İklim krizi artık görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek. Gezegenimizin her yerinde etkilerini hissediyor, sonuçlarına ve bu sonuçlara karşı yapılabilecek şeylere dair araştırmaları ve raporları hemen her gün okuyoruz. İnsanlık olarak sebep olduğumuz bu süreç bizi her anlamda ciddi bir değişime zorluyor. Bu değişim bildiğimiz ve alıştığımız yaşam tarzını da, küresel ekonomik sistemi de etkiliyor ve etkilemeye devam edecek.
Her ne kadar gazetecilikte dönüşümden bahsederken ilk aklımıza gelen teknoloji ve özellikle de internet olsa da, iklim krizi de gazeteciliği farklı bir dönüşüm sürecine zorlayacak. Bu yazının amacı da bu dönüşümün neleri getirebileceğine ve gazetecilerin kendilerini “iklim krizi normali” ile çalışmaya nasıl adapte edebileceği.
İklim krizinin en doğrudan etkilerinden birisi hava hareketlerini tahmin etmenin zorlaşıyor olması. Artık hayatımızın bir normali olduğu için farkında değiliz fakat yaptığımız ve yapabildiğimiz birçok şeyi havayı takip edebilmeye ve kendimizi ona göre hazırlamamıza borçluyuz. Bu güven hissi ortadan kalktığı anda içinde yaşadığımız toplumun birçok alanı etkilenecek. Bu da hangi alanda çalışırsa çalışsın, gazetecilerin de etkilenmesi anlamına geliyor.
Örneğin bu yaz gerçekleşen Tour de France’ı ele alalım. Temmuz sonlarında Avrupa kıtasını vuran ve kıta genelinde sıcaklık rekorlarının bu sene de kırılmasına sebep olan sıcak hava dalgası sporculara ciddi zorluklar yaşattı. 26 Temmuz’da sıcak hava dalgasının etkisiyle oluşan dolu fırtınası ise yarış tarihindeki nadir iptallerden birisine sebep oldu.
Spor muhabirlerinin bu noktada okurlarını doğru bilgilendirebilmesi ve yaşananları aktarabilmesi için tüm bu hava olaylarının arkasında yatan sebeplere hâkim olabilmesi lazımdı. Bunun olmadığı durumda devreye meteoroloji uzmanları ve muhabirleri girdi.
Maalesef bu tarz olayları daha çok yaşayacağız ve hemen her spor dalı iklim krizinden nasibini alacak gibi görünüyor. Bu da spor muhabirleri için iklim krizini ve iklim gazetecilerini takip etmek ve onlarla birlikte çalışmak anlamına geliyor.
Benzer örnekleri gazeteciliğin hemen her alanı için vermek mümkün. Yaşamakta olduğumuz bu değişimden etkilenmeyecek tek bir alan yok. Eğer kültür sanat muhabiri iseniz, giderek daha fazla sanatçı bu sorunu ele aldığı için konuyla ilgilenmek zorundasınız. Teknoloji haberlerini sadece yeni çıkan modelleri duyurmanın ötesine taşımak ve iklim krizinde bu şirketlerin sorumluluğu olup olmadığı ya da bu sorumluluğu azaltmak için neler yaptıklarını da yazmanızı isteyecek okurlarınız. Bir noktada yeni telefon modelinin RAM ve işlemci özelliklerinden çok, kullanılan malzemelerin ne kadarının geri dönüştürülmüş olduğu gibi veriler daha önemli hâle gelebilir.
Benzer şekilde iç ve dış siyasette de iklim krizinin etkilerini göreceğiz. Fransa ve Brezilya’nın Amazon yangınları sebebiyle liderler arası bir gerilim yaşaması ya da Brezilya’nın yerli halkı ile Bolsonaro hükümeti ve onu destekleyen aşırı sağ gruplarla aradaki gerginliğin giderek artması en yakın zamanda gördüğümüz örnekler. Bunun üzerine gelecek yıllarda yaşanacak kaynak sıkıntıları ve iklim krizi etkisiyle yaşanacak diğer değişimleri de eklediğimizde, iklim krizinin siyasette de önemli bir rol oynayacağını söylemek mümkün. Bu noktada okuru doğru bir şekilde bilgilendirmek için bu bağlamı iyi anlamak ve aktarabilmek gerekiyor.
İklimin çevre ve bilim sayfalarından çıkıp hemen her alanda kendisini hissettirmesi beraberinde birçok yeni kavramı da getirecek. Gazetecilerin kendilerini bu yeni tartışmalara ve yeni kavramlara hazırlamaları, okuru bilgilendirmek için kendilerini eğitmeleri şart.
