IŞIK, KAMERA VE AÇILAN SANDIK SAYISI: BİR SOSYO-TEKNİK DRAMA OLARAK SEÇİM GECESİ YAYINLARI

Dr. İPEK Z. RUACAN

İçindekiler

Giriş

NewsLabTurkey Research Hub’ın “Işık, Kamera ve Açılan Sandık Sayısı: Bir Sosyo-Teknik Drama Olarak Seçim Gecesi Yayınları” başlıklı yeni raporunu kamuoyu ile paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. Bu rapor 14 Mayıs 2023 ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan 28. dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri ve 13. Cumhurbaşkanı seçiminin ardından, şimdiye değin yeterince incelenmediğini gözlemlediğimiz bir konu olan seçim gecesi yayınlarına odaklanıyor. Müstakil bir televizyon programı olarak seçim gecesi yayını, yaratıcı yapımcılığın ve teknolojinin kesişiminde 1940’lar ve 1950’lerde gelişti. Daha önceki yıllarda haber merkezlerine anlık seçim sonucu verisi aktarımı yapılamadığı için, sonuçlar çoğunlukla seçimden sonraki günlerde ilan edilirdi. 23 Şubat 1950 gecesi ise daha hızlı veri aktarımını mümkün kılan teknolojiler, BBC program yapımcısı Grace Wyndham Goldie’nin yaratıcılığı ile birleşerek televizyonculukta “seçim gecesi yayını” formatını başlatacaktı. Televizyonculuğun “first lady’si” olarak anılan Goldie’nin bu formatı nasıl geliştirdiğine dair ayrıntıları raporumuz içerisinde bulmak mümkün.

Ancak bu ayrıntılara geçmeden önce, bir hatırlatma yapmak isteriz ki bu da demokratik seçim süreçlerini farklı açılardan ele almış olduğumuz iki diğer NewsLabTurkey raporu olacak. Mevcut raporu, bu iki rapor ile birlikte bir seçim üçlemesi olarak okumanızı öneririz. Zira seçim süreçlerine yönelik dezenformasyon ve seçim anketleri üzerine eğilmiş olduğumuz bu ilk iki rapor, seçim gecesi raporumuz ile bütünleşerek geride bırakmış olduğumuz seçim döngüsünün değişik açılardan anlamlandırılmasına katkıda bulunuyor. 

NewsLabTurkey Research Hub – Seçim Üçlemesi

Temmuz 2023: Işık, Kamera ve Açılan Sandık Sayısı: Bir Sosyo-Teknik Drama Olarak Seçim Gecesi Yayınları

Mart 2023: “Anketlere Göre Önde”: Medya, Kamuoyu Anketleri ve Seçim Haberciliği Üzerine Bir İnceleme 

Aralık 2022: Demokratik Süreçler Bağlamında Dezenformayon Yasası 

Demokratik Süreçler Bağlamında Dezenformayon Yasası” raporumuzda ele almış olduğumuz üzere, kırılgan demokrasilerde seçim dezenformasyonu çoğunlukla mevcut iktidar tarafından görevde kalmak amacı ile yürütülüyor. Dezenformasyon zaman zaman üretenlerin kendilerinin de inanır hâle geldikleri bir “organize yalan” (Arendt, 1968) biçimini bile alabiliyor. Yine altını çizmiş olduğumuz üzere, Rusya kaynaklı seçim dezenformasyonu son yılların en çok tartışılan konusu. Geride bıraktığımız seçim süreci içerisinde, ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun terör örgütü PKK ile işbirliği içinde olduğu çağrışımını yapan montajlanmış videolar ve bir diğer aday olan Muharrem İnce’nin özel hayatına yönelik görüntüler çok konuşuldu. Kılıçdaroğlu, 11 Mayıs 2023 tarihinde yaptığı açıklamada Rusya’yı sert bir biçimde eleştirdi:

Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nu PKK terör örgütü ile işbirliği içinde gibi gösteren videonun montaj olduğunu kabul ederek “gençlerimizin kıvrak zekâsının ürünü 5 saniyelik video” demesi; keza Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un da aynı videoyu kastederek “gerçek olup olmadığının bir önemi yok” açıklamasında bulunması ise Türkiye’de seçim süreçlerinin hakikat ile hakikat ötesi arasındaki çizginin yok olduğu bir “organize yalan” (Arendt, 1968) biçimine çoktan dönüştüğünü gösteriyor.

Özellikle Meclis sandalye dağılımına yönelik tahminlerde çok büyük ölçüde yanılan seçim anketleri de seçim sürecinin bir diğer tartışması. “Anketlere Göre Önde” raporumuzda, Türkiye’de yapılan çoğu anketin uluslararası altın standartlara uymadığı ve örneklem oluşumu konusunda ciddi hatalar yapıldığı tespitlerini yapmıştık. Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde seçim tahminleri algoritma ve büyük veri kullanılarak yapılmaya başlamış iken, Türkiye’nin bu alanda katetmesi gereken önemli bir mesafe olduğu bu seçimden çıkan sonuçlar arasında. Bir seçim üçlemesi olarak okumanızı önerdiğimiz raporlarımızın üçüncüsü olan mevcut rapora giriş için de veri kullanımı konusundan ilerlememiz mümkün.

Seçim üçlemesi raporlarımızın sonuncusu olan mevcut rapora seçim gecesi yayınını yaratan kadro ile başlayıp seçim sonucu görselleştirme konusu ile sonlandıracağız. Ancak tam da burada seçim gecesini neden bu denli ayrıntılı ele aldığımızdan ve başlığımızda kullandığımız “sosyo-teknik drama” ifadesi ile ne demek istediğimizden biraz bahsetmek gerekiyor.

Patterson’ın (2003) altını çizdiği üzere, seçime giden kampanya dönemleri üzerine çok sayıda akademik çalışma olmakla birlikte, bu gecenin kendisi hakkında ise şaşırtıcı derecede az araştırma bulunuyor. Oysa seçim gecesi yayını, milyonlarca insanın bütün bir gece ve hatta ilerleyen birkaç gün boyunca ekran başına toplandığı ve hemen hemen bütün kanalların sadece tek bir konuyu ele aldıkları nadir bir televizyonculuk olayı. Patterson (2003) sırf bu özellikleri sebebi ile bile seçim gecesi yayınları hakkında yapılan araştırma sayısının artması gerektiğini söylüyor. 

Wilks-Heeg ve Andersen (2021) da seçim gecesi yayınları ile ilgili akademik araştırmaların yetersiz olduğuna vurgu yaparlarken, bir yandan da bu gece ortaya çıkan anlatıların önemine değiniyorlar. Bir seçim gecesi baskın çıkan anlatı, bir sonraki seçime kadar giden siyasi süreci şekillendirebiliyor. İşte Wilks-Heeg ve Andersen (2021) tam da bu nedenle seçim gecesi yayınlarının daha yakından incelenmesi gerektiğini düşünüyorlar. Dunlop, Wilkison ve Harake (2021), bu anlatılara sosyal psikoloji çerçevesinden yaklaşarak bunların bireylerin yaşam hikâyelerinde nasıl birer ana unsur hâline geldiğini gösteriyorlar. Seçim gecesi anlatılarına dilbilim çerçevesinden yaklaşan Zappavigna (2011) ise, bu gece özellikle Twitter etiketleri üzerinden şekillenen sanal toplulukları inceliyor. Bir seçim anlatısı etiketi etrafında oluşan sanal topluluklar, sayısı milyonlarla ifade edilen büyük kitlelere dönüşebiliyorlar. Yani seçim geceleri hem toplum hem de bireyler açısından derinlemesine incelemeye değecek bir konu. Seçim gecesi yayınının medya kuruluşları özelindeki önemi ise çok daha büyük. Londra merkezli Sky News haber kanalının Birleşik Krallık 2017 genel seçimi gece yayını editörü Nick Phipps’e göre, “bir seçim gecesi yayınını doğru biçimde yürütebilmek, düzgün bir haber kuruluşu olmak ile olmamak arasındaki çizgiyi belirliyor” (Gove, 2017a). 

Şu hâlde bu önemli gece için neden “sosyo-teknik drama” ifadesini kullandığımızdan da bahsedelim. Bu terimi, antropolog Turner’ın (1974) seçimleri bir “sosyal drama” olarak tanımlamasından yola çıkarak oluşturduk. Turner’ın (1974) çalışması üzerinden ilerleyen Kertzer (1987), bu terimi “sosyodrama” olarak yeniden şekillendirdi. Her iki akademisyenin de altını çizmeye çalıştıkları nokta, seçimlerin her toplum için bir dizi ritüel içeren bir süreç olduğu ve bu sürecin altında yatan temel unsurun da çatışma olduğu idi. Turner’a (1974) göre seçim, bireyleri istemeseler bile bir taraf tutmak zorunda bırakan bir drama. Böyle durumlar, bir toplumun en korkutucu yanlarını da ortaya çıkarabilirler (Turner, 1974). İşte seçimin son bulduğu o gece, yine Sky News bünyesindeki editör Paul Bromley’e göre “bütün Shakespeare oyunlarının bir araya getirilmiş hali gibi. Komedi, trajedi, tarih, rekabet, hırs, hepsi birden aynı gecede yaşanıyor” (Gove, 2017b). 

Bu dramatik geceyi mümkün kılan ana unsurlarından birisi ise, yukarıda da kısaca değinildiği gibi, haber merkezlerine anlık veri akışı yapılabilmesini sağlayan teknolojik gelişmeler. Bohn’un (1968, s. 268) aktardığı üzere, 2 Kasım 1920 ABD’deki ilk radyo yayının tarihiydi ve yayın aynı zamanda bir başkanlık seçiminin sonucunu da ilan ediyordu. Ancak sonuçlar yavaş ulaştığı için akan bir yayın yapmak mümkün olmuyordu. Yeni bir eyaletten veri gelene kadar ya eski veriler tekrar ediliyor ya da müzik yayını yapılıyordu. Daha hızlı veri akışı ile kesintisiz yayın yapabilmek için bu tarihin üzerinden 20 yıldan daha fazla bir süre geçmesi gerekecekti (Bohn, 1968). İşte başlığımız için seçtiğimiz “sosyo-teknik drama” ifadesi, seçim gecesi iç içe geçen toplumsal ve teknolojik unsurları aynı anda vurgulamamızı sağlıyor. Son yıllarda Türkiye seçim gecelerini de veri akışı konusunun şekillendirmeye başladığı düşünüldüğünde, bu başlık daha da isabetli hâle geliyor. 

Raporumuzun BBC Stüdyo G’den ABD Kongresi’ne: Seçim Gecesi Yayınlarının Kısa Tarihi başlıklı birinci bölümü; seçim gecesi formatını yaratan BBC program yapımcısı Grace Wyndham Goldie ile başlayıp, ABD seçim gecesi yayıncılığını derinden sarsan ve nihayetinde ABD Kongresi’nde bir soruşturma konusu bile olan 2000 başkanlık seçimi gecesine uzanıyor. 1950’li yılların erkek-egemen BBC yönetici kadrosu içinde yükselmeyi başaran nadir kadınlardan birisi olan Goldie, bu program formatını yaratabilmek için BBC’nin katı tarafsızlık politikasını yumuşatmayı başararak seçim sonuçlarının televizyon ekranlarında yorumlanmasının önünü açmıştı. Seçim sonuçlarını büyük bir Birleşik Krallık haritası üzerinde yansıtmak da yine Goldie’nin fikriydi. Bu ilham verici kadının yarattığı program formatı giderek seçim gecelerinin vazgeçilmezi hâline gelecekti. Sonucun bütün kanallar tarafından acele ile yanlış açıklandığı 2000 Amerikan başkanlık seçimi ise ABD televizyonculuk tarihini derinden sarsan bir olaya dönecekti. Amerikan televizyonlarında bu gece yaşananlar nihayetinde Kongre’de (2001) kurulan özel bir soruşturma komisyonu tarafından incelenecek ve kanalların üst düzey yöneticileri bu komisyona ifade vereceklerdi. Raporun birinci bölümü, Goldie’den günümüze yaşanan bu gelişmelerin bir özetini sunuyor. 

Raporun Doğu Yakası Etkisinden Ushahidi Hareketine: Seçim Günü Yasakları ve Seçim Yayınları başlıklı ikinci bölümü, seçim yayınlarını bu yayınlara getirilen belirli yasaklar çerçevesinde inceliyor. Raporun birinci bölümünde aktarılmış olacağı üzere, ABD seçim yayınlarına ilişkin hiçbir yasağın bulunmadığı bir örnek ve burada sandık çıkış anketleri ile seçim yayınları aynı anda başlıyor. ABD’de herhangi bir yasak bulunmaması, “Doğu Yakası Etkisi” olarak isimlendirilen tartışmanın çıkmasına neden oldu. Doğu ve batı yakaları arasında üç saatten fazla fark bulunan ABD’de, batı bölgelerinde ikamet eden bir seçmen henüz oy vermeden doğu bölgelerinden gelen seçim sonuçlarını öğrenmeye başlayabiliyor. Doğu Yakası Etkisinin, batı seçmeninin oy verme davranışını nasıl etkilediği Amerikan seçim günlerinin en tartışmalı konuları arasında olmaya devam ediyor. Seçim yayını yasakları konusunun bir diğer ucunda ise, sonuçlara ilişkin haber yapmanın bütünü ile yasaklandığı 2007 Kenya seçimi var. Tam da bu yasağın başlangıcında doğan Ushahidi vatandaş gazeteciliği hareketi, Kenya seçiminden sonra dünyanın çeşitli yerlerindeki diğer yasaklı seçimlerde ve toplumsal olaylarda vatandaşları harekete geçiren bir yapıya evrildi. Afrika’da yaygın olarak konuşulan Svahili dilinde “şahit” anlamına gelen Ushahidi, çoğunlukla vatandaşların canlı bloglara veri girmeleri ile zenginleşiyor. Toplumun muhalif kesimi tarafından kurumlara duyulan güvenin giderek azaldığı Türkiye’de de seçim sonuçlarına ilişkin vatandaş gazeteciliği son yıllarda daha sistematik hâle geliyor. 

