların üzerine de gönüllü, meraklı ve uzman programcılarla benzersiz bir insan kaynağına sahip. Bir topluluk radyosu olarak katılımcı, etkileşimli ve şenlikli bir yapısı var. Dinleyicinin desteğiyle yaşayan bir radyo olması da bunun kanıtı. Üstelik Açık Radyo kendisini aktivizmden de kopuk görmüyor. Bunun işe yarayan bir formül olduğu açık bence. Bu sayede Açık Radyo’nun basın için de bir tür haber kaynağı ve beslenme noktası olduğunu söyleyebiliriz. Bu tabii büyük bir sorumluluk.
Propaganda-habercilik yaygınlaşıyor
Sosyal medyanın çevre haberciliği için iyi ve yeterli bir zemin yarattığı söylenebilir mi?
Mehmet Ali Üzelgün: Söylenebilir evet. Tabii bu sosyal medyanın nasıl kullanıldığına bağlı. Bir yandan belli konuları uzun zaman, ısrarla, yüksek detayla takip eden araştırmacıların ve uzmanların etrafında oluşan bilgi ve kanaat örgülerinden bahsedebiliriz. Sadece bilgiye ulaşmanın değil, bilgiyi üretenlerin çeşitli yorumlarına ve bakış açılarına ulaşmanın, sorgulamanın, zamanla tartışmanın bir parçası olmanın kolaylaştığı zeminler oluşturulabilir. Öte yandan bu zeminler her türlü katılımcıdan çok şey bekliyor: Anlayış, nezaket, sabır gibi birçok ortamda bulunması, korunması zor nitelikler. Bunların eksikliğinde, kanaatlerin füze gibi havada uçuştuğu bir savaş alanı ile karşılaşabiliyoruz. Özellikle haber tüketicisinin neye –hangi rakamlara– inanacağını şaşırdığı, ya da neredeyse haberin içeriğinden bağımsız olarak kamplaştığı, tekin olmayan alanlar. İyi ihtimalle mevcut bakış açılarının art arda dizildiği, kötü ihtimalle farklı bakış açılarına imkân tanımayan propaganda-habercilik yaygınlaşıyor. Özetle sosyal medya muazzam habercilik imkânları sağlıyor ama bunları değerlendirmek bize düşüyor.

Türkiye son yıllarda özellikle büyük şehirlerde ciddi doğa felaketleri yaşıyor fakat bunlar çoğunlukla altyapı sorunlarına bağlanarak işin iklim krizi noktası görmezden geliniyor. Bu olaylar haberleştirilirken nasıl bir yol izlenmeli?
MAÜ: Öncelikle, bu tartışmaların altyapı sorunlarına bağlanması yerinde denebilir. İklim krizi hakkında nasıl bir fikrimiz olursa olsun, artan aşırı hava olaylarının sebeplerini ya da dağılımlarını tam anlamasak da, hâlihazırda gündemimizde bulunan sel, kuraklık, fırtına gibi etkilerle başa çıkabilmek için meselenin altyapı boyutuna da ilgi göstermeliyiz.