“İklim göçü” bu kavramlardan birisi olmaya aday. İklim krizinin getireceği deniz seviyelerinin yükselmesi, aşırı kuraklık ve seller ile kimi bölgelerin yaşanmaz hâle gelmesi ile insanlar daha yaşanabilir yerlere gitmek isteyecekler. Bu yerler de her zaman kendi ülkelerinin sınırları içerisinde olmayacak. Göçmenlerin günümüzde haberlerde nasıl sorunlu bir şekilde ele alındığını düşündüğümüzde, iklim göçü ve iklim göçmenlerinden konuşmaya başladığımızda gazetecilere çok daha ciddi bir sorumluluk düşecek.
İklim krizinin beraberinde getireceği tartışmaların bir örneği “nüfus kontrolü”. İklim krizine karşı alınacak önlemlerden birisinin de nüfus büyümesinin kontrol edilmesi ve özellikle kadınların doğum kontrol yöntemlerine daha rahat bir şekilde ulaşmasını sağlamak olduğunu savunanlar ve hatta iklim krizi sebebiyle çocuk yapmak istemeyenler var. Elbette buna birçok farklı gerekçeyle karşı çıkanlar da var. Bunun gibi kimi insanlar için hassas veya dokunulmaz kabul edilen birçok konunun tartışmaya açılması mümkün.
İşin etik boyutu tartışmaya açmamız gereken en önemli noktalardan birisi. İklim krizini ve bu konudaki haberlerin nasıl ele alınması gerektiğini kapsamlı bir şekilde konuşmamız gerekiyor. Bunun en önemli sebebi ise iklim krizinin politikleşmesi ve “inanılabilecek” bir şey olduğunun düşünülmesi.
Gazetecilerin ve medyanın iklim krizine dair anlaması gereken en önemli noktalardan birisi, bunun tüm insanlığı etkileyen ve herkesin birlikte hareket etmesini mecbur kılan bir sorun olduğu. İklim krizine inanmamak ya da onu önemsememek gibi bir lüksümüz yok ve yapılan her araştırma, bu konuda harekete geçmek için geç bile kaldığımızı gösteriyor. Medyanın bu noktada etik bir sorumluluk alması ve insanları bu tehdit karşısında dürüst ve sağlıklı bir şekilde eğitmesi gerekiyor.
Çünkü her ne kadar kutuplaşmadan, basına güvenin azalması gibi konulardan bahsediyor olsak da, ortada küresel bir felaket var. Bu noktada gazeteciler işin politik yanlarını bir kenara bırakmalı ve asıl görevlerini hatırlamalı: İnsanların dünyada olan bitenleri öğrenmesine ve buna dair bir şeyler yapacak bilinci kazanmasına yardımcı olmak.
Bu kolay bir iş değil. Yukarıda değindiğim gibi iklim krizi politikleştirilmeye ve insanlara taraf tutabilecekleri bir konuymuş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Yaklaşan iklim krizi öncesi iklim bilimini karalamaya çalışan Twitter botları görüyoruz. Birçok politikacı, özellikle de son yılların popülist sağ hareketleri ile yükselenler, bu krizin uydurma olduğunu ve hatta komplo teorisi olduğunu iddia edebiliyor. Hem politikacılar hem de büyük şirketler konunun üstünü örtmek ya da bilime şüphe düşürmek için çaba harcıyor. Bu noktada gazeteciler azalan kaynaklar karşısında suyun nasıl bir yatırım aracına dönüştüğünü değil, bu azalmanın insanların hayatını nasıl riske attığını yazmalılar.
Bunun için farklı gazetecilik yöntemlerini ve tarzlarını da devreye sokmak gerekecek. Çözüm gazeteciliği iklim krizi ile çok daha önemli hâle gelmeli, çünkü insanlar felaket haberleri okumaktansa bu felaketi nasıl önleyebileceklerini öğrenmek isterler. Durumun ciddiyetini anlatmak ve insanların uzun dönemli düşünmesine yardımcı olmak adına farklı yazım ve üretim tarzları ile ortaklıklar yapılmalı, spekülatif gazetecilik gibi yeni akımlardan faydalanmaya çalışmalı.
İklim krizi konusunda insanların en büyük eksiği bilgi ve perspektif. Bunu sağlayabilecek temel kaynakların başında da gazeteciler geliyor. Bu yüzden de önümüzdeki süreç gazetecilerin omzuna büyük bir etik sorumluluk yüklemekte.
Toparlamak gerekirse, Bill Moyers’in de dediği gibi “Biz gazeteciler, insanlara bu tehditin büyüklüğünü kavramalarına yardım etmek için belki de son şansımızı kullanıyoruz.” Gazeteciler iklim krizi konusunda kendilerini eğitmeli, dönüşüme ve yeniliklere açmalı; haber odaları da bu konuya kaynak ayırmalı. Daha önce hayal edilmemiş ortaklıklara, farklı üretim biçimlerine yönelmeli.