Raporun At Yarışının Devamı: Koroplet Harita Üzerinde Seçim Sonuçları başlıklı üçüncü ve son bölümünün merkezinde, Anketlere Göre Önde raporumuzdan devamla, seçim sonuçlarını her bir siyasi partiye ve başkan adayına atanan belirli bir renk ile idari birimleri eşleştirerek görselleştiren koroplet haritalar var. Seçim sonuçlarının görselleştiriliş biçiminde hakim format olan koroplet haritalar, salt kazanan-kaybeden odaklı olma özellikleri ile seçim öncesi yayınlara damga vuran “at yarışı” çerçevelemesinin bir devamı. Koroplet haritalar, Türkiye gibi toplumsal kutuplaşmanın giderek daha keskinleştiği toplumlarda tartışma konusu hâline de geliyor. Bu haritaların alternatifi ise seçim kartogramları. Görselleştirmedeki başlıca ölçütün kazanan-renk eşleşmesi olmadığı kartogramlar, yaratıcı fikirlere çok açık olan yeni bir çalışma alanı. 

Rapor Bulguları

“Işık, Kamera ve Açılan Sandık Sayısı: Bir Sosyo-Teknik Drama Olarak Seçim Gecesi Yayınları” raporu, oldukça çarpıcı bulgular ortaya koyuyor. Bunlara geçmeden önce altının çizilmesinde fayda olan bir husus ise, Türkiye’de de seçim gecesi yayınlarına ilişkin kapsamlı akademik çalışmaların çok az olması. Özellikle yüksek lisans ve doktora adaylarının doldurmalarını umduğumuz bu boşluğa işaret ettikten sonra başlıca bulgularımızı şöyle sıralayabiliriz: 

Teknoloji ile paralel gelişen seçim gecesi yayınları: Seçim gecesi yayını, hızlı veri akışını mümkün kılan teknolojilerin gelişmesine paralel olarak gelişti. İlk müstakil seçim gecesi yayını, 23 Şubat 1950 tarihinde Birleşik Krallık kamu yayıncısı BBC tarafından yapıldı. Bu yayın formatı zamanla gelişerek başlı başına bir televizyonculuk olayı hâline geldi. 2000 yılındaki ABD başkanlık seçimi gecesi yayını ise deyim yerinde ise bir televizyonculuk felaketine dönüştü. Haber kanalları tarafından kazanan adayın yanlış ilan edilmesi ile başlayan felaket, ABD Kongresi’nde bir soruşturmaya bile konu oldu. Kanallar arasındaki aşırı rekabetin sebep olduğu düşünülen bu televizyonculuk felaketi, aynı zamanda Amerikan basınının Amerikan demokrasisi üzerinde tahrip edici bir etki yaratıp yaratmadığı tartışmalarına neden oldu.

ABD’de Doğu Yakası Etkisi engellenemiyor: Seçim yayınlarına ilişkin herhangi bir yasak bulunmayan ABD uzun yıllardır seçmen üzerindeki “Doğu Yakası Etkisi” nasıl engellenir sorusuna cevap arıyor. ABD’nin doğusu ile batısı arasındaki saat farkı sebebi ile seçimin daha erken bittiği doğu eyaletlerinden gelen sonuçların, batı eyaletlerindeki seçmenler tarafından oy verme işlemi bitmeden öğrenilmesinin önüne geçme çabaları, ABD anayasasının basın özgürlüğünü güçlü bir biçimde taahhüt altına alan ek 1. maddesi sebebi ile durdurulamıyor. 

Medya karartması canlı blogları doğuruyor: Seçim sonuçlarına ilişkin haber yapılmasının bütünü ile yasaklandığı Kenya ya da İran gibi örneklerde, vatandaş gazeteciliği ve canlı bloglar yükseliyor. Olaylı 2007 Kenya seçimini esnasında medya karartmasının ardından oluşan Ushahidi vatandaş gazeteciliği hareketi bunun en etkili örneği.

Seçim gecesi yayınları hibrit medya oluşumuna işaret ediyor: Çoğu ülkede seçim gecesi yayınları, geleneksel medya aktörleri ile dijital medya ekosisteminin yeni aktörlerinin etkileşimi ile sürüyor. Chadwick (2017) bu etkileşimden doğan sonucu “hibrit medya” olarak adlandırmıştı. Hibrit medya üzerine yapılan çalışmalar, geleneksel medyanın halen seçim gecesi yayınını yönlendirmekte bir adım önde olduğunu ancak yeni medya dilinin geleneksel medyaya sirayet etmeye başladığını gösteriyor. Türkiye medyasında ise hibritleşmeden ziyade “ekranda tweet okuma” gibi niteliksiz bir yayıncılığın geliştiğini gözlemlemekteyiz. 

Seçim gecesi anlatıları toplumları ve bireyleri derinden etkiliyor: Bir seçim gecesi yayınında öne çıkan anlatı hem toplum hem de bireyler üzerinde derin bir iz bırakabiliyor. 2018 yılı Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimine damgasını vuran “adam kazandı” bunun çarpıcı bir örneği. Kimi seçmen üzerinde bıkkınlık, kimi seçmen üzerinde ise yenilmezlik ile özdeşleşen “adam kazandı”; 14 Mayıs 2023 ilk tur seçiminde “adam kazanmadı” biçimi ile etkisini sürdürdükten sonra 28 Mayıs’taki Erdoğan zaferinin ardından “adam yine kazandı” olarak hafızalara kazandı. Bu gece ortaya atılan anlatılar üzerinden şekillenen sanal toplulukların bireyler üzerindeki etkisi ise oldukça yoğun. Amerikan tarihindeki ilk siyahi kökenli başkanı seçebiliriz umudunu veren Barack Obama sloganı “Evet, yapabiliriz” böyle bir örnek. Zaferin ardından “Evet, yaptık” biçimine dönüşen bu anlatı, Obama seçmenlerinin yaşam hikâyelerinde merkezi bir yer edindi. Onlara, “Evet yaptık” tarihini yazan topluluğa ait olduklarını hissettirmeye devam ediyor. 

En araştırmacı seçmen, kızgın seçmen: ABD’de yapılan çeşitli araştırmalar, seçim gecesi en çok kızgın seçmenin araştırma yapmaya eğilimli olduğunu gösteriyor. Kızgın seçmen sonuçları anlamlandırmak için köklü gazete ve haber sitelerine yönelirken, daha mutlu olan seçmen ise televizyonlara yöneliyor. Bu seçmen gruplarının o geceki paylaşım eğilimleri de farklılaşıyor. Sonuçlara kızan seçmen kızgınlığını yakın çevresi ile yüz yüze ve/veya kapalı platformlarda paylaşmayı daha çok tercih ederken, sevinen seçmen ise sosyal medyada paylaşım yapma eğiliminde oluyor. Ancak bu alanda daha çok ve farklı ülkeleri kapsayan yeni araştırmaların yapılması gerekiyor. 

Koroplet haritalardan tematik kartogramlara doğru: Seçim sonuçlarını şehir-kazanan renk eşleşmesi ile görselleştiren koroplet haritalar, seçim öncesine de hakim olan at yarışı çerçeveli seçim haberciliğinin bir uzantısı. Toplumsal bölünmüşlüğün olduğundan daha keskin algılanmasına yol açabilen bu görselleştirme biçiminin alternatifi ise tematik kartogramlar. Seçim sonuçlarını farklı ölçütler ile görselleştiren kartogramların arasında nüfusa odaklananlar dikkat çekiyor. Nüfus temalı bir kartogramda Bayburt ve İstanbul birer “renk” olmaktan çıkarak, sırası ile 85 bin civarı nüfus ile Türkiye’nin en küçük ve 16 milyona yaklaşan nüfus ile Türkiye’nin en büyük şehri olarak görselleşebilirler.

BBC Stüdyo G'den ABD Kongresi'ne: Seçim Gecesi Yayınlarının Kısa Tarihi

2 Kasım 1920 ve 23 Şubat 1950 seçim yayıncılığında ilklerin yaşandığı tarihlerdi. 1920’de ABD’nin Pittsburgh şehrinde kurulu Westinghouse Elektrik ve Üretim şirketi, KDKA adı ile ilk ticari radyo yayınını yapmış ve bu yayında Warren G. Harding ile James M. Cox arasında geçen başkanlık seçiminin sonuçlarını duyurmuştu (Federal Communications Commission, 2021). Aradan geçen 30 yıl içerisinde seçim sonuçlarına yönelik yayınlar gelişecek, televizyonlarda da yer edinecek ve giderek daha çok seyredilmeye başlanacaktı. 1950’de ise, BBC program yapımcısı Grace Wyndham Goldie tarafından başlı başına bir program olarak kurgulanan ilk seçim gecesi yayını yapılacaktı. Bu süreç başından beri bir yandan teknolojinin daha hızlı veri aktarımını mümkün kılmasına paralel olarak şekillenirken, diğer yandan da sonucun salt aktarılmasından yorumlanmasına doğru giden bir süreç olacaktı. Seçim yayıncılığı formatının oturmasının ardından, “hız” ve “yorum kalitesi” kanallar arasındaki rekabetin ana unsurlarını oluşturacaktı. Böylelikle televizyon kanalları arasında seçim sonuçlarını ilk duyuran olabilmek ve bu sonuçları en iyi yorumlayacak uzmanları ekrana çıkarabilmek için kıyasıya bir rekabet başlayacaktı. Bu kıyasıya rekabet, 2000 yılındaki seçimde Amerikan televizyonlarını felakete sürükleyecekti. Seçim yayıncılığının gelişimi ile ilgili başlıca dönüm noktalarını aktarmaya başlamadan önce, bu yayınlar ile ilgili çok az akademik çalışma olduğu tespitimize bir ayrıntı eklemenin tam da yeri. Wilks-Heeg ve Andersen’ın (2021, s. 436) altını çizdikleri üzere, seçim gecesi ekranlarda hem akademik verinin çok kullanıldığı hem de bizatihi akademisyenlerin en çok konuk edildikleri gecelerden birisi. Ancak yine de akademisyenlerin araştırmak ile fazlaca ilgilenmedikleri bir konu olmaya devam ediyor.

İlk Seçim Gecesi Yayınından Milyon Dolarlık Televizyonculuk Olayına Doğru

Günümüz teknolojisi ile bir seçimin sonuçlarını oldukça hızlı öğrenebilmek mümkün. Ancak 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında durum böyle değildi. Sonuçların çoğunlukla telgraf ile iletildiği bu zamanlarda, kimin kazandığını öğrenebilmek bazen haftalar sürebiliyordu. New York Times gazetesi 1910’lu yıllarda, Times meydanındaki ofis binası üzerine yansıtılan ışık şovları ile sonuçları kamuoyuna duyurmaya çalışıyordu. 2 Kasım 1920’deki ilk radyo yayınında ise, veri aktarımı yavaş olduğu için akıcı bir yayın yapılamamıştı. Bir başka eyaletten yeni sonuçlar gelene kadar geçen süre içerisindeki boşlukları doldurmak için ya müzik yayını yapılmış ya da mevcut sonuçlar tekrar paylaşılmıştı. Tekrara dayalı olsa da bu ilk seçim yayını Amerikan kamuoyunun ilgisini çekmeyi başarmıştı (Bohn, 1968). Çok kısa süre içinde, Amerikan basını seçim sonuçlarını salt aktarmaktan ziyade yorumlamaya da başlayacaktı. New York Times, 1928 başkanlık seçimi radyo yayınlarında yorumun ağırlık kazanacağını aşağıdaki biçimde okuyucularına duyurmuştu: 

Radyolardaki siyaset haberleri sunucuları, Mainville kasabasındaki 32 seçim çevresinden 16’sında Hoover’ın Smith’e 23 oyluk fark attığını mikrofona okumak ve bunu burada bırakmak yerine; Hoover’ın Mainville’deki bu 123 oyluk galibiyetinin önemini vurgulayacaklar ve bunun daha önceki seçimlere göre ne anlama geldiğini mukayeseli olarak açıklayacaklar (New York Times, 4 Kasım 1928, s. 16). 

1932 seçiminde, NBC yeni bir ultra kısa dalga verici geliştirerek New York sokaklarında dolaşan bir minibüs ile sokaklardan yayın yapmaya ve seçim sonuçlarına ilişkin sokaktaki sıradan seçmenin yorumları almaya başlayacaktı. Bu seçim, kitlelerin sonuçları öğrenmeye ilgi duymasının da başlangıcı olan seçimdi. Bir yandan United Airlines uçuşlarında kabin memurları sonuçları ilan ediyor, diğer yandan esnaf mağazalarının içindeki radyoların sesini sonuna kadar açarak yoldan geçenlerin sonuçları duymasını sağlıyordu. 1930’lu yıllarda artarak devam eden bu kitlesel ilgi, 1940’lı yıllarda giderek gelişen televizyon yayıncılığında karşılığını bulacaktı (Bohn, 1968).

