Gazetecilikten Meclis’e III: “Gazetecilik yapacaksan yolun Meclis’ten geçmeli”

Gazeteciliği bırakıp Meclis’te çalışmaya başlamak her zaman “kötü” olmak zorunda değil. Uygar Gültekin HDP Grubu Basın Danışmanlığı sürecini bir “deneyim” olarak ele alanlardan. Hem çok şey öğrendiğini, hem gazeteciliğini beslediğini hem de mesleği için yeni yollar edindiğini anlatıyor. Yani burası bir “ara durak”. Ona göre bir gazeteci hep gazetecidir. Dolayısıyla uzun gazetecilik yolundaki bu günleri, olsa olsa sadece bir patika olabilir. 

Kimsin sen, bize nasıl anlatırsın kendini? 

2005 yılından bu yana çeşitli ajanslarda gazetecilik yaptım, fotoğraf çektim, editörlük yaptım ve son olarak Agos Gazetesi’ndeydim, 10 yılım orada geçti. Gazeteciliğin mümkün olduğunca mutfak alanlarında çalıştım. 

Ta ki danışmanlık yapmaya başlayana kadar diyebilir miyiz? 

Evet öyle. Hâlâ gazeteci gibi hissederim kendimi. İnsanlar ilk sorduklarında gazeteci olduğumu söylüyorum. 

Kaç yıldır danışmanlık yapıyorsun ve hangi partidesin? 

3 buçuk yıldır Meclis’te ve HDP’nin basın bürosunda danışman olarak çalışıyorum. 

Üç buçuk yıl nasıl geçti Meclis’te? 

Enteresan bir deneyim. Daha önce haber yaptım ama spesifik olarak Ankara Gazeteciliği yapmamıştım, bu açıdan ilginç gelmişti. İstanbul gazeteciliğinde hep dışardan takip edersin Meclis’i ama burada işler biraz daha farklı yürüyor. İstanbul kadar rahat değil bir gazeteci için ama onun dışında hiç fena bir 3 buçuk yıl değildi. 

Uzun bir kısmı zaten insan hayatına az denk gelebilecek pandemi dönemiyle geçti. Meclis’in çalışması, çalışmaması, o süreçte siyasetin yaklaşımı gibi kritik günler geçirdim. Onun dışında son 3 buçuk yılda Türkiye’de de zaten çok hareketli ve çalkantılı giden bir dönem. Pek çok önemli yasal değişikliklerin de olduğu bir dönemi geçirdik. O açıdan siyasetin göbeğinde olmak iyiydi. Meclis’in kendisi pek keyifli değil ama yaptığın iş, durduğun yer itibariyle eğlenceli olabiliyor. 

Gazetecilerin yaptıklarını da takip ettiğin ama işin diğer tarafında olduğun bir süreçtesin… Nasıl bir iş danışmanlık? 

Pratikte bir siyasi partinin basın işlerini yürütüyorum, Meclis’te bir mesaim var. Temel işim HDP’li milletvekillerinin çalışmaları… Basın açıklamaları, Meclis çalışmalarının metinlerinin hazırlanmasından tutun da yayınlarının yapılmasına kadar çokça gazetecilik faaliyetini içinde barındıran bir iş bu. Fotoğraf bul, fotoğrafını çek, metinler yaz, metinlerin konuşulmasını sağla, röportaj vermek istenebiliyor ya da gazetecilerin talepleri olabiliyor, bunlara ilişkin çalış… Genel olarak bir gazetecinin HDP’den talep ettiği pek çok şeyi bulmakla yükümlüsün. İşin temel mantığı bu. 

Gazeteciliği özlüyor musun? Ya da bağını nasıl açıklıyorsun? Kendini gazeteci olarak tanımlıyorsun. Bu kimlikten kurtulmak mı uzun sürüyor yoksa kurtulmaya dair bir niyetin yok mu? 

