Türkiye’nin kalbindeki Ankara Gazeteciliğinin dönüşüm hikâyesi gazeteciliğin ne yönde aşındığını anlatıyor. Meclis’te danışman olarak çalışmak zorunda kalan gazetecilerden sonra yönümüzü kariyerinin temeli Ankara iken İstanbul’da çalışmaya başlayan, iki şehrin gazetecilerine çevirdik. Anlattıkları, tek kişinin hakimiyeti büyüdükçe gazetecilik alanının küçüldüğü yönünde. Bunlar aslında duymak istemeyeceğiniz hikâyeler ama kulak verince umut ve mesleği sürdürmek için çalışan insanların da devam eden yer yer konforlu yer yer daha zorlu direnişlerini duyacaksınız. Merkez medyanın çöküşü, basın tarihimizde mecburen yeni bir sayfa açtı. Gelin, tanıklık edin.
“Ankara’dan İstanbul’a” bölümünün açılışını “eski Türkiye’den” bir ses yapacak; Deniz Arman. Usta gazeteci Mehmet Ali Birand’ın çıraklarından olan Deniz’in sesini nicedir herhangi bir televizyonda duymak mümkün değil. Son olarak Kanal D’deki işine 2014 yılında son verildikten sonra bir süre ne yapacağını düşündüyse de sonra aslında bu mesleğin ömrünü tükettiğini, tüm hayatı kaçırmasına neden olduğunu da anlamış. Yine de gazetecilik bitmeyen bir his demiştik, o da bu konuşmamızda bir haber konusu öneriyor; Gazeteciler mesela, toplanan o büyük meblağlardaki bedelli askerlik parasının neye harcandığının haberini yapamaz bu dönemde, ama bu merak edilesi değil mi?
Merak edilesi. Deniz’in anlattıkları bir dönemin kapanışı ve kuşkusuz her bitişin ardından başlayan ve devam eden bir sürecin hikâyesi.
Uzun zamandır sesinizi duymayan herkes için sormak isterim; Umarım iyisinizdir?
Çok teşekkür ederim, iyiyim sizler de iyisiniz umarım. (Gülüşmeler)
Deniz bey kariyerinize baktığımızda 1985’te başlamışsınız gazeteciliğe ve o kadar çok merkez medyada bulunmuşsunuz ki; Milliyet, Show TV, Kanal D, Akşam, HaberTürk, Vatan, Star…En son Kanal D’de idiniz 2014’te… Ve o zamandan beri ekranda ya da medyada değilsiniz. Gazeteciliği bıraktınız mı?
Evet, yani… Bir kere şunu söylememe müsaade et Seçil; o saydıkların eski yerler. Bugün bizi dinleyenler arada Akşam’ın adı geçtiğinde bugünkü haliyle karıştırmasın. Bugünkü Akşam değil mesela o ya da ne bileyim bugünkü HaberTürk, Milliyet değil, bugünkü Show TV değil. Bahsettiğin kariyerimdeki o yerler, mekanlar ya da o sayfalar eski sayfalar. Bugünkü gibi bakılmasın isterim onlara.
O yüzden eski Türkiye diyorum ben bunların her birine konuştuğumuzda…
Eski Türkiye deyimi o kadar yerleşti ki günlük hayata ve siyasete… Yahu eski Türkiye o kadar kötü bir yer değildi onu da söyleyeyim. Eski Türkiye’de çok güzel şeyler de oluyordu ve güzel bir ülkeydi.
Şimdi meslekle olan ilişkiniz nasıl, bütün bunlardan sonra?
Sinirlenmek üzerine… Olan biteni izlemek, okumak ve sinirlenmek üzerine, o kadar yani. (Gülüyor)
Nasıl bu sinir? Nedir sizi sinirlendiren?
Gazetecilik diye bir yer yok… Ben bunu sadece siyaseten de söylemiyorum, yani siyaseten herkesin söylediği şeyleri tekrarlamak da istemiyorum çünkü belli artık iki kutup var, bir siyah bir beyaz var ama ben bunun dışında bir şey söylemek istiyorum; Artık düzgün polis adliye haberleri de yok. Düzgün sağlık haberi de yok. Ben öyle görüyorum. Okunası, takip edilesi, merak edilesi değiller. Düzgün spor sayfası da yok. Bir tek siyaseten Türkiye iki uçlu kutba ayrıldığı için öyle görülüyor ama ben meslek adına, gazetecilik adına başka bir şey söylüyorum.