1944, televizyon kanallarında seçim yayınının olgunlaşmaya başladığı seçim oldu. Ekranlarda en yaşlı ve genç gibi özel seçmen grupları ile yapılan röportajlar, seçkin yorumcular ve yeni veri gelene değin oluşan boşlukları doldurmak için özel orkestraların boy gösterdiği renkli yayınlar yapılmıştı. Ancak bütün bu hazırlıklar, kanalları zarar etmekten kurtaramamıştı. 1944 yılı seçim gecesinde toplam 31 saat 53 dakika yayın yapılmış ve yine toplamda 2 milyon dolara yaklaşan zarar kaydedilmişti. 1948’de ise ilk defa sponsorlu seçim gecesi yayını yapılacak, ABD’nin 22 şehrinde 43 kanal seçim ile ilgili yayınlar yapacaktı. Amerika’da bütün televizyon kanallarının topluca seçim yayını yaptığı ilk seçim 4 Kasım 1952 seçimiydi ki bu da Amerikan televizyon tarihinin ilk seçim gecesi yayını olarak kabul ediliyor (Bohn, 1968, ss. 280-283). Bu tarihten sonra ABD televizyon kanalları büyük bir seçim gecesi yayını rekabetine tutuşacaklardı. Atlantik Okyanus’un diğer kıyısında ise, bundan iki yıl önce bir kamu hizmeti olarak BBC ekranlarında ilk seçim gecesi yayını yapılmıştı bile. 23 Şubat 1950 tarihli yayının perde arkasında televizyonculuğun “first ladysi” olarak anılan Grace Wyndham Goldie vardı.  

Grace Wyndham Goldie (1900-1986)

Kendilerinin ve mensubu oldukları siyasi partinin geleceği oluşan sonuca bağlı olan kimse, ne bir Macmillan ne de bir Atlee, bir Gaitskell veya bir Alec Douglas-Home, bir Wilson, bir Heath veya bir Margaret Thatcher; sonucu İşkoçya’daki bir çoban veya Islington’daki bir ev kadınından önce öğrenmeyecekti. Birkaç kişiye ait olan bir ayrıcalık artık birçok kişiyi kapsayacaktı (aktaran Higgins, 2015). 

Goldie, seçim gecesi yayını formatını yaratma motivasyonunu böyle açıklamıştı. Tam da Goldie’nin vurguladığı üzere, seçim gecesi yayını sayesinde seçenler ile seçilenler sonuçları eşzamanlı olarak öğreneceklerdi. Goldie, 1900 yılında İskoçya’da orta sınıf bir ailenin kızı olarak doğmuş ve iyi bir eğitim almıştı. Oxford Üniversitesi’ni başarı ile bitirerek 1944 yılında BBC’de radyo programları yapımcısı olarak işe girdi. İlerleyen yıllarda, BBC’nin üst düzey kadrosuna girebilen nadir kadın çalışanlardan birisi olacaktı ve kanalın güncel olaylar ve belgesel programlarına damgasını vuracaktı. BBC’nin halen çok izlenen programlarından Panorama’yı da yeniden yapılandırarak yayına hazırlayan Goldie, televizyonculuk tarihinde önemli bir iz bıraktı (Irwin, 2022). 

Goldie’nin BBC’yi bir seçim gecesi yayını yapmaya ikna etmesi kolay olmadı. Zira kurumun çok katı bir tarafsızlık politikası vardı ve böyle bir yayına birazcık renk katabilmek için yorum yapılması gerekecekti. İlk yayın, bir dizi teknik zorluğun da aşılmasını gerektiriyordu. Webb’in (2023a) aktardığına göre Goldie, bu ilk yayın için yayının yapılacağı Stüdyo G ile BBC’nin Alexandra Place adresindeki binası arasında doğrudan bir telefon hattı kurulmasını istemişti. Bu isteği kabul edilmeyince Goldie çareyi bir çeşit kablosuz uydu telefonu kullanmakta buldu. Alexandra Place’e gelen sonuçlar, bir asistan vasıtasıyla bu telefon üzerinden Stüdyo G’ye bildirilecekti. Yine Webb’in (2023b) aktardığına göre, bu ilk yayın BBC teknik ekibini de endişelendiriyordu. İlk defa bu kadar uzun bir yayın yapmaya hazırlanan ekip, kullanılan alet ve ekipmanın bu uzun soluklu yayını kaldırıp kaldıramayacağından kuşku duyuyordu (Webb, 2023b). Bütün endişeler bir tarafa bırakılarak, oy verme işlemi biter bitmez yayın başlamıştı. Goldie, zor da olsa programda yorumcuların bulunması fikrini kabul ettirebilmişti ve üç yorumcu, yorumdan çok analiz yaparak programa katkıda bulunmuşlardı. Sunucu Richard Dimbleby ise, ilerleyen yıllarda hem seçim gecelerinin hem de Panorama programının vazgeçilmez sunucularından olacaktı. 22:45’te başlayıp gece 1 sularında sona eren program sırasında Goldie’nin bir başka fikri olan harita kullanımı da hayata geçmişti. Sonuçlar, büyük bir Birleşik Krallık haritası üzerinde gösterilmişti. Londra’nın ünlü Trafalgar Meydanı’na kurulan dev ekranda da takip edilen ilk seçim gecesi yayını, BBC’nin ancak ilerleyen yıllarda yumuşayacak katı tarafsız yayıncılık politikası nedeni ile çok renkli geçmese de başarılı olmuştu (BBC, 2023). 

1940’lı yıllarda ABD’de olgunlaşmaya başlayan seçim gecesi yayını, Goldie’nin öncülüğünde başlı başına bir program formatı biçimini almıştı. 1950’ler ve 1960’lar boyunca gelişen bilgisayar teknolojisi seçim gecesi yayınlarını şekillendirmeye devam etti. BBC, 1959 yılına kadar Alexandra Place ile Stüdyo G arasında kablosuz telefon ile veri iletmeye devam etti. 1959 yılında ise Stüdyo G’ye bilgisayar ve tele-yazıcıların yerleştirilmesi ile birlikte bu uygulama son buldu. BBC aslında 1958 yılında seçim gecesi yayını için kullanacağı bir bilgisayar temini için çalışmalara başlamıştı. Bu çalışmalar neticesinde, National Elliott 402F bilgisayarı 8 Ekim 1959 tarihli seçimden bir hafta önce Stüdyo G’ye getirilmişti. Seçim gecesi yayınında kullanılacak bu bilgisayara kısaca “Ella” deniliyordu. Böylelikle hem üretici firmanın adının kullanılmasından kaçınılabiliyor, hem de fazlası ile teknik bir terim olan National Elliott 402F insanileşiyordu (Webb, 2023a). İnsan-bilgisayar rekabetinin de seçim gecesi yayınlarında bilgisayar kullanımının yaygınlaşmasına paralel olarak gelişen bir unsur olduğunu belirtmek gerekiyor. Nitekim bu tarihten sonra sonuçları “Ella” mı yoksa BBC uzmanları mı daha iyi tahmin edebilecek şeklindeki rekabet de başlıyordu. Tahmin rekabeti bir yana, Hendy’nin (2023) anlattığı üzere, Birleşik Krallık halkı seçim gecesi yayınlarını giderek daha çok beğeniyordu. 1955 seçimi, sonuçları radyodan ve televizyondan takip edenlerin eşit sayıda oldukları son seçimdi. Bu seçimden sonra televizyonun egemenliği başlıyordu. 1959 gecesi, 13 milyonu BBC’den olmak üzere 19 milyon kişi seçim yayınını seyretmişti. Seçim geceleri sonuçlar gelmeye başladıkça izleyici sayısı da artıyordu. Ülkedeki değişik seçim merkezlerinde oyların sayılma anını gösteren canlı yayınlar özellikle ilgi çekiyordu. Seçim gecesi, Birleşik Krallık halkının komşuları ile beraber toplanıp partiler vererek takip ettikleri bir olaya dönüşüyordu. 1964 seçimini, aynı anda devam eden Tokyo Olimpiyatı yayınından daha çok kişi izlemişti (Hendy, 2023). 

1952 seçiminden itibaren bütün televizyon kanallarının seçim yayını yapmaya başladığı ABD’de de yayıncılık, teknoloji ekseninde şekillenmeye devam ediyordu. 1952 seçiminde NBC, sonuçları sadece bir önceki seçim ile karşılaştırabilen Mike-Mono Robot isimli bir bilgisayara yatırım yapmıştı. CBC aynı gece Univac bilgisayar kullanıyor, ABC ise halen kara tahta kullanarak yayın yapıyordu. Her üç kanal da bu gece yapılacak yayını sürdürebilmek için ek personel istihdam etmişti. Bu yıllarda henüz televizyon yayıncılığı çok gelişmediği için istihdam edilen kişilerin çoğu radyo kökenli kişilerdi. Dwight Eisenhower ve Richard Nixon arasında geçen seçime ilişkin televizyon yayınları akşam 9’da başlamış ve sabaha karşı 3 sularında Eisenhower’ın zaferinin kesinleşmesi ile sona ermişti (Bohn, 1980). 

ABD’deki 1952 seçim gecesi yayınının dikkat çeken bir diğer özelliği ise öncesinde yapılan sponsorluk anlaşmaları oldu. Bu gece yayın yapan her üç kanalın sponsoru da birer televizyon üretim firması idi. Toplumdaki televizyon sahipliği oranının yüzde 34 civarında olduğu 1952 yılında, ABC kanalının seçim gecesi yayını sponsoru Admiral firması, CBS’in sponsoru Westinghouse ve NBC’nin sponsoru Philco idi. Ancak sponsorluk anlaşmaları bile yeterli olmamış, her üç kanal da bu seçim gecesi yayınını yine zararla kapatmıştı (Bohn, 1968, s. 142). 

1956 seçiminde ABC televizyonu, yayınına heyecan katabilmek için insan-bilgisayar rekabetini öne çıkardı. Seçim gecesi yayını için Underwood firması tarafından özel olarak geliştirilen Elecom 125’i kullanan kanal, Collier dergisi araştırmacı ve uzmanlarından oluşan bir ekip ile bu bilgisayarı karşı karşıya getirdi. Elecom 125, 6 Kasım 1956 gecesi saat 20:05 sularında yine Eisenhower’ın zaferini doğru tahmin ederek Collier dergisi ekibini yenmişti (Bohn, 1980, s. 143). 

1960’lı yıllarda “tahmin”, ABD kanalları arasında başlı başına bir rekabet unsuru hâline çoktan gelmişti. Kanallar, seçim gecesi belirli bir saatte sonucu tahmin etme vaadinde bulunmaya başlamışlardı. CBS, 1960 seçiminin sonucunu IBM 7090 kullanarak saat 7 gibi duyuracağını ilan ediyor, ABC ise bundan bir saat önce, yani 6’da sonucu açıklamayı vadediyordu (Bohn, 1980, s. 144). 1960 itibariyle seçim yayınlarına birer isim de verilmişti. CBS’de “Seçim Gecesi 1960”, ABC’de ise “Seçim Gecesi Raporu” adı ile yayınlanan 1960 seçimi, 83 milyon izleyici ile o güne kadar en çok izlenen seçim yayını olmuştu (Bohn, 1980, ss. 145-146). Tıpkı Birleşik Krallık’ta olduğu gibi, ABD’de seçim gecesi yayını artık başlı başına bir olay hâline gelmişti. 1964 seçim gecesi yayını için ABD’deki 3 televizyon kanalında toplam 20 bin kişi çalışacak, bu kanallar bu geceye hazırlanmak için 120 milyon doları aşan bir meblağ harcayacaklardı (Bohn, 1980, s. 146). Bohn, nihayetinde seçim gecesinin ABD toplumu için Amerikan Futbol ligi finalinin oynandığı Super Bowl Pazarı gibi bir ritüele dönüştüğünü belirtiyor. Yine Super Bowl gibi, “kahramanları, kötü adamları ve aptalları olan; keza dramatik anlatılar ve çatışma çözümü ile de tamamlanan bir senaryosu olan” (Bohn, 1980, s. 153) bir gece. Bohn’dan yaptığımız bu alıntı, raporumuzun başlığında kullandığımız “sosyo-teknik drama” ibaresi ile de oldukça yakından örtüşüyor. 

Teknoloji ve toplumsal dinamiklerin kesişiminde şekillenen seçim gecesi yayınları, 1964 yılında yeni bir gelişme ile anılacaktı. Bu yıl Associated Press, ABC, CBS, NBC ve United Press International imkânlarını birleştirerek News Election Service isimli seçim verisi konsorsiyumunu kurdular (Garrison, 1982). Türkiye’deki Yüksek Seçim Kurulu gibi merkezi seçim sonucu verisi aktarımı yapan bir kurumun bulunmadığı ABD’de oluşturulan bu konsorsiyumun merkezi New York’da idi. Üye olan her kuruluştan bir kişinin temsil edildiği bir yönetim kurulu olan konsorsiyumun bütçesi de yine her kurumun beşte bir oranındaki katkısı ile hazırlanıyordu. News Election Service konsorsiyumu, seçim gecesi veri aktarımını bir hayli hızlandırmıştı. Çok daha hızlı veri aktarımı, sandık çıkış anketlerinin yapılmasının da zeminini hazırlamıştı ve ilk sandık çıkış anketi 1967 yılında bir valilik seçiminde CBS tarafından yapılmıştı (Garrison, 1982). İşte bu noktadan itibaren ABD televizyon kanalları arasında en hızlı sandık çıkış anketini yaptırıp, buradan da hareketle seçimin sonucunu en hızlı tahmin etme yarışı başlıyordu. Sandık çıkış anketi, oy verme işlemini bitirip seçim merkezinden ayrılmak üzere olan seçmenlere sorulan “oyunuzu kime verdiniz?” sorusu üzerinden sonuca yönelik yapılan çıkarsamalara dayanıyor. Türkiye, çoğu Avrupa ülkesi ve başka ülkeler bu anketlerin yapılmasına seçim sürecini etkileyebileceği endişesi ile izin vermiyor. Böyle bir yasağın bulunmadığı ABD’de ise, çıkış anketleri seçim gecesi yayıncılığını da değiştirmeye başladı. Bir uzmanın vurguladığı üzere, çıkış anketlerinden önce yapılan yayınlar bir sonuç olmaksızın başlıyor ve basit bilgisayar modellemeleri ile sonuç tahmin edilmeye çalışılıyordu. Çıkış anketleri devreye girince, yayın kazandığı hesaplanan aday üzerinden ilerliyordu (Patterson, 2003). Seçim gecesi yayınlarına ilişkin “sandık çıkış anketi çerçevelemesi” (Norris and Dunleavy, 2017) terimini de doğuran bu gelişme, 2000 yılı ABD başkanlık seçimi gecesi yayınlarını derinden etkileyen unsurlardan birisi idi. 

