Sorun yapay zekâda değil, onu kullananlarda

Bu haftanın anahtar kelimeleri: The Sun, The Athletic, AİHM, Hollywood.

İnsansı ve sevimli görünüme sahip bir robotun hafif yukarıda duran kameraya bakarken çekilmiş bir fotoğrafına karanlık ve dramatik bir efekt uygulanmış.

n okuyoruz| Bültenden Herkese Merhaba!

Bu haftanın odağında Hollywood’daki grevler ve diğer gelişmeler üzerinden yapay zekâ konusunda nasıl toplumun yanıltıldığı ve ortaya çıkan sorunların asıl sorumlularının suçu teknolojiye attıkları var.

“Ne Okuduk” bölümünde NYT’nin spor masasını kapatması, İngiltere medyasındaki gerçek dışı skandal, unutulma hakkının kötüye kullanımı ve daha fazlası var.

Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum.

Haftaya görüşmek üzere!

—Ahmet Alphan Sabancı

İngiltere'de bir çift katlı otobüsün üzerine The Sun gazetesinin logosu ve sloganı ile website adresinin olduğu bir reklam giydirmesi yapılmış.
Wikimedia Commons

Bu hafta ne okuduk?

The Athletic Sahibinin Spor Masasını Devirdi

2017 yılında kurulan dijital spor yayını The Athletic, oldukça iddialı bir şekilde yayın hayatına başlamış ve kısa sürede dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Bu iddialılık “ülkedeki tüm yerel gazetelerinin spor masaları tükenecek ve geriye biz kalacağız” seviyesinde açıklamalara da sebep olmuştu.

New York Times’ın The Athletic’i satın almasıyla birlikte herkes bu yayının iddiasının ve ABD’deki spor medyası üzerindeki etkisinin de katlanarak büyümesini bekliyordu. Fakat The Athletic’in devirdiği ve yerine geçtiği ilk spor masası hiç beklenmeyen bir yerde, New York Times’da oldu. Gazete yaptığı açıklama ile kendi spor masasını kapattığını ve yerine The Athletic ekibinin ürettiği haber ve içerikleri kullanacağını duyurdu.

Her ne kadar özellikle NYT’nin spor masasında çalışan ve çalışmış isimler için şaşırtıcı ve üzücü bir gelişme olsa da bunun çok da beklenmedik bir hamle olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta NYT’nin amacı bir medya devi olmak ve bu noktada hem kendi içlerinde hem de ayrı bir yayında benzer işleri yaparak enerjilerini boşa harcamak istemiyorlar. Ayrıca bu gelişmeyle birlikte sadece NYT aboneliği seçeneğinin daha az promosyonunu yapıp paket aboneliklere ağırlık vereceklerini söylemeleri de bu yaklaşımın bir diğer işareti.

İngiliz Tabloidlerinin Uydurduğu Kriz

Geçtiğimiz günlerde İngiliz medyasının büyük bir kısmı içeriden bir krizle uğraşmakla meşguldü. Ülkenin en büyük tabloid gazetelerinden The Sun, isim vermeden yayınladığı haberde BBC’nin önde gelen sunucularından birisinin şu anda 20 yaşında olan bir genç kadına uzun zamandır özel fotoğrafları için para verdiğini iddia etti. Bir anda İngiliz basını habere atladı ve olay çığrından çıktı.

Ancak kısa süre sonra ortaya çıkan detaylar haberin altının ne kadar boş olduğunu ve skandal haber uğruna The Sun’ın nasıl bir zarar verdiğini ortaya çıkardı. Haberde bahsi geçen kadın, avukatları aracılığıyla olayı yalanladı ve gazetenin de bu yalanlamadan haberi olduğunu söyledi. İsmi verilmeyen BBC sunucusunun da Huw Edwards olduğunu eşinin bu olay sebebiyle Edwards’ın yaşadığı psikolojik sorunlar yüzünden hastaneye kaldırıldığını da söyleyen açıklamasıyla öğrendik. BBC’nin içeride gerçekleştirdiği soruşturma devam etse de polis kendi soruşturmasında herhangi bir suç unsuru bulamadığını açıkladı.

Bu olay bir kez daha İngiltere’deki tabloid gazeteciliğinin ne kadar agresif ve zararlı olabileceğini bizlere gösterdi. Ayrıca The Guardian’ın yayınladığı editör yazısında da belirttiği gibi, medyanın geri kalanının da olayın büyümesinde ve daha fazla zarar vermesinde payı var. Zor bir ihtimal ama belki İngilizler bu sefer bundan bir ders çıkartıp daha dikkatli olmak için çaba gösterir.

Martinez Zogo Cinayetinin Arkasındaki Gizem

1982 yılından bu yana aynı lider tarafından yönetilen Kamerun, bu politik ortamın getirebileceği her türlü sorunu yaşayan bir ülke. Yolsuzluk, politik gücün kötüye kullanımı ve sürekli baskı ve saldırı altında olan bir medya gibi. 

