Bütün dünyada hâlihazırda süren yeniden paylaşım savaşının en güçlü donanmasını teknolojiye kurduğu aşikâr. Bilimsel çalışmaların bu bakımdan kritik bir yerde durduğu olumlu olumsuz pek çok tarihsel deneyim de mevcut. Öte yandan evrimin yapay zekâ ve robotlar konusunda devam eden güncel çalışmaları göz kamaştırıcı. Ne var ki aynı anda, hayatın paralel mahallesinde yıl olmuş 2019 ve hâlâ “Evrim teorisi gerçek mi?” tartışmaları yürüyor.
Evrim, teknoloji, robotlar ve yapay zekâ özellikle sinema ve dizi dünyasının ya bilerek korkutucu argümanlar olarak kullanmayı seçtiği ya da bilmeyerek yanlışlarla işlediği konular hâline geldi. Keza gazetecilikte de dört kıtada hortlayan karanlık fikirlere de dayanan bu manipülasyon ya da cehalet hâkim doğrusu.
Velhasıl popüler bilim bu kadar popüler kültürün içinde baş gösterirken sahiden Evrim Teorisi neler öngörüyor, hangi ufukları aralama peşinde? Bilim kurgu ne kadar gerçek ne kadar kurgu? Evrim hakkındaki yalanları, gerçekliği ve güncel araştırmaların heyecan verici vaatlerini Evrim Ağacı’nın kurucusu ve bilim konuşmacısı Çağrı Mert Bakırcı ile NewsLabTurkey için konuştuk.
Evrim olmadan bilim olur mu?
Hayır. Çünkü evrim, bilimsel olarak bildiğimiz bir doğa yasası. Diğer yasalardan herhangi bir farkı yok. Neden durup dururken bir yasayı görmezden gelelim ki? Evren’e dair anlayışımızı inanılmaz ölçüde kısıtlayan bir tutum olurdu bu. Örneğin evrim olmaksızın insanın neden ve nasıl bu dünyada olduğunu anlamamız imkânsız olurdu. Dünyaya nasıl geldiğimizi anlamadan ya da anlamamazlıktan gelerek bilim yapılır mı? Elbette evrim olmadan şu veya bu bilim ilerlerdi; ama evrim, Evren’in dokusundan kaynaklı bir doğa yasası. Dolayısıyla yapbozun bu eksik parçası olmaksızın, diğer bilimler de nihayetinde tıkanır, evrimi veri havuzlarına eklemek zorunda kalırdı. İnsanlar olarak gerçekleri seçip elemek gibi bir lüksümüz yok. Onları anlamak, öğrenmek, kullanmak mecburiyetindeyiz.
Doğanın programlama dili var mıdır?
Evet, doğada da birçok farklı çeşit programlama dili olduğu söylenebilir. Örneğin biyolojide programlama dili, şu anda bildiğimiz kadarıyla 4 adet kimyasal harften oluşmakta: Adenin (A), Timin (T), Guanin (G) ve Sitozin (C). Tabii bunlar üzerine de bazı düzenleyici moleküller var, metil grupları gibi… Ancak bu kimyasal kokteylin nasıl düzenlendiğine bağlı olarak bir canlının neye benzeyeceği, nasıl davranacağı, ne tür özelliklere sahip olacağı belirleniyor. Örneğin fizikte bu dil standart model altında tanımlanan kuarklar üzerinden çalışıyor. Bunların farklı kombinasyonları, farklı çeşitte maddeler yaratıyor, ki bunlar da galaksilerden insanlara kadar her şeyin yapısını oluşturuyor. Doğanın dili her zaman bizim bilgisayarlardan alışık olduğumuz kadar analitik değil, daha kaotik. Yine de yeterince süre tanınınca, sıra dışı sonuçlar verebiliyor.
Büyük biyolojik sorulara mühendislik sayesinde cevaplar verebiliriz
Evrimsel robotikte, insanın evriminde emeğin rolüne bakış açısı nedir?