Türkiye’de seçim yayınlarında bilgisayar kullanımı ise 1977 yılında başladı. Aslında bilgisayar kullanımına geçmeden önce, Türkiye’de seçim ve siyasi yayıncılığın da bir dizi yasak ile boğuşarak ilerlediğinin altını çizmek gerekiyor. Polat’ın (2018) aktardığına göre, Türkiye’de ilk defa 1950 yılında muhalefetin radyo üzerinden siyasi propaganda yayını yapmasına izin verildi. Kendisi bu imkândan yararlanan Demokrat Parti, iktidar olunca muhalefetin radyo yayını yapmasını yasakladı. 27 Ekim 1957 genel seçiminde ise henüz oy verme işlemi bitmemişken radyodan Demokrat Parti’nin seçimi kazandığı ilan edildi (Polat, 2018). Sonradan değişecek olan anayasanın 133. maddesi uyarınca radyo ve televizyon yayıncılığının devlet tekelinde olduğu Türkiye’de, bir yasal boşluktan yararlanarak kurulan ilk özel televizyon STAR 14 Ekim 1990 tarihinde Almanya üzerinden yayın yapmaya başladı. İlk defa 1991 yılbaşı gecesi eğlencesi programında TRT’ye rakip olan STAR, daha sonra patlak veren Irak-ABD savaşı yayınları ve spor yayıncılığında da başarılı olarak TRT’ye iyiden iyiye rakip olmaya başladı. Ancak seçim ve siyaset yayınları alanında da TRT’ye rakip olabileceği düşünülen STAR bu beklentiyi karşılayamadı. Zira kurucuları arasında Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal bulunan STAR, Anavatan Partisi’ne yakın taraflı bir yayıncılık yürüttü (Maraşlı, 2017). Lakin TRT’nin de siyasi etkilerden uzak bir seçim yayıncılığı yürüttüğünü söylemek mümkün değil. TRT Haber Dairesi başkanlığına kadar yükselmiş meslek duayeni Ercan San’ın ifadeleri ile: 

Seçimlerde kâğıt kalemle bilgileri toplar, yayınlardık ama bu bilgiler o günlerde basın için de çok önemli kaynak olurdu. Bilgisayar artık hayata girmeye başlamıştı, büyük kuruluşlarda kullanılıyor biz de seçimde kullanalım dedik. Görüşmeler yapıldı ve IBM firmasından kira sözleşmesi ile zebellah bir makine geldi! Bu masadan büyük…
Seçim ortamı zaten gergin, herkes iktidar için milletvekili sayısı yapıyor falan. Gece, CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Farabi Sokaktaki Genel Merkezin balkonundan, dışarıdaki gergin taraftara hitap ederken “şu anda 227 Milletvekilliğini kazandık ama TRT bunu açıklamıyor, onları dinlemeyin, yalan söylüyorlar” şeklinde bir konuşma yapıyor. Bulvar üzerindeki eski TRT binasının etrafını araçla dönme imkânınız vardı o zaman. Bir anda kurumun etrafında araçlar dolaşmaya ve bizlere küfretmeye başladılar.
Bilgisayarı iki defa boşalttık, sonuç 213, değişmiyor. Bir defa, ilk başlarda 214 oldu fakat yarım saat bile sürmedi. Gece yarısı CHP Genel Sekreter Yardımcısı meslek büyüğümüz Orhan Birgit geldi kuruma, o da aynısını söylüyor. Bilgisayarı bir daha boşalttık, yine 213, sonuçları aldı gitti… (San, 2023). 

San’ın da aktardığı gibi, TRT’deki seçim gecesi yayınları siyasi aktörlerin yönlendirme çabalarına maruz kalıyordu. Bu çabalar seçim gecesi yayının aslında ne kadar önemli olduğunun da bir göstergesi. Nitekim 2000 yılı Amerikan başkanlık seçimi gecesi yayını sırasında yaşananlar halen tartışılmaya devam ediliyor.

Florida’dan Felakete: 2000 Yılı ABD Başkanlık Seçimi Gecesi Yayınları 

1970’ler başladığında, seçim gecesi artık milyon dolarlar ile ifade edilen bir televizyonculuk olayı hâline gelmişti. Televizyonculuğun gelişmesine eşlik eden bir başka gelişme ise, Patterson’un (2003) belirttiği üzere, haberciliğin giderek daha çok tiyatral bir performansı andırır hale gelmesi idi. Bu aslında televizyonun kattığı görselliğin doğal bir sonucuydu. Radyo ve gazete muhabirleri, haber yaparlarken etraflarında gördüklerini de dinleyici ve okuyucularına ayrıntıları ile betimlemeye çalışıyorlardı. Ancak televizyon izleyicisi etrafı görebildiği için bu betimleme anlamsız kalıyordu. İşte bu nedenle televizyon haberciliği giderek daha canlı, daha hareketli, daha heyecan verici bir formatta yapılmaya çalışılıyordu. Televizyonlara çıkan muhabirler haberleri adeta bir hikâye anlatır gibi anlatıyorlar; ayrıca alışılagelmedik bir biçimde “ben” kelimesini de anlattıkları bu hikâyelerin içinde bolca kullanıyorlardı. Bu kullanıma bir örnek vermek gerekir ise; seçim gecesi yayınında bir muhabirin ağzından “ben şu anda Al Gore’un konakladığı otelin yakınındayım” benzeri cümleler artık duyulabiliyor olmuştu. Patterson (2003, ss.11-13), bu giderek daha çok dillendirilen “ben” vurgusunu, muhabirlerin kendilerini de hikâyeleştirdikleri haberin bir parçası hâline getirmeleri olarak yorumluyor. 

7 Kasım 2000 gecesi ise, tam 36 gün sürecek ve ancak ABD Yüksek Mahkemesi’nin müdahalesi ile sonuçlandırılabilecek bir başkan olabilme hikâyesi başlıyordu. Cumhuriyetçi aday George Bush ile Demokrat aday Albert Arnold Gore arasında geçen seçim, Florida eyaletindeki kesinleştirilemeyen sayım nedeni ile kilitlenmişti. Florida eyaleti seçim yasaları, iki başkan adayı arasındaki oy farkının %0.5 ve daha az olması hâlinde otomatik yeniden sayım gerektiriyor. 7 Kasım gecesinin ilerleyen saatlerinde durumun böyle olduğu anlaşılınca, yeniden sayım da başlamış ancak her iki adayın da itirazları nedeni ile bir türlü sonuçlandırılamamıştı. Zira yeniden sayımın otomatik sayım makineleri ile yapılması gerekiyordu ancak istisnai durumlarda el ile yapılan yeniden sayım da Florida yasaları uyarınca geçerli olabiliyordu. Florida eyaletini kazananın aynı zamanda başkan da olacağı kritik sayım düğümü, ancak ABD Yüksek Mahkemesi’nin 12 Aralık 2020 tarihli Bush v. Gore kararında el ile yapılan yeniden sayımın kabul edilemeyeceği şeklindeki kararı ile çözülmüş ve Bush’un başkanlığı ilan edilmişti. 7 Kasım gecesi ortaya çıkan en sarsıcı gelişme ise; seçim yayını yapmakta olan televizyon kanallarının, Florida eyaletindeki zorunlu yeniden sayım yasasından haberdar olmaksızın Al Gore’un zaferini erkenden ilan etmeleri olmuştu. Gecenin ilerleyen saatlerinde, Amerikan televizyonları bu haberi geri çekmek zorunda kaldılar. Gece devam ederken bu defa Bush’un zaferi ilan edilmiş ancak bu da yanlış çıkmış ve haber yine geri çekilmek durumunda kalınmıştı. Üst üste yanlış adayın başkan ilan edilmesi, hem Amerikan toplumunu hem de Amerikan basınını derinden sarsan bir gelişmeydi. Başta CNN olmak üzere diğer ABD televizyonları, bu sarsıcı gelişmenin nedenlerini anlayabilmek için birer bağımsız soruşturma süreci başlattılar. ABD Kongresi Enerji ve Ticaret Komisyonu (2001) da televizyon kanallarının genel müdürlerini ifade vermeye çağırdığı bir özel oturum ile süreci yakından araştırdı. 

Aslında zamanın CNN Genel Müdürü Tom Johnson’a göre 7 Kasım 2000 gecesi ABD televizyonlarında yaşanan çok basit bir dil ile bir “fiyasko” idi ve Johnson, CNN tarafından iç soruşturma yürütmek için görevlendirilen üç bağımsız uzmana, o gece olanlardan dolayı utanç duyduğunu ifade etmişti (Konner, Risser ve Wattenberg, 2001, s.2). CNN, içlerinde Columbia Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi Dekanı Joan Konner’ın da bulunduğu üç bağımsız uzmana, 7 Kasım 2000 gecesi CNN haberciliğinde neyin yanlış gittiğini araştırmaları için sınırsız yetki vermişti. Ekibe, istediği bütün CNN çalışanları ile görüşme ve incelemek istediği bütün evrakları inceleme hakkı tanındı. Üç uzman aldıkları bu yetki ile çok kapsamlı bir soruşturma yürütmüşlerdi ve içlerinde “karar verme ekibi” olarak adlandırılan ekibin üyelerinin de bulunduğu çok sayıda çalışan ile görüşmüşlerdi. “Karar verme ekibi” olarak adlandırılan ekip, Amerikan seçim gecesi yayıncılığında 1964 yılından sonra ortaya çıkmıştı. Zira CBS televizyonu ilk defa bu tarihte Kaliforniya eyaletindeki Cumhuriyetçi parti başkanlık ön seçimi yarışında, henüz oy verme işlemi tamamlanmadan erkenden bir kazanan açıklamıştı. Oysa ki CBS’in kazananı doğru olarak ilan ettiği saatlerde, San Francisco şehrinde oy verme işlemi devam ediyordu. Bir seçim çevresinde oy verme işlemi devam ederken sonucun erkenden açıklanması, raporun ikinci bölümünde ayrıntılı olarak ele alınan “Doğu Yakası Etkisi” konusunun da düğümlendiği nokta. Nitekim bu uygulama daha ilk yapıldığı 1964 yılında da tartışmalara yol açmış, bunun üzerine CBS bir seçim sonucunun ilan edilip edilmeyeceğini tespit eden “karar verme ekibi” kurmaya karar vermişti. Ekibin içinde seçim ve istatistik uzmanları bulunuyordu (Mason, Frankovic ve Jamieson, 2001). 1990 yılında gelindiğinde, daha önceden kurulmuş olan seçim verisi akışı sağlayan News Election Service’ın yapısı güçlendirilmiş ve Voter News Service konsorsiyumu adını almıştı (Barnes, 1993 ). Bu konsorsiyum çatısı altında, CNN-CBS gibi değişik kanalların çalışanlarının bir araya geldikleri karar ekipleri de seçim geceleri çalışmaya başlamışlardı. Voter News Service, 7 Kasım 2000 seçimi gecesine 40.000 çalışan ve 35 milyon doları aşan bir bütçe ile girmişti. Ancak bu devasa hazırlık, sonucun yanlış ilan edilmesinin önüne geçememişti. Gerek CNN gerekse diğer kanalların yürüttükleri iç soruşturmadan çıkan en temel sonuç, Amerikan basınının bu gece sandık çıkış anketlerine fazla güvendiği ve basının kendi içindeki rekabetin tahrip edici bir boyuta ulaştığı idi. CNN için hazırlanan bağımsız rapor, Amerikan basınında sonucu ilk ilan edecek medya kuruluşu olma arzusunun adeta tehlikeli bir biçim aldığını belirterek devam ediyor: 

CNN, keza diğerleri gibi, ortada bir sonuç olmadığı hâlde, neredeyse bir saplantı biçiminde sonuç açıklamaya çabalamıştı. Bu saplantılı çabanın altında hem rekabet hem de izleyicilerin sonuç duymak istedikleri varsayımı yatıyor –aslında böyle olmasa bile. Lakin sonucun çok yakın seyrediyor olması da başlı başına bir haber olabilirdi ve bu izleyicileri ekran başında tutmaya yetebilirdi. Ancak kuruluşları ivedilikle bir sonuç ilan etmeye sevk eden bir medya düzeni, CNN’i ve diğer kanalları, o gece hatalı haber yapmaya itti ve bunu da seçim gecesi yaşanan karmaşa takip etti (Konner, Risser ve Wattenberg, 2001, s. 18). 

