Sızıntı haberciliği ve araştırmacı gazetecilik

“The Blacklist” dizisini izlediniz mi? Dizinin ikinci sezonunda, anti kahraman Raymond Reddington dünyanın en iyi 11 araştırmacı gazetecisini seçer. Onların önüne dünyanın her yerinde güçlü bağlantıları olan gizli bir örgüte dair tüm belgeleri serer ve bu haberlerle ilgilendikleri sürece hem kendi hayatlarının hem de yakınlarının hayatlarının tehlikede olduğunu iletir. Ya da bir başka diziyi, “Berlin Station”ı izlediniz mi? O da, CIA’in Berlin İstasyonu’ndaki haber sızıntısının nereden kaynaklandığını konu edinir. Popüler kültürün içinde, farklı senaryolarla yansıtılan sızıntılar, yeni nesil haberciliği de şekillendirmeye başlıyor.

Elbette, bundan 30 yıl önce olduğu gibi bugün de “bilgi” ve “bilginin ulaştığı yer” kritik önemde. Adına “Wikileaks” dediğimiz “sızıntı” habercilik ilk başladığı zaman (Julian Assange’ın The Guardian’a yüklediği milyonlarca dosyadan sonra) gazete, araştırmacı gazetecileri bir araya getirerek önemli bir kamu hizmetini yerine getirdi.

Bir iş gezisinde Ewen MacAskill ile tanışma şansına sahip oldum. 1952 doğumlu bu araştırmacı gazetecinin kartında, Türkiye’de benzer yaştaki gazetecilerden farklı olarak, “Muhabir” yazıyordu. Kendisi toplantıda bulunan bizlere, Assange haberlerini The Guardian’ın “whistle-blowers” yani yasa dışı bir olayı kurum ve kuruluşlara ileten kişilerin anonim kalması amacıyla kurduğu web sitesinin server’ına yüklediğini anlattı. Gece yarısı yüklenen belgelerin milyonlarca adet ve sınıflandırılmamış olduğunu fark etmeleri ile CIA baskını arasında, bu belgeleri nasıl derlemeleri ve sayısız doküman arasından nasıl haberler çıkarmalarına dair bir metodoloji geliştirdiklerini aktardı. Bu yeni nesil tasnifleme, geleneksel araştırmacı gazeteciliğin “fikri-takip” metoduyla, elektronik bilgileri derleyecek programların desteğini almakla gerçekleşecekti.

Bu sızıntı belgelerden, birbiriyle bağlantılı, tüm ülkelerin görünür ilişkilerini sarsan birçok haber yapıldı. Bildiğiniz üzere, Assange’ın kahraman veya anti kahraman olduğu tezi üzerine ise sayısız film çekildi. Popüler kültürün de bir ikonu hâline gelen Assange, medyaya yansıyan haberlere göre, şu anda, Ekvador’un Londra Büyükelçiliği’nde yaşıyor.

Julian Assange’ın ardından başka bir sızıntı kaynağı çıktı, Edward Snowden. Snowden’ın sızdırdığı haberlerin de milyonlarca belge olduğunu düşününce, ana bir hat oluşturularak çekilerek temel bir gizli siyasi ve ekonomik yapı ortaya çıkarıldı ve haberler yapılmaya devam edildi. Ve artık bir nevi “bilgi savaşları”nın ortasında yaşadığımız ortaya çıktı.

“Bilgi savaşları” bir başka savaşı daha doğuracaktı: “doğruluk savaşları.” Sosyal medya manipülasyonu nedeniyle, yalan haberler servise çıkarılacak, birçok bağımsız kaynak, haber doğrulama alanına doğru yönelecekti. Cambridge Analytica Skandalı, Facebook ve Twitter gibi sosyal ağlardaki kullanıcı bilgilerinin nasıl ele geçirildiğini ortaya çıkaracak, bu alandaki etik ihlaller nedeniyle Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg epey sancılı günler geçirecekti. Tabii, bu olay başka bir yazının konusu. 

Hikâyeler zinciri: Panama Papers, Paradise Papers ve Bahama Leaks

Panama Papers, ardından Paradise Papers ve en son Bahama Leaks dünya çapında farklı ülkelerden gelen onlarca araştırmacı gazetecinin detaylı bir veri gazeteciliği içeren çalışmasıyla, offshore hesapları afişe ettikleri çevrim içi bir veri bankası üzerinden tüm dünyaya yayıldı.

2016’da bir offshore hukuk firması olan Mossack Fonseca’dan 1.2 milyon belgenin sızmasıyla, Panama Papers incelenmeye başlandı. Offshore dünyasını altüst eden bu sızıntı, birçok farklı ülkeden uzman araştırmacı gazetecinin bir araya gelerek oluşturduğu International Consortium for Investigative Journalism’in de ana odak noktalarından biri oldu.

Çarpıcı bir örnek: Daphne Caruana Galizia’yı hedef hâline getiren neydi?

“The Blacklist” dizisinin kahramanı, bahsettiğim bölümde, aslında değerli bilginin hayatları nasıl etkileyeceğini anlatıyordu. Örneğin, Panama Papers üzerinde çalışan Daphne Caruana Galizia, özellikle bir vergi cenneti hâline dönüştürülen, yüzölçümü 316 kilometrekare olan Malta’daki şirketler ve o şirketlerin diğer ülkelerdeki gizli bağlantıları üzerine çalışıyordu. Caruana Galizia, altı aydan uzun bir süre, Panama Papers’da Malta Hükümeti’nin Azerbaycan ile Malta arasındaki gizli bağlantıları üzerine çalıştı. Öldürülmesinin ardından “Daphne Project” adıyla 45 araştırmacı gazeteci, Caruana Galizia’nın araştırdığı dosyalar üzerinde çalışmaya başladı ve hâlen çalışmaya devam ediyorlar.