Ocak ayının sonunda bir radyoda çalışan gazeteci Martinez Zogo’nun beş gün boyunca ortadan kaybolduktan sonra cesedinin başkentin dışında bir yerde bulunması ve ardından yaşananlar ülkedeki politik dinamiklerin ve bunun gazeteciler için nasıl bir ortam yarattığını herkese gösteren bir örnek oldu. Polis çok hızlı bir şekilde cinayetin sorumlusu olarak ülkenin önde gelen medya patronlarından ve yükselişteki politik aktörlerinden birisi olan Jean-Pierre Amougou Belinga’yı tutukladı.

The Guardian’ın yayınladığı ve Afrika’da gazeteciliğin durumuna dair geniş çaplı bir projenin parçası olan dosya hem Zogo’nun öldürülmesinin arkasında yatan gizemi hem de ülkedeki politik yolsuzluğun geldiği noktayı kapsamlı bir şekilde anlatıyor. Zogo’nun öldürülmesinin arkasında Belinga’yı yolsuzlukla suçlaması gösterilse de dosya aslında Zogo’nun uzun süredir takip ettiği ülkedeki yolsuzluğa dair kapsamlı araştırmasını da sürdürmeyi ve yarım kalan işini tamamlamayı amaçlıyor.

AİHM’den Tehlikeli Unutulma Hakkı Kararı

Avrupa Birliği’nin internette kişilerin özel hayatlarını korumasına yardımcı olma amacıyla tanıdığı unutulma hakkı, yürürlüğe girdiği dönemden bu yana tartışmalara sebep olmaya devam ediyor. Özellikle bu hakkın veya bundan esinlenerek başka ülkelerde yazılan yasaların kötüye kullanımı bu tartışmaların ana konusu.

Ancak AİHM’nin Belçika’daki Le Soir gazetesiyle bir doktor arasındaki davada verdiği karar, bu hakkın kötüye kullanımı için yeni bir alan açtı. 2008 yılında Le Soir gazetesinin arşivlerini dijitalleştirip herkese açık bir şekilde sunmasıyla doktorun 1994 yılında sebep olduğu ve suçlu bulunduğu bir trafik kazasının da haberi internette erişilebilir oldu. Bunun üzerine doktor 2010 yılında gazeteye bu hakkı kullanarak bir dava açtı ve haberin ya da haberden isminin kaldırılmasını talep etti. Uzun yıllar süren ve Avrupa’dan birçok gazetenin de müdahil olduğu davanın sonunda AİHM doktoru haklı bularak haberin anonimleştirilmesine karar verdi

Konuyla alakalı birçok kurum ve kişi bu karara tepki gösterdi ve haberlerin yeniden yazılmasını istemenin tarihe müdahalenin önünü açacağını söyledi. Eğer bu kararda bir değişiklik yaşanmazsa, bunu örnek göstererek hem Avrupa’da hem de diğer ülkelerde çok daha fazlasının yapılacağından şüphem yok.

Kısa Kısa

✒️ Microsoft Office, uzun bir süredir kullandığı varsayılan fontu Calibri’nin yerine Aptos’u getiriyor.

💰 CEO Justin Smith’e göre Semafor ilk yılında kâr etmeye başlayabilir.

🇪🇺 Guardian önümüzdeki sonbaharda dijital olarak Avrupa edisyonu yayınlamaya başlayacak.

🇺🇸 LA Times, Los Angeles nüfusunun neredeyse yüzde ellisini oluşturan Latinler için De Los isimli özel bir versiyon yayınlamaya başladı.

😡 Vice iflas edip birçok çalışanını işsiz bıraksa da CEO Shane Smith yıllık 8 milyon dolar maaşla çalışmaya devam edecek.

📊 İngiliz The Times gazetesinin yıllardır tutarsız ve yanlış finansal veriler yayınladığı ortaya çıktı.

İnsansı ve sevimli görünüme sahip bir robotun hafif yukarıda duran kameraya bakarken çekilmiş bir fotoğrafına karanlık ve dramatik bir efekt uygulanmış.

Haftanın odağı: Sorun yapay zekâda değil, onu kullananlarda

2023 yılı başladığından bu yana neredeyse yapay zekâ kavramını veya o isim altında anılan teknolojileri tartışmadığımız bir hafta geçirmedik. Genellikle de bu tartışmaların eksenini ya bu teknolojileri nasıl kullanabileceğimiz ya da bunların yaptığımız işler üzerinde nasıl etkileri olacağı belirliyor.