Merkez medyada, ana akım medyada gazetecilik can çekişiyor, ama küçük medyalarda arkadaşlar mecralarında düzgün gazetecilik yapıyorlar… Ama ana akım medyada gazeteciliğin sağlıklı gitmiyor.
HaberTürk eskisi değil derken, bunu kastediyordunuz…
Evet ve Türkçe filan katlediliyor ben onları kastediyorum. 5N1K’dan, yazım kurallarından geçtim artık Türkçe düzgün kullanılmıyor. Eksik ve vasat kullanılıyor. Daha doğrusu şu hale geldik; Belki hayatın pek çok alanında olduğu gibi tekrar söylüyorum ana akım medyada da vasat geçerli oldu. Halbuki vasat geçerli olmamalıydı. Hep bir seviye yüksek olmalıydı. Eskiden öyleydi. Sen iyisini yapıyorsan onun üzerine çıkılırdı, ama şimdi öyle değil. Bir orta vasat var işte o vasatı tutturursan gidiyorsun. Acı ama mesela Türkiye’de gazete satılmıyor artık, kimse Türkiye’de para verip gazete satın almıyor. O tirajların hepsi yalan ve şişirilmiş. Onların hepsi devlet kurumlarına ya da bir takım şirketlere gösteriliyor ama kimse gidip şurada otobüs durağındaki bayiiden gazete almıyor, çok düşük satışlar. Dergi zaten artık yok. Kimse televizyon da izlemiyor. En başa bağlıyorum, bu durumda böyle bir medyanın içinde olmak ne kadar sağlıklı bilmiyorum o yüzden de yokum.
Özlüyor musunuz?
Tabii.
İmkânınız olsa nasıl bir haber mecrası kurarsınız?
İmkânım var Seçil, bir çok dostum/çevrem de var ama ben artık başka bir hayata geçtiğim için istemiyorum. Kendimle ilgili konuşmayı da pek doğru bulmuyorum ama bir çok yerde bir çok dostum çok da düzgün işler yapıyorlar, hatta onların yanında da yer alabilirim ama ben kendimi çektim.
En son 2014’te Kanal D’de işinize son verildi. Üzüldünüz mü bu yaşanınca? Ne hissettiniz, nasıl bir dönemdi?
Önce şaşkınlıktı ama sonra “Tamam peki böyleymiş” dedim ve sonra bir baktım dışardan ve “Aslında iyi olmuş” dedim. Etrafım da öyle dedi ve sonra da kendimi özlemişim, kendime vakit ayırdım. Çünkü ben çok uzun yıllar boyunca çok çalıştım. Zaten benim mesleğimin tatili, izni yok ama bir de ben özellikle haftasonları ve bayramlarda çalıştım. Mehmet Ali Abinin co-anchor’ı olduğum için, onun olmadığı her gün ben çıkıyordum. Yılbaşı, bayram, haftasonu… Bu tempo yıllarca devam etti. Sonra her şey bittikten sonra baktım ki başka bir yaşantı varmış. O başka yaşantı da benim hoşuma gitti. Bulunduğum çevre de buna müsatti, o çevre de beni sarıp sarmaladı ya da ben özlemişim o hayatı, o çevreyi. Bu şekide de devam ettim.
Anlattıklarınız ilham verici de çünkü şimdi de meslektaşlarımla konuştuğumuz şey bu; Durmadan çalışmanın bir durma yolu olmak zorunda, o ne zaman olur bilmiyoruz. Bir de özellikle sizin olduğunuz dönem merkez medyanın güçlü olduğu, yaptığınız haberlerin duyulduğu da bir zaman ve çok çalışmanızın karşılığı. Bu bir tatmin de gazeteci için…
Tabii. Ben 1994 yılında Yılın Televizyon habercisi ödülünü Uğur Mumcu dosyasının soruşturulmadığını kanıtlayan bir haberle aldım. Nasıl soruşturulmadığını anlattım. Olmayan bir şeyi anlatmak çok zordur, olanı anlatabilrsiniz ama olmayan zordur ve beni meslektaşlarım ödüllendirdi, tamam. Hadi şimdi yapın bakalım? Hadi yapın… Bir kere o kapılardan geçmenize müsade etmezler. O zamanki merkez medyada, 32. Gün’de bunu yaptım. Sonra başka bir yere geçtim ve orada da istediğim gibi yazdım. Sonra zaman geçtikçe baktık ki “Ben yazamıyorum, ben söyleyemiyorum…Ben şuradan geçemiyorum, geçmeme izin verilmiyor.” Bizim mesleğin tarifi budur; Atla çitin üstünden! Eğer çit koyarlarsa çitin üstünden atla denir. E çitin üstünden atlayınca da öbür tarafta cezaevine koyuyorlar. E peki cezaevinde yar, öyle de olmuyor.