 

Bu üç uzman, 7 Kasım 2000 gecesi Amerikan medyasının Amerikan demokrasisine haksız bir müdahalede bulunduğunu da belirtiyorlar (Konner, Risser ve Wattenberg, 2001). CBS için yazılan uzman raporu da benzer tespitler içeriyor. Mason, Frankovic ve Jamieson (2001) tarafından kaleme alınan rapor, bu gece CBS’de yaşananlardan alınması gereken derslerden birisinin karar verme ekibinin güçlendirilmesi zarureti olduğunun altını çiziyorlar. Karar vermenin zor olduğu seçim çevreleri için bu ekibe tecrübeli bir uzmanın destek vermesi gerektiğinin altının çizildiği raporda, bu gece görev yapan kişilerin Florida’daki zorunlu yeniden sayım yasası gibi ayrıntılara hakim olan kişiler olması gerektiği de vurgulanıyor (Mason, Frankovic ve Jamieson, 2001). 

Hem CNN hem de CBS için yazılan raporlarda ortak olarak altı çizilen bir başka önemli husus ise, Amerikan televizyonlarında ilan edilen sonucun “tahmin” mi yoksa kesin sonuç mu olduğunun izleyici tarafından kolay anlaşılamıyor olması. Uzmanlar, seçim gecesi yayınlarında ilan edilen sonucun “tahmin” olduğunun ekranda açıkça görünecek bir biçimde yazılması gerekliliğini özellikle vurguluyorlar. Sonucun sandık çıkış anketine göre değil, resmi sonuçlara göre duyurulması gerekliliği ise belki de 7 Kasım 2000 gecesinden çıkan en önemli sonuç. Konner, Risser ve Wattenberg (2001) bu noktanın altını özellikle çizerek, seçim gecesi yayıncılığının ana ilkesinin sonucu ilk veren olmak değil, doğru veren olmak olduğunu vurguluyorlar.

Özellikle seçim sonucu tahmininde kullanılacak istatistiksel modeller geliştiren Clive Payne (1992), kendi adı ile anılan kanunda “kötü bir seçim tahmini sonsuza dek hatırlanır”, isabetli tahmin ise unutulur diyor. 7 Kasım 2000 Amerikan başkanlık seçimi, Payne kanununun en dramatik örneklerinden birisi olarak hafızalara kazınmış durumda. Ancak 2000 seçimi, Amerikan medyasının sandık çıkış anketi çerçeveli seçim yayıncılığı yapmasına mani olmadı. Yine de bazı değişiklikler yapıldı. Bunların arasında, Voter News Service konsorsiyumunun dağıtılmasının ardından 2003 yılında National Election Pool konsorsiyumunun kurulması geliyor. Bu yeni konsorsiyum, profesyonel bir araştırma şirketinin şemsiyesi altında faaliyet gösteriyor. Halen tartışma konusu olmaya devam eden sandık çıkış anketi çerçeveli seçim gecesi yayıncılığı, raporun sıradaki ikinci bölümünde ele alınacak olan “Doğu Yakası Etkisi” meselesinin de altında yatıyor. 

Doğu yakası Etkisinden Ushadidi Hareketine: Seçim Günü Yasakları ve Seçim Günü Yayınları

“Doğu Yakası Etkisi” basit bir soru etrafında şekilleniyor: Amerika’nın batı eyaletlerinde oy verme işlemi devam ederken, saat farkı dolayısı ile işlemlerin daha erken bittiği doğu eyaletlerinden gelen sonuçların öğrenilmesinin etkisi nedir? Bu soruyu Türkiye üzerinden şu şekilde sorabiliriz: İzmir’de ikamet eden bir seçmen, oy kullanmaya gitmeden önce birkaç saat boyunca Diyarbakır’dan gelen sonuçları öğrenirse seçim süreci nasıl etkilenir? Aslında 7 Kasım 2000 gecesi yaşanan karmaşanın sebeplerinden bir tanesi de Florida eyaletinin iki saat dilimine birden yayılan bir eyalet olmasıydı. Yani Florida’nın doğu saat dilimine giren bölgelerinde oy verme işlemi tamamlanmışken, diğer bölgelerinde halen oy kullananlar vardı. Sonucu açıklayan ilk televizyon kanalı olmak için birbirleri ile kıyasıya bir rekabete girişen Amerikan televizyon kanalları, o gece bu ayrıntıyı da atlamış ve Florida’nın tamamında oy verme işlemi bitmişcesine yayın yapmışlardı. Doğu Yakası Etkisi, seçime katılımı düşürüyor mu? Doğu Yakası Etkisi nasıl engellenebilir? Bu sorular, Amerikan seçim günlerinin en çok tartışılan konularından birisi olmaya devam ediyor. Amerikan anayasasının basın özgürlüğünü çok güçlü ifadeler ile taahhüt altına alıyor olması nedeni ile, Amerikan basınının seçim günleri yayın yapmasına yönelik herhangi bir kısıtlama getirilemiyor. Ancak Amerikan siyaset erbabı, Anayasa’nın etrafından dolaşarak çeşitli yöntemler ile Doğu Yakası Etkisini kontrol altına almaya çalışıyor. 

Seçim günü yayınlarının bir diğer ucunda ise, Kenya ve İran gibi yayınlara bütünü ile yasak getirilen örnekler var. İşte bu durumlarda vatandaş gazeteciliği ve özellikle canlı bloglar öne çıkıyor. Tamamen serbest–tamamen yasak yelpazesinin ortasında ise, geleneksel medya aktörleri ile yeni medya aktörlerinin etkileşimi aracılığı ile oluşan “hibrit medya” (Chadwick, 2017) oluşumundan söz etmek mümkün. Aşağıdaki bölümde yasakçı ve yasakçı olmayan ülkelerdeki seçim sonucu yayınları ile, hibrit medya ortamında oluşan seçim gecesi anlatılarına odaklanılıyor. Bu anlatılar, gerek seçmenler gerekse siyasetçiler üzerinde bir hayli etkili olabiliyor. 

 

Yasakların Gölgesinde Seçim: Vatandaş Gazeteciliği ve Canlı Bloglar 

Kongre; düşünceyi açıklama özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, halkın barışçıl şekilde toplanma ve sorunlarını hükümete dilekçe yoluyla iletme hakkını ihlal eden kanunlar yapamaz.

Amerikan Anayasası Ek 1. Madde. 

 

Doğu Yakası Etkisi, işte tam da Amerikan anayasasının ek 1. maddesi ile taahhüt altına alınan basın özgürlüğü ilkesi nedeni ile durdurulamıyor. Aslında Doğu Yakası Etkisinin tam olarak seçim sürecine ne boyutta etki ettiğinde dair bir oydaşma oluşmuş değil. En azından kuramsal olarak düşünüldüğünde; Doğu Yakası Etkisinin diğer seçmenlerin seçime katılımını düşürmesi beklenebilir. Nitekim bu bazı araştırmacılar tarafından doğrulanmış bir bulgu ancak Doğu Yakası Etkisi seçime katılımı kuramsal çerçevede beklendiği kadar çok düşürmüyor. Yani Doğu Yakası Etkisinin Amerikan seçim süreci üzerindeki tam etkisi tartışılmaya devam ediyor. Doğu Yakası Etkisine son vermek için atılabilecek başlıca adım, Amerika’daki bütün seçim çevrelerinde saat farkına bakılmaksızın oy verme işleminin eşzamanlı olarak sona ermesini sağlamak ve Amerikan medyasının oy verme işlemi bitmeden önce yayın yapmasına engel olmak. Zira Amerikan yasa-yapıcıları da uzun yıllardır buna benzer adımları atıp atmama konusunda bir tartışma yürütüyorlar ancak bu tartışma bir sonuca varmaksızın sürüncemede kalıyor. Anayasanın ek 1. maddesi ile de elleri kolları bağlanmış olan yasa-yapıcılar, zaman zaman bu maddenin etrafından dolanacak yöntemler ile Doğu Yakası Etkisini engellemeye çalışıyorlar. 

1984 yılındaki Daily Herald v. Munro davasına konu olan olaylar da böylesine bir ek 1. maddenin etrafından dolanma çabasıydı. Dava konusu, Washington’da seçim günü seçim merkezlerinin 300 feet (92 metre) yakınında kamuoyu anketi veya sandık çıkış anketi yapılamayacağına dair çıkan düzenlemeydi. Yerel bir gazete olan Daily Herald, New York Times, ABC ve CBS ise bu düzenlemenin Amerikan anayasasının ek 1. maddesine aykırı olduğu gerekçesi ile açtıkları davayı kazandılar. Basın özgürlüğü lehine çıkan karar, seçim merkezlerini “geleneksel bir kamusal alan” olarak tanımlayarak bu alanlarda basın özgürlüğünün sınırlanamayacağının altını çizdi (Morant, 2002). Anayasa ek 1. madde ve buna ilaveten oluşan içtihat, Amerikan seçim günü yayınlarına yönelik herhangi bir kısıtlama yapılmasını hemen hemen imkânsız kılıyor. Doğu Yakası Etkisi, bu yasal arka plan göz önünde bulundurularak tartışma konusu olmaya devam ediyor. 

Seçim günü ve gecesi yayınlarına ilişkin herhangi bir yasağın bulunmadığı Amerika örneğinin tam zıt istikaminde ise bütünü ile medya karartması uygulanan İran ve Kenya örnekleri bulunuyor. 30 Aralık 2007 seçiminin ardından şiddet olaylarının patlak verdiği Kenya örneği raporumuzun konusu açısından da oldukça önemli; zira daha sonradan dünyanın başka yerlerinde de etkili olan Ushahidi vatandaş gazeteciliği hareketinin çıkış noktası bu seçim. Kenya seçiminin ardından hem iktidar hem de muhalefet kazanan taraf olduğunu iddia edince, 28 Şubat 2008’e kadar devam edecek olan iç huzursuzluk da başlamış oldu. 1000’den fazla kişinin öldüğü, 50.000 kişinin yerinden edildiği şiddet olayları taraflar arasında anlaşmaya varılması ile sonlandı. 30 Aralık seçim gecesi ise 5 gün boyunca devam edecek olan medya karartması başladı. Karartma boyunca, devlet kontrolü altındaki medya organları dışında seçim sonuçlarına ilişkin haber yapılması yasaklandı. İşte Svahili dilinde “şahit” anlamına gelen vatandaş bloğu Ushahidi.com da bu 5 günlük karartma esnasında şekillendi. Vatandaşların şahit olduklarını SMS ile ilettikleri bir veri platformu olan Ushahidi giderek büyüyerek, dünyanın başka ülkelerindeki kriz anlarında veri iletilen yaygın bir platforma dönüştü (Makinen ve Kuira, 2008).

Vatandaş gazeteciliğinde bir kırılma anı oluşturan Ushahidi’nin etkin olarak kullanıldığı kriz durumları arasında 2010 Haiti depremi ve yine aynı yıl yaşanan Rusya’daki orman yangınları geliyor. 2011 Nijerya seçimleri de Ushahidi platformunun aktif olarak kullanıldığı bir diğer örnekti. Nijeryalı seçmenler bu seçim süreci boyunca sorun yaşanan veya ülkedeki altyapı sorunları nedeni ile ulaşılamayan sandıkları Ushahidi üzerinde işaretleyerek yetkilileri harekete geçirmeye çalıştılar. Teknolojinin mümkün kıldığı yeni bir vatandaş katılımı yöntemi olan Ushahidi, Nijerya seçimine katılımın artmasına vesile oldu (Bailard ve Livingston, 2014). Afrika’daki seçim süreçleri üzerine ayrıntılı çalışmalar yapan Mkandawire (2016), Zambiya’daki Bantuwatch isimli seçim denetim platformuna da işaret ederek, kıtada merkezinde vatandaşların olduğu bir paralel seçim haberciliği sistemi oluştuğuna dikkat çekiyor. 2015 başkanlık seçiminde aktif olarak çalışan Bantuwatch, Christian Churches Monitoring Group ve Transparency International Zambiya şubesi tarafından kuruldu ve Facebook/SMS aracılığı ile devletin sonuç sayım sürecine paralel bir vatandaş sayım süreci yürüttü. Mkandawire’nin (2016) altını çizdiği üzere, Ushahidi ve Bantuwatch benzeri platformların ortaya çıkmasının altında yatan temel sebep devlet kurumlarına duyulan güvensizlik. Söz konusu platformlar bu güvensizliği ortadan kaldıramayacak olsalar da Afrika demokrasilerini güçlendiriyorlar.  

Ushadidi Bildirim Ekranı

Afrika’dan çıkan Ushahidi ve Bantuwatch örnekleri, Türkiye’de 2014 yılında kurulan Oy ve Ötesi platformunu hatırlatıyor. Türkiye’nin “Ushahidi kırılma anı” olarak nitelendirilebilecek Oy ve Ötesi, tıpkı Afrika’daki örneklerde olduğu gibi merkezine gönüllü vatandaşların oturduğu bir paralel oy sayım süreci yürütüyor. Toplumun önemli bir kısmında devlet kurumlarına olan güvenin sarsıldığı Türkiye’de, son yıllardaki seçim gecelerine veri akışı ve güvenilirliği tartışmaları damga vuruyor. Kemal Kılıçdaroğlu (2014) tarafından “havuz medyasının devlet ayağı” olarak nitelendirilen Anadolu Ajansı’nın verilerine güvenilmeli mi tartışması paralelinde, Oy ve Ötesi ve benzeri platformların çalışmaları giderek güçleniyor. Vatandaş merkezli paralel seçim haberciliğinin yayıldığı Afrika ve Türkiye örneklerinin ötesinde ise devlet baskısının aşılamaz boyuta geldiği İran örneği var. Bu örnek, Batı-merkezli medya kuruluşlarının Batı dışı ülkelerdeki seçim süreçlerine nasıl baktığını da düşündürüyor. 