Elbette, 2,6 terabayt bilgi içeren Panama Papers ilk çıktığında, Türkiye’de de epey yankı uyandırmıştı, ancak uyandırdığı yankı basın davalarıyla anında susturulmaya çalışılmıştı. İlgilenenler için haberler burada.

2017 yılında ise Paradise Papers çıktı. Offshore hizmet sağlayıcısı Appleby’ın müşteri listesinde Türkiye’den 93 bireysel müşteri ve şirketin yer aldığı ortaya çıktı.

Paradise Papers Türkiye’de Man Adası haberleriyle çıkacaktı. Yine bir off-shore firmasına ev sahipliği yapan adanın yüzölçümü ise 572 kilometrekare.

Cumhuriyet’te çalışan Pelin Ünker’in konuyla ilgili haberleri iktidar ve muhalefet arasında da tartışma konusu olmuş, muhabirlere milyonlarca liralık tazminat davası açılmıştı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Man Adası iddialarına gerçek diyecek ama konuyla ilgili takipsizlik kararı verecekti.

Sızdırılan belgelerin elbette bir de etik boyutu mevcut. Bir şirketin farklı bir ülkede offshore şirketlere sahip olması yasalara göre suç değil. Mevcut yasalar offshore’u yasal kılıyor – ki bu yasaların çıktığı dönemler ayrıca mercek altına alınmalıdır – ancak mevcut yasal düzenlemelere göre, vergi cenneti diye tanımlanacak ülkelerle olan ekonomik bağlantı hem uluslararası alanda hem de kamusal alanda hukuki ve etik bir tartışma konusu niteliğinde yer alıyor. Bu noktada, kontrol edilemeyen bir para akışı, yolsuzluk, kara para aklama ile sıradan vatandaşa yüklenen vergi adaletsizliği gibi konular gündeme geliyor.

Türkiye’de Panama Papers ile bağlantılı olarak ortaya çıkarılan şirketler ve onların Türkiye ile bağlantıları ise buradaki açık kaynakta, isteyen araştırabilir.

Araştırmacı Gazetecilik ile Veri Gazeteciliği

Sızıntı haberleri, klasik araştırmacı gazetecilikle sınıflandırmak için iyi bir takım çalışması gerektiği ortaya çıktı. Bugün Oscar ödüllü “The Spotlight” ile “The Post”u izlediğimiz zaman gazeteciliğin ne olması gerektiğine dair bir ideal dünya gözümüzde canlanıyor. Bir de, gazetecinin toplum içindeki önemi ortaya çıkıyor. Bizler, “post-truth” döneminde yaşayan sıradan okurlar, sızdırılan haberin amacının ne olduğunu kolay kolay anlayamayız; asıl haberin ne olduğunu öğrenmemiz için klasik “fikri takip” denilen bir araştırmacı gazeteciliğin kavramsal çerçevesine oturtulması gerekir ve sıradan haber ilmek ilmek dizilen bu yolla “araştırma haber” niteliğini taşır.

Bugün, sinema ya da diziler gibi popüler kültür metalarının da bir “bilgi” hâline getirdiği sızıntı haberciliğini nasıl ele almalıyız? Sızıntı haberleri kavramsal bir çerçeveye oturtmak mümkün mü? Bana kalırsa, bugün eski usül fikri takibe dayalı araştırmacı gazetecilik ile veri gazeteciliğini bir arada ele almak gerekiyor. Basın özgürlüğü endekslerinde 147. sırada yer alan güzide ülkemiz Türkiye’de işin ucunu nereden tutabiliriz, detaylıca değerlendirmemiz gerekiyor elbette.

Yazar hakkında

Özge Mumcu

1981 yılının Haziran ayında doğan Mumcu Aybars, 1994 yılında Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nı Güldal Mumcu ve Özgür Mumcu ile kurdu. Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde lisans ve Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi'nde Yüksek Lisans yaptı. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde doktora adayı. 2006 ve 2007 yıllarında Demokratik Sol Parti'de siyaset danışmanı olarak çalıştı. 2007 yılından itibaren Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nın yönetim kurulu üyesi ve koordinatörü olarak görev yapıyor. 2007 yılında Ulusdağı Yayınevi'ne Robin Ramsey’in “Conspiracy Theories” adlı kitabını çevirdi. 2010 yılından bu yana Cumhuriyet, Birgün, T24 ve yeniarayis.com'a çeşitli makaleler yazdı. 2012 ile 2014 yılları arasında insan hakları, AB ilişkileri, Avrupa Konseyi ilişkileri, anayasa değişiklikleri, barış süreci alanlarında TEPAV'da danışman olarak çalıştı. 2014 ile 2018 yılları arasında Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. CHP İstanbul Milletvekili ve CHP Dış İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz'ün danışmanı olarak görev yapmaktadır. Avrupa Komisyonu'nun Avrupa Demokrasi ve İnsan Hakları Aracı (EIDHR) Ülke Bazlı Destek Programı (CBSS) Türkiye Programı, “Hak odaklı gazeteciliğin STK’lara yayılması” Projesinin proje koordinatörlüğüne de devam etmektedir.