Bütün merkez medya, merkez medya özelliğini kaybetti, bütün kapılar kapandı ve zaman geçtikçe, bunu gördükçe benim açımdan gazeteciliğin yapılamaz olduğunu gördüm. Bu işten ayrılınca da benim başka bir çevrem var, yaşadığım yerde çevremle gayet mutlu bir şekilde, bahçemizde yaşıyoruz.
32. Gün bizim için heyecan verici, Birand heyecan verici… Bu muhteşem bir ekol de. Peki oradayen zorlandığınız bir dönem yok muydu? Bahsettiğimiz eski Türkiye’de de medyada her şey gül bahçesi miydi?
Hayır değildi. Biz inanılmaz saldırılara da maruz kaldık. Çok sıkı bir ekiptik ve orada acayip saldırılara maruz kaldık. O kadar ki bir büyüğüm bana telefon edip “Sen her gün şu şu şu yoldan işe gidiyorsun, lütfen artık her gün aynı yoldan gitme” deme gereği duydu ve ben de artık her gün aynı yoldan gitmedim, neyi değiştireceksek?
Şaka değil bu anlatacağım! Ve aynı dönem ve ne kadar saçma bir dönemmiş ki, askerlik süresi 16 aydan 20 aya çıkartıldı hükümet tarafından ve biz de bunun arkasını deştik. Neden böyle bir karar alındığının arkasını deştik, bedelli de yok. Biz bunun dosyasını yayınladık ve biz bu yüzden yargılandık, mahkum olduk. Şaka gibiydi. Bayağı askeri mahkemede yargılandım ben… Hükümet askerlik süresini uzatıyor, bu herkesçe biliniyor. Ben de “Niye bu uzatıldı?” diye dosyasını yapıyorum 32. Gün’de. Şaka maka Mehmet Ali Abim ve kameraman arkadaşımla birlikte yargılandık, 6 ay hapse mahkum olduk, güle oynaya hapse giriyorduk az daha. Sonra Allah’tan Askeri Yargıtay bozdu “Siz deli misiniz, böyle bir karar olabilir mi?” diye. Ama eski Türkiye’de evet askerlik süresinin uzatılmasını haber yapan adam hapse girebiliyordu ama kurtuladabiliyordu, anlatabiliyor muyum? Şimdi bu karar verildiği zaman siz Yargıtay’ın bunu bozup bozamayacağını düşünür müsünüz? Bence tartışılır.
Şu an bir mahkeme kararını bekleme biliyor olmak gibi bir şey neredeyse bir gazeteci için… Şu anda böyle bir haber yapabilirdiniz aslında. Askerlik süresini kurcalamanız çok da bela olmazdı başınıza.
Yoo ben şu an çok merak ediyorum mesela bedelli’den gelen paranın kaçta kaçı nereye gitti, ne oldu ne bitti? Bunu öğrenmenin bir yolu yakınınız olan bir parlamentere gidip bunun soru önergesini verdirtmektir. Verirsin ama arkadaşınız olan o milletvekiline artık cevap gelmiyor ki, öyle bir dönemdeyiz. Şöyle cevaplar geliyor mesela “Bunun yüzde 60’ı uygun bir yere harcanmıştır.” Öğrenemiyorsunuz yani.. Ne yapacaksınız? Ya başka birtakım kaynaklarınızı deneyeceksiniz, ne bileyim emekli bir paşa, konuyla ilgili bir adama ulaşmak deneyebileceğiniz şeylerden değil mi?
Merak edilesi bir şey değil mi bu konu? Cayır cayır bedelli askerlik isteniyor. Bu bedelli askerliğin paraları nerelere gidiyor kardeşim? Az buz para değil… Ama yok, zor.
Sizin Ankara Gazeteciliği döneminiz nasıldı?