Evrimsel robotikte kullanılan algoritmalarda “kültür” veya en azından onun bazı alt başlıklarına yer verilmekte. Çeşitli davranışsal evrim algoritmaları, dayanışma kültürü gibi olgulara dayanarak daha seri çözümler üretebiliyor. Emek, yani bir değer üretmek için harcanan zaman ve enerji, evrim ekonomisinin, dolayısıyla da evrimsel robotiğin önemli parçalarından birisi. Ne var ki şu anda evrimsel robotik, evrimin genetik boyutunu çözmek ve işlevsel bir ürüne dönüştürebilmekle meşgul. Bu tarz üst düzey fonksiyonlara daha spesifik araştırmalarda rastlıyoruz.
Evrimsel robotikte de canlılarda gördüğümüz gibi olumsuz mutasyonlar veya sıçramalı evrim mümkün mü?
Evet, doğal evrimde her ne görüyorsak, evrimsel robotikte de aynısını görebiliyoruz. Dolayısıyla mutasyonlar veya farklı evrimsel modlar (“adaptif evrim” ile “sıçramalı evrim” gibi) var. Tabii mutasyonlar doğada bir nükleotitin bir diğerine dönüşmesi veya bir gen dizisinin değişmesi şeklinde oluyor. Bilgisayarlarda ise “genler” olarak tanımladığımız davranışsal ögelere etki eden kod parçalarının değerlerinin rastgele bir şekilde değişmesi şeklinde gerçekleşiyor. Yani olay birazcık farklı elbette, sonuçta bilgisayarlar biyokimyasal varlıklar değil; ama sonuç her ikisinde de aynı oluyor: Çeşitliliğin yaratımı.
Hatta benim çalışmamda, mutasyonlar ile seçilim arasındaki dengeyi incelerken, ister istemez sıçramalı evrimin doğal olarak nasıl ortaya çıktığına dair ilginç bulgulara rastladık. Bu da bizi evrimsel biyolojideki “adaptasyoncu evrim, sıçramalı evrime karşı” tartışmalarının içine sürükledi. Evrimsel robotik gerçekten heyecan verici bir alan bu konuda, çünkü büyük biyolojik sorulara mühendislik sayesinde cevaplar vermemiz mümkün olabilir.
Kontrol edemediğimiz bir yapay zekâ evrimi sonucunda çok ileri bir zekâyı getirebilir mi?
Teorik olarak bu tamamen mümkün; fakat pratik nedenlerle o düzeyde bir bilgisayar veya algoritma yaratmaktan henüz çok uzaktayız. Örneğin, makina öğrenmesi algoritmaları gerçekten sıra dışı sonuçlar veriyor; fakat halen her alanda öğrenmeyi başaran algoritmalar geliştiremedik. Sadece çok spesifik alanlarda, örneğin satranç gibi bir oyun oynamak veya istenmeyen e-postaları tespit etmek gibi alanlarda çalışan yapay zekâlarımız var. Zaten bizim evrimsel algoritmalardaki iddiamız, genel yapay zekânın, yani insandan her alanda üstün yapay zekânın makina öğrenmesi algoritmalarıyla değil, evrimsel algoritmalarla pekiştirilmiş makina öğrenmesi algoritmalarıyla geleceği yönünde. Çünkü bir makinaya bir şeyler öğreneceği gücü vermek yetmez. Öğrenmesini mümkün kılan algoritmanın da evrimleşmesi ve değişen şartlara adapte olması gerekir. Zekâ, bir aç-kapa tuşundan ibaret bir özellik değil; çok karmaşık bir sinir ağının bir yan ürünü. Bu karmaşık sinir ağını oturup hesap kitapla üretmemiz çok zor. Evrimin bilgisayarlarda yeniden üretmesine izin vermemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Başarısızlık doğada epey yaygın
Davranışsal öğrenmede öğrenememeleri muhtemel bir davranış var mıdır?
