n okuyoruz| Bültenden Herkese Merhaba!
Bu haftanın odağında Türkiye’de medyanın ve gazeteciliğin dünyanın geri kalanıyla olan ilişkisini ve içe kapalılığın sebep olduğu sorunları yazdım. Bu konuyu ciddi bir şekilde ele almamız gerektiğini düşünüyorum.
“Ne Okuduk” bölümünde ise Döpfner’in yapay zekâ “sevgisi”, dijital güzelliğin ve kullanıcı tecrübesinin önemi, Maria Ressa’nın başlattığı tartışma ve daha fazlası var.
Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum.
Haftaya görüşmek üzere!
—Ahmet Alphan Sabancı
Bu hafta ne okuduk?
Axel Springer Küçülme İçin Yapay Zekâyı Kullanıyor
Almanya’nın medya devi Axel Springer’ın CEO’su Mathias Döpfner bir süredir yapay zekâ araçları konusunda neredeyse onu üreten şirketler kadar heyecanlı ve pozitif açıklamalar yapıyordu. Anlaşılan bunun arkasında şirketi için iyi bir tasarruf fırsatı görmesi varmış.
FAZ’ın yayınladığı habere göre şirketin en büyük gazetesi olan Bild’de yaklaşık 200 kişinin işine son veriliyor. Şirket içi mektupta yazılan açıklamaya göre gerekçelerden birisi “bu kişilerin işlerini YZ ve otomasyon ile yapmanın mümkün olması”. Döpfner’in bir süredir bahsettiği Bild’de radikal yeniden yapılanmanın detayları da böylece ortaya çıkmış oldu.
Eğer bahsettikleri gibi daha az insan ve daha fazla otomasyon yolunu tercih edeceklerse bunun sonuçlarını izlemek çok ilginç olacak. Şu ana kadar bu yolu deneyenlerin kaliteli veya daha iyi gazetecilik üretebildiklerini görmedik. Bu teknolojilerin mevcut durumunda da bunu görebilmemiz pek mümkün değil ama bu kadar büyük bir deneyin sonuçları benzer planlar yapanlar için iyi bir örnek teşkil edecek.
ABD’de Basının Protestoları Takip Etmesi Zorlaşıyor
Her ne kadar dünyadaki en özgür basına sahip olan ülkelerden birisi olduklarını sıklıkla tekrar etseler de ABD’de basın özgürlüğüne dair sorunlar son yıllarda giderek artıyor. Bunların arasında özellikle son yıllarda artış gösterenlerden birisi de protestoları takip eden gazetecilerin uğradığı saldırılar.
Son beş yılda ABD’de yüzlerce gazeteci protestoları takip ederken tutuklandı, fiziksel saldırıya uğradı veya başka şekillerde engellendi. Özellikle Trump’ın göreve başlamasının ve aynı dönemde aşırı sağ grupların ülkedeki etkisinin artmasıyla birlikte ülkede protestoların artış göstermesi hem gazetecilerin yaşadığı sorunların büyümesine hem de daha görünür olmasına neden oldu.
Knight First Amendment Institute, bu durumu örnekler üzerinden kapsamlı bir şekilde inceleyen “Covering Democracy: Protests, Police, and the Press” isimli bir rapor yayınladı. Enstitü aynı zamanda sonbaharda yine aynı konuya dair bir belgesel de yayınlayacak.
“Dijital Güzellik” Olmazsa Olmaz
Dijital yayıncılıkta hem genel tasarımın hem de kullanıcı tecrübesinin önemi tartışılmaz. Bunları sağladığınız zaman hem daha fazla okunmanız hem de daha fazla insanı aboneliğe ikna etmeniz mümkün. Geçtiğimiz hafta içerisinde karşıma çıkan iki haber de buna yeni kanıtlar sunuyor.
İlki Norveç’te gençlerle yapılan bir araştırma. Konusu ise neden dijital haberlere abone olmadıkları ve genel olarak internette haber okuma ve takip etme tecrübeleri. Araştırma sanılanın aksine genel bir haberden kaçınma durumu olmadığını ve önemli haberlere abone olmasalar bile ulaşmanın yollarını bulduklarını söylüyor. Ortaya çıkan en önemli sonuçlardan birisi de özellikle gençler söz konusu olduğunda aboneliğin başlatılması ve yönetilmesi, farklı perspektifler için birden çok yerde ayrı ayrı abonelikler ile uğraşmak gibi süreçlerin yoruculuğu aboneliği zahmetli bir iş olarak görmelerine neden oluyor.
