Multimedya haber merkezi: The Guardian örneği

ABD Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın (NSA) kişi ve kurumları nasıl izlediğini ifşa eden eski kurum çalışanı Edward Snowden’ın sızıntılarını haberleştirerek The Washington Post gazetesi ile birlikte Pulitzer ödülünü aldılar. Siyasetçi, iş insanı ve şöhreti servet getiren isimlerin ülke dışındaki vergi cennetlerine paralarını nasıl kaçırdıklarını ortaya seren “Panama Belgeleri” sızıntısını gündeme taşıyarak uluslararası sızıntı haberciliğindeki rollerini pekiştirdiler (Türkiye’de o dönem Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışan Pelin Ünker’in bu araştırmanın Türkiye ayağını yürüttüğünü ve haberleştirdiğini de belirtmek gerekir). “Sızıntı haberciliği”, “veri gazeteciliği” denince akla gelen ilk medya kuruluşlarından biri hâline geldiler. Başka bir yazının konusu olabilecek bağımsız yönetim yapısı, habercilik kimliklerine de damga vurdu ve bir süre öncesine kadar iflas etmek üzere olan bir gazete olmaktan kurtulup, son üç yılda dünyada 1 milyon kişinin abonelik, bağış ve üyelik ile desteklediği uluslararası haberciliğin önde gelen markalarından birine ve saygın bir kimliğe sahip büyük bir medya grubuna dönüştüler.

The Guardian medya grubunda çalışan haberciler için çalıştıkları mecrayı tanımlamak, en az dışarıdakilerin bu “haber üretim fabrikası”nı adlandırmaları kadar güç. The Guardian’ı hâlâ geleneksel kültürüne (ve bu kültürün haberciliğe kattığı ve dayattığı yaklaşım ve alışkanlıklara) atıfla “gazete” olarak tanımlayan deneyimli muhabirlerin yanı sıra, çalıştığı kurumu “dijital haber platformu” olarak ananların sayısı da azımsanmayacak ölçüde. Dünyada benzeri şekilde, ürünlerini farklı mecralarda, farklı kesimlere, farklı şekillerde dağıtmak için yeni bir model çerçevesinde örgütlenmeye başlayan geleneksel habercilik markalarının en başarılı örneklerinden biri olan The Guardian’da yapılanı tanımlamak basit: “Gazetecilik” ya da daha geniş bir deyişle “habercilik”. Mecrayı haber tüketicileri gözünden tanımlamak için ise geleneksel kavramlar çok da işe yaramıyor. Bazıları için bir gazete, bazıları için bir web sayfası, bazıları için bir akıllı telefon uygulaması, bazıları için ise bir Instagram hesabı, hatta bir Youtube kanalı. Bu haber fabrikası bir yandan ulusal ve uluslararası gündemi belirleme iddiasını canlı tutmaya çalışırken, diğer yandan da tüm bu farklı mecralara yönelik özgün ürün ortaya koyabilme çabasında. Bu yazıda kurumda yeni medya anlayışıyla örgütlenmiş birçok birimden ikisi: görsel habercilik ve video habercilik birimleri mercek altına alınacak.

“Biz anlatmak yerine gösteririz”

