Ankara Gazeteciliğinin parlamento, diplomasi ve başbakanlık muhabirliği gibi çeşitli kademelerinde de bulunmuş olan deneyimli gazeteci Şirin Payzın’ın başlıktaki bu sözleri medyanın ama en çok da toplumun içinde bulunduğu ruh hâlini anlatıyor. Çünkü CNN Türk’te çalışmaya devam ettiği süre boyunca “Limon sat onurlu yaşa” sloganlarına maruz kalmış. Toplumun o yıllarda CNN Türk’e sabrı yoktu gibi gözüküyor. Şirin’e göre kanal artık habercilikten uzaklaştıktan sonra orada kalmaya devam etmesinin sebeplerinden biri mevziyi terketmemek olsa da, bunun bu konu basın tarihine geçtiğinde daha detaylı tartışılabileceği görüşünde.
CNN Türk gibi niş bir haber kanalından, T24 ya da Halk TV gibi mecralara geçmiş olmak kendisine izleyici kaybettirmek yerine kazandırmış. CNN Türk yönetimi tarafından kızağa çekilmesi kararı, ona Mehmet Ali Birand’ın bir Avrupai tartışma programı önerisi getirmesiyle hayata geçti. 10 sezon süren bu programla, Türkiye’de bir tartışma programı canavarı da yaratılmış oldu. Günümüzde bu formatta kavga yoksa tabiri caizse “çekilmiyor“.
Bu söyleşide Payzın Ankara Gazeteciliği yıllarında usta-çırak ilişkisinin önemine de vurgu yapıyor, günümüzde gazetecilikten ayrı bir süreç olarak ele alınmak zorunda kalınan ve nihayetinde kendi sermayesini ve patronlarını yaratan haber doğrulama sürecine de. Ona göre günümüzde yapılan gazetecilik masabaşı gazetecilik ve neredeyse her köşe başındaki kişi köşe yazarı. Yine de umutsuz değil. Eğer iktidar değişirse şimdinin dijital medyasının yeni ana akımı oluşturacağı görüşünde.
Ankara Gazeteciliği sizin de uzundur konuşmadığınız bir mesele. Bir dönem Ankara’da yaşıyorsunuz. Babanız da gazeteci. Önce böyle bir Ankara var. Belki buraları açarsınız. Sonra bir süre Show TV’de çalışıyorsunuz. 94-99 yılları arasında da ATV Ana Haber kadrosunda diplomasi muhabirliği yapıyorsunuz. Özellikle bu, bugün konuştuğumuzda bile uzak gelen şeyler bana. Size nasıl hissettiriyor, buradan başlayalım mı?
Ben Ankara’dan geçmeden gerçekten gazeteci olunamayacağını düşünenlerdenim. Siyaseti de izleyen bir gazeteciyseniz muhakkak bir parlamento muhabirliği ya da Ankara’da diplomasi muhabirliği, polis-adliye muhabirliği yapmalısınız. Bütün bunlar önemli birikimler ve altyapı diye düşünüyorum. Dolayısıyla aslında bu başlık biraz da bugün neyin olmadığını bize anlatan bir başlık. Ankara Gazeteciliği kalmadı. Şimdi herkes plazalardan yetişme gazeteci. İki günde gazeteci, üç günde köşe yazarı olabiliyorsunuz. Oysa Ankara Gazeteciliği diye bir şey var.Benim babam da gazeteci. İstanbul doğumluyum, ailem İstanbullu ama Ankara’da, Basın Sitesi’nde büyüdüm. Bir dönemin bütün büyük yazarlarıyla, gazetecileriyle, gazete yöneticileriyle, gazeteci örgütlerinin temsilcileriyle ve onların çocuklarıyla aynı sitede oturdum. Dolayısıyla zaten bir anlamda Ankara Gazeteciliğinin içine doğmuş oldum. Liseden sonra üniversite okumak için yurt dışına gittim. İstanbul’a geldim, Ufuk Güldemir’in kadrosunda Show TV’ye başladım. Ama bir zaman sonra Murat Yetkin bizim Ankara temsilcimiz oldu ve bana dedi ki, “Sen İstanbul’da ne yapacaksın Allah aşkına? Kalk gel Ankara’ya ben seni Ankara Gazetecisi olarak yetiştirmek istiyorum”. Bunun üstüne ben Show TV’nin Ankara bürosuna gittim. Bugünkü Şirin Payzın’ın temelleri Ankara ATV bürosunda atıldı diyebilirim.