İkinci haber ise Danimarka’nın en çok satan gazetesi Politiken ve “süper haberleri”. Dijital hikâye anlatıcılığına dair her yöntemi kullanmaya ve sürekli daha iyi tasarlanmış ve etkili haberler yayınlamaya çalışan Politiken bunun karşılığını gördüğünü söylemiş. Geçtiğimiz iki yılda 100 tane “süper haber” yayınlayan gazete, bunların hem normal haberlerden ortalama üç kat daha fazla okunduğunu hem de okurların daha fazla etkileşim gösterdiğini söylüyor. Ayrıca bu haberleri okuduktan sonra gazeteye abone olmaya karar verenlerin oranı da oldukça yüksek.
Ressa’nın Eleştirisi Yankı Bulmaya Devam Ediyor
Geçtiğimiz haftanın bülteninde Reuters’ın Digital News Report projesine Maria Tessa tarafından getirilen eleştirilerden de bahsetmiştim. Hafta boyunca farklı isimler de bu tartışmaya dahil oldu.
Ressa’nın eleştirisinin temelinde yatan konu, araştırmanın haber okurlarına güvenle ilgili sorduğu soruları ülkelerin bağlamından kopuk bir şekilde sunması ve bu yüzden sonuçların başka amaçlarla kullanılabilmesini doğrudan tecrübe etmesi. Ressa’nın başında olduğu Rappler isimli yayın hakkında Filipinler hükümeti tarafından iftiralar ve birçok farklı şekilde hedef gösterildiği için toplumda da yayına bakış açısı kutuplaşmış durumda. Geçtiğimiz yıllarda Rappler rapora göre ülkede en az güvenilen yayın olunca da Filipinler hükümeti bunu daha fazla baskı amacıyla kullanmaya başladı.
Küresel boyutta yapılan araştırmaların büyük bir kısmında bağlamın kaybolması ve araştırmanın gerçekleştirildiği ülkenin ve bölgenin yaklaşımını tüm dünyaya —bilinçli ya da bilinçsiz olarak— uygulaması bu tür sorunlara her zaman sebep oluyor. Digital News Report’un da ele aldığı konu gereği daha dikkatli olması lazım. Özellikle bu konularda bağlam ve özel koşullar elde edilen verinin anlamını ciddi bir şekilde değiştirebilir.
Kısa Kısa
🇺🇸 ProPublica’nın bir Yüksek Mahkeme yargıcının yolsuzluklarına dair yaptığı habere yargıç Wall Street Journal’da yayınlanan yazısıyla cevap verdi. İşin daha ilginci ise yargıcın yazısının asıl haberden birkaç saat önce yayınlanması.
😮 Spotify yöneticilerinden Bill Simmons, yaptıkları sözleşmeyi erken bitiren Harry ve Meghan’ı dolandırıcılıkla suçladı.
👽 Reddit’te olaylar büyümeye devam ediyor.
👎 İnsanlar algoritmaların da editörlerin de haber başlıklarını belirlemesine şüpheyle yaklaşıyor.
🎂 Global Investigative Journalism Network yirminci yaşını kutluyor.
📉 Facebook’un hiçbir duyuru yapmadan gerçekleştirdiği algoritma değişikliği websitelerin trafiklerinde ciddi düşüşlere neden oluyor.
📻 Kimi elektrikli araç markalarının teknik sorunlar nedeniyle AM radyoyu kaldırmaya başlamasının acil durum iletişiminden küçük radyolara kadar birçok alanı negatif etkilemesi mümkün.
Haftanın odağı: Dünyadan kopuk yaşama lüksümüz yok
10 Haziran’da Faruk Bildirici’nin muhalif televizyon kanalları ve dış haberler üzerine yazdıkları, bir süredir üzerine düşündüğüm bir konuyu tekrar hatırlattı. Toplumsal olarak farklı seviyelerde bunu gözlemlesem de özellikle söz konusu medya ve gazetecilik alanı olduğunda kendisini Türkiye’ye kapatma ve dünyanın geri kalanını önemsiz görme veya öncelik olarak düşünmeme gibi bir alışkanlığımız var.