Evet, tıpkı insanlarda olduğu gibi, bilgisayarlarda da bazı bireyler diğerlerine göre daha zor öğrenir veya hiç öğrenemez. Makina öğrenmesinde bunlar daha düşük skorlarla elenmeye çalışılır, yani cezalandırılır. Evrimsel algoritmalarda ise biz bu sanal bireyleri öldürürüz ya da üremelerini kısıtlarız. Böylece sadece en uyumlu ve performansı en yüksek olanlar gelecek nesillerin genlerini belirler. Tıpkı doğada olduğu gibi. Ama her zaman başarısızlıkla karşılaşmak mümkün. Sonuçta gerçek doğada da var olan tüm türlerin %99’undan fazlasının soyu tükendi. Başarısızlık doğada da epey yaygın.
Black Mirror gibi dizilerde yaratılmaya çalışılan yapay zekâ korku temasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Teknolojinin evriminden korkmalı mıyız?
Şu anda popüler olan konu bu, o nedenle dev kurumlar da halka istediğini veriyor, korkuyu pompalıyor. Neyse ki Black Mirror gibi yapımlar bunu yaparken en azından birazcık düşünmeyi de tetikliyor, o açıdan güzel. Ama daha teknolojinin evriminin başında bile değiliz bana kalırsa, dolayısıyla daha bu evrede korkmak komik bir tutum olur. Marie Curie’nin dediği gibi, “Hayatta korkulacak hiçbir şey yoktur; sadece anlaşılacak şeyler vardır.” Ve şimdi, anlama zamanıdır. Teknoloji de bunlardan sadece birisi. Biz sadece 300.000 yıldır var olan bir türüz, bilimimiz son birkaç asra anca yayılıyor. Daha durun, ola ki yok olmadan yüz binlerce yıl yaşayabilecek olursa türümüz, yapay zekâ tartışmaları falan gülünç ve antik endişeler olarak kalacak. Tabii ki her açıdan sorgulamalı, gereken tüm önlemleri almalıyız. Fakat akıl ve mantık ile, korku ve duygusal panik hâlinde değil.
Evrimsel robotik üzerine doktora yapan bir bilim insanı olarak evrimin diğer fen ve sosyal bilimlerle ortaklaştırılan alanlarını ve çalışmaları yeterli buluyor musunuz?
Hayır, bu alan epey kısıtlı hâlen ve çok daha fazla gelişme potansiyeline sahip. Bu alanın Türkiye’de yayılması, bilgisayar bilimcilerin bu alana da yönelmesi büyük önem arz ediyor. Ufuklarını genişletecek, keşfedilmemişi keşfetmelerini sağlayacak bir alan olduğunu düşünüyorum. Benim tahminim, önümüzdeki yıllar evrimsel algoritmaların yılları olacak. Bu asır içinde evrimsel algoritmaların da son dönemdeki yapay zekâ haberlerine benzer coşkular yaratacağına inanıyorum. Önemli olan bunun temelini atmak, inatla araştırmayı sürdürmek, abartılara kapılmadan verinin ve kanıtın izinden gitmek, gerçek her neyse onu ortaya çıkarmak ve nihayetinde mümkünse bunu tüm insanlara faydalı bir araç hâline getirmek. Benim için bilim bu.
Evrim Ağacı Türkiye’de büyük bir ilgi ve merak ile karşılanıyor. Evrim yasası veya müfredat tartışmaları sonrası bu ilgi arttı mı?
Genel olarak bilime yapılan her engelleme Evrim Ağacı’na olan ilgiyi artırıyor. Her geçen gün sosyal medya ve internet sitemiz bakımından daha da büyüyoruz; daha çok insan evrime sıcak bakıyor. Çünkü bir şeyin yasaklanmasının, baskılanmasının ardında mutlaka bir bit yeniği vardır diye düşünüyor insanlar. Bu durumda haklılar da… 21. yüzyıl teknolojisinde, sansür ile baskı ile yasak ile başarı elde edilemez. Bu tarz sansürlerin neden olduğu tek şey, daha çok ilgi, daha çok merak, daha çok araştırma. Bu da bizim işimize gelir elbette bilim anlatıcıları olarak; fakat keşke insanların bilime ilgisi yasaklar nedeniyle değil de, bireysel merak ve çevre teşviki nedeniyle artsa. Biz de zaten bunu sağlayacak ortamı Türkiye’de yaratmaya çalışıyoruz.