Peki sizin gazetecilik yaptığınız Ankara Gazeteciliği dönemini ve şimdiyi düşündüğümüzde neler eksik? Arada nasıl farklar görüyorsunuz, neler hissediyorsunuz?
Çok büyük fark var. Bilmiyorum kaç tane haber kanalımız oldu. Türkiye’de öyledir ya, bir şey yapılınca artık sonuna kadar yapılır. Sayısını bile bilemediğim kadar çok haber kanalı var. Ama bu haber kanallarının hepsi gerçekten haber kanalı mı tartışılır. Dijital medya var, tabii ki o da çok önemli rol oynuyor ama onların da bütçeleri çok zayıf.
Eskiden ana haber bültenleri dediğimiz ulusal kanalları herkes izliyordu. Şu anda bunun örneği FOX’ta var. Haber ve haber merkezi ve kadrosu kuruyorlardı. Bu belki de en büyük fark. Şimdi haber kanallarındaki ana haber bültenleri ayrı bir kadroyla yapılmıyor. Mevcut haber merkezi neyse, gün boyunca yayınlanan haberlerin biraz daha genişletilmiş hâli bu ana haber bülteninde kullanılıyor. Önemli olan ana haberi sunan sunucunun kim olduğu, onun karakteri. Dolayısıyla haber bültenleriyle yorum programları birbirine karışmış durumda. Bizim en büyük farkımız büyük ve sadece bu işe özel bir ekip kurulmasıydı. Ben Ali Kırca ile ana haber bülteninde çalıştım, Ayşenur Arslan haber müdürümüzdü, Ferhat Boratav haber müdürümüzdü ama ayrıca dış haberler masası vardı… Müdürü ve muhabirleri ile iç haberler masası vardı; muhabirleri ile istihbarat bölümü, yurt haberleri vardı. Artı genel yani joker muhabirler vardı ki bunların bazıları Mete Çubukçu gibi uzmandı. İnanılmaz bir kadroyla ATV Ana Haber yapılıyordu ama bunun bir benzeri Show TV, Star ana haberde de vardı, zaten sonrasında Kanal D ana haber de vardı ve bu kanallar yarışıyordu. Ankara büroya gelince ben Baki Şehirlioğlu’nun rahle-i tedrisatından geçtim. Ben Ufuk Güldemir’le, Murat Yetkin’in önce bana alan açmasıyla başlayıp sonra Ayşenur Arslan, ardından da Baki Şehirlioğlu ile yani TRT ekolüyle bu meslekte basamakları adım adım çıktım.
Önce yanan çöp haberine bile gittim, adliye muhabirliği de yaptım. Hemen de diplomasi muhabiri yapmadılar beni, süründürdüler bayağı. Diplomasi muhabirliğinden sonra uluslararası muhabir oldum. Şehirlioğlu’nun Ankara’daki bürosunda Çiğdem Anad ve Gürkan Zengin, Mirgün Cabas, Erkan Karadağ parlamentoya destek veriyorlar, ben dış haberler, Murat Çelik savunmaya bakıyor, Yavuz Oğhan iş dünyası, çalışma hayatı, sokağın ruhuna bakıyor. Böyle kocaman ekiplerdi. Böyle bir Ankara büroda yetiştik. Bir haberi Baki Şehirlioğu’na kabul ettirebilmek için 10-15 kere yazdığımız oluyordu. Sonuçta 30-40 saniyelik televizyon haberiydi bu, gazete yazısından bahsetmiyorum. Sözün özü şu; bambaşka bir yapı ve usta-çırak ilişkisi vardı. Disiplin ve etik kuralların sonuna kadar uygulandığı, haberlerin hassasiyetle araştırıldığı ve elekten geçirildiği, aldığın haberi muhakkak iki-üç kere doğrulatma kuralı uygulanıyordu. Arka plan, kayıt dışı gibi kurallara sonuna kadar uyuluyordu. Gazeteciliğin temel evrensel kuralları işletiliyordu. Şimdi Ankara büroların yüzde 90’ı belki iktidardaki siyasi partinin haberleşme ve basın bürosu gibi çalışıyor. Geri kalan az sayıdaki muhalif medya da dar bütçeleri ile ve hatta belki bir-iki kişi ile Ankara büroyu çekip çevirmeye çalışıyor, en büyük fark bu.