Bence kurtulmaya gerek yok çünkü ne kadar uzun süre yaptığınla değil de yaptığın işin keyifli olup olmamasıyla ilintili bir şey. Ben iyi bir gazetecilik yaptığımı düşünüyorum ve başımıza bir şey geldiği zaman tekrar gazetecilik yapmaya dönmek isterim. Onun dışında hâlâ burada da “Bundan çok iyi haber olur” dediğimiz şeyler var, benim işimle hiçbir işim olmamasına rağmen “Bunu yazmak gerekiyor” gibi bir refleks oluyor. Gazeteciliğin böyle bir ruh hâli var; Bence bu gazeteciliğin genel doğası ile ilgili. Gazeteci gazetecidir. Dönemsel olarak yolunu değiştirebilirsin, başka yerlerde çalışmak zorunda kalabilirsin… Türkiye’de gazetecilik zaten çok zor. Hem temel özgürlük problemleri, mesleğin itibarsız olması, ekonomik koşulları… Türkiye’deki koşullar bunun sağlayamadığı için bir yere savruluyorsun ama gazeteci gazetecidir. Ben her zaman bunu söylüyorum. Her fırsatta tekrar geri dönmenin yollarını arıyorum… 

Bu ister istemez bir inat hikâyesi de…Kendi kariyerimde de bu var, hep üretmenin çeşitli yollarını aramışım, bu bir alışkanlık. Bu, mesleğin yollarını da aradığın, ne yapacağını düşünmeye devam ettiğin bir sürecin kendisi, ne yapacağını da aramaya devam etmek gibi…Seni bu mesleğini yapma dürtüsünün içinde danışman olmaya iten şey neydi? 

Öncelikle ekonomik kaygılardı. Danışmanlığın koşullarının biraz daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Aynı zamanda Ankara İstanbul’a kıyasla biraz daha küçük, taşra ve hayatın ekonomik olarak daha iyi dönebildiği bir kentti. İkincisi bana enteresan gelmişti Meclis’in içinde olmak. Haberlerini yapıyorsun ama işin mutfağını görmek başka. “Türkiye Meclis’ten yönetilmez ama Türkiye’nin nasıl yönetildiğini Meclis’ten öğrenirsin” tabirine uygun bir hikâyenin sonunda kendimi burada buldum. 

Bu sürecin gazeteciliğine bir katkısı olacağını düşünüyor musun? 

Kesinlikle, kesinlikle… 

Nasıl bir katkı olacak bu? 

Bence gazetecilikte uzun bir mesai harcayacaksan, yıllarını alacaksa, bir noktada yolların Ankara ile kesişmesi lazım. Şimdi çok çeşitli gazetecilik çeşitleri olabiliyor elbette ama ben temel insan hakları, azınlık hakları gibi spesifik alanlarda çalışıp, biraz da güncel politika haberleri yaptığım için Meclis önemli bir durak oldu. Bir işin tam olarak karşı tarafındasın danışmanken. Çok benzer bir iş yapıyorsun ama siyasetin, politikanın tarafında durduğun bir yer. Bilgiyi, veriyi, Meclis’in içerisinde bir veriye nasıl ulaşıp kamusallaştırabileceğini biraz daha fark ettiğin bir yer. Pek çok şeyi Meclis tutanaklarına girdiğin zaman ince bir işçilikle, arşivcilikle bulabiliyorsun ya da bunun yolunu bulabiliyorsun. Türkiye nispeten kapalı bir bürokrasiye sahip; bilgi, veri alamazsın, resmi merciye bir şey sorarsın sana kimse dönmez, bunların nasıl aşılabileceği işin bir boyutu. İkincisi bu siyaset tarafından bakmak da başka bir bakış açısı kazandırıyor meseleye. 

Meslekle bağını koparmazsan doğrudan mesleğine dair yeni bir içgörü katmış oluyorsun. Bütün bu anlattıklarından mesleğe dönmek konusunda umutlu olduğunu anlıyorum. Böyle mi? 