Türkiyeli bilim insanlarının eserlerine kıyasla yabancı bilim insanlarının çevrilmiş eserleri piyasada kendilerine daha fazla yer buluyor. Bu eserlerin anlatım dili hakkında ne düşünüyorsunuz? Toplumun geniş kesimlerinin evrimi kavrayışı bununla da ilgili olabilir mi?
Bunun mutlaka etkisi var fakat kısıtlı olacaktır diye düşünüyorum. Yabancı kaynaklar, kendi kültürlerine özgü bir dille anlatım yapıyor. Esprileri, benzetmeleri, hikâyeleri bunu yansıtıyor. Türkiye’deki bir okurun bunlara kendini yabancı hissetmesi, dolayısıyla konuya gömülememesi normal. Sırf bu nedenle evrim karşıtlığı da oluşmaz elbette. Bunu aşmak konusunda en önemli araçlardan birisi popüler bilim. Dolayısıyla ülkemizde popüler bilimin yayılması, bu işle uğraşan kişilere destek olunması büyük öneme sahip. Mesela ben Türkiye’de evrime giriş düzeyinde, ana dili Türkçe olan bir kitap olmamasından rahatsızlık duyarak Evrim Kuramı ve Mekanizmaları’nı kaleme aldım. Hikâyeleri, esprileri, anlatıları da bu kültürün içinden seçmeye çalıştım. Buna bağlı olarak çok olumlu dönüşler de aldım. Yani dediğinizin kısıtlı da olsa mutlaka etkisi var diyebilirim.
Gerçekler çok az satıyor, yalanlarsa sınırsız
Evrim teorisine gelen eleştirilerden biri de kanun sayılmaması. Bu manipülasyon sırtını nereye yaslıyor?
Bu çok basit bir yanlış anlaşılmadan kaynaklanıyor. Bir eleştiri değil aslında, bir yanlış inançtan ibaret. Bilimde kanunlar, etrafımızda süregelen olayların ne olduklarını açıklar. Topu bırakırsak düşer. Hidrojen molekülü oksijen molekülüne çekilir. Canlılar nesiller içinde değişir. Bunlar yasalardır. Fakat bunların hiçbiri, bu süreçlerin neden ya da nasıl o şekilde olduğunu bize anlatmaz. Kanunların böyle bir izah gücü yoktur; sadece “malum olanın ifadesi”dir. Açıklama gücünü veren ise teorilerdir. Evrim Teorisi, doğadaki evrim yasasının neden ve nasıl olduğunu açıklar. Seçilim, çeşitlilik, vb. yöntemleri tespit eder ve değişimin dinamiklerini ortaya koyar. Aynı şey Yerçekim Teorisi veya Görelilik Teorisi için de geçerlidir. Bunlar, kütleçekim yasasının neden ve nasıl o şekilde olduğunu açıklar. Dolayısıyla evrimi bir “teori” olması üzerinden eleştirmeye çalışmak entelektüel bir çaba değildir. Düpedüz cehalettir.
Evrim hakkında çıkan haberler yapılan yayınlar bu manipülasyonun etkisi altında mı?
Mutlaka. Dediğim gibi söz konusu bilimsel gerçekler olduğunda, bilim karşıtlığının yasal zemin bulması zor oluyor. Çünkü evrim gerçek. Evrim karşıtlarının iddiaları ise gerçek değil. Bu kadar basit. Ancak ifade özgürlüğünün arkasına sığınarak, her türlü yalanı ve çarpıtmayı yapmak mümkün. Evrim karşıtı yayın ve haberlerin yaptığı da bu. Tekrar tekrar çürütülmüş yalanları halka pazarlamaya devam ediyorlar. Bu sayede hem kemikleşmiş kitlelerini memnun ediyorlar hem de popülist içerikler üretebiliyorlar. Ne yazık ki gerçekler çok az satıyor, yalanlarsa sınırsız.
