Türkiye’de televizyonun, şehirlerde artan dijital haber tüketimine rağmen en önemli haber alma kaynağı olarak yerini koruması, büyük kitlelere ulaşmak isteyen gazeteciler için ana akım televizyon haberciliğini önemli kılıyor. Sıkı yasal düzenlemelerle kontrol edilen bu alana girmek isteyen girişimciler ve haberciler ise teknik, siyasi ve ekonomik engellerle karşılaşıyor.
Türkiye televizyonlarında mevcut yapıda başlıca mülk sahipleri, başka sektörlerde de yatırımları bulunan büyük holdingler. Ulusal toplam marka ve reklam harcamalarının yüzde 48’i televizyona giderken, bu gelirin büyük kısmını az sayıda kanal paylaşıyor.
Medyadaki sahiplik ilişkileri üzerinde belirleyici rolü olan koşulların yıllar içinde sertleşmesiyle piyasadaki bu oligopolleşme derinleşti. Bu alana yatırım yapmak isteyen yeni isimlerin önündeki engellerin ilki ulusal yayıncılığın gerektirdiği yüksek teknik maliyetler. Müteşebbisler ayrıca RTÜK’ten lisans onayı almak ve uydudan frekans edinmek zorunda. Karasal yayın yapmak isteyenlerin lisans başvurusunda bulunmadan önce milyonlarca lira ödenmiş sermayesi olan anonim bir şirket kurması şartı koşuluyor. Lisans başvurusunda ise, kanalda yapılacak yayınların niteliği, çalışacak kişiler, teknik altyapının yeterliliği gibi bilgiler de RTÜK onayından geçiyor. RTÜK’ün karar mercii ise üst kurul. Kurulda 8 kişilik AKP-MHP kadrosunun yanında CHP kotasından 2 kişi bulunurken, HDP kotasından RTÜK üyesi olan Ali Ürküt cezaevinde.
Koşulların görece esnek olduğu bir dönemde yayın hayatına başlayabilmiş pek çok kanal ise sansüre maruz kaldı. 2016 sonrası OHAL döneminde onlarca televizyon kanalı kapatıldı. Bugün RTÜK pek çok kanala para veya yayın durdurma cezaları kesmeye, onay yetkileriyle alanı kontrol etmeye devam ediyor. 2016’daki KHK ile kapatılan kanallardan biri olan Hayat TV (sonradan değişen ismiyle Hayatın Sesi Tv)’nin genel koordinatörü İskender Bayhan, “Medyadaki tekelleşmeyi hızlandırıp kazanılmış hakların birer ikişer yok edilmesinin tarihi daha eskiye dayanır. Erdoğan hükümetleri bu işin en ağır ve derin çivilerini çaktı ve çakmaya devam ediyor,” diyor.
Ana akım pazarı boş
Televizyonlardaki mevcut durumu NewsLabTurkey için değerlendiren Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Evrensel Gazetesi yazarı Doç. Dr. Ceren Sözeri Özdal, maksimum izleyiciye ulaşmak için ulusal karasal bir yayın lisansına sahip olmanın önemini vurguluyor. Sözeri, ana akım televizyon yayıncılığını, “toplumun geneline hitap edebilen, çok derinlemesine olmasa da hemen her görüşün kendine yer bulabildiği, siyasilerin kendilerini ifade edebildiği, kamuoyunu etkileme gücüne sahip bir yayıncılık anlayışı” olarak tanımlıyor. Sözeri’ye göre kitle fonlama benzeri okur kaynaklı gelir ile kanallar, düşük bütçeli bir yayıncılık yapabilir: “Ana akım olmanın pek çok zorluğu var. Ana akım için çok pahalı yatırım gerektiren yapımlar hazırlanır, bu sayede daha çok izleyici çekilir ve reklam geliri elde edilir, bu bir döngüdür. Aksi halde yayın kalitesi düşer.”
İktidarın kontrolüyle ana akım niteliklerine sahip bir mecra kalmayınca pazarda boşluk oluştuğunu söyleyen Sözeri, “Pazar boşluk kaldıran bir yer değil. Sermayedarlar aslında bu boşluğu doldurmaya hevesliler çünkü bu ekonomik ve siyasi bir güç demek,” diyor.
Sözeri’ye göre ana akımın bu şekilde kısıtlanması izleyiciyi de mahrum bırakıyor, Fox Tv’nin haber yayınıyla diğer büyük medya gruplarının kanallarını reytinglerde geride bırakması da buna bir örnek: “Aslında muhalif demeyeceğimiz, normal, hatta eleştirdiğimiz bir habercilik yapmalarına karşın izleyici pazar dağılımındaki payının bu kadar büyük olması, izleyicinin ana akım habere aç olduğunu da gösteriyor.”
2020’nin son aylarında yeni bir kadroyla haber yayınına başlayan Olay TV’nin 26 gün sonra ekran karartmasını “90’lardaki gibi bir TV yayıncılığı yapabilme ortamının sermayedarlar ve gazeteciler için artık mümkün olmadığını gösteren bir örnek” diyerek yorumlayan Sözeri, “Artık TV yayıncılığı alanının tamamen hükümet sermayesine açık olduğunu, tarafsız yayıncılık iddiasının geçerli olmadığını, tarafsızlığın muhalefet anlamına geldiğini açık açık ifade etmiş oldular,” diyor.