Danışmanlığı sürdürüp sürdürmeyeceğim konusunda emin değilim ama gazeteciliğe dönmeyi her zaman isterim ya da bir yerinden tutmaya çalışırım. Amasra’daki maden faciasından sonra Maden Tetkik Araştırma Enstitüsü ilgili bürokratların Meclis’te daha önce komisyonlarda raporlar verdiklerini, meseleyi anlattıklarını duymuştum. Sonradan tek tek baktım ve tutanaklarda 4-5 ay önce bir Sayıştay yetkilisi gelip Meclis tutanaklarında milletvekillerinin karşısında bu madende iş güvenliği sorunu olduğunu söylemiş. Bunları faciadan önce bir gazetecinin fark edebiliyor olması başka bir sonuca yol açabilirdi. Bütün işimin gücümün gazetecilik olduğu bir dönem daha iyi olabilir buradan ayrıldıktan sonra. En azından kendimi daha rahat hissedebileceğim, tecrübe alanında daha iyi bir noktaya getirebilir. 

Az önce söylediğin şey gazeteciliğe dair bir içgörüyü de barındırıyor bence. Amasra madenindeki bu uyarının daha önce haber yapılması sonucu değiştirebilirdi dedin. Bunu yapan kişi bir Ankara Gazetecisi de olabilirdi, bu herhangi bir gazeteci de olabilirdi ama gazetecilerin de Meclis’le ilişkisinin gittikçe uzaklaştığı bir dönemde olmak belki de böyle şeylerin fark edilmemesine mi sebep? 

Türkiye’de gazeteci-milletvekili, gazeteci-siyaset ilişkisi hep sorunlu. Karşılıklı bir profesyonellik hissedemiyorsun, yapabilen arkadaşlar var tabii ama genel anlamda böyle. Bunu duyan bir milletvekilinin, bu sözün kamusallaşması gerektiğini fark edebiliyor olması gerekiyor. Bunu fark edebilmesinin yolu da iyi bir gazetecilik ve siyasi ilişkisinden geçiyor. Oysa Türkiye’de bunlar çok zor ve zayıf. Ama teknik araçlar da çok fazla. Bir milletvekili Twitter’dan yayına girdiği an bu bir habercilik meselesine de dönmüş oluyor, basın açıklaması yapmış oluyorsun bir noktada ama işte bu karşılıklı ilişki biraz daha nitelikli olsa, milletvekili kendisini kamuya karşı biraz daha sorumlu hissedebilse, gazeteci biraz daha hesap verebilir bir noktada olsa bugün başka şeyleri tartışıyor olabilirdik. 

Senin çalıştığın milletvekillerine böyle bir perspektifi anlatabildiğin onların da uygulayabildiği bir zaman oldu mu? 

Bende HDP’de çalışıyor olmanın avantajı var, danışmanlar açısından bence avantajlı bir yer HDP. Bunları söyleyebildiğin bir merci, alan var hep. Partinin en yetkili isminden danışmanına kadar konuşulabiliyor. Ben buradayken dezenformasyon denen sansür yasası geçti Meclis’ten ve tek tek her madde üzerinde çok çalıştığımı hatırlıyorum, tüm komisyon tutanakları üzerinden çok yoğun mesai harcadık. Gazeteci olduğum için de çok ilgilenmiştim meseleyle, demokratikleşme kısmını saymıyorum bile. Burada olmanın işte böyle bir avantajı var. Bence HDP’nin çevre çeperindeki danışman-milletvekili ilişkisi bu şekilde olabiliyor, ama genel yapısal problemi aşamıyoruz. 

Nedir genel yapısal problem? 

Meclis mekaniğinin Türkiye’deki siyaset mekaniğinin gazeteciye sırt çeviren, soru sormasını istemeyen, gazeteciden kaçan ve “kendi istediği” gazetecinin etrafında olmasını isteyen bir yaklaşım var, bu işte biraz daha sıkıntılı olan şey de bu. 