Bildirici’nin yazısı bunun iyi örneklerinden birisi. Her ne kadar bu durumu farklı şekillerde açıklamaya çalışsak da tamamen Türkiye’den ibaret bir habercilik eksik bir iş yapmak demek. Sadece ulusal seviyede haber yapıyor olsanız bile dünyanın geri kalanında yaşananları ve bunların sonuçlarını izleyici ile paylaşmadığınızda onların eksik bilgilenmesine ve kimi zaman aktardığınız haberin arkasında yatan sebepleri anlayamamasına neden oluyorsunuz.
Bu yazının ardından gözlemlediğim yanıtlardan birisi dış haber yapmak için gereken yetkinliğe sahip insanların azlığı veya bu insanların yetişmesi/dış haber yapılabilmesi için kaynak eksikliğiydi. Her ne kadar teknik olarak bu durum doğru olsa da bunun da sebebi bahsettiğim önemsiz görme alışkanlığı. Bu alanı yatırım yapmaya değer görmemek veya insanların kendisini dünyayı takip edecek şekilde yetiştirmeye zaman ayırmamayı tercih etmesinin suçunu başkasına atamayız.
Söz konusu dünyayı takip etmek veya dünyanın geri kalanında olan bitenler ile bizim burada yaşadıklarımız arasında ilişki kurabilmek olduğunda daha da kötü durumdayız. 2018 yılında bunu gördüğüm için bu bülteni yazmaya başlamıştım ve çok yakında 250 haftayı geride bırakacağız. O zamandan bu yana ciddi bir değişim kaydedebildiğimizi söylemek zor. Hâlâ dünyanın geri kalanında yaşanan ve bizi büyük ihtimalle etkileyecek şeyleri önemsemeyip iş işten geçtikten sonra tepki vermeye devam ediliyor.
Böyle bir durum hem haberciliğin eksik olduğu ve okurun/izleyicinin eksik bilgilendirildiği bir ortamı hem de gazetecilerin ve medyadaki kurum ve kişilerin dünyanın geri kalanını görmediği için kendini her anlamda geliştir(e)mediği bir ekosistemin içerisinde hapsolmamıza neden oluyor. Fakat bu alışkanlığın sonuçları bununla da bitmiyor.
Dünyada son dönemlerin en popüler haber takip uygulaması Artifact 24 Haziran günü bana bir email gönderdi. Gelen emailde farklı ülkelerden haber kaynaklarını da uygulamaya eklemeye başladıklarını ve benim de Türkiye’den haberleri artık uygulamada bulabileceğimi söylüyordu. Uygulamayı açıp Türkiye tabına baktığımda sadece iki haber sitesinin olduğunu gördüm: Hurriyet Daily News ve Daily Sabah. Yani herkesin kullanmayı çok sevdiği tabirle havuz medyası.
Eminim bunu gören “muhalif medya” ve oradan isimler klasik bir şekilde uygulamaya tepki gösterme ve eleştirme yolunu tercih edecek ve asıl soruyu görmezden gelecek: Neden bu kurumlar dışında dünyaya Türkiye’den haber yapan kimse yok? Neden dünyanın Türkiye’ye dair temel haber kaynakları ya uluslararası medya kurumları ya da Anadolu Ajansı ve Hürriyet, Sabah gibi kurumlar? Sanırım cevabını anlamışsınızdır.
Evet, ülkede birçok sorun var ve bunlar önemli. Fakat dünya sadece Türkiye’den ve buradaki meselelerden ibaret gibi davrandıkça, ulusal bir ego ile hareket edip bunu yaptığınız işe yansıttığınızda ortaya çıkan işlerin kalitesi ve faydası da buna göre değişiyor. Kapalı bir sistemin içerisindeymiş gibi hareket ettikçe yapılan işin kalitesini artırmaya, daha iyisini üretmeye yönelik motivasyon düşüyor. Çünkü bu bakış açısı ve alışkanlık bu işin içerisindeki kişi ve kurumların kendilerine dair algılarının bozulmasına ve olduklarından çok daha iyi bir iş ortaya koyduklarını zannetmelerine neden oluyor.
Sonuç olarak ülkemizde medyanın ve gazeteciliğin kendisini geliştirmesi için dünyayı yok saymayı her anlamda bırakması şart. Mevcut aktörler için bunu duymak zor ama insanların kaliteli ve faydalı haberlere ulaşabilmesi başta olmak üzere birçok sorunun çözülmesi için gerekli aşamalardan birisi bu.