Peki bu alanda yapılan haberler, yazılan yazılar en çok nasıl hatalar barındırıyor? Yapılan en büyük yanlış ne?
En büyük yanlış, konuyu anlamadan fikir beyanında bulunmaya çalışmak. Yani evrim karşıtı haberler yapanların veya evrimden söz eden haberleri yayınlayanların evrime dair en ufak fikirleri olmadığı, bildikleri her şeyin kulaktan dolma olduğu o kadar bariz ki… Habercilerin görevi halkı bilinçlendirmektir. Dümdüz “Şu oldu, bu oldu” diye anlatmak habercilik değildir. Bir bağlam bilgisi verilir, bir arka plan kazandırılır. Türkiye’de bu yok. Dolayısıyla rezalet sonuçlar ortaya çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde karşımıza çıkan ve Türkiye’nin en yaygın haber ajanslarından birinin girdiği yalan haberden de bahsetmek isterim. Pek çok yayın da bu ajanstan alarak haberi kullandı. Haberdeki iddia şöyleydi: “Dünya genelindeki 1000 kadar akademisyen, Darwin’in Evrim Teorisi’nin gözden geçirilmesi gerektiğini ileri sürüyor. Dolayısıyla bilimsel camia ve genel olarak akademisyenler, evrimin gerçekliğine kuşkuyla yaklaşıyor, gerçek olmadığını düşünenlerin sayısı artıyor.”
Bu haber sahteydi. Ki zaten bilimde gerçekler çoğunluk ile belirlenmez. Buna rağmen eğer ki iddia, evrimin gerçekliğini sorgulayan bilim insanlarının çoğunlukta olması veya sayılarının dikkate değer bir düzeyde olması ise, sayısal bir analiz yapılması gerekmektedir. Öte taraftan bilim insanları arasında, biyologların yaklaşık %99’u, biyoloji ve ilgili alanlardaki bilim insanlarının yaklaşık %95’i, tüm bilim insanlarının ise yaklaşık %85-90’ı evrimi bir gerçek olarak kabul etmektedir. İddiaya konu olan Darwinizm karşıtı bildiriye dünya genelinde imza atan 1043 bilim insanının temsil ettiği sayı, dünyadaki bilim insanlarının sadece %0.023’üne denk gelmektedir. Bu örnekte de gördüğümüz gibi evrim konusunda yapılan yayıncılıkta bilimsel normların dışında çok kaba bir manipülasyonla karşı karşıyayız.
ABD’de evrim nasıl karşılanıyor?
ABD’de de derin bir cehalet mevcut bu konuda halk arasında. Dünyanın en büyük bilim makinasının halkının temel gerçekler konusundaki cehaleti ironilerin en büyüklerinden birisi olsa gerek. ABD’de bile hâlâ okullarda evrim öğretilmesin diyen politik gruplar ve aile birlikleri mevcut. Fakat ABD’de hukuk büyük oranda bağımsız olduğu için, bu tarz gerici ve bilim dışı görüşler kendilerine yasal zemin bulamıyor. Bunun yerine, yasal zeminde mücadele etmektense halkı yalan bilgilerle yanlış yönlendirme yolunu seçiyorlar. Bunun etkilerini özellikle güney eyaletlerde kemiklerinize kadar hissetmeniz mümkün. Yaratılış müzeleri mi ararsınız, evrime karşı bildiriler dağıtan kilise örgütleri mi ararsınız, hepsi var ABD’de de… Ama onların da sayısı, gücü ve etki alanı daralıyor. Gençler artık bu antik hikâyelerle zaman kaybetmek istemiyorlar. İlginç bir şekilde, gerçekleri el üstünde tutmak gençler arasında yeniden “havalı” bir durum hâline geldi. Daha çok genç, verilerden ve araştırmalardan bahsediyor. Ben evrim karşıtlığı gibi meselelerin son demlerinde olduğunu düşünüyorum. En azından öyle düşünmek istiyorum.