İran, 12 Haziran 2009 seçiminin hemen ardından bir iç karışıklığa sürüklendi. Mahmud Ahmedinejad tarafından kazanıldığı ilan edilen seçimin ardından muhalefet, seçimin hileli olduğunu öne sürerek başta Tahran olmak üzere İran’ın çeşitli merkezlerinde sokaklara döküldü. Karmaşa başlar başlamaz İran devleti medya karartması ilan ederek yabancı basın kuruluşlarını da ülkeden kovdu. Böylelikle İran’da ne olup bittiğini anlayabilmenin tek yolu vatandaş gazeteciler ve kurdukları canlı bloglardı. Bloglar, İran’da 2000’li yıllarda popüler olmaya başladı. Twitter’in İran’da çoğunlukla yasaklanması ya da yavaşlatılması, vatandaşları bloglara yönelten sebeplerin başında geliyor. Olaylı Haziran 2009 seçimi sürecinde de canlı bloglar İran’dan haber alabilmenin başlıca yollarından birisi oldu. McDougall (2011), İran’ın bu çalkantılı günleri hakkında, içlerinde anonim İran vatandaşları ile beraber New York Times ve Guardian çalışanlarının bulunduğu 7 canlı blog yazarı ile görüşmeler yaptı. Canlı blog yayınlarının en dikkat çekici unsuru, haberlerin tam doğrulama yapıl(a)madan sisteme girilmesi ve daha sonradan yanlış olduğu ortaya çıkan haberlerin de silinmeyerek bloğun alt satırlarında kalması. Guardian canlı blog yazarı Matthew Weaver, işte tam da bu doğrulanamama sorunsalı nedeni ile gazetenin üst düzey kadrosunun en başta canlı blog formatına sıcak bakmadıklarını söylüyor. Weaver’ın McDougall’a aktardığına göre, Guardian’ın yerleşik haber yapma süreci birkaç adımdan oluşuyor. Canlı blog söz konusu olduğunda ise kullanılan yazılım bile farklı ve haberi doğrudan okuyucular ile buluşturuyor. Weaver, bu doğrudan haber-oluşu “haberin kurumsuzlaşması” olarak adlandırıyor (aktaran, McDougall, 2011, ss. 28-30). 

Haziran 2009 seçim karmaşası esnasında New York Times’ın artık güncellenmeyen son dakika haberleri bloğu The Lede yazarlarından Robert Mackey, canlı blog yazmanın haber doğrulamanın hızlandırılmış bir hali olduğunu vurgulayarak bunun aynı zamanda ülke ya da konu bazlı uzmanlık gerektirdiğinin altını çiziyor. Kendisinin de İran’da devam eden olaylar boyunca bir öğrenme sürecinden geçtiğini, bu süreç kapsamında İran’daki bir vatandaş gazeteci tarafından kendilerine iletilen yeni bir videonun ya da görselin doğruluğunu hızlıca muhakeme edebilme becerisini edindiğini belirtiyor (aktaran McDougall, 2011, s. 26). 

Peki ama Haziran 2009 olaylarında (canlı) bloglar ön plana çıktığı hâlde, The Washington Post tarafından 16 Haziran 2009’da atılan “İran’ın Twitter Devrimi” başlığı da neyin nesiydi? Khazrae’ye (2019) göre bu ve benzeri manşetler, Batı basınının İran’da gerçekte olanları değil, olmasını istediklerini haber yapıyor olmalarının bir göstergesi. Khazrae (2019), Twitter’ın İran’da yaygın olmadığının altını tekrar çizerek, böyle zannediliyor olmasının temel sebebinin İran dışında yaşayan diaspora İran’lı Twitter kullanıcıları olduklarını söylüyor. 2009 yılında İran’da bir Twitter devrimi oluyor yanılgısına sebebiyet veren unsur tam da bu. Ancak İran’ı illa ki Twitter üzerinden okumak gerekiyor ise, Khazrae (2019) bunun İngilizce değil Farsça tweetler incelenerek yapılması gerektiğini söylüyor. 14 Haziran 2013 başkanlık seçiminin 1 ay öncesinde ve 1 ay sonrasında atılan 3 milyon Farsça tweet üzerinden İran’ı okuyan Khazrae (2019); İran’da değişim isteyenler ile mevcut sistemi destekleyenlerin hemen hemen eşit sayıda olduklarını, reform yanlılarının Twitter üzerinde, statüko yanlılarının ise bloglarda ağırlıklarını hissettirdiklerini belirtiyor. Khazrae’nin (2019) bir diğer ilginç tespiti ise, İran’da haberleri en çok yeniden tweet edilen haber kaynağının BBC Farsça servisinin tweetleri olduğu. 

Bu durumda İran’da etkili olduğu anlaşılan BBC’nin 2009 seçimlerini haberleştirme biçimine de değinmek yerinde olacak. Kasmani (2013) bunu BBC World News (42) ve El Cezire İngilizce’nin (22), 12-30 Haziran 2009 tarihleri arasında İran seçimi üzerine hazırladığı toplam 64 haber klibini inceleyerek karşılaştırmalı olarak yapıyor. 87 dakika eden BBC ve 82 dakika eden El Cezire kliplerinin içerik analizini yapan araştırmacı, aynı zamanda her iki kurumdan gazeteciler ile mülakatlar yaparak analizini güçlendiriyor. Kasmani (2013), incelediği BBC kliplerinde muhaliflerin görüşlerine ağırlık verildiğini ve İran’dan İran İslam Cumhuriyeti diye bahsedildiğini vurguluyor. Yine BBC’ye göre seçim sonrası sokaklara dökülen halk bu İran İslam Cumhuriyeti’nin temellerini sarsıyor ve İslam Cumhuriyeti tıpkı 1979 yılındaki gibi bir büyük devrimin eşiğinde duruyor. El Cezire ise İran’dan İslam Cumhuriyeti olarak değil İran olarak bahsetmeyi tercih ederken, seçimi kazandığı ilan edilen Ahmedinejad’ın beyanatlarına daha çok yer vermiş. Protestoları da İran’ı temelinden sarsan bir durum olarak değil, seçim sonuçlarına yönelik bir protesto olarak tanımlamayı tercih etmiş. Kasmani (2013) ile bir mülakat gerçekleştiren El Cezire Haber İstihbarat Şefi Ben Ranyer, Batı medyasının İran’da rejimi destekleyen büyük bir halk kesimi olduğunu ya idrak edemediğini ya da idrak etmek istemediğini belirtiyor. Ranyer, Batı basınının İran’ı bir “düşman” olarak gördüğünü ve İran seçimi ile ilgili yaptıkları haberlerin de bu düşman çerçevelemesine uyduğunu söylüyor (aktaran, Kasmani 2013, s. 595). Eski bir El Cezire büro şefi olan Nick Walshe ise, El Cezire’nin rolünün Batı medyasına göre her daim farklı olacağını belirtiyor. Hatta bu farklı duruşun El Cezire’nin varlık sebebi olduğunu ekleyen Walshe, rollerinin “Ortadoğu’yu lanetlemekten ziyade anlamak” olduğunu belirtiyor (aktaran Kasmani, 2013, s. 594). 

Bu noktada El Cezire’nin kendisinin de hayli tartışılan bir kanal olduğunu belirtmek gerekiyor. Katar’ın resmi devlet televizyonu olmamakla birlikte Katar emiri tarafından bonkörce finanse edilen El Cezire; kimilerine göre Batı dışı toplumların sesi iken kimilerine göre Amerika ve İsrail karşıtı yayın politikası ile bir Arap propagandisti (Lynch, 2005). Ancak Walshe’nin vurguladığı “anlamak” ile “lanetlemek” arasındaki çizgi, seçim sonuçları bağlamında da düşünülmeye değer bir konu. Raporun sıradaki bölümü, anlama-lanetleme arasında yükselen seçim gecesi anlatıları, bu anlatıların seçmenler üzerindeki etkileri, seçim geceleri özellikle Twitter etiketleri etrafında oluşan sanal topluluklar ve hibrit medya konularını ele alıyor. 

“Adam Yine Kazandı”: Toplumsal Hafızaya İşlenen Seçim Gecesi Anlatıları 

“Kabus, ya da kabus olduğunu umduğum şey başlamıştı… Çok üzgündüm. İnkâr etmeye başlamıştım. Bir hata olduğunu düşünüyordum. Dönüp baktığımızda, kızlarım ve benim için kara bir gündü” (aktaran Dunlop, Wilkison ve Harake, 2021, s. 828). Jennifer isimli bir Amerikalı seçmen, 9 Kasım 2016 sabahı uyanıp Donald Trump’ın yeni ABD başkanı olduğunu öğrendiğini anları bu şekilde tarif ediyor. Uyanır uyanmaz cep telefonundan haberlere bakan Jennifer, Trump’ın kazandığı yönündeki haberlere inanamayarak koşarak televizyon haberlerine yönelmiş. Trump’ın zaferini televizyon haberlerinden de doğrulayan Jennifer, ardından derin bir umutsuzluğa kapılmış (Dunlop, Wilkinson ve Harake, 2021). Robert isimli bir Trump seçmeni ise, Trump’ın zaferinin kesinleştiğini öğrendiği anları şöyle tarif ediyor: “Benim için adeta ruhani bir deneyimdi. Sanki Tanrı, o yüce güç, Amerika’ya efsanevi bir zümrüd-ü anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğma ve kötülük zincirlerinden kurtulma fırsatı veriyordu!” (aktaran Dunlop, Wilkinson ve Harake, 2021, s. 828).

Dunlop, Wilkinson ve Harake (2021), 2016 yılında Donald Trump ve Hillary Clinton arasında geçen başkanlık seçiminin ardından 18 ay boyunca 1280 katılımcı ile süren bir araştırma yürüttüler. Araştırmanın temel amacı, Trump’ın zaferinin sosyal psikolojideki “episodik ana anlatı” kavramı bağlamında değerlendirilmesi idi. Episodik ana anlatılar, belirli bir kültürel grup için önem arz eden tarihi olaylara işaret ediyor. Bu olay, kendisini bu kültürel grup ile özdeşleştirilen bireylerin yaşam hikâyelerinde tayin edici bir yere oturuyor. Aslında bu noktada grup ile birey arasında çizgi de kayboluyor: “ben” biz oluyor, “biz” ise ben oluyor. Episodik ana anlatılara verilebilecek çarpıcı bir örnek, İsrail’in kuruluşu. Böyle anlarda yaşanan kişisel deneyim ile topluluğun deneyimi iç içe geçiyor, İsrail ya da Filistin halkına olan “bana”, “bana” olan ise İsrail ya da Filistin halkına olmuş oluyor. Bir ülkenin siyasi hayatında köklü değişikliklere sebebiyet verebilecek olan seçimler de birer “episodik ana anlatı” olarak tanımlanabilir. Bu seçim, Trump taraftarları açısından düşünüldüğünde ABD’nin müesses nizamına meydan okunan tarihi bir zafer iken, Clinton taraftarları açısından düşünüldüğünde ise bir toplu travma olarak episodik ana anlatı biçimine dönüştü bile (Dunlop, Wilkinson ve Harake, 2021). 

Episodik ana anlatılar, Obama’nın zaferini vurgulayan “evet, yaptık” ya da Recep Tayyip Erdoğan’ın 2018’de Muharrem İnce’ye karşı kazandığı zaferi vurgulayan “adam kazandı” gibi çok kısa cümleler ve bu cümleler ile açılan Twitter etiketlerinde özetlenebilir. Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na karşı ikinci turda kazandığı zaferin ardından “adam yine kazandı” biçimi ile Türkiye gündemine oturan bu anlatı da, hem Kılıçdaroğlu hem Erdoğan seçmenleri için farklı anlamlar içeren bir episodik ana anlatı. Bunun Türkiye seçmenleri üzerindeki tam etkisinin anlaşılabilmesi için de tıpkı Amerika’daki gibi uzun erimli çalışmalar yapılması gerekiyor. 

29 Mayıs 2023, saat 10:00, Twitter Türkiye gündemi ekran görüntüsü

Zappavigna (2011), Obama’nın zaferinin ardından açılan Twitter etiketlerini sistemik işlevsel dilbilim teorisi üzerinden okuyan bir çalışmaya imza attı. Çalışma kapsamında Obama başkan seçildikten sonraki 24 saat boyunca gönderilen 45.290 tweeti inceleyen araştırmacı, bilhassa etiketler vasıtası ile oluşan “sanal topluluklar” kavramına dikkat çekiyor. Kavram aslında Rheiongold’a ait ve şöyle tanımlanıyor: “yeterli miktarda kişi yeterli uzunlukta kamusal bir tartışma yürüttüğünde net üzerinden oluşan sosyal kümelenmeler” ki bunlar aynı zamanda “yeterince insani duygularla yürütülerek siber-mekânda kişisel ilişkiler ağı” oluşturuyor (Rheiongold, 1993, s. 5). ABD’nin ilk siyahi başkanını seçerek tarih yazdık anlamına gelen “evet, yaptık” etiketi/anlatısı da bu kümelenmelere çok güçlü bir örnek. Zappavigna’ya (2011) göre, bu etiketlere katkı veren kullanıcıların bunu herhangi bir cevap alma beklentisi olmaksızın yapmaları önemli. Cevap alma beklentisinin olmaması, kullanıcıların salt o topluluğun bir mensubu olduklarını gösterme amacı ile hareket ettiklerini gösteriyor. 