Bütün partilerde bu sorun var ama; Bu mesafeyi de ayarlayamayan gazeteciler de kaynağıyla başka türlü bir ilişkiye girmek zorunda kalıyor. Dikkatli izleyiciler fark ederler, basın bülteni gibi aynı milletvekillerinin aynı mecralarda nasıl haberlerinin çıktığını, aynı muhabirler tarafından yazılmış haberlerinin olduğunu ya da milletvekilinin parlama yollarının böyle şeylerden geçtiğini görürler. 

Gazetecilikte ekonomik koşullar çok kötü, o aradığın gazeteciliğe ulaşamıyorsun zaten, bazı kapalı kapılar var hele biraz daha iyi gazetecilik yapmak istediğinde işler daha çok zorlaşıyor. Ama bunu böyle yapmayan gazeteciler açısından, “kolaya kaçan” gazeteciler açısından da bu ilişkiyi böyle kurmak zorunda değil. Kendi itibarını gazeteci kendisi korumak zorunda. İlk burada başlar iş, o yüzden gazetecilerin siyasetle olan ilişkisinde kendisini ya da haberi merkeze alabileceği başka bir ilişki biçimi kurması gerekiyor. 

HDP kapatılmak istenen bir parti. Bu sana ne hissettiriyor? 

Türkiye’de böyle şeyler oldu zaten, çok fazla siyasi parti de kapatıldı çok fazla gazete kapatıldı, gazeteci tutuklandı. Siyaset olduğu sürece bu hikâye devam eder; HDP olur, başkası olmaz… Elbette çok şey kaybettirir siyasete, elbette çok üzülürüm. HDP gibi Türkiye siyasetinde nadir bulabileceğimiz partinin antidemoratik bir sürecin sonunda kapatılması kötü olabilir ama enseyi karartmamak lazım derler ya elbet bir yerde bu hikâye devam eder. Ne siyaset yapmanın, ne gazetecilik yapmanın koşullarını tamamen ortadan kaldıramazlar. O yüzden çok da endişeli değilim ben…


Bu serinin diğer bölümleri:

Gazetecilikten Meclis’e I: “Gazeteciliğin tadı ne mecliste vardı ne de sivil toplumda”

Gazetecilikten Meclis’e II: “Meclis’te çalışmak hem şans hem şanssızlık”

Gazetecilikten Meclis’e IV: “Asıl gazetecilik iktidar gittiğinde başlayacak”

Yazar hakkında

Seçil Türkkan

BirGün Gazetesi, Açık Radyo ve Teyit gibi mecralarda editör, muhabir, program yapımcısı, yazar olarak çalıştı. Diken, K24, Atlas, Ot Dergi, 1+1 Express, NewsLabTurkey ve günlük haber bülteni Kapsül’de yazıları yayınlandı. Açık Radyo için 2016’daki sokağa çıkma yasakları sırasında şehirdeki gündelik hayatın akışını merkeze alan “Yasaklı Şehirlerden Sesler”, Soma maden katliamı davası ve katliam sonrasında ilçedeki günlük hayatın gidişatını “Soma Nöbeti: Ay’ın 13’ü”, gıda güvenliği ve güvencesi üzerine notları akademisyen Bülent Şık’la birlikte “Açık Sofra”, Türkiye’de medya ve nefret söylemi konusunu “Balık Gözü” isimli programlarda ele aldı, hazırladı, sundu. Açık Dergi ekibindeydi. Medyapod isimli bağımsız podcast ağının kurucularından biri. Türkiye’yi protestolar üzerinden dinleyen podcast Devam Filmi’nin sunucu ve yapımcısı. Mart 2023’te İletişim Yayınları’ndan “Seçim Güvenliği İçin Sandıkları Korumak - Müşahitler Anlatıyor” isimli kitabı yayımlandı.