1990 yılında TRT Haber’de Genç Haber Bülteni ile muhabirliğe ve spikerliğe başlayan Ünsal Ünlü, 1997 yılında CTV’de editör-spiker, 1999’da NTV’de 10 yıl süresince Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento muhabirliği yaptı. 2009 yılında Habertürk Ankara Temsilciliği görevinde bulunan Ünlü, 2 yıl sonra kendi isteğiyle görevinden ayrılmasının ardından 2013’e kadar TRT Türk’te “Ünsal Ünlü İle Masa” isimli güncel siyaset programını hazırlayıp sundu. Tüm bunların ardından 9 ay boyunca Radyo Avrasya Türk’te hafta içi her sabah “Ankara’dan” isimli canlı yayında siyaset programı sunuculuğu yaptı.
2015 yılının Ağustos ayında “özgür ve bağımsız gazetecilik” yapabilmek amacıyla “‘Patron ne der’ demeden” sloganıyla Periscope yayınlarına başlayan Ünsal Ünlü ile yayınlarını ve gazeteciliği, genel anlamda medyayı, 37 kişiyle başladığı ama şimdilerde günde ortalama 20 bin kişiye ulaşarak devam eden Periscope yayınlarını konuştuk.
Son günlerde çokça konuşulan, Kadri Gürsel’in “profesyonel gazetecilik” açıklamasına ilişkin yorumda da bulunan Ünsal Ünlü, “Gürsel’in yapmaya çalıştığı şeyin, aslında ‘ana akım çoğulculuğu’ adı altında aslında ne ekranda ne gazetede olmayı hak eden bir grup insanla gazetecilik/televizyonculuk faaliyetini bir anlamda aklamak,” olduğunu belirtti.
Seslendirme/dublaj, muhabirlik, spikerlik, Ankara Temsilciliği… Açıkçası, gazeteciliğin (neredeyse) her basamağını 28 sene boyunca sırasıyla tırmanmışsınız. Aslında çok klasik bir sorudur, kendinizi gazetecilik özelinde (muhabir, spiker, televizyoncu) nasıl tanımlarsınız? Ya da sadece “gazeteci” olarak mı tanımlarsınız?
Ben bizim mesleğin temelinin muhabirlik olduğuna ve her zaman onu korumak gerektiğine inanırım. Bu özelliğini kaybeden gazeteci bir işe yaramaz benim gözümde. Hatta o nedenle; sokakta haber kovalamamış, doğrudan masaya oturmuş, köşe yazarı ya da yönetici olmuş ya da ekranda haber sunan kişileri de gazeteci olarak görmem.
[bctt tweet=”Ünsal Ünlü: Çok izleneceğimi biliyor ve kendime güveniyorum” username=”newslabturkey”]“Patron ne der demeden” mottosu ile 2015 yılında Periscope yayınlarınıza başladınız. Peki başlangıç sürecinde aklınızda soru işaretleri var mıydı? Yoksa “deneyip göreceğiz” diyerek mi başladınız? Şu anki yayınlarınızın başlangıcından şimdiki sürecine kadar olan durumunu biraz anlatabilir misiniz?
Aslında aklıma hiç “acaba” demek gelmedi. Ana akım medyadan ayrılma kararı verdiğim andan itibaren bu benim hem A hem de B planımdı. O nedenle başlarken de yayının kendi içinde bir evrim süreci geçireceğini ama bu arada çok izleneceğini biliyordum çünkü başka yapan yoktu ve kendime güveniyordum.
Medyascope tarzında internet televizyonu (konuk alarak, birden fazla program vs.) kurma gibi bir fikriniz oldu mu? Yoksa “tek kişilik yayın” olarak mı devam etmeyi düşünüyorsunuz?
Bu yayın hep tek kişi oldu ve öyle gitmesini istiyorum. Konuklu başka Periscope yayınları yaptım ama sabahki formatımda değil. Çünkü o tamamen bana ait ve başkasının sorumluluğunu alabileceğim bir ortam kurgulamadım. Ayrıca benimle sabah yayına çıkacak kişinin zaten bizim evde kalması gerekiyor çünkü yayında kullandığım oda çalışma odam.
“Ana akım”dan gelen bir gazetecisiniz. Mesela, Noam Chomsky ana akımın anlamını “Ana akım medya, devletin ya da büyük sermaye sahiplerinin büyük miktarda çeşitli kitle iletişim araçları ile büyük miktarda insanı yönlendirmesiyle şekillenen yaygın ve hâkim olan düşünce akımıdır,” ifadeleri ile tanımlıyor. Peki sizin literatürünüzdeki ana akım medyanın tanımı nedir?
Chomsky’nin tanımıyla bir derdim yok ama bu işin sadece teorisini bilen insanların genel yanılgısı içinde olduğunu düşünüyorum. Artık hâkim düşünceyi savunmak için ana akım medyaya ihtiyaç yok ki! Ana akım dışındaki izleyici sayısı da hiç küçümsenemeyecek düzeyde. Bence artık bu kadar katı tanımlar yapmanın zamanı geçti. Pratikte yaşanan durum teoriyi giderek zorluyor. Bizim derdimiz tanım değil, durum olmalı.
Kadri Gürsel’in yaptığı, “Ana akım yaygın medya, çok satan gazete demek değildir. Ana akım medya, sürdürülebilir bir iş modeline oturmuş, bağımsız, gazeteciliğin meslek ilkeleri ve standartlarına asgari düzeyde de olsa, uyum gösteren, onu ölçü alan sesli, çoğulcu bir medyadır,” tanım hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben yanlış anladığımı düşünmüyorum Kadri Gürsel’i. Bu kadar büyük ana akım güzellemelerinden mutlu olmuyorum. Eğer “sürdürülebilir iş modeli” ise sorun mesela, ben 3 yıllık yayın maceramın son 2 yılında böyle bir model oluşturdum. Gazeteciliğin meslek ilkelerine üstelik evrensel düzeyde riayet ediyorum. Ben ana akım mıyım o zaman? İlgisi bile yok. Burada Kadri Gürsel’in yapmaya çalıştığı şey aslını isterseniz “ana akım çoğulculuğu” adı altında aslında ne ekranda ne de gazetede olmayı hak eden bir grup insanla yürütülen gazetecilik/televizyonculuk faaliyetini bir anlamda aklamak. Çoğulculuğu, üstelik bizzat o çoğulculuktan yararlanarak okunan veya izlenen insanlar yok ettikten sonra neden mesela benim 29 yıllık gazeteciliğim “aktivizm” olarak adlandırılıp aşağılanıyor? O insanlara yayınlarımda yer vermediğim için mi? Başkasını bilmem ama kendi yaptığım iş özelinde şunu sonuna kadar savunurum; bağımsız, tarafsız, etik kurallara uyan bir gazetecilik hem de o güzellenen TV ve gazeteler olmadan da pekâlâ mümkün.
Günümüz medyasını ve haberciliğini nasıl buluyorsunuz? Teknolojik gelişmelere ayak uydurulabildiğini düşünüyor musunuz? Zira, uyduramayan kesimin sistematik olarak düşüşte olduğunu görüyoruz…
Habercilik anlamında teknolojik gelişim mesleki gelişimin çok ötesine geçti. Gazeteciliğin temeli olan muhabirlik bizim ülkemizde resmen yok oldu. Artık sadece “aktarıcılar” var. Bu objektiflik falan da getirmiyor üstelik. Gazetecinin hakikate borcu vardır ve böyle bakarsanız da gazeteci taraftır. Oysa bugünün muhabirlerinin birçoğu haberin detayını işini kaybetmemek için aktarmıyor, asıl açıklayıcı soruyu muhatabına sormaktan kaçınıyor. Belki şöyle tarif etmek mümkündür. Futbol oynamayı hâlâ biliyoruz. Artık çok daha iyi toplarımız ve kramponlarımız var ama oyunun ruhu kalmadı…
Patreon haricinde gelir kaynaklarınız neler? Reklam, sponsorlu içerik gibi başka gelir modeli planlarınız var mı?
İnternet siteme reklam alıyorum. Sponsor olmak isteyen şu ana kadar çıkmadı ama ileride olabilir belki. Öyle büyük rakamlar değil hiçbiri ama Patreon’la birleşince geçinebiliyorum.
Bu arada, medyadaki şeffaflığın öne çıkarıldığı günlerde, Patreon’daki aldığınız bağış miktarını gizli tutuyorsunuz. Bunun sebebi nedir?
Başlangıçta açıktı oradan kazancımı gösteren hane ancak sonrasında gizledim. Çünkü, para konusunun bu yayın için belirleyici olmasını yani yaptığım işin ticarete dönmesini istemiyorum. Dediğim gibi, oradan gelen para öyle ahım şahım bir şey değil ve ben de bu nedenle üzerinde tartışma olmasını (olumlu ya da olumsuz anlamda) istemedim. Bunun yerine Patreon tarafından önerilen “toplam destekçi sayısı” hanesini açtım. Hedefim 10 bin kişi. Bunu sağlayabilirsem ciddi bir gelir elde edebilirim ama 3 yılda henüz altı yüz bile olmadı. Olsun, sorun sadece para değil, olmamalı da.
Gazeteciler çoğunlukla haber sitesi ya da şahsi blog kurmayı tercih ediyorlar. Fakat siz video içerik oluşturduğunuz internet üzerinden yayın yapıyorsunuz. Ufak ya da geniş çapta olmasa da şekil olarak sizin gibi video içerik yayını yapan mecra/şahıslardan farkınızın/sizi öne çıkaranın ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Benim yaptığım tarzda yayın yapan kimse yok ki! Ben bire bir televizyonlarda yapılan kuşak tarzı program yapıyorum. Her gün aynı saatte, farklı bölümlerden oluşan ve toplamda minimum 2 saatlik bir yayın. Bu tarz yayını 29 yıl boyunca TRT’den NTV’ye, Habertürk’ten Ankara Radyosu’na kadar birçok yerde yaptım ve aynı mantığı kullanıyorum şu anda yine. 29 yıllık gazeteciyim ve tüm tecrübemle birlikte ekonomi eğitimimi de koyuyorum mesela ortaya. Elimden gelenin, bildiğimin en küçük bir parçasını bile saklamadan. Varsa bir fark buradan kaynaklanıyordur.
Futbol maçları vb gerekçelerle gelen Scope yasakları ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Scope ya da Periscope, adına ne dersek diyelim hâlâ gelişim aşamasında. Bu süreç içinde de kaçak yayıncılıkta kullanılması şaşırtıcı değil. Dolayısıyla mesela bir sezon boyunca liglerin yayın hakkını satın almak için milyonlarca Dolar vermiş bir şirketin kaçak maç yayınını engelletmesi anlaşılabilir bir şey. Bizi asıl ilgilendirmesi gereken genel internet yasakları olmalı.
Instagram TV ya da Snapchat gibi dikey formalar için üretim yapmayı düşünüyor musunuz? Dikey video konusunda ne düşünüyorsunuz?
Çok becerebileceğimi sanmıyorum. Mecra sayısı arttıkça benim gibi tek çalışan insanlar için ekstra yük hatta angarya demek bu. Ben şimdilik bulunduğum mecralarda mutluyum, iyi böyle.
Yeni olarak yapmak istediğiniz ya da yayıncı olarak yayınlarınızda eksik görüp tamamlamak istedikleriniz var mı?
Başta da dediğim gibi bu benim için başarmayı hedeflediğim bir süreç zaten. O nedenle de “şurası eksik, burayı düzeltmeliyim” demek yerine gördüğüm anda hemen değiştirmeyi seçiyorum.
Türkiye’deki okur veya izleyicinin habercinin, gazetecinin tavır almasını beklediği yönünde bir eğilim var. Ama siz aksine “Hayır önemli olan haberi olağanca düz/sade biçimde vermek” mi diyorsunuz? Sizce bu tavır alınması isteğinin sebebi nedir?
Gazetecilikte temel ilke nasıl hakikati en yalın hâliyle aktarmaksa yayıncılıkta da öyledir. İnsanların sizin samimiyetinize inanması gerekir önce. Bu inancı sağladıktan sonra tavır tartışması bence gereksiz. Gazetecinin görevi sokağa çıkıp bağırmak çağırmak değildir ki. Ama eğer siz sokakta bağırıp çağıranları gördüğünüzde, ne olup bittiğine tamamen objektif şekilde ayna tutup izleyiciye, okura iletiyorsanız bence sorun kalmaz. Kaldı ki nüfusa kıyasla neredeyse %4’ün ancak gazete satın aldığı bir ülkede, okurun gazeteciden bir şey talep etmeye çok da hakkı yok aslına bakarsanız. Hakkını kendi arayacağına, gazeteciyi kullanmaya çalışmak dürüstçe değil her şeyden önce…
Takipçi kitlenize baktığınızda yerleşim olarak en çok nerede izleyicinizin olduğu dikkatinizi çekiyor? Yoksa Türkiye özelinde yankı fanusunu aşıp dünyanın her yerinden izlediğinizi mi görüyorsunuz?
Dünya üzerinden 79 ülkeden izleyicim var. Bunu her yayında test etme şansım da oluyor ayrıca. O ülkelerden herhangi birinde yaşanan bir haberle ilgili anında detay alabiliyorum mesela. Bu müthiş bir lüks. Ama yine de şunu söyleyebilirim ki yurt dışında yaşayanlar çok daha ilgili ve dikkatli izleyiciler. Onlar daha objektif bakıp daha net katılım sağlıyorlar.
Kendinizi en çok ifade edebildiğiniz alanın (Twitter, Scope) hangisi olduğunu düşünüyorsunuz ve neden?
Benim yayın saatlerim belli ve sabit. Eğer yayın içinde kullanacağım ve haber anlamında da değerli bir şeyse elbette Scope’ta yapıyorum ama daha spontan gelişen bir durumsa mesela Twitter çok daha kullanışlı.