Kendilerini görsel düşünen haberciler olarak tanımlıyorlar. Hazırladıkları içerikler öncelikle internet için tasarlanıyor. Gerektiğinde aralarından bazıları seçilerek ya birebir ya da ortama uygun küçük ayarlarlamalarla, basılı mecraya aktarılıyor. Her ne kadar çoğunun geçmişinde grafik ya da animasyon programlarını kullanmalarını sağlayacak bir eğitim ya da deneyim olsa da grafiker olarak değil, gazeteci olarak tanımlanmayı tercih ediyorlar ve “Biz bir hikâyeyi anlatmak yerine gösteririz,” diyorlar. Buraya kadar kısaca tanımlanan The Guardian görsel gazetecilik biriminde 20 kişi çalışıyor. Dört yıl önce, iki farklı birimin, grafik ve interaktif takımın birleşmesiyle kurulmuş. Ekipte çalışanlar Illustrator, Photoshop, Indesign gibi yazılımlara hâkim, D3, html bilgisi ve basit kodlama yetenekleri olan habercilerden oluşuyor. Elbette herkes tüm bu yazılımları kullanmak/bilmek zorunda değil. Her fırsatta bunun bir ekip çalışması olduğu vurgulanıyor. Farklı haberler, farklı zamanlama stratejileri, farklı ihtiyaçlar için farklı görsel projeler üretiliyor. Büyük spor olayları (örn. Dünya Kupası) ya da siyasi olaylar (örn. ABD senato seçimleri) için yıllık planlama yapılıyor. Örneğin, ABD’deki seçimler için hazırlanan proje için çalışmaya tam 7 ay önce başlanmış. Seçimlerden sonraki hafta, sayfanın 6 milyon tekil kullanıcı tarafından ziyaret edildiği belirtiliyor. İnteraktif içerikleri hazırlamak, sabit görsellere göre daha çok zaman gerektirdiği için hızla yayına yetiştirilecek içeriklerde bu tercih edilmiyor. Sabit bir grafiği hazırlamak bazen dakikalar alırken, okuyucu etkileşimine olanak sağlayan sayfalar kodlama gerektirdiğinden bir hafta, on günde hazırlanabiliyor. Kimi zaman bir proje için çekilen fotoğrafların geleneksel şekilde değerlendirilmesine yönelik, kimi zaman da arşivden ve açık kaynaklardan bulunan görselleri gelenekselin biraz dışında anlatım yöntemleri geliştirerek sunuyorlar. Karmaşık konuları sade bir biçimde okuyuculara aktarabilmek için gündelik hayat dinamiklerinden beslenen yeni görsel taktikler üzerine yoğunlaşılarak çalışılıyor. Çoğu kişinin haber alma ihtiyacını artık akıllı telefonlarda karşıladığı düşünülünce “scrollytelling” olarak anılan, kaydırma hareketine uyarlanmış görsel anlatım biçimlerine uygun içerikler de değerlendiriliyor.

Görsel gazeteciliği en iyi görsellikle uğraşanların yapabileceği anlayışı uyarınca, birimdekilerin kendi gündemlerini önerebilmek gibi bir hiyerarşik ilişkisi var haber merkezi yöneticileriyle. Yani salt başka muhabir ve editörlerin haberlerini “güzelleştiren”, yazılan haberleri süsleyerek reyting (tık sayısı) artıracak grafikerler olarak çalışmıyorlar. Elbette diğer birimlerin ihtiyaçları için çalışmak da iş tanımlarının bir parçası, ancak haber toplantılarına katılıp kendi gündemlerini sunarak medya grubuna önemli bir içerik katkısında bulunuyorlar. Görsel haber birimi için sayılar, mekânlar, zaman akışı ve karşılaştırma içeren herhangi bir öykü, potansiyel bir haber projesi konusu zira.

“Önce sesçi, ardından prodüktör, son olarak da kameraman gitti…”

…Ve en sona VJ (video journalist), Türkçe deyişle, tek başına bir video haberci kaldı. Sadece televizyon ekiplerinin örgütlenme ve işbirliği yöntemleri değil, haber dili de dijital mecrada yeniden tanımlandı. Orta ölçekli bir TV kanalında olduğu gibi, yaklaşık yirmi kişinin istihdam edildiği The Guardian video birimi 11 yaşında. Birimde çalışan yaklaşık 20 kişi var: Ajanslardan gelen görüntüleri basit kaba bir kurguyla internet ve sosyal medyada “son dakika” olarak yayına yetiştirenler; sadece sosyal medya mecraları için görsel içerik üretenler; haber, dosya haber ya da belgesel üzerine çalışanlar… Son gruptakiler, kamera ve mikrofon setlerini alıp tek başlarına haber neredeyse oraya giden video haberciler. The Guardian ofisinde tanıştığımız John Domokos bu isimlerden biri. Kariyerine televizyonlarda saha prodüktörlüğü yaparak başlamış. “Ardından tenkisatlar başladı,” diyor. “Önce sesçiyi işten çıkardılar, ardından muhabir gelip kamera kullanıp kullanamayacağımı sordu, bir süre sonra muhabirliği de kendim yapmaya başladım,” şeklinde anlatıyor hikâyesini. “Tek kişilik ekiplerin” sayısı dünyada artıyor. Domokos’a göre tek kişi çalışmak –eğer dikkatli ve özenli davranılırsa – kalabalık TV ekiplerine göre daha hızlı davranmaya ve insanlarla daha doğal ilişkiler geliştirebilmeye olanak tanıyor. Elbette böylesi bir tarzda televizyon haberciliğinin sabit ve mesafeli bakışı sıklıkla terk ediliyor. İstisnai durumlar dışında tripod (kamera ayağı) kullanılmıyor; hareketli kamera gelişen olayları kıyısından değil, içinden aktarıyor. Dijital çağın görsel dili, “sabırsız” Youtube ve Instagram takipçileri için muhalif bir duruşla yeniden üretiliyor. Domokos kendini bir gazeteci olarak tanımlasa da filmlerini bilgilendirici olduğu kadar duyguları da provoke eden bir anlatım biçimi olarak değerlendiriyor. “Tüm kavramsal tartışmayı haber paketi içine sıkıştırmaya çalışmıyorum, video akıp giden olayı nasıl aktarabilecekse öyle davranıyorum,” diyor. Ona göre tarafsızlık ve nesnellik videonun içine yerleştirileceği internet sayfasında bir bütün olarak sağlanmalı. Bilgilendirici grafikleri, resmi ağızların açıklamalarını, destekleyen ve karşı çıkan bağlamından kopuk “sade vatandaş röportajlarını” içeren TV haber paketlerini kıyasıya eleştiriyor. Musul’dan kaçan bir mülteci ailenin yolculukları sırasında kaybettikleri kedilerine yeniden kavuştukları “sosyal mesaj taşıyan kedi videosu” 400 binden fazla izlenmiş Youtube’da. Kendisini de öykünün içine dahil ettiği ve mültecilerin Macaristan’dan Avusturya’ya günler süren yürüyüşünü anlattığı “we walk together” videosu aslında anlayışını net bir biçimde yansıtıyor. Bu videoları izleyenlere en baştan “biz burada mültecilerin yanındayız” mesajı veriliyor. Burada dengeyi sağlamak dijital sayfayı hazırlayan editöre kalıyor. Bir gazetecinin bir konuya taraf olmasını “En azından saklı biçimde yapılmadığı ve açıkça belirtildiği sürece bence kabul edilebilir, tarafsız olduklarını söyleyenler genellikle taraflarını gizliyorlar,” sözüyle değerlendiriyor. Ancak yola çıkarken ön yargılı olmadıklarını, sokaktaki tanıklıklarının fikirlerini değiştirmesine izin verdiklerini söylüyor. Yayınlandığında siyaset programı tabularını altüst eden “Anywhere but Westminster” serisi için çalıştıkları sırada diğer çoğu gazetecinin ihtimal vermediği Brexit ve Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi liderliğine seçilmesi gibi “sürprizlerin” kokusunu sokakta aldıklarını belirtiyor.