Peki insan fizyolojisindeki değişim yavaşlığına rağmen baş döndürücü bir şekilde değişen sosyal yaşamın “evrim”inin insanlığın geleceğini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Bu oldukça normal, çünkü bilişsel özelliklerin bir anda devasa değişimler yaratmasını beklemek anlamsız. Kültürel değişimler de ufak parçaların zaman içinde birikmesi yoluyla oluyor. Dolayısıyla iri bir beyin evrimleşti, güzel ama bununla yapabileceklerinizin de zaman içinde birikmesi, evrimleşmesi, değişmesi gerekiyor. Bilim ve teknoloji alanındaki atılımların bazı kültürel öncüllerden (örneğin yerleşik yaşama geçişten) sonra gelmesi çok normal. İnsanlık eski bilgiler üzerine koyarak daha uzaklara ulaşmayı başaracaktır.
Dünyada doğa tarihi müzeleri canlıların geçmişine ışık tutuyor. Evrim teorisinin daha iyi kavranabilmesi için fiziksel-görsel etkinliklerin artması gerektiğini düşünüyor musunuz? Bu konuda ülkemizde neler yapılabilir?
Evet, kesinlikle düşünüyorum. Biz de buna katkı sağlamak adına şu anda portatif bir insan evrimi sergisi açmayı düşünüyoruz. Hazırlıklarımız devam ediyor. Ankara’daki MTA, Tabiat Tarihi Müzesi’nin kaldırdığı insan evrimi sergisini her okula, her ile götüreceğiz. “Ara türler nerede?” diyen insanlara bunları göstereceğiz. Tabii bu sadece bizim girişimlerimizle olmaz. Bizden daha büyük kaynaklara sahip olan kişi ve kurumlar, Türkiye’de daha çok bilim sergisi açmalı, halkı bilime teşvik etmeli.
Bilim, çalışmalarını nasıl finanse ediyor?
Bilimsel çalışmaların tipine göre farklı finans kaynakları mevcut. Örneğin, mühendislik teknolojileri alanındaki çalışmaların çoğu özel sektör tarafından destekleniyor. Temel bilimler ve sosyal bilimler ise neredeyse tamamen devlet tarafından destekleniyor. Kimi araştırma bireysel fonlarla da yürütülebiliyor ama bunlar epey kısıtlı. Bir araştırmanın finansal kaynağının, o araştırmanın güvenilirliğini doğrudan zedelemediği veya garanti etmediği mutlaka anlaşılmalı. Bir bilim insanı, bir makale yayınladığında sadece aldığı fonu düşünmez; akademik kariyerinin tamamını düşünür. Çoğu durumda sahte sonuçların, çarpık iddiaların çürütülmesi fazla uzun sürmez ve bunlar, bir bilim insanının akademik prestijini derinden zedeleyen, hatta işinden olmasına neden olabilecek büyüklükte hatalardır. Dolayısıyla para için sonuç üreten bilim insanlarının sayısı epey azınlıktadır; bunların önemli bir bölümü yayın sürecinde hakemler tarafından elenir, geri kalanların hataları da tekrar deneyleri ve devam deneyleri gibi süreçler sırasında çürütülür. Mutlaka art niyetli araştırmalar da yayınlanıyor; ona şüphe yok. İşte o nedenle de bilimde genel olarak bir makale üzerinden 10 yıl geçmeden ve o alanda yapılan alan taraması çalışmaları olmadan, tekil bir makalenin sonucunu nihai gerçek olarak kabul etmemek gibi bir sözlü kural vardır. Tüm bunlar, bilimin güvenilirliğini sağlayan araçlardan sadece birkaçı.