Bu yarı doğal yarı insan yapısı felaketlerin haberleştirilmesinde en önemli başlıklardan biri felaket tellallığı yapma tehlikesi. Elbette gezegendeki ısınma korkutucu boyutlarda, fakat medya aracılığı ile yayılmaya çalışılan korkunun davranışa dönüşmesi çok düşük olasılık. Duygulara yönelik felaket haberciliğinin uzun vadede tersine etki yaptığı söylenebilir. Biz Türkiye’de bunu 2007-2008 yıllarında yaşadık. O yıllara kadar iklime hiçbir ilgi göstermeyen boyalı basın, kuraklığın kavurduğu süre boyunca “dünya yok olacak”, “su bitecek” minvalinde sansasyonel haberlere yöneldi. İnsanımız bu vesileyle iklim krizini ilk defa duydu ve gerçekten de endişelendi, ilgilendi. Fakat korku bedensel bir tepkidir, zihinsel bir sürece dönüşmesi için deneyimin farklı kanallardan beslenmesi, işlenmesi gerekir. Bu olmayınca korku yapıcı olamaz, tersine zarar verir. Yağmurlu döneme geçtiğimizde, aynı basın organları “abartmışız, korkulacak bir şey yokmuş” çizgisine döndü. Büyük olasılıkla vatandaş da “arada bir böyle olur” fikrine…
Ne yapılmalı? Duyguya yönelik haberlerden ziyade bilgiye yönelik, mukayeseye, muhakemeye yönelik haberler! İlle de haberi rakamlara boğmaktan bahsetmiyorum ama örneğin bir göl ya da baraj tamamen kuruduysa, bunun spesifik sebeplerini-dinamiklerini tartışmak, örneğin o su havzasının altındaki akiferlerin nasıl kullanıldığı gibi bilgileri bulup ısınma ve kuraklaşma trendine eklemek çok önemli bir katkı mesela. İklim değişikliği bilimlerin yoğun olarak çalıştığı bir konu, bu konudaki haberciliğin de çok ciddi bir bilim haberciliği boyutu var. Tek eğlencesi de bu zaten: Haber yaparken, yazı yazarken hem yaşadığımız gezegene dair bir şeyler öğreniyorsunuz, hem de bunu aktarma hevesi ile dolup taşıyorsunuz.
Konuyu irdeleyen, bağlantılar kuran haberlere geçmenin zamanıdır
Neredeyse her mevsim dönümünde gazeteler ve ana haberler için “yüzyılın sıcakları/soğukları geliyor” başlıkları bir klişeye dönüştü. Bu ifadeleri sıkça kullanarak meseleye duyarlılığı da azaltıyor muyuz yoksa yine de sorunun varlığına dikkat mi çekiliyor?
MAÜ: Dediğim gibi, gerçekten tedirgin edici bilgileri aktarırken duyguların dozunu “ayarlamak” kolay bir iş değil. Neredeyse her sene yeni sıcaklık, yağış, kuraklık rekorları kırılıyor dünyanın farklı bölgelerinde. Mesele artık genel geçer hâle gelen bu haberleri öğretici içerikle beslemek. Bu haberleri dolgu malzemesi değil, dosya konusu olarak görmek, kaynak, zaman ayırmak.
Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. En az on yıldır tekrarlanan, genellikle kısa, renkli bir fotoğrafa (ayı, buzul, kurak toprak, vs.) metin olarak hazırlanan haberlerden, konuyu bir nebze daha irdeleyen, bağlantılar kuran haberlere geçmenin zamanıdır. Bunun içinse çevre gazetecilerine ihtiyacımız var. Belirli konuları yıllarca, hatta on yıllarca takip edebilecek, bazı konularda uzmanlığını artırmaya gücü ve zamanı olan haberci-araştırmacılara.
ABD’de bir dönem gündemde epey yer alan iklim krizinde insan etkisinin olmadığına dair inkârcı haberler yaygındı. Bir okurun bir iklim haberini okurken gerçekliğini ölçebilmesi için bahsedilebilecek kriterler var mı?
MAÜ: Herhangi bir haberi okurken gerçekliğini ölçmek için kriterlerimiz olsaydı bugün hem dünyada hem ülkemizde örneğin politika ya da ekonomi bu hâlde olur muydu? Bu konuda yapılabilecek en makul şey sanırım bir konudaki güvenilir kaynakları saptamak ve “onlar buna ne demiş” diye kontrol etmek. Bu, örneğin iklim değişikliği konusunda ve Türkçede Mikdat Kadıoğlu, Murat Türkeş, Levent Kurnaz gibi uzman bilim insanları olabilir, ya da kişisel olarak konudaki birikimine güvendiğimiz kişiler. Bu tabii konuştuğumuz sosyal medya konusuna bağlanıyor. Ben şahsen birçok konudan takip ettiğim “konunun delileri” sayesinde haberdar oluyorum, bir habercinin de böyle yapacağını varsayıyorum. İklim, biyoçeşitlilik kaybı, genetiğiyle oynanmış ürünler, gizli nükleer testler, hava kirliliği gibi meselelerin farklı boyutlarını anlamakta ve sapla samanı ayırmakta muazzam bir katkısı olan bütün o delilere çok şey borçluyuz, ve onlardan daha çok lazım dünyamıza.