The Guardian 5 farklı video türüyle Web, YouTube ve Instagram üzerinden izleyiciyle buluşuyor: “Son dakika”: Süresi yaklaşık bir dakika olan, basit kurgulanmış, gösterilmesi gerekeni göstermekle yetinen, genellikle haber metinlerinin içine yerleştirilen parçalar –ki web izlenme trafiğinin çoğu bunlar üzerinden sağlanıyor; “Açıklayıcı videolar”: 5-6 dakika uzunluğunda, arşiv, güncel çekim, grafik ve animasyon içerebilen, bir konuyu (örn. Brexit) derinlemesine ele alan, kolaylıkla güncelliğini yitirmeyecek şekilde tasarlanan ve yaklaşık 1 haftada hazırlanan parçalar; “Sosyal Video”: Kısa (en fazla 3 dk.), farklı yaş grupları ve toplumsal kesimlere hitap edebilecek içerikte, basit ve eğlenceli, paylaşımı tetikleyici ve insanların bağ kurabileceği ancak yine de belli seviyede gazetecilik derdi taşıyan videolar; “Haber dosyaları”: 5 ila 15 dakika uzunluğunda, sıcak haber olmayan, bir konuyu, genellikle ondan etkilenen insanların öykülerini öne çıkararak ele alan paketler; “Belgeseller”: Süresi yarım saate çıkabilen, haber üretim döngüsü dışında, haberle ilgilenmeyenlerin bile potansiyel izleyici olarak görüldüğü, dramatik yapısı sağlam, üretimi aylar hatta belki de yıllar alan ve genellikle “freelance” üretilip dışarıdan fonlanan yapımlar.

The Guardian, söz konusu video haber olunca BBC gibi, her yere en hızlı ulaşan ve yaygın haberci ağlarıyla dünya çapında haber ve yayın atlatabilen kuruluşlarla rekabet edemeyeceğinin farkında. Ancak bir konu hakkında daha kapsamlı olmasa bile daha “içeriden” bir bakış ihtiyacı duyan, resmi görüşlere karnı tok ve sermaye gruplarına bağlı kanalların mikrofonlarının sağırlaştığı sesleri duymak isteyenleri hedefleyerek, ve onlara gündeme dair ama aceleci olmayan yapımlar sunarak kendine ait bir izleyici alanı yaratmış gözüküyor.


Bu yazı Kasım 2018’de The Guardian Foundation ve NewsLabTurkey’in davetlisi olarak gittiğimiz The Guardian eğitiminin bir çıktısı olarak hazırlanmıştır.

Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
İlginizi çekebilir