Sözeri’ye göre asıl önemli konu ise RTÜK’ün tutumu. AKP-MHP üyelerinin, oy oranlarıyla RTÜK’te işleyişi belirlediğini kaydeden Ceren Sözeri, yapı ve işleyiş bakımından RTÜK değişmeden Türkiye’de sermayedarlara bildiğimiz TV yayıncılığı alanının açılacağını düşünmüyor.
Ceren Sözeri, muhalefet partilerine görev düştüğünü savunuyor: “Muhalefet partileri sermayedarın iktidar tarafından sindirildiğinin farkına varmalı ve buna bağlı politikalar üretmeli. RTÜK’ün düzenleyici kurum işlevini yitirmesinin önüne geçmek için yasal itirazlarla harekete geçmeleri lazım; aksi takdirde iktidar değişmeden TV yayıncılığı alanında değişiklik göremeyiz.”
Alternatif bir teşebbüs: Hayat TV örneği
2007 yılında yayın hayatına başlayan ve KHK ile kapatılan Hayat TV, aylar süren bir dayanışma kampanyasıyla pazara giriş maliyetlerini karşılayarak yayın hayatına başlamıştı. Gazeteci İskender Bayhan, kanalın sloganını “Milyonerlerin değil milyonların televizyonu” olarak belirlediklerini anlatıyor: “Daha işin başındayken Hayat TV safını açıkça ilan etmiş ve herhangi bir sermaye grubuna ait olmadan kurulmuştu. Şirket sahipleri de sorumlu yöneticileri de aynı zamanda kanalın kendi çalışanlarıydı.”
Yayın lisansı alma ve frekans kiralamanın o dönemde de neredeyse imkânsız olduğunu söyleyen Bayhan, Hayat TV’nin bu sorunu nasıl çözdüğünü ise şöyle anlatıyor: “Daha önce TÜRKSAT’tan frekans kiralamış olan ve yurt dışında bulunan bir şirketten frekans alıp, yurt dışından yayına çıkmak ve bir Avrupa ülkesinden lisans almak koşuluyla Türkiye uydularından televizyon yayıncılığı yapmak mümkündü ve maliyeti biraz daha uygun oluyordu. Biz de Almanya’daki bir şirket üzerinden frekans kiralayıp, İngiltere’den lisans alıp, yurt dışından yayına çıkarak bu sorunu çözdük.”
Hükümet-RTÜK-Türksat üçgeninde yayıncılık
Kısa sürede yeni yasal düzenlemelerle televizyon yayıncılığının teknik altyapısındaki devlet tekelinin güçlendiğini söyleyen Bayhan, “Artık ipler tamamen hükümet, RTÜK ve Türksat üçgeninde bir siyasi tekelleşmeye teslim edilmişti,” diyor.
RTÜK’ten lisans, TÜRKSAT’tan frekans almak zorunda kaldıkları dönemi Bayhan şöyle anlatıyor: “Siyasi pek çok koşulun yanında teknik altyapı yeterliliği de isteniyordu. Sınırlı bir maliyetle takviye yaparak engelleri aşabildik, on binlerce dolar depozito ve yüz binlerce liralık lisans ücretlerini ise yeni dayanışma kampanyalarıyla topladık. Kanal kapatıldığında bütün bunlara Hazine tarafından el konuldu.”
İskender Bayhan, Hayat TV kapatılmasaydı mevcut ekonomik modeliyle yayın hayatına devam edebilir miydi sorusuna ise zor da olsa edebileceği yanıtını veriyor ve teknolojinin getirdiği yeni olanakların bunu kolaylaştıracağını düşündüğünü belirtiyor.
[bctt tweet=”İskender Bayhan: Basın özgürlüğü için örgütlülük ve haber alma hakkı güvencesinin olması gerekiyor.” via=”no”]Bayhan, mevcut kanunlarla gazetecinin işini bağımsız bir şekilde yapmasının pamuk ipliği ile kurulmuş dengelere bağlı olduğunu söylüyor. Bundan kurtulmak ve bağımsız olabilmek için, basın emekçilerinin güçlü örgütlerinin olması gerektiğini belirten Bayhan, halkın haber alma hakkının yasayla güvenceye alınması için güçlü bir mücadele yürütülmesinin şart olduğu görüşünde.
Kanallar kapatıldıktan sonra
Kolektif bir finansman ve yönetimle kurulan ve 2016’da KHK ile kapatılan İMC TV’de program yapan gazeteci Serpil Savumlu, “Hangi gazeteci hakikati yazarsa iktidarın eli ağzını kapatıyor,” diyor. Savumlu’ya göre önemli olan bu işi yapmaya devam etmek: “Birçok gazeteci yurt dışında hatta cezaevinde olmasına rağmen işlerini yapıyor ve bunu yapmanın yaratıcı yollarını da buluyor. Bu çok kıymetli.”
İMC’de çalıştığı dönemde kendini özgür hissettiğini belirten Savumlu, “Şu an ne yazık ki pek çoğumuz, kendimize bir sınır çiziyoruz, o sınırlar içerisinde iktidarın diliyle ve otosansürle çalışmak durumundayız, bu zorlayıcı ve sıkıcı,” diyor.
İnsanların yaşama dair öfkesi ve haber alma isteği arttıkça havuzda toplanan medyanın popülerliğinin kalmayacağını düşünen Savumlu gelecekten umutlu: “Televizyonlar kapatılabilir ama biz İMC TV’nin medyada yarattığı heyecanı hâlâ taşıyoruz. Bence bu tip yapıları kurmak hâlâ mümkün çünkü bu gazeteciler varlar, yaşıyorlar. Sadece dönemden dolayı farklı mecralara yöneldik. Bu dönem de geçici.”