Muhalif bürolar için bunun tek sebebi, ekonomik zorluklar mı? Sonuçta gazetecilik bir temas meselesi ya aynı zamanda. Değişimin usta-çırak ilişkisinin kırılmasıyla da bir ilgisi var mı?
Kesinlikle. Bence kesinlikle sadece ekonomik değil. Tabii ki ekonomik zorluklar var. Bu dijital medya ve sosyal medya insanları daha çok bedavaya haber satın almaya itti. Vatandaş gazeteciliği diye bir şey çıktı ve herkes muhabir oldu. Bu durum insanlara, “Haber dediğin bedava olmalıdır, bunun için bir bedel ödemek zorunda değilim” diye düşündürüyor. Bu da tabii haberin pahalı bir iş olduğunu insanlara unutturdu. Oysa sağlam haberciliğin paraya ihtiyacı var, reklama ihtiyacı var. Elemanlarını doyuracak, kazandıracak ki sağlam ve kaliteli muhabir yetiştirebilsin. O muhabirin getireceği haber sonra topluma döner ama işte bu çark, bu sistem, bu zincir bozuldu. “Muhabir yetiştirmemize gerek yok, sokaktan geçen birini de alsak zaten muhabirlik yapıyor, o zaman biz böyle idare edelim” aklı bozulmanın nedenlerinden biri.
Aslında gazeteci ve siyasetçi doğası gereği birbirini çok sevmemeli, mesafesi olmalı. Böyle ahbap ilişkileri gelişmemeli, oluşmamalı. Tabii ki gazeteci kaynağı olduğu için siyasetçilerle gereğinde yemek de yer, oturur konuşur da ama bunun bir sınırı var. O sınırlar çok aşıldı. Bu iktidar kanadında başladı evet ama maalesef bu ruh hâli, muhalefetin basınına da sirayet etmiş durumda. Şöyle bir algı ya da kirlilik oluştu; bazı muhalefet partileri de eleştirilmekten hoşlanmıyor doğrusu. Onlar da kendi yandaşları olsun istiyor ya da “Beni mi eleştirdin?” diyerek ekran protestosuna başlıyor. Bu da çok sağlıksız. Belki hiçbir zaman çok şahane değildi ama son 20 senedir inanılmaz bir yapı kuruldu Ankara’da. Bu ayarlar kaçtığı için Ankara Gazeteciliğini biz önümüzdeki dönem ele alacağız.
Dijital medyadaki T24, Diken, Gazete Duvar gibi olumlu gelişmelerle, önümüzdeki yılların kaliteli gazeteciliği şu andaki dijital medya sayesinde yeniden oluşacak diye düşünüyorum.
Ankara temsilcileri ve kurdukları kadro, yaptıkları özel haberler, çalıştıkları dosyalar… Kulis alabiliyorlar iktidar tarafını da, muhalefetin nabzını da iyi okuyorlar.
Ankara Gazeteciliği temasa da ihtiyaç duyar demiştim ya , peki gazetecilik konusunda Ankara yine de İstanbul’a göre çok daha iyi mi? Orada bir tür gelenek korundu gibi hissediyorum anlattıklarınızdan…
Ankara’dan yolu geçmiş gazeteciler bence hâlâ İstanbul’da ya da Ankara’da iyi gazetecilik yapıyorlar. Bugün İstanbul’da oturup gerçekten kulis bilgileri alarak, özel dosyalar çalışarak ve özel dosyalar yaparak bir meclis, parlamento muhabiriymiş gibi çalışan, fiziki olarak nerede olduğu önemli olmadan ama Ankara Gazeteciliği rahle-i tedrisatından geçmiş olan isimlerden hâlâ kaliteli gazetecilik çıkıyor.
Maalesef İstanbul’daki plaza gazeteciliği muhabirliği öldürdü. Biz son 20-30 senedir belki doğru düzgün muhabir yetiştirmiyoruz. Bugün hâlâ köşe yazarı olup muhabir ruhuyla çalışanlar da eski Ankara temsilcileri ya da Ankara’dan yolu geçenler. Ankara’ya hiç uğramamış ya da parlamento muhabirliği yapmamış, dış haberler muhabirliği yapmamış kişiler. İstanbul’da olanların çok azı gerçekten alana inebiliyorlar. Masabaşı gazeteciliğinin yüceltildiği bir dönemi yaşadık biz. O bile geride kaldı, şimdi tepeden inme köşe yazarları var. Üç gün önce matbaa sahibi, dört gün sonra köşe yazarı. Yoldan geçerken köşe yazarı oluyorlar. Başka meslekler yapıyorlar ama siyasetin en gözde yorumcusu haline geliyorlar. Karşılığında yaptırım yok, meslek örgütleri yok, gazetecilik örgütleri yok, bir kuralı yok, başı yok sonu yok. Elbette değişen bir medya düzeni var, dolayısıyla insanlara da şunu diyemiyorsun “Sen neden fikirlerini YouTube’da ya da dijital medyada anlatıyorsun?” Ama bence endişe veren tarafı insanların kalite arayışında problem olması, artık bunun her yerde alıcısı var.
Dolayısıyla ben İstanbul’daki bu son 20-30 yılda geliştirilen gazeteciliğin Türkiye’deki medyayı belirlemesine üzülüyorum maalesef. Artık anlatmaya gerek yok, bir zamanlar merkez medya olan büyük medya gruplarının yücelttiği, meşhur ettiği ve kurduğu düzen… epimiz de onun içinden geçtik ama onun geride ne kadar zararlı bir ortam bıraktığını gördük, yaşadık. Şimdi genç muhabirlerden daha umutluyum.
Az önce muhaliflerin de rahatsız olduğundan bahsettiniz. Böyle şeyler yaşadığınız oldu mu sizin de, en azından merkez medyadan koptuktan sonra?
Aslında gazeteciler tarafsız değil, taraflıdır ama kamuoyundan yana taraflıdır. Bizim hep kamuoyundan yana olmamız gerekiyor. Tabii ki hepimizin bireysel ideolojileri var. Şimdi onlar biraz daha karıştı, hepimiz bireysel fikirlerimizi göstermek zorunda kalıyoruz çünkü anormal bir durumdan geçiyoruz Türkiye’de. Ama aslında bence bu da yanlış. Bizim fabrika ayarlarımıza dönmemiz gerekecek. Öylesine büyük bir karanlıktan geçiyoruz ki o karanlıkta sessiz kalmak gibi bir lüksümüz yok. O yüzden hepimiz biraz yorumcu olduk, hepimiz biraz aktivist olduk, hepimiz biraz doğru bildiklerimizi bağırarak söylemek durumundayız ama bu yine de özünde gazeteciliğimizi gölgelememeli. Ana akımı baştan oluşturabilmek için yeni dönemde o fabrika ayarlarını da unutmamamız gerekiyor.
Öte yandan bu hâliyle çok kısır çıkan işler de var. Bir Ak Partili hakkında konuşmak ama karşınızda Ak Parti’den birinin olmaması can sıkıcı olsa gerek. Siz bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Halk TV’ye başlayınca bir karar aldım ve artık tartışma programı yapmamaya karar verdim. Hatta şöyle söyleyeyim tartışma programı aslında CNN Türk’te benimle başladı. O dönemki yönetim ana haber bültenini sunarken beni biraz ana haberden uzaklaştırmak ve başka bir şey yaptırmak istiyorlardı ama tam da ne yapacaklarını bulamamışlardı. Mehmet Ali Birand, “Sana Avrupa’da Amerika’da olduğu hâliyle bir tartışma programı mı yapsak?” dedi. Siyaset Meydanı ya da 32. Gün’ün daha küçük çaplısı. Hatta Mehmet Ali Bey’e beni kızağa almaya çalıştıklarını söyledim. “Yok yok bak göreceksin, bu çok önemli olacak ve herkes taklit edecek” dedi ve ben de söylene söylene tartışma programına başladım ve gerçekten de sonrasında inanılmaz tuttu. Öylesine tuttu ki şimdi ortalık tartışma programından geçilmiyor. Gerçekten bu tartışma programı formatı Mehmet Ali Birand’ın patentindedir. Onun kurguladığı bir şeydi. İlk önce daha küçük adımlarla, daha naif başladık. Bugünkü gibi çok vurdulu kırdılı değildi. Birand’ın aklında da batı basınındaki hâliyle, farklı fikirler konuşsun, tartışsın konusu vardı. Nitekim CNN Türk’te 10 sezon yaptım. Bunun son iki senesinde çivisi çıkmıştı ama öncesinde gerçekten çok düzgün işler yaptığımız dönemler de vardı. Fakat sonra bu tartışma programı formatı canavarlar yetiştirdi. Çünkü sokaktan geçen herkes, “Ben de çıkayım şuraya, iki küfür sallayayım, beş kere bağırayım, yedi kere ben gidiyorum gibi numaralar çekeyim” dedi bir anda bu insanlar popüler olmaya başladı. Tartışma programlarından milletvekilleri, Türkiye’nin en popüler yüzleri çıkmaya başladı ve bu programlar bir anda insanların kolay yoldan popüler olduğu yapılar hâline gelmeye başladı. Dolayısıyla her kanalda beşer onar tane tartışma programı olmaya başladı. Aslında bir tane prestij programı olarak kalması gerekiyor ama olmadı. Bir de ucuz, daha ne olacak ki? Hiçbir prodüksiyon parası yok. Beş tane kelle oturtuyorsunuz oraya bağıran çağıran, ondan sonra bedavaya program yapıyorsunuz. Kalite, saygı yerlerde, fikir tartışması yok, insanların birbirlerine hakaret ederek popülerlik yakalamaya çalıştığı bir yapı hâline geldi.
CNN Türk’ün son bir senesinde de bundan vazgeçmiş ve soru-cevap programına dönmüştüm. Ben gerçekten muhataplarına soru soracağımız ve konuları irdeleyeceğimiz bir program yapmak istedim ve şu anda onu yapıyorum. AKP’lileri, MHP’lileri ya da onlara bağlı sivil toplum kuruluşlarını getiremiyoruz ama gelseler de onlar da bağırıp çağırma formatı talep ettiği için gelip eskisi gibi konuşmuyorlar. Ben eskiden AKP’lileri alırdım, aralarında düzgün konuşan, daha rasyonel olan, ülkesini seven insanlar da var ama onlar da kötü bir yere evrildi. Onları da getirseniz bir yere varamıyorsunuz. İşin en acı tarafı ben burada bunu yapmaya çalışırken seyirci yine de dönüyor ve bağırış çağırış olan şeyi izliyor çünkü makul olanı dinlemiyor Türkiye’de artık insanlar.
İnsanların ne izlemek istediği de bir soru ve neye haber dendiği de biraz ipin ucunun kaçtığı bir yer. Bir yandan da genç insanlar bence televizyon izlemiyorlar ve bütün alışkanlıklar da değişmiş oldu. Sizin toplumun değişen alışkanlıklarıyla ilgili diyecekleriniz neler?
Benim son dönemde çok genç seyircim var. Bu, seçimlerin ruhuyla ilgili. Bir yere gittiğimde durduruyorlar. Eskiden hiç kimse durdurmazdı, bazen tanımazlardı bile ama şimdi öyle değil. Eskiden Kürt siyasi hareketini çok yakından izleyen bir gazeteci olduğum için Kürtlerle yayın yaptığımda ya da Kürt seçmenin olduğu illere gittiğimde yoğun ilgi olurdu ama şimdi onlardan bahsetmiyorum. Seçimlerden sonra -umarım Türkiye o demokratik hâline kavuşacak- o zaman artık ana akım medya değil de ana akım dijital medya oluşacağını düşünüyorum. Tabii medyanın dili de yapısı da değişecek. Ama ben haberciliğin ölmeyeceğine inanıyorum. Bir noktadan sonra bilgi kirliliği arasından yine doğru ve sağlam haberciliğin sıyrılacağını düşünüyorum.
Siz 2018’de CNN’den kovulduktan ve T24’e gittikten sonra ulaştığınız kitledeki kişi sayısında bir düşüş oldu mu? Ne hissettirdi?
Aslında enteresan bir biçimde Halk TV’de CNN’de ulaştığımdan daha fazla insana ulaşıyorum. Halk TV benim kariyerimde belki de en geniş kitleye sahip olduğum yer. CNN Türk niş bir kanal olarak kurulmuştu; daha şehirli, eğitim düzeyi yüksek, beyaz yakalı ya da ekonomik olarak çok daha üst kategoride bir seyircimiz vardı. Dolayısıyla bizi çok fazla Anadolu şehirleri seyretmez, çok fazla önemsemezler, çok Amerikan, çok Batılı, çok TÜSİAD ve iş dünyası kılıklı buldukları bir gerçek yani. CNN Türk’te çok iyi habercilik yaptığımızı, muhabirliğin hakkını verdiğimiz çok parlak yıllarımızın olduğunu düşünüyorum. Çok eleştirilen tutumları da oldu ama televizyon haberciliğine çok şey kattığımızı düşünüyorum.
T24’le ise seyirci kaybetmediğim gibi çok farklı yerlere de açılabildim açıkçası. Çünkü CNN Türk’e Doğan Medya’ya kızan geliyordu. CNN Türk’ün son iki senesinde kâbuslarla uyanıyordum. Sürekli şu söyleniyordu bana, “Limon sat, onurlu yaşa! Hâlâ neden o kanalda kalıyorsunuz?” Ben zaten Demirören’de çok az süre kaldım. Tazminatımı versinler diye iki-üç aylık bir süre idare ettim ki bu süreçte de çoğu zaman ekranda değildim, kızaktaydım zaten. Sonra da tazminatımı alabilmek için mücadele ettim. Doğan’ın son dönemleri de çok kötüydü çünkü artık satışa doğru gidiliyordu, üzerinde büyük baskı vardı, büyük cezalar uygulamaya çalışıyorlardı. Hakikaten zor bir dönemde gazetecilik yaptık, büyük sansür ve yasaklarla uğraştık. Dolayısıyla o dönemdeki gazeteciliğimize çok fazla tepki geliyordu, biz de elimizden geldiğince durmaya çalışıyorduk ki mevziyi kaybetmeyelim. Bu iyi bir karar mıydı kötü bir karar mıydı tartışılır, belki ileride basın tarihi yazıldığında bunu çokça tartışabiliriz.
Şimdi T24 ve sonrasında Halk TV’de çok daha geniş kitlelere seslendiğimi düşünüyorum. Bugün İstanbul dışına çıktığımızda seyircilerimizin kelimesi kelimesine kurulan cümleleri A’dan Z’ye seyrettiklerini görüyorum. Sadece Türkiye’de değil Avrupa’daki Türkiye kökenliler tarafından da çok seyredildiğimizi görüyorum.
Eğer medya fabrika ayarlarına dönerse, kariyerinizde tekrar olmasını istediğiniz bir yer olur mu Ankara Gazeteciliği, yoksa artık İstanbul’da mı kalırsınız?
Ben artık zannediyorum ki Ankara’ya dönmem, orada yeterince zamanımı geçirdim. Diplomasiyi gördüm, parlamento muhabirliği yaptım, Başbakanlık önünde çok bekledim. Ankara temsilciliğidir artık benim için olabilecek şey de ama idari görevleri hiçbir zaman almak istemedim. Yeni dönemde muhabir olarak kalabilmeyi çok istiyorum. Halk TV’de de Ukrayna Savaşı’na gittim, depreme gittim. Bu meslekte bizi genç tutanın alana inmek olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki dönemde uluslararası gazetecilik yapmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum, ki eğer özlediğimiz, dilediğimiz Türkiye’ye kavuşursak önümüzde her bakımdan çalışmamız gereken çok önemli alanlar olacak. Ekonomi, Türkiye’nin bölgesel ilişkileri, bölgedeki çatışmalar… Yapacak o kadar çok haber var ki böyle gündelik siyasi atışmalardan kurtulup biz gerçekten yeniden ciddi evrensel gazetecilik formatında gazetecilik yapmaya başlayacağız diye ümit ediyorum. Orada da kendime yer görüyorum, evet.
Devam Filmi podcastinin diğer bölümleri:
Gazetecilikten Meclis’e I: “Gazeteciliğin tadı ne mecliste vardı ne de sivil toplumda”
Gazetecilikten Meclis’e II: “Meclis’te çalışmak hem şans hem şanssızlık”
Gazetecilikten Meclis’e III: “Gazetecilik yapacaksan yolun Meclis’ten geçmeli”
Gazetecilikten Meclis’e IV: “Asıl gazetecilik iktidar gittiğinde başlayacak”