Her ne kadar bu araçlara yazdırılan yanlışlarla dolu yazılar veya AP’nin OpenAI ile içerik ortaklığı imzalaması gibi doğrudan örnekler üzerine konuşmak daha cazip olsa da, bu teknolojinin nasıl ve kimler tarafından kullanıldığına dair tartışmalar uzun vadede bizler için daha büyük bir önem taşıyor. Bu yüzden özellikle geçtiğimiz haftalarda bu konuda yaşanan bazı gelişmeleri daha derin bir şekilde ele almakta fayda var.

Bunlardan ilki Sarah Silverman gibi ünlü isimlerin de yer aldığı bir grup yazarın, ChatGPT’nin eğitimi için eserlerinin izinsiz kullanımına yönelik açtıkları telif davası. Her ne kadar işin yasal boyutuna baktığımızda bu durumu bir telif hakkı ihlali olarak tanımlamak zor görünse de bu teknolojileri geliştiren şirketlerin ellerine geçen her veriyi izinsiz bir şekilde kullanıyor olmasının hem bu eserleri üretenlerin hakları hem de bu teknolojilerin eğitiminde kullanılan verilerin denetimsizliği gibi birçok farklı ve yeni soruna kapı açtığı bir gerçek.

İkinci büyük gelişme ise Hollywood’da geçtiğimiz bahar aylarında başlayan ve hafta içerisinde giderek büyüyen grevler. Önce yapım şirketleri için çalışan yazarların başlattığı, şimdi de oyuncuların katıldığı grevin temel talepleri daha iyi çalışma şartları ve daha adil bir gelir olsa da yapay zekâ araçları da konunun bir parçası. Hem yazarlar hem de oyuncular, yapım şirketlerinin bu teknolojileri eğitmek için kendi üretimlerini onların izni ve kontrolü olmadan kullanmak istiyor ve her iki grup da buna karşı çıkıyor.

Bu örneklerde ve alakalı diğer tartışmalarda çoğu kişinin gözardı ettiği nokta, tartışmanın aslında teknolojinin kendisiyle alakalı olmaması. İtirazların ve eleştirilerin arkasındaki gerekçelerin hepsi belirli kişi ve kurumların bu teknolojileri bir aracı olarak kullanıp başka insanların haklarını elinden almayı ve onların ürettikleri iş üzerindeki kontrolünü ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Yani Hollywood’daki yapım şirketlerinin patronlarından bu teknolojileri geliştiren şirketlerin CEO’larına kadar hepsinin asıl amacı insanların emeğini daha fazla sömürmek ve daha fazla kâr elde etmek.

Bunun en açık örneğini yapım şirketlerini temsil eden grubun görüşmelerinden sızan ve açık bir şekilde “eğer yazarları yeterince aç bırakırsak pes ederler” yaklaşımında görüyoruz. Yine bu teknolojileri kullanarak haber ve içerik üretmeyi planlayan kurumların hepsinin anında küçülmeye gitmesi ve birçok gazeteci ve editörü işsiz bırakması da bu yüzden.

Burada unutmamamız gereken bir detay da bu sorunların aslında yapay zekâ ile ortaya çıkan ve daha önce hiç karşılaşmadığımız şeyler olmadığı gerçeği. Örneğin birçok gazete ve medya kurumu bu teknolojilerin ürettikleri içeriği izinsiz bir şekilde kullanmasından ve kaynak göstermemesinden rahatsız. Fakat yıllardır dijital haber sitelerinin birbirinden haberleri kopyalayıp iki cümle değiştirerek yayınlamayı normalleştirmiş olmasını ve buna karşı sektörün yeterli önlem almamış olmasını hiç konuşmuyoruz. Sektörde böyle bir normal varken birilerinin bunu otomasyona bağlamak istemesi oldukça doğal bir gelişme.

O yüzden her ne kadar “yapay zekâ işlerimizi elimizden alacak” diye başlıklar atıp konuyu üstten bir şekilde tartışmak daha kolay olsa da sorunun kaynağına inmemiz ve buradan bir çözüm bulmamız şart. Eğer medya ve gazetecilik sektöründe çalışanların haklarını korumak yerine bu tür sömürünün her hâline göz yuman yapıların ayakta kalmasına izin verirsek, teknolojiyi kullanan kişilerin amaçlarını sorgulamak yerine bir yazılımın kendi başına hareket ettiği hikâyesinin yayılmasına izin verirsek bütün bu sonuçların katlanarak büyüdüğünü görmeye devam edeceğiz. 

Eğer bütün bunların sonucunda bizi nasıl bir geleceğin beklediğini merak ediyorsanız Black Mirror dizisinin yeni sezonunda yayınlanan “Joan is Awful” bölümünü izlemenizi tavsiye ederim. Çünkü o noktaya ulaşmamıza az kaldı.

Yazar hakkında

Ahmet A. Sabancı

Eleştirel fütürist. NewsLabTurkey Strateji Koordinatörü ve Bülten Editörü.