Seçim gecesi/sabahı anlatıları sadece bireyler ve toplum üzerinde değil aynı zamanda göreve yeni gelen hükümet üzerinde de oldukça etkili. Mendelshohn’un (1998) belirttiği üzere bu gece ortaya çıkan baskın anlatı, işe başlayacak olan hükümetin programını şekillendiriyor. Wilks-Heeg ve Andersen (2021), seçim gecesi anlatısının kaybeden hükümetin nasıl anılacağını belirlediğini de ekliyorlar. Bunun en etkilli örneği, Birleşik Krallık 2017 genel seçimi gecesi yayınının erken saatlerinde BBC Editörü Laura Kuenssberg’ün genç seçmenin oylarının üzerinde durmasının ardından oluşan “youthquake” ya da Türkçesi ile “gençlik depremi” anlatısı. Bu anlatı İşçi Partisi’nin beklenmedik derecede iyi bir sonuç elde etmesini anlamlandırmak için ortaya çıkmış, Muhafazakâr Parti’nin görece oy kaybı da genç seçmenden aldığı oyu kaybetmesine bağlanmıştı. Wilks-Heeg ve Andersen’ın (2021) hatırlattıkları üzere “youthquake” oldukça etkili bir anlatı oldu. İş başına gelen hükümetin önceliğinin genç seçmen olmasının elzem olacağı sonucunu ortaya çıkaran youthquake, Birleşik Krallık’ta bir sonraki seçime giden yoldaki akademik tartışmayı da şekillendirdi. “2017 seçimi gerçekten bir gençlik depremi miydi?” çerçevesinde gelişen bir akademik tartışma başlatan “youthquake”; canlı yayın esnasında, sonuca ilişkin henüz çok uzun analiz yapma fırsatı olmaksızın, belki bir parça da kendiliğinden şekilleniveren bir seçim gecesi anlatısının ne kadar güçlü bir etkiye sahip olabileceğini gösteriyor. Wilks-Heeg ve Andersen (2021) buradan hareketle, seçim gecesi yayıncılığının önemine bir defa daha vurgu yapıyorlar. “Youthquake” kelimesinin Oxford İngilizce Sözlük tarafından 2017’nin en beğenilen kelimesi seçildiğini de aktaralım.

Genç ve kızgın seçmenin seçim gecesi davranışları ise bambaşka bir araştırmanın konusu oldu. Hoewe ve Parrott (2019) tarafından yapılan araştırma, bu seçmen grubunun seçim gecesi en çok araştırma yapmaya meyilli olan grup olduğunu ortaya koyuyor. 2016 ABD başkanlık seçimi sonrasında 263 üniversite öğrencisi ile yapılan çalışma, Trump’ın zaferi gibi sürpriz ile sonuçlanan seçimlerin sonuçlarına ilişkin bilgi ve yorum alma eğilimini daha da artırdığını, sonuçtan hoşnut olmayan kızgın gençlerin ise yoğun bir çaba ile sonucu anlamlandırmaya çalıştıklarını gösteriyor. Hoewe ve Parrott (2019), Trump’ın başkan olmasına kızan genç seçmenlerin Amerika’nın köklü gazete ve haber sitelerine yönelerek sonucu anlamaya çalıştıklarını ve sonuca duydukları öfkeyi de yakın çevreleri ile paylaşma eğiliminde olduklarını buldular. Elbette Trump’ın zaferine sevinen gençler de vardı. Bu seçmen grubu ise seçim gecesi televizyon kanallarına yönelmeyi ve sonuçtan duydukları memnuniyeti daha çok sosyal medyada dışa vurmayı tercih etti (Hoewe ve Parrott, 2019). 

Bazı araştırmacılar ancak yeni bir duygusal siyaset haberciliği dilinin bu sosyal medyaya yönelen genç seçmen grubuna hitap edebileceğini öne sürüyorlar. Hatta Beckett ve Deuze (2016), duyguların nitelikli gazeteciliğin bir temel taşı olabileceği iddiasındalar. Duygu ile haberin nasıl iç içe geçebileceğinin en iyi örneğinin ise BuzzFeed olduğunu söylüyorlar (Beckette ve Deuze, 2016). Özellikle genç seçmene hitap eden bir seçim haberciliği dili geliştirme noktasında örnek gösterilen bir diğer medya kuruluşu ise Vice. Dennis ve Sampaio-Dias (2021), BuzzFeed ve Vice’in Birleşik Krallık birimlerinin 2017 genel seçimleri sürecinde yazdıkları 280 makaleyi mercek altına aldılar. BuzzFeed editörlerinden Alan White’ın 13 Mayıs 2020 tarihinde attığı tweet, BuzzFeed’in seçim/siyaset haberlerine nasıl yaklaştığının da çerçevesini belirliyor zaten: “bir pubda arkadaşlarınla sohbet ederken anlattığın gibi anlat”. İncelenen 280 makale BuzzFeed ve Vice’ın Birleşik Krallık seçimlerini gerçekten de bu sıcak ve samimi dil ile aktardıklarını gösteriyor. İnternet kültüründen deyişler de içeren bu duygusal dil, gençlere karmaşık siyaset haberlerini aktarmakta başarılı oluyor (Dennis ve Sampaio-Dias, 2021). 

BuzzFeed ve Vice tarafından kullanılan dil üzerine araştırmalar yapan bir başka uzman, Vice’dan 8, BuzzFeed’den 14 gazeteci ile anonim görüşmeler yaptı. Bu anonim görüşmelerde öne çıkan konu ise, kurumların haber yapma sürecindeki kilit unsurun paylaşım ve beğeni sayıları gibi istatistikler olduğu ve yaşadıkları gelir sorunu oldu. Anonim olarak konuşan bir Vice editörü, bir New York Times editörü ile kendisi arasındaki farkı şöyle açıkladı:” New York Times editörü gününe ‘yapmamız gereken haberler var’ diye başlarken, biz günümüze ‘bakmamız gereken kişiler var’ diye başlıyoruz.” (Stringer, 2000, s. 11). Nitekim bugün mali sorunlar ile boğuşan BuzzFeed haber birimini kapatmak durumunda kalırken Vice ise muhtemel bir iflas ile boğuşuyor. Martison (2023), bir zamanlar geleneksel medyanın kıskanır hâle geldiği BuzzFeed ve Vice’ın akibetini değerlendirdiği yazısında; “liberal bir Kaliforniyalı tarafından internetin New York Times’ı olmak için kurulan ve yan iş olarak kedi videoları yayınlayan BuzzFeed” ve Kuzey Kore lideri ile görüşmek için bir basketbol yıldızı gönderen Vice’ın, bütün gelirlerini dijital reklama bağlama yanılgısına düştüklerini söylüyor. Bu arada BuzzFeed ve Vice’ın güvendiği genç okuyucu grubunun TikTok’a kaydığını ekleyen Martison (2023), yazısını belki de haber hâlâ kızgın yaşlılar için yapılıyordur diyerek kinayeli bir şekilde sonlandırıyor. 

Kızgın gençler-kızgın yaşlılar denkleminin ortasına, giderek hibritleşen medya oturuyor olabilir. “Hibrit medya” kavramı, Chadwick (2017) tarafından, geleneksel medya aktörleri ile yeni medya aktörlerinin birbirleri ile etkileşim içine girdikleri yeni bir medya ekosistemine işaret etmek için geliştirildi. Bu hibrit ekosistemde, hem tecrübeli medya profesyonelleri hem de sosyal medya kullanıcıları ya da blog yazarları gibi amatörler aynı anda varlar (Chadwick, 2017). Hibrit medyanın başlıca özellikleri arasında olan oyuncular arasındaki etkileşim, özellikle seçim gecesi yayınlarında giderek daha da görülür bir hâl alıyor. 

Avustralya’nın Viktorya eyaletinde 24 Kasım 2018 tarihinde yapılan seçim gecesi yayını, hibrit yayıncılık açısından öne çıkan bir örnek. Beratis ve Wight (2022), bu gece Avustralya devlet kanalı ABC’de oy verme işleminin bittiği 18:00’de başlayıp İşçi Partisi’nin zaferinin netleştiği 22:30’a kadar süren yayını incelediler. Ek olarak, ABC kanalında çalışan dört gazeteci ile görüşmeler yaptılar. Aynı gün, saat 17:00-24:00 arasında “Viktorya oy veriyor” anlamına gelen #vicvotes etiketi altındaki 8613 tweeti de araştırmalarında incelediler. Beratis ve Wright’ın (2022) araştırmalarında tespit ettikleri önemli bulgular arasında, çevrimiçi gelişen yeni medya dilinin ABC televizyonunda kullanılan dile sirayet etmeye başlaması geliyor. ABC sunucularının yayın esnasında sosyal medya kullanıcıları tarafından kendilerine gönderilen sorulara cevap vermeleri de geleneksel ve yeni medya etkileşiminin bir diğer yansıması olarak yayında öne çıkmış. Yine bir başka yansıma, ABC sunucularının yayın esnasında cep telefonlarına bakarak sosyal medya üzerinden yeni bilgiler edinerek bunları yayında kullanmaları. ABC Dijital Editörü Brad Ryan, seçim gecesi yayını için her mecrada değişik bir strateji izlediklerini de bu geceye ilişkin ayrıntılara ekliyor. Ryan, buna örnek olarak en çok mobil telefonlar üzerinden belirli aralıklarla kontrol edilen ancak sürekli izlenmeyen Facebook için farklı, sürekli takip edilen diğer dijital mecralar için ise farklı bir yayın akışı benimsediklerini söylüyor. Avustralya seçim gecesi yayıncılığının vazgeçilmez bir ritüeli hâline gelmiş olan an ise sevilen sunucu Antony Green’ın netleşen sonucu açıklama anı. Green, Avustralya seçim gecesi yayıncılığının başlıca bir ögesi hâline gelmiş ve halkın büyük güvenini kazanmış bir isim. Öyle ki Avustralya halkı seçim sonuçlarının açıklanmasından ziyade seçim sonuçlarının Green tarafından açıklanmasını bekliyor. İşte Ryan da, Green’ın sonucu açıklayacağı dakikanın ABC’ye ait radyo, televizyon, Facebook ve Twitter gibi bütün mecralarda aynı anda verildiğini ekliyor (Beratis ve Wright, 2022). Green’ın Avustralya’da üstlendiği bu rol, seçim süreçlerinin her toplumun kendine özgü ritüellerini barından bir sosyo-drama olduğunu hatırlamamıza da yardımcı olmalı.

Yine Avustralya’dan yola çıkan bir araştırma ile İspanya’ya odaklanan bir diğer araştırma, seçim geceleri geleneksel ve yeni medya etkileşimini bir başka açıdan ele alıyor: Bu etkileşimi daha ziyade kim yönlendiriyor? Her iki araştırmadan da çıkan ortak sonuç, resmi makamlara erişerek sonuçları duyurabilen geleneksel medyanın öne çıktığı şeklinde. 20 Aralık 2015 İspanya genel seçimi gecesi yayınlarının başladığı saat 20:00 ile 00:20 arasında Twitter’daki 21 ilgili etiket ve İspanya’nın belli başlı haber kuruluşlarının Twitter hesaplarını inceleyen Riesgo, Moreno ve Portilla (2019), özellikle oy sayımının devam ettiği esnalarda geleneksel medyanın gündemi belirlediğini buldular. Bu saat dilimi içerisinde altına en çok yazılan etiket La Sexta kanalının açtığı etiket olurken, yeni medya aktörlerinin daha etkin olmaya başladıkları anların ise sonuçların belli olmasını takip eden zaman dilimi olduğu, ortaya çıkan bir diğer sonuç. Bu sonuç sonrası zaman diliminde, sıradan Twitter kullanıcıları tarafından oluşturulan çoğunlukla mizah içerikli bir gündem seçim gecesine hakim oldu (Riesgo, Moreno ve Portilla, 2019). 21 Ağustos 2010’da yapılan Avustralya genel seçiminde de İspanya’dakine benzer bir durum vardı. Seçimin yapılacağının resmi olarak duyurulduğu 17 Temmuz 2010 ile seçimden sonraki üçüncü gün olan 24 Ağustos 2010 arasında, “Avustralya oy veriyor” anlamına gelen #ausvotes etiketi altındaki 415.000 tweeti inceleyen Bruns ve Burgess (2010), Twitter gündeminin medya kuruluşları tarafından seçime ait resmi bilgilerin paylaşıldıktan sonra aktifleşen bir platform olduğunu ortaya koyuyor. Yani seçim gibi resmi makamların açıklamalarına paralel ilerleyen süreçler özelinde, geleneksel medyanın birincil bir rol oynadığını söylemek halen mümkün.