Benim dönemim çok küçük yaşlardan itibaren başlar çünkü benim babam çok önemli bir gazeteciydi. Biz Ankaradayken en son, o Hürriyet’in Ankara temsilcisiydi yani 1970’li yıllarda. Ondan sonra biz İstanbul’a geldik ve ben İstanbul’da okudum. Benim bütün küçüklüğüm Ankara’da ve gazeteci bir babanın oğlu olarak doğma büyüme Ankaralı olarak geçti. Dolayısıyla iyi bilirim. Sonradan 32. Gün’le beraber tekrar Ankara’ya dönüp gazetecilik yaptım… Ankara Gazeteciliğiçok keyifli ve matraktor. Rekabeti birz serttir ama dostlukları da çok kadimdir. Ankara’da gazetecilik yapan herkes birbirini atlatmak için yoğun çaba harcar ama aynı zamanda dostlukları çok kadimdir. Ben tüm Ankaralı meslektaşlarımla dostluklarım çok sıkı bir şekilde devam eder. Mesela haber atlatmaya bir örnek vereyim; Rahmetli Özhan Öymen’le Altan Öymen kardeştir. Aynı haberi beraber takip ederlerken, Altan abini telefonun olduğu odaya geçip, müzik çalıp, gürültü yapıp bir yandan da telefonla haber yazdırıp kardeşine haber atlattığını bilirim. Böyle anlatılır Ankara Gazeteciliği, bir efsanedir yani.
Peki İstanbul’a döndükten sonra nasıl iki şehir gazeteciliği arasında nasıl farklar gördünüz?
Ankara’da sabah akşam parlamento derken, siyasilerle berabersiniz, teknotrat ve bürokratlarla berabersiniz. Ankara gazetecisi ile dostluk yapanlar da o haber çıksın diye de dostluk yaparlar. Kazan-kazandır biraz. Seni bir parlamenter ya da Bakan arıyorsa onun da bir derdi vardır, bunu da bilirsiniz, buna göre bir ilişki kurarsınız.
Bu kaynakla ilişkiye getiriyor bizi. Kaynaktan dost olmaz, ama aramasının da bir sebebi vardır…
Aslında çok klişeleştirmek istemiyorum, kaynaktan dost olur çünkü. Niye olmasın ki? Mesela bir polis düşünün, size sürekli bir şey aktarıyor ve bir şey ummuyor. Bir yerden sizinterfi yapamayacağınızı biliyor ama dostluğunuza binaen, oturup kalkmışsınız, yemiş içmişsiniz ya da hemşerisiniz ya da aynı takımı tutuyorsunuz… Siz onun aktardığı dosyaları haber yapıyorsunuz. Bu iyi bir şeydir, iyi bir dostluk da olabilir. (Gülüyor) Dost kaynaktır bu yani.
Şöyle bir şey de vardır; Beni X partiden milletvekili Seçil aradı. Bir şey var ki aradı vardır aklımızda. Onun altından muhakkak bir haber çıkacaktır. Ya da siz ararsınız ve Ankara’da işler biraz daha böyle yürür.
Merkez medyada olduğunuz için mesela haberlere daha kolay ulaştığınızı düşündünüz mü? Şimdi bir gazeteci ne kadar büyürse siyasiler ya da haber kaynakları ona o kadar ulaşmaya çalışıyor. Aynı alanda çalışan üç gazeteciden biri daha ünlüyse haberler ona gidiyor. Bu sizin zamanınızda nasıl kurulmuştu?
Bu çok genel bir konu ama biraz örnekleyerek anlatayım; Evet, haklısın, öyledir. Büyüğe gider haber, daha çok seyredilene, daha çok satana gider ama bir de şöyle bir şey var ki bir de haberin büyüklüğü vardır. Haberi çıkaran sda büyüten de gazetecidir. Kızılay’ın meğerse çadır sattığı haberi siz Hürriyet’te okuyamadınız mesela. Artık başka bir gazeteci ve mecradan okuduk biz haberi. Bugün artık hiçbir ters haberi büyük mecradan biz okuyamayız da zaten.
Kızılay’ın çadır sattığını da okuyamazsınız, oraya yalandan temel atıldığını da okuyamazsınız. Ama 1970’lerin Türkiye’sinde filan böyleydi, eski türkiye’de öyleydi ama şimdi öyle değil. Bir yolsuzluğu duyurmak isteyen bir maliyeci, bir teknotrat elindeki dosyayı en büyük gazeteye aktarırdı, senin dediğin doğruydu ve o zaman küçük gazeteler daha az şanslı olurdu, onlar da acar muhabirlerle işi götürmeye çalışırdı. Ama bu günümüz Türkiye’sinde böyle değil artık. Büyük mecralara büyük reklamlar gidiyor. Onlar da haber istemiyor zaten artık, büyük reklamlar istiyorlar.
2014-2015 yıllarında da benim söylediğim gibi olabildiğini hatırlıyorum, ben BirGün’deydim.
BirGün’ün yaptığı tırnaklarıyla kazıyarak yapmaktı. BirGün’deki gazeteciler kendileri uğraşarak vicdan sahibi bir takım kamı görevlilerini vicdanlarının sesini dinleyerek BirGün’e aktarmalarıyla mümkün oluyordu, yoksa uçarak gelmiyordu haberler.
Söyleyeceğim şu; Aynı haberi takip ettiğim bir gazeteci ile -ki Radikal vardı o dönemde- haber rekabeti içinde olabildiğimiz bir zamandı. BirGün gibi bir gazete ile Doğan Medya’dan bir gazetenin yarışması hissi heyecanlıydı. O haberler Radikal’e giderdi. Yakın bir zamana kadar yaşanabildi ama Doğan Medya’nın da sonunun gelişi ile birlikte gerçekten şimdi olduğumuz yere geldik; Aynılar aynı yerde, farklılar farklı yerde gibi gözüküyor.
Bir gazeteciliği yapmak isteyenler var, kendi başlarına, bağımsız ya da küçük gruplar halinde, bir de “ana akım” medya var.
Ankara Gazeteciliği’nden konuşacak olursak eğer ben mesela akşamları, hele ki bu dönemde televizyon kanallarında 9’dan sonra tartışma programları oluyor ve orada Ankara Gazetecileri çıkıyor. Ben seyredince kimilerine, Ankara’nın şebeke suyuna ilaç katıldığını düşünmeye başladım. Bunlar ne kullanıyor olabilirler?
Tanıyor musunuz peki o kadrolu insanları?
Bazılarını çok şükür tanımıyorum…
Haber izleme alışkanlığınız sürüyor mu peki, o refleksleriniz?
Haber programları ve haberleri izleme alışkanlığım devam ediyor maalesef ama terliğimi değiştirdimi pofidik terlik aldım, öbür türlü çok ekran kırılıyor baya masraflı oluyor. Pofidik terlik çarppıyor sekiyor en azından.
Sevindim siz ve bütçeniz için…
Evet, inanılır gibi değiller gerçekten.
Türkiye yine bir değişimin eşiğinde ve her seçim olduğu gibi bu seçim de çok önemli. Eğer medya dönüşürse siz dönmek ister misiniz?
Sanmıyorum artık.. Teşekkür ederim böyle bir şey sorduğun için ama hakikaten yok. Gerçekten çok memnunum hayatımdan çünkü ben büyük bir şehirin ortasında bir köy hayatı yaşıyorum gibi bir şey ve ben bu hayattan çok memnunum. Öbür türlü bütün sinir sistemimin bundan sonra da bozulacağına eminim. Kendimi dışarı çekince bazı şeyleri dışardan görmek kolaylaşıyor, içindeyken pek göremiyormuşum. Şimdi o dışardan gördüklerimin pek içine girmek istemem, istemiyorum. Kadim dostlarım var meslektaşlarım onlar da, onlarla oturup dertleşiyoruz. Bağım devam ediyor.
Ayrıldıktan ve emekli olduktan sonra da çok fırsat oldu ama ben istemedim çünkü istemedim ki birileri bana dava açsın, ben gideyim mahkemelere, savcılara ifade vereyim… İstemedim. Şimdi oturup tavuk beslemek varken niye tazminatlarla elalemin adamını besleyeyim?
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Enseyi karartmayalım, genç meslektaşlara yola devam diyelim…
Ama bir yere kadar… Tadında bırakmak gerektiğini anlıyorum anlattıklarınızdan…
Evet, ben biraz tadında bıraktım, hatta tadı kaçarken köşesinden döndüm. Şimdi dediğim gibi tavuk besliyorum şehrin göbeğinde.
*Bu söyleşi 30 Mart 2023’te kaydedilmiştir.
** Bu seri için Deniz Arman’a ulaşma fikrini bana veren meslektaşım Emrah Temizkan’a teşekkürler.
Bu serinin diğer bölümleri:
Gazetecilikten Meclis’e I: “Gazeteciliğin tadı ne mecliste vardı ne de sivil toplumda”
Gazetecilikten Meclis’e II: “Meclis’te çalışmak hem şans hem şanssızlık”
Gazetecilikten Meclis’e III: “Gazetecilik yapacaksan yolun Meclis’ten geçmeli”
Gazetecilikten Meclis’e IV: “Asıl gazetecilik iktidar gittiğinde başlayacak”
Ankara’dan İstanbul’a I: “Tavuk beslemek varken niye tazminatlarla elalemin adamını besleyeyim?”
Ankara’dan İstanbul’a VII: “CNN’deki son iki senemde kâbuslarla uyanıyordum”
Ankara’dan İstanbul’a VI: “Siyaset alanının daralması benim için şans oldu”
Ankara’dan İstanbul’a VIII: “Merkez medyanın yıkılması çok iyi oldu”