NewsLabTurkey Ne Okuyor’dan Herkese Merhaba!
Bu hafta odağımızda Oxford Internet Institute tarafından hazırlanan siber ordu raporu ve öne çıkardığı verileri ele aldım. Maalesef raporda hiç iyi haber yok.
“Ne Okuyoruz” bölümünde ise Avrupa merkezli yeni bir medya girişimi, Forbes’un e-bülten hamlesi, en büyük 100 sosyal platform gibi birçok farklı başlık var.
Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum. Haftaya görüşmek üzere!
—Ahmet A. Sabancı
Bu hafta ne okuduk?
TÜM AVRUPA’YA HİTAP EDEN BİR YAYIN
Her ne kadar Avrupa’yı bir bütün olarak görme eğiliminde olsak da ülkeler ve o ülkelerin medyaları genellikle önceliği kendilerine veriyor ve ABD’ye benzer bir şekilde bir Avrupa yayınından bahsetmek pek mümkün olmuyor. Bu iddiada olan Euronews daha televizyon odaklıyken, Politico Europe ve EUobserver gibi yayınlar ise genellikle AB ve Brüksel siyaseti ile sınırlı kalıyor.
Forum.eu, bu eksiğin farkına vararak Berlin’den yola çıkan bir yayın. Amaçları her gün Avrupa’nın her köşesinden yaptıkları derlemeler ve haberler ile bir bütün olarak Avrupa’nın sorunlarını ve toplumun beklentilerini gündeme taşımak. Siteyi ilk kez ziyaret ettiğinizde karşınıza çıkan “Avrupa’nın demokrasi eksiklerini ancak bir Avrupa kamusal alanı oluşursa çözebiliriz. Gelin bunu birlikte yaratalım!” sloganı da yayının ne kadar büyük bir hedef ile yola çıktığını anlamak için yeterli.
Gelir modeli olarak okur desteğini temel alan Forum.eu, büyük bir enerji ile yola çıktı. Her ne kadar Avrupa’nın medya ekosistemi böyle bir yayının kitselleşmesini ve ekonomik anlamda büyümesini zor bir mücadeleye çevirse de bu girişimin ciddi bir potansiyele sahip olduğunu inkâr edemeyiz.
E-BÜLTEN PİYASASINDA YENİ AKTÖR: FORBES
Forbes’un dijitaldeki macerası aslında oldukça kafa karıştırıcı. Özellikle dışarıdan katkı konusuna giderek daha fazla yüklenmeleri ile birlikte 100 yılı aşkın bir tarihe sahip olan ekonomi yayını, bilgisayar oyunu rehberleri de dahil her şeyi bulabileceğiniz bir web siteye dönüştü. Giderek büyüyen yayın dışarıda aldığını katkıyı artırarak yüzünü devamlı gelişen e-bülten alanına çevirdi.
İlk bakışta Substack’in formatını andıran e-bülten modelleri, aslında ilgi çekici kimi farklılıklara sahip. Örneğin Forbes çatısı altında bülten yayınlamak onların tanıtım, gelir ve editoryal kaynaklarından da faydalanmak anlamına geliyor. Başka bir platformda daha fazla bağımsızlığa sahip olabilirken burada onu yayının editör ekibinden alacağınız destek ile takas ediyorsunuz. Aynı zamanda abonelik ücretlerini Forbes ve yazarlar yarı yarıya paylaşıyor ama bunun yanında sitedeki reklam gelirinden de bir pay alınabiliyor; Substack abonelik ödemelerinden yüzde 10 alıyor ama bunun yanında başka bir gelir kaynağı veya destek sunmuyor.
Bu modelin ne kadar etkili olabileceğini şu aşamada kestirmek zor. Ama daha fazla bağımsızlık isteyen gazetecilerin en büyük sorunu editör ve tanıtım gibi kurumsal yapıların sunduğu desteklerden mahrum kalmak oluyor genellikle. Böyle hibrit bir model bu soruna cevap olabilir, tabii iyi bir şekilde uygulanırsa.
KAFA KARIŞTIRICI GAZETECİLİK
COVID-19 konusunda ne kadar çok yanlış bilgi ve komplo teorisi ile uğraştığımızı tekrar tekrar anlatmaya gerek yok sanırım. Özellikle de komplo teorilerinin cazibesi ile işlerin nasıl çığrından çıkabildiğini sıkça gördüğümüz şu zamanlarda, artık bu konuda daha hassas olmamız gerektiği ortada.
Ne var ki kimi zaman “sorgulayıcı gazetecilik” adı altında yapılan kimi işler bunu unutabiliyor. Geçtiğimiz haftalarda New York Magazine’in kapak yazısı yaptığı “The Lab-Leak Hypothesis” bunun örneklerinden birisi. Yazı COVID-19’un bu virüsler üzerine çalışan laboratuvarlardan birisinden kaza sonucu çıkmış olabileceği ihtimalini inceliyor ama bu konuda elle tutulur bir kanıt sunmak yerine dönüp dolaşıp “bu da gayet olası bir teori” noktasına geri dönüyor. Yazıyı okudukça sürekli “sanırım şimdi kesin bir kanıt verecek” diye bekliyorsunuz ama okuduğunuz binlerce kelime sonunda eliniz boş ve kafanız karışmış bir şekilde kalıyorsunuz.
Elbette bu tarz ihtimalleri ve bir şeylerin üstünün kapatılması olasılığını incelemek gazetecilerin görevlerinden birisi. Fakat bunu uzman olmayan biri, oldukça başarısız bir şekilde yaptığında ve bu bir derginin kapak yazısı olduğunda tehlikeli sınırlarda dolaşmaya başlıyorsunuz. Gazetecilerin ve yayınların topluma karşı sorumluluklarını özellikle böyle konularda ön plana koyması ve bilgilendirmek yerine kafa karıştıran işlere karşı daha katı bir editoryal politika uygulaması gerekiyor.
SOSYAL İNTERNETİN ZİRVESİ
Sosyal medya dediğimiz zaman akla ilk gelen isimler belli: Facebook, Twitter, Instagram, TikTok ve diğerleri. Aslında çoğu zaman, bu sınırlar içerisinde kaldığımız için internetin geri kalanını ve farklı sosyalleşme yollarını gözden kaçırabiliyoruz. Bu da özünde internete yabancı kalmamıza neden olabiliyor.
Knight First Amendment Institute bir süredir devam eden “Mapping Social Media” serilerini, küresel çapta en büyük 100 sosyal platformu ve siteyi listeledikleri bir araştırma ile sonlandırdı. Serinin tamamını okumanızı tavsiye ederim ama sadece bu çalışmadan bile öğrenebileceğimiz çok şey var. Türkiye’den listeye girebilen tek sitenin kizlarsoruyor.com olması ise fazlasıyla ilgi çekici ve üzerine düşünülmesi gereken daha yerel bir detay.
Alakalı: Genel olarak internetteki tekelleşmenin getirdiği sorunlar yalnızca bizim internet algımızı kısıtlamakla sınırlı değil. Giderek büyüyen aktörler kendi aralarındaki gizli anlaşmalar ile piyasadaki yerlerini de sağlamlaştırmaya devam ediyor. Bunun son örneği ise Google ve Facebook arasındaki reklam payı konusundaki gizli anlaşma.
KISA KISA
- Facebook, Trump’a uyguladıkları yasak kararına dair son sözü Oversight Board’a bıraktı.
- Google, Avustralya’nın haber telifi konusundaki yasasına şimdi de arama moturunu kapatma tehditi ile karşılık vermeyi deniyor.
- Bir çalışma, Trump ve destekçilerinin Twitter’dan kovulmasının yanlış bilginin azalmasına katkı sağladığını söylüyor.
- Facebook, insanlara radikal grupları önermeyi durdurma sözü vermişti. The Markup ise bu sözü tutmadıklarını gösterdi.
- The New York Times, üç farklı kıtadaki merkezlerinin nasıl birlikte çalıştığını anlattı.
- Ariana Pekary, haber kanallarındaki panel formatının neden sona ermesi gerektiğini anlatan bir yazı kaleme aldı.
- Biden yönetiminin Kaşıkçı cinayetine dair istihbarat raporlarını halka açması ihtimali var.
- Vox Media’nın podcast cephesinde yaptığı son değişimler beraberinde kimi soruları da getirdi.
- ABD’li ünlü gazeteci Larry King hayatını kaybetti.
Haftanın odağı: Küresel yanlış bilgi endüstrisi
İnternet aracılığıyla yanlış bilginin giderek daha kullanışlı bir hâle gelmesi ve hem politik hem de ekonomik anlamda bir araca dönüşmesi uzun zamandır gündemimizde olan bir konu. Her ne kadar üzerine çok konuşulsa ve çözüm için çaba gösterilse de durum yalnızca daha da kötüye gidiyor gibi görünüyor.
Oxford Internet Institute tarafından yayınlanan “Industrialized Disinformation: 2020 Global Inventory of Organized Social Media Manipulation” başlıklı rapor, küresel olarak geldiğimiz noktayı gözler önüne seriyor.
Raporu genel bir şekilde özetlemek gerekirse giderek daha fazla devlet internet üzerinden propagandanın ve bilgi akışını kontrolün gücünü keşfediyor. Bu gücü kullanmak için ise her türlü yolu ve aracı kullanmaktan da çekinmiyor. Araştırmanın “siber ordu” olarak adlandırdığı bu devlet destekli ekiplerin varlığının tespit edildiği ülke sayısı 81 ve bu ülkeler arasında hemen herkesi görmek mümkün.
Raporda dikkat çeken bir diğer detay da bu siber orduların yapısal olarak girdikleri farklı biçimler. Raporda beş farklı yapısal biçim tanımlanmış: devlet kurumu, politikacı ve siyasi parti ekipleri, özel şirketler, sivil toplum kuruluşları ve fenomenler ile vatandaşlar. Bu çeşitlilik hemen her ülkede görülüyor ve durumun daha da iç karartıcı bir hâle gelmesine neden oluyor.
Elbette kimi kesimler bunu artık bir gereklilik ve hatta ülke savunmasının mecburi bir parçası gibi yorumlamayı tercih etse de aslında karşımızdaki tablo devletlerin genel olarak nasıl tehlikeli bir noktaya doğru bizleri sürüklediğini gösteriyor. Bu kadar yaygın bir şekilde propagandaya odaklanılması, devletlerin kendi vatandaşlarını da tehlikeye atması demek. Onların doğru ve sağlıklı bilgiye ulaşması için güvence sağlaması gereken kurumların enerjisini propagandaya odaklaması, ortalama vatandaşın internette kendisini tüm bunlara karşı korumasını daha da zorlaştırıyor.
Tabii kimsenin bunu görmeye ve değiştirmeye, en azından şu aşamada, niyeti yok. O yüzden de toplumun sağlıklı ve doğru bilgiye ulaşabilmesi ve dijital okuryazarlığını geliştirip eleştirel bir haber edinme alışkanlığı kazanabilmesi için tüm sorumluluk medyaya ve bu alanda çalışan insanlara kalıyor. Her ne kadar zor olsa da insanlara yardım etmekten başka bir seçeneğimiz yok.