Diğer bir yandan düşünüldüğünde, yeni medya da gazetecilerin haber topladıkları bir mecraya dönüştü. Merkeze resmi bilginin kritik bir öneme sahip olduğu seçim gecesi değil de daha geniş bir açıdan seçimin bütünü konulduğunda, geleneksel medya aktörlerinin oldukça sık bir biçimde sıradan tweetleri alıntıladıklarını görüyoruz. Bu eğilimi gösteren bir çalışma Broersam ve Graham (2012) tarafından, Birleşik Krallık ve Hollanda’da seçilen seçimlerden 4 ay öncesine ve iki gün sonrasına odaklanılarak yapıldı. Hollanda’da 13 Mayıs–10 Haziran 2010, Birleşik Krallık’ta 9 Nisan-7 Mayıs 2010 tarih aralıklarındaki seçili gazeteleri inceleyen araştırmacılar, her iki ülkede de tweet alıntılamanın güçlü bir eğilime dönüştüğünü buldular. İki ülke arasında farklı alıntılama eğilimleri ise göze çarpıyor. Hollanda basını çoğunlukla siyasetçilerin tweetlerini alıntılarken, bu ülkede “twitter mülakatı” adı verilebilecek bir de yeni mülakat biçimi oluşmuş gözüküyor. Hollanda basını, sıradan Twitter kullanıcılarının attığı tweetlerdeki soruları ilgili siyasetçiyi bularak kendisine soran bir habercilik formatı oluşturmuş. Birleşik Krallık basını ise, siyasetçilerden ziyade sıradan vatandaşların tweetlerini daha çok alıntılamış; hatta Guardian gazetesi bu seçim sürecinde “günün siyaset ile ilgili tweetleri” biçiminde özel bir bölüm yapmış. Birleşik Krallık basınında mizah içerikli tweetlerin, Hollanda basınına göre daha çok alıntılandığı da araştırmadan çıkan bir diğer sonuç (Broersma ve Graham, 2012). Bu araştırma, Chadwick’in (2017) işaret ettiği hibrit medya oluşumuna verilebilecek güncel bir örnek. 

Türkiye’deki seçim gecesi yayınlarında hibrit medya oluşumundan söz etmek mümkün mü? Geride bıraktığımız 14 Mayıs 2023 ve 28 Mayıs 2023 seçim gecesi yayınları ile ilgili ayrıntılı çalışmalar henüz yapılmadı ancak Irak’ın (2023) tespitlerinden yola çıkarsak, Türkiye yayınlarında bu yönde bir emare olduğunu söyleyemeyiz. Irak’ın 14 Mayıs gecesine ilişkin ifadeleri ile televizyonlarda: 

Karşımıza geçmiş, telefon kurcalayıp tweet okuyorlar! Televizyonda yandaş olmayan bir ses aradığınızda karşılaştığınız muamele bu. Tek Halk TV öyle sanılmasın. Muhalif kanallarda sık sık rastlanan bir manzara bu. Mesela aynı saatlerde Tele 1’de de Ceyda Karan bir taburenin üstüne tünemiş, yanında konuşan sunucuya hiç aldırmadan, adeta bir bienal enstelasyonu gibi, hiç dakikalarca başı önde telefon dürtüklüyordu (Irak, 2023). 

 

Türkiye’deki bir seçim gecesinde Twitter üzerinde şekillenen tartışmaları inceleyen aydınlatıcı bir çalışma ise Furman ve Tunç (2019) tarafından yapılmış. Çalışma, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin referanduma sunularak kabul edildiği 16 Nisan 2017 tarihinde, sandıkların kapanmasını takip eden ilk 24 saat içinde atılan 1 milyonun üzerindeki tweeti inceliyor. Furman ve Tunç (2019), bu incelemenin sonucunda Twitter’a da kullanıcılar arası partizanlık ve kutuplaşmanın damga vurduğunu tespit ediyorlar. Bu partizan iletişime bir çeşit istisna ise her gruptan kişilerin haber kuruluşları tarafından atılan tweetlerin altına yazdıkları cevaplar. Furkan ve Tunç (2019), haber kuruluşları vesilesi ile gerçekleşen bu dolaylı iletişimin Türkiye toplumunda bir diyalog başlatabileceğinin altını çiziyorlar. Raporun sıradaki bölümünde, Türkiye ve benzeri toplumlarda giderek derinleşen bu kutuplaşma sorunsalını, seçim verisi görselleştirme yöntemleri arasında baskın çıkan koroplet haritalar üzerinden inceleyeceğiz.

At Yarışının Devamı: Koroplet Harita Üzerinde Seçim Sonuçları

Bir siyasi seçimin sonuçları nasıl görselleştirilmeli? Seçim gecesi yayınlarını ele alan bu raporun üçüncü ve son bölümü bu soru üzerine odaklanıyor. Ancak bu soruya cevap verebilmek için cevaplanması gereken bir ön soru var: Seçimi kim kazandı? Oldukça basit gibi görünen “kim kazandı?” sorusu, değişik seçim sistemleri ve seçim öncesi beklentiler bağlamında düşünüldüğünde çok da basit olmayabilir. Siyasi partilerin aldıkları oy oranında milletvekilli çıkarmasına esasına dayalı olan nispi temsil sistemleri, çoğunlukla koalisyon hükümetleri oluşumunu beraberinde getirir ve bu sistemlerde kazanan/kaybeden arasında çok keskin ayrımlar olmayabilir. Bir seçim çevresinde oyların çoğunluğunu alan siyasi partinin, o seçim çevresindeki geçerli vekilliklerin tamamını kazanmış sayıldığı çoğunlukçu sistemlerde ise kazanma/kaybetme ayrımı daha keskin hissedilir. 

Türkiye de geride kalan 28. dönem seçimlerini “kazanan hepsini alır” olarak özetlenen çoğunlukçu sistem ile gerçekleştirdi. Sonuçların görselleştirilmesinde öne çıkan yöntem de dünyanın pek çok ülkesindeki gibi koroplet haritalar oldu. Bu haritalar, siyasi parti/cumhurbaşkanı adayına atanan renk ile o partinin/adayın kazandığı seçim çevresinin eşleştirilmesi esasına göre hazırlanıyor. Ancak seçim çevrelerini tek bir renge indirgeyen koroplet haritalar giderek daha çok eleştiriyor. Bunların yerini, uzmanlar tarafından yapılan tematik kartogramlar ve sıradan kullanıcılar tarafından Google Maps ve benzeri dijital araçlar ile hazırlanan seçim sonucu görselleri alıyor olabilir. 

Alternatif seçim sonucu görselleştirme yöntemlerine geçmeden önce, “seçimi kim kazandı?” sorusunu cevaplama çabamıza devam edelim. Aslında Stiers, Daoust ve Blais (2018), bu soruyu 5 değişik ülkede yaptıkları 27 anket ile seçmenlere sordular. İçlerinde Kanada, Almanya ve İspanya da olan ülkelerde bir seçimin hemen akabinde “sizce seçimi kazandınız mı?” sorusunu seçmenlere yönelten araştırma ekibi, çoğunluk olmanın kazanmanın en yaygın tanımı olmakla birlikte farklı kazanma tanımlamaları olduğunu da bulmuşlar. Bu farklı tanımlamalar içinde ilk defa veya bir önceki seçime göre daha çok sandalye kazanarak meclise girmek en belirgin olanlarından (Stiers, Daoust ve Blais, 2018). Radikal partilerin bir biçimde mecliste temsil edilme imkânı bulmaları ise “kazanma” algısını güçlendiriyor. Bu sonuç, Gatterman, Meyer ve Wurzer’in (2022) 23-26 Mayıs 2019 tarihleri arasında gerçekleşen Avrupa Birliği parlamentosu seçimlerine odaklanan çalışmasından ortaya çıkan bir sonuç. Üç araştırmacı, seçimi takip eden 27-28-29 Mayıs tarihlerinde 16 Avrupa Birliği üyesi ülkede çıkan 64 gazetedeki toplam 1955 makaleyi incelediler. Forza Italia gibi radikal partilerin parlamentoda temsil imkânı elde etmiş olmasının bu makaleler içinde sıklıkla vurgulanan bir haber olduğunu ortaya çıkaran araştırmacılar, yine bu parti hakkında “kazandı” vurgusunun da daha şiddetli yapıldığını ekliyorlar (Gatterman, Meyer ve Wurzer, 2022). Bu durum, Türkiye seçimlerinde de Adalet ve Kalkınma Partisi listelerinden seçime girerek 4 milletvekilliği kazanan Hür Dava Partisi’ni (HÜDAPAR) çağrıştırıyor. Zira bu partinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmesi basında yoğun biçimde haberleştirilirken, sonuçların kesinleştiği 18 Mayıs günü sabah saatlerinde Twitter Türkiye gündeminin ilk sırasında da HÜDAPAR bulunuyordu. 

Seçimi kimin kazandığı sorusunun bir diğer boyutu ise sonuçların hangi saatte yayınlandığı olabilir. Saat, Norris ve Dunleavy’nin (2017) 2017 Birleşik Krallık seçimi gecesi BBC yayınını inceleyen çalışmasında altını çizdikleri bir faktör. Uzmanlar, bu seçimde aslında Liberal Demokrat Parti’nin de kendi açısından oldukça başarılı bir sonuç elde ettiğini hatırlatıyorlar ancak BBC yayınının uzun saatler boyunca Muhafazakâr Parti’nin zaferine odaklandığını belirtiyorlar. Liberal Parti’nin görece başarısının ise ancak sabaha karşı 5 sularında, yani izleyicilerin büyük bölümünün uyuduğu esnada haber olması, Norris ve Dunleavy’e göre (2017) hem partinin başarısını hem de BBC yayıncılığını gölgeleyen bir unsur. 

Alieva (2023) ise, seçim sonuçlarının nasıl görselleştirildiğine dair çalışmalar yürütüyor. Bu çalışmalar arasında, New York Times ve Washington Post gazetelerinin 2016 ABD başkanlık seçimi sürecini aktardıkları 136 görsel var. Bu gazetelerin veri görselleştirme ekiplerinden 7 gazeteci ile ayrıntılı görüşmeler de yapan Alieva (2023), iki renkli koroplet haritaların halen yoğun biçimde kullanıldığı tespitini yapıyor. Öte yandan, anonim olarak konuşan iki uzmanın ikisi de, siyasi seçimlerin çok zengin bir veri seti oluşturduğunu ve bu zenginlik vesilesi ile veri görselleştirmede en yaratıcı olabilecek alanların başında seçim alanının geldiğini belirtiyorlar (Alieva, 2023). Sky News tasarım ekibinin lideri olan Chyaz Buffett de bu görüşte. Buffett “veri gazeteciliği bağlamında, bir seçimden daha heyecan verici birşey yok” diyor (Holman ve Gove, 2017). 

Koroplet haritalar ile ilgili en temel mesele bunların toplumdaki bölünmüşlüğü olduğundan daha keskin yansıtıyor olması. Amerika’da Cumhuriyetçi partiyi temsil eden kırmızı ile Demokrat partiyi temsil eden mavi de Amerika’yı oldukça keskin bir biçimde “mavi Amerika” ve “kırmızı Amerika” olarak ikiye bölünmüş biçimde görselleştiriyor. 

Paul Farhi, 2 Kasım 2004 başkanlık seçiminin ardından Washington Post’ta kaleme aldığı yazısında, mavi Amerika ve kırmızı Amerika ayrımını şöyle anlatmıştı: 

Bu gece, birbirine çok yakın olan sonuçlar gelmeye başladıkça, seçmenler sadece kendilerini yönetmesi için seçtikleri kişiyi değil, aynı zamanda nerede yaşadıklarını da öğrenecekler – “kırmızı” Amerika mı yoksa “mavi” Amerika mı. Kırmızı ve mavi, hâli ile, sadece TV grafiklerinde kontrast oluşturan iki renk olmanın ötesinde. Her ikisi de, bir sosyo-politik dünya görüşünü özetliyor. “Kırmızı eyalet” sadece Cumhuriyetçi partinin çoğunluğu elde ettiği bir yeri değil aynı zamanda bütün bir coğrafyayı (ülkenin ortasındaki dikdörtgen bölge), bir resimlemeyi (kovboy şapkalı Bush), ve bir dizi kültürel klişeyi (kiliseler ve [araba yarışı] NASCAR’ı) anlatıyor. “Mavi eyalet” ise, şehirleşmiş ve latte tüketen kıyı kesimleri hakkında bir şeyler anlatıyor (Farhi, 2004). 

 

İki renkli koroplet harita, Amerika ve Türkiye gibi iki kutuplu başkanlık sisteminin hakim olduğu ülkelerde sistemin doğası gereği baskın çıkıyor olabilir. Ancak koroplet harita aynı zamanda seçim öncesine damga vuran at yarışı çerçeveli seçim haberciliğinin de bir devamı. Davisson da bu görüşte ve geleneksel mavi-kırmızı koroplet harita için “ABD başkanlık seçimini, amacın eyaletleri ele geçirmek olduğu bir spor müsabakası gibi yorumluyor” diyerek bu görselleştirme yöntemini eleştiriyor. Erduran (2019), Türkiye seçimlerinin görselleştirilmesinde kullanılan üç renkli koroplet harita hakkında benzer bir eleştiride bulunuyor. Çoğunlukla İç Anadolu ve Karadeniz’in Adalet ve Kalkınma Partisi ile eşleşen turuncu, kıyı kesimlerin Cumhuriyet Halk Partisi ile eşleşen mavi ve Güneydoğu Anadolu’nun Halkların Demokratik Partisi ile eşleşen mor ya da yeşil ile görselleştirildiği Türkiye haritalarını Erduran (2019) şöyle yorumluyor: 

Sadece kazanana odaklanan bu yöntem, veri görselleştirme tekniklerinden kaynaklanan basitleştirme mantığından ötürü kazanan partinin, aslında çoğunluk olmasa bile haritaya bakana çoğunlukmuş hissi vermesini sağlıyor. Böylece insanların algılarını şekillendiriyor, farklı kesimlerde seçim sonuçlarına dair olumlu veya olumsuz bir bakış açısı yaratıyor (Erduran, 2019). 

 

Erduran’ın (2019) hazırladığı alternatif Türkiye seçimleri görselleri de bulunuyor. Tıpkı Erduran gibi seçim sonuçlarını alternatif ölçütler ile görselleştirmeye çalışan başkaları da var. Baskın format koroplet haritaların başlıca alternatifi ise tematik kartogramