Güzellik kraliçelerinin en çok izlenen kanallarda akşam haberlerini sunduğu, Ali Kırca ve Reha Muhtar’ın ülkenin en ünlü “anchorman”leri olduğu 90’lı yıllardan bu yana ana haber bültenlerinde kadınlar açısından değişen pek de bir şey yok.
“Anchorwoman”ların ortaya çıkması iki tarafı birbirine yaklaştırdıysa da erkekler için deneyimin; kadınlar için güzelliğin daha fazla öne çıktığı anlayış değişmiş değil. Fakat giderek gelenekselin yerini alan dijital medyaya bakıldığında durum kadınlar açısından çok daha olumlu görünüyor.
Özel haber kanallarının açılışına kadar özellikle kadın spikerlerden beklenen “presentable” olmaları ve prompter’daki metni doğru bir Türkçe ile okumalarıydı. Kam spikeri okurken yorumlarını esirgemeyen erkek olan meslektaşlarının karşısında spiker kadınların ulaşabildiği belki en yüksek nokta ise Defne Samyeli’nin ya da Gülgün Feyman’ın üzücü bir haberi duyururken yüzünde beliren acılı ifadeydi. Bugün televizyonlara baktığımızda bu anlayışın kısmen değiştiğini, spiker kadınların eskisi gibi tek tip olmadığını, kendi yorumlarını habere kattıklarını, özgün tarzlarını ortaya koyabildiğini görüyoruz.
İki isim bu değişimin öncüsü olarak karşımıza çıkıyor: Banu Güven ve Nevşin Mengü. NTV ve CNN Türk’te haber bültenlerini sunan bu iki gazetecinin, kâh eleştiri kâh ironi içeren özgün sunumları izleyici tarafından benimsenebildi, kendisinden sonra gelen kadın meslektaşları için de model oldu. Ama Mengü’nün anlatımına bakılırsa bu pek de kolay olmadı.
Spikerliğe ilk başladığı zamanlarda, haberleri yorum yaparak sunmasının bazı izleyicileri rahatsız ettiğini, “Bu kız niye böyle konuşuyor, eline tutuşturulanı okusun” gibi şikâyetlerle sıkça karşılaştığını anlatan Mengü, yaşanan değişimi muhabir kökenli kadınların alana girişiyle açıklıyor:
“(…) 15 sene öncesine kadar güzellik kraliçeleri spiker oluyordu, yani böyle bir ekol olmuştu. Bu, Banu Güven’le ve onun jenerasyonuyla birlikte kırıldı. Güven, muhabir olarak ekranın önüne geçti, ‘anchor’ oldu ve böyle bir yol açtı aslında. Sonra da muhabirlikten gelen sunucu kadınlar dönemi başladı.”
Peki bu dönüşüm kameranın kadınlardan beklentilerini de azalttı mı?
Dijital medyanın geleneksel olanın karşısında yükselişi, Mengü’ye göre, erkek bedeninin güzelliğini de kadınlarınki kadar önemli ve “satılabilir” bir konuma getirdi. Fakat televizyonun atıl ve bir önceki nesle ait bir iletişim aracı olduğunu vurgulayan Mengü, sosyal medyadaki bu değişimin ekranlara yansımayacağı fikrinde. Gerçekten de Türkiye televizyonlarına baktığımızda “bir cinsel obje olarak heteroseksüel erkek”ten söz etmek zor. Yapmış olduğu gaf nedeniyle Kanal D’den ayrılmak zorunda kalan eski ana haber sunucusu Oğuz Haksever’le aynı yaşta bir spiker kadının televizyonda akşam haberlerini sunduğunu görmemize de herhalde epey vakit var.
Mengü’ye kendisini gelecekte, 50 yaşında bir spiker olarak hayal edip edemeyeceğini soruyorum. Dijitale geçişle birlikte haber üretim formatının ve sunumunun değiştiğini belirten Mengü, sosyal medya araçlarını kullanarak bir şekilde işini yapmaya devam edeceğini söylüyor.
Dijital medya araçlarının sağladığı avantajlardan birisi de belki “kendinden filtreli kameralar”. Bu kameraların fondöten ve pudranın yerini tuttuğunu belirten Mengü, günlük hayatında makyaj yapmadığını, ama ne NTV’de ne de Olay Tv’de herhangi bir baskıyla karşılaşmamasına rağmen alışılmış düzene uyduğunu ifade ediyor:
“İllallah ediyorum o makyajı çıkarana kadar. Onca pamuğa suya yazık. Ama insan bu işin formatı bu deyip kalıp kalıp sürüyor suratına.”
Show Tv’nin ana haber sunucusu Pınar Erbaş da gündelik hayatında topuklu ayakkabı giymediğini ve neredeyse hiç makyaj yapmadığını anlatıyor. Makyaj ve saç yapımının kendisi için “bir hayli sıkıcı ve bir an önce bitsin diye baktığı işler” olduğunu söyleyen Erbaş, bununla birlikte her ikisini de iş kostümü olarak benimsediğini ve bu nedenle bir yabancılaşma yaşamadığını ifade ediyor.
Erbaş’a göre, ekranın kadın ve erkeğe farklı davranması toplumda cinsiyetlere biçilen rollerin bir yansıması:
“Erkekler yaş alıyor, yaş aldıkça bilgi birikimi artıyor, ekrandaki ‘duruşu ağırlaşıyor’ vb. Kadınlar ise sadece ‘yaşlanıyor’. Sanırım algı bu. (…) Salt ekran önünde değil, toplum içinde de durum böyle. Kadın, fiziki görünüşünün her santimetrekaresinden sorumlu. Erkek çok daha rahat.”
Erbaş, toplumdaki algı değişmeden ekran önü profillerinin değişmesini olanaklı görmüyor.
Haberin yorumlu ya da yorumsuz sunulmasının kendisi için cinsiyetten çok, ölçüyle ilgili bir mesele olduğunu ifade eden Erbaş, seyircinin de bu konuda kadın ve erkek ayrımı yapmadığını düşündüğünü söylüyor.
“Habere şahsi yorum eklemek bıçak sırtı bir durum. Yerinde, kanaatinde ve objektif sunuma zeval getirmeyecek şekilde olduğu sürece bir geçerliliği var. Aksi takdirde sunduğunuz haberin önüne geçmeye çalışan biri gibi de görünebilirsiniz.”
YouTube ve Periscope üzerinden yayın yapsa da geleneksel medya anlayışına uygun bir yayın anlayışını benimsemiş olan Medyascope’un genç spikerlerinden Gökçe Çiçek Kösedağı ise bu konuda pek iyimser değil:
“Kendi çalıştığım yerde bu konuda olumlu ya da olumsuz bir şeyle karşılaşmadım. Ama eski ana akım medyada kadınların yorum yapmasının istenmediğini, dümdüz hazırlanan metni okumalarının beklendiğini biliyorum. Zaten şu anda televizyon kanallarına baktığımızda bırakın spikerin yorum yapmasını, konuk olarak davet edilen kişiler arasında dahi kadın sayısı çok az. Kadına yönelik şiddeti altı erkeğin tartıştığını bile gördüm.”
Kösedağı da makyaj ve giyim kuşam konusunda Mengü’yle benzer çelişkiler içinde. Medyascope’ta çalıştığı dört yıl boyunca makyaj yapması ya da ceket giymesi yönünde üstlerinden herhangi bir taleple karşılaşmamasına rağmen, toplumda kabul gören güzellik kriterlerine uyum sağlayabilmek amacıyla ten rengini eşitlemek, yüzünü renklendirmek için fondöten ve ruj sürmek durumunda hissettiğini anlatıyor.
Burak Tatari ile birlikte önce yan yana sonra nöbetleşe Güne Bakış’ı sunan Kösedağı, erkek olan meslektaşıyla birlikte çalışma deneyimini şu sözlerle anlatıyor:
“Özellikle medya sektöründe kadınsanız ve bir erkek partnerle çalışıyorsanız, kişiden ve kurumdan bağımsız olarak kesinlikle kendinizi iki kez daha fazla kanıtlamak zorunda hissettiğiniz bir alanda oluyorsunuz.
Mesela aynı soruyu sorma potansiyeliniz olsa da, o soru aklınızdan geçse de, bir konuda aynı nitelikte çalışsanız da, hatta bazen yüzde yüz ondan daha iyi olduğunuza emin olduğunuz konularda bile toplumsal cinsiyet rollerinin dayattığı bu bir adım öne çıkmaya cesaret edememe hali nedeniyle geride kalıyorsunuz. Mesela son iki yıldır nöbetleşe sunuyoruz. Başarımı ekrana tek başıma çıkmaya başladığımda kanıtladığımı düşünüyorum.”
Kösedağı, çalıştığı kurumda, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve ast üst ilişkilerinin kaçınılmaz belirleyiciliğinin diğer kurumlara göre az olduğu görüşünde. Bununla birlikte, bu durumun kendisini var etmek için erkek meslektaşlarına göre daha fazla çabaladığı gerçeğini değiştirmediğinin altını çiziyor:
“Yönetim kademesinde çalışanların büyük çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu hiçbir yer yüzde yüz toplumsal cinsiyet farkındalıklı bir yer olamaz. Ama birçok kadın meslektaşıma göre şanslı olduğumu düşünüyorum. Örneğin birçok kadın eşit işe eşit ücret alamıyor. Ama Medyascope’da aynı işi yaptığım erkek partnerimle hep aynı ücreti aldım, bu konuda hassas bir kurumdayım.”
Kösedağı’nın deneyimi, spiker kadınların yaşadığı başka bir soruna, konuğun yaklaşımının spikerin erkek veya kadın oluşuna göre olan farklılığına işaret ediyor:
“Burak’la birlikte karşısındayız konuğun. Soruyu ben soruyorum. Konuk benim gözlerime bakarak cevap vermiyor, Burak’ın gözlerine bakarak cevap veriyor. Çünkü stüdyoda iktidarı ister istemez bir erkek olarak görüyor.”
Söylediğine göre, feminist ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusuna duyarlı konuklar dahi buna istisna değil:
“Çünkü toplumsal cinsiyet rollerini içselleştirmek dediğimiz şey öyle bir şey ki, isteseniz de istemeseniz de, tüm yaşam tarzınızı bunun karşısında durmak üzere inşa etmediyseniz dışına çıkmanız çok zor.”
Geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine başkaldıran biri olmasına rağmen Kösedağı da bu içselleştirmeden payını almış. Kafasında yarattığı izleyicinin, özellikle spikerliğe ilk başladığı sırada, kendisini hep cinsiyet kimliğinden hareketle eleştirdiğini anlatıyor:
“Aklımdan sıklıkla ‘Burak iyi de Gökçe iyi değil’ şeklinde değil de, ‘erkek iyi ama kadın kötü’ gibi düşünceler geçiyordu. Yani seyircinin aklını okumaya çalışırken, onların cinsiyetlerimize dayalı yorumlar yaptıklarını düşündüğümü fark ediyordum.”
Kösedağı da, Mengü gibi, televizyonda kadınlar açısından “yeni bir şey olmadığı” görüşünde:
“Mimar kadın eskiden şantiyeyi gezmezdi mesela, bu değişti, başka pek çok meslekte kadınlar açısından bir şeyler değişti, ama spikerlikte tarif hâlâ aynı.”
Tarifin değişmese de dönüşmeye başladığı, özel haber televizyonlarının açıldığı dönemden bir isimle, Ceren Kerimoğlu’yla konuştum. 2000 yılında Türk Dil Kurumu’ndan “Türkçe’yi En İyi Kullanan Haber Spikeri” ödülünü alan, NTV’nin eski spikeri Kerimoğlu, kendisinin mesleğe başladığı dönemde “anchor”lığın henüz oturmadığını, spikerlerin cinsiyetinden bağımsız olarak birbirine benzediğini anlatıyor:
“Bize biçilen bir görüntü ve olmamız gereken bir karakter verildi, bu aslında bizden istenen bir formattı. Hepimiz sarışındık mesela, çok fazla makyajlı olmamalıydık. O zamanlar daha çok elimize verilen metni okumamız gerekiyordu, Türkçeyi iyi kullanmamız gerekiyordu. TRT ile özel televizyon mantığının arasında kalıyorduk.”
Kostüm ve makyajın da sunumdaki “yorumsuzluğun” bir parçası olduğunu ifade eden Kerimoğlu bununla birlikte aynı dönemde spiker kadınlar olarak, erkek olan meslektaşlarına göre fiziksel görünümleriyle ilgili çok daha fazla baskıya maruz kaldıklarını anlatıyor:
“Kiloyu koruma, diri cilt, diri görünüm… Erkeklerde bunların hiçbiri yokken bizler buna çok zorlanıyorduk. Kilo alırsanız saatleriniz değişiyordu ki ben bunlardan biriydim çünkü çok zor bir doğum sürecim oldu, hormon tedavisi görmüştüm. Kilo problemim nedeniyle gece bültenine sürüklendim, oysa benden çok daha kilolu bir erkek sunucu rahatlıkla istediği saatlerde haber sunabiliyordu.”
Bu durumun ülkedeki genel eşitsizliğin yansıması olduğunu söyleyen Kerimoğlu, bu eşitsizliğin maaşlara da yansıdığını söylüyor.
Kerimoğlu’nun dönemin NTV sunucularının tümünün sarışın olmasıyla ilgili soruma cevabı da görüştüğüm kadınların makyajla ilgili yaklaşımlarına benziyor:
“Herkese ‘sarışın olun’ denmiyordu ama trend öyleydi diyebilirim. Müdürlerimiz bizi odasına çağırıp sarışın olun demiyordu, ama herkes sarışınken sizin esmer olmanız tuhaf kaçar gibi geliyordu, biraz mahalle baskısı gibiydi yani. (…) Hepimiz öyle bir trende girmiştik, hepimiz belli bir saç rengi ve şekli ile çalışıyorduk.”
NTV’den ayrılmasının ardından Rusya’nın Sesi radyosunda çalışmaya başladığını anlatan Kerimoğlu, 2014 yılında hiçbir gerekçe gösterilmeden arkadaşlarıyla birlikte işten çıkarılmış olmaktan ötürü kırgın:
“Nasıl çıkarıldığımızı anlayamadık. Ne olduğunu anlamadan bir anda kendimizi dışarıda bulduk. (…) Benim işimde amacım örnek bir Türkçe kullanmaktı, bunu çok önemsiyordum. Öyle olunca çok kırıldım açıkçası çünkü yapmaya çalıştığım tek şey buydu benim. Dedim ki madem bu kadar önemsiz bu, o zaman medya da benim için önemsiz.”
Ama bu Kerimoğlu için bir son değil başlangıç olmuş; bugün çok severek yaptığı çocuk kitapları yazma işine bu sayede başlamış. Bugün aynı zamanda İstanbul Dil Akademisi’nde ses-nefes-diksiyon dersleri veren Kerimoğlu’nun hâlihazırda 13 çocuk kitabı bulunuyor, bir yenisi ise hazırlık aşamasında. İlerde spikerliğe dönmeyi düşünüp düşünmediği yönündeki soruma karşılık, bundan sonra habercilikle ilgili bir çalışmaya girişmeyeceğini ama belki çocuklar için internet üzerinden bir program yapmayı düşünebileceğini söylüyor.