Medya, toplumun egemen kimlik algısını oluşturma ve yaymada büyük bir güce sahip kuşkusuz. “Öteki” olana dair görsel ve sözel göstergelerle izleyicilerin bu konuda zihinsel şemalar oluşturmasını sağlayan medya, kimlik inşasında “biz” ve “ötekiler” arasındaki ayrımları keskinleştiriyor ve bu ayrımlar üzerinden toplumsal algılar yaratıyor.
Öteki kavramı ne anlama gelir?
Öteki deyince ne anlıyoruz? “Öteki”, genel anlamıyla birbirinden farklı tarafların, karşılarındaki diğer grupları tanımlarken kullandığı bir kavram. Taraflar bu tanımı yaparken eşit haklara sahip gözükseler de kültürel bağlamda bu durum farklılaşır; “öteki” kavramı, çoğunlukla egemen kültürün kendisinden farklı olanı tanımlamak için kullanılır ve kültürel hegemonya nedeniyle sadece bu tanım kabul görür. Medya ise, ötekileştirme sürecinde merkezi bir rol oynar; ötekinin nasıl algılandığını, tanımlandığını ve topluma nasıl sunulduğunu belirler.
Medyada öteki kavramı nasıl işlenir?
Medyada ötekiye dair ortaya çıkan her temsil, bilinçli ya da bilinçsiz olarak “eşik bekçileri” tarafından süzgeçten geçirilir ve bu süreçte onların onayladığı, meşru gördüğü düşünceler öne çıkarılır.
Ötekileştirme sürecine baktığımızda, egemen kültürün kendisini referans aldığını görürüz. Kendi değerlerini, özelliklerini ve normlarını merkez kabul eden bir kültür, farklı özelliklere sahip olanları “öteki” olarak tanımlar. Bu nedenle ötekileştirme, öznenin kimliğini farklı olanlar üzerinden tanımlama süreci olup, bu durum ötekinin varlığını neredeyse zorunlu hâle getirir. Egemen gruplar ise ötekini değiştirmek, kendilerine benzetmek ya da bu mümkün olmadığında onları susturmak veya ortadan kaldırmak isterler.
Mülteci sorunu ile öteki arasındaki bağ nedir?
Mülteci sorunu, medyada çoğu zaman “öteki” olarak tanımlanan gruplarla ilişkilendirilir. “Öteki” kavramı, toplumun egemen kesimleri tarafından kendilerinden farklı olan grupları tanımlamak için kullanılır. Öteki, kültürel olarak güçlü olan grupların bakış açısıyla şekillenir ve genellikle söz konusu grupların kendi değer ve normlarına göre inşa edilir. Türkiye’de mülteciler, özellikle Suriyeliler, ötekileştirilen grupların başında gelmektedir. Medyada öteki olarak yer alışları ise sıklıkla belirli olumsuz kalıp yargılar ve söylemler üzerinden gerçekleşir.
Türkiye’de mülteci sorunu, medya aracılığıyla topluma sunulurken çoğu zaman güvenlik ve ekonomik kriz açısından veya toplumsal düzeni tehdit eden unsurlar olarak ele alınmaktadır. Bu durum, mültecileri “öteki” olarak sınıflandırmak için kullanılan söylemleri güçlendirmekte ve toplumda ayrımcılık ile nefret söyleminin yayılmasına yol açmaktadır.
Örneğin; Türkiye’deki Suriyeli mülteciler, sosyal medyada ve ana akım medyada sıklıkla işsizlik, suç oranlarının artması veya kamu kaynaklarının azalması gibi sorunların kaynağı olarak gösterilmektedir. Bu tür temsiller, toplumsal düzeyde mültecilere karşı hoşgörüsüzlüğü artırırken, mülteci karşıtı politikaların desteklenmesine de zemin hazırlamaktadır.
Türkiye medyasında Suriyelilerin “öteki” olarak ele alınmasında, sıklıkla “ırksız ırkçılık” veya “kültürel ırkçılık” olarak bilinen yaklaşımlar kullanılır. Bu anlayış, biyolojik farklılıklara değil, kültürel farklara dayanarak ayrımcılık yapılmasını ifade eder. Türkiye’de Suriyeli mülteciler, yaşam tarzları ve dilleri nedeniyle kültürel olarak farklı ve topluma uyum sağlayamayan gruplar olarak tasvir edilir. Özellikle sosyal medya platformlarında yayılan içerikler, mültecilere yönelik bu türden bir kültürel ırkçılığın güçlenmesine katkı sağlıyor. Örneğin, sosyal medya paylaşımlarında Suriyelilerin “uyumsuz” veya “Türk kültürüne tehdit” olarak tanımlanması, bu tür kültürel ötekileştirme örneklerinden biridir.
Siyasi söylemlerde mülteciler ve öteki kavramı nasıl yer alıyor?
Popülist siyasetçiler, mültecileri ötekileştiren söylemlerle kitleleri mobilize etmeyi hedeflemekte; mültecilere yönelik olumsuz algıyı güçlendirerek, toplumsal kaygıları siyasi bir avantaja dönüştürmekteler. Bu durum, toplumun mültecilerle ilgili önyargılarını derinleştirmekte ve mültecilere karşı bir tehdit algısı oluşturulmasına katkıda bulunmaktadır. Medyada bu tür siyasi söylemler, mültecilerin toplumsal sorunların kaynağı olarak görülmesine sebep olurken, mültecilere karşı hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığı da körüklemektedir.
Ötekileştirme sürecinde medyanın düşebileceği yanlışlardan biri, ötekileri yok saymak ya da onların varlığını çok sınırlı ve yüzeysel bir biçimde aktarmaktır. Bu durum, ötekinin toplum içindeki görünürlüğünü azaltır ve gerçekleri çarpıtır. Öteki grupların medyada sık sık ayrımcı veya aşağılayıcı sıfatlarla anılmaları, ayrımcılığı pekiştirir. Ötekileştirilen gruplara yönelik nefret söylemi, toplumsal öfkeyi artırıp bu öfkenin ötekilere yönelmesine neden olması nedeniyle medya etiği açısından en büyük ihlallerden biridir.
Medyanın sorumlulukları nelerdir?
Medya, egemen ideolojilerin bir aracı olarak milliyetçiliği ve ayrımcılığı yeniden üretirken, toplumsal öfke ve nefret duygularını da besler ve bu duyguların ötekilere yönelmesine sebep olur. Bu nedenle medyanın ötekini temsil etme biçimi, etik sınırlar içinde şekillendirilmelidir. Medya kuruluşları, toplumdaki farklılıkları saygıyla temsil etmeli, ayrımcılık ve ötekileştirmeye karşı sorumluluk almalıdır.
Medyada mültecilerin “öteki” olarak temsili, toplumsal uyumu tehdit eden bir dizi olumsuz sonuç doğurur. Mültecilerin toplumda “öteki” olarak gösterilmesi, ayrımcılık ve dışlanma ile sonuçlanmakta, bu da toplumsal çatışma riskini artırmaktadır. Medyanın mülteciler hakkındaki yanlış bilgi ve nefret söylemlerini körüklemesi, toplumsal barışı zedeleyen unsurlardan biri olduğundan, medyanın mültecilere dair sorumlu ve etik bir yaklaşım benimsemesi gerekmektedir.
Gazeteciler, mültecileri ötekileştirerek yalnızca sorunların kaynağı olarak sunmamalı; insan haklarına saygılı, kapsayıcı bir dili benimsemeliler. Toplumsal eşitlik ve saygı değerlerini güçlendiren temsiller üretmekle medya, toplumdaki ayrımcı algıları hafifletir, toplumsal uyumu özendirir ve adaleti teşvik edici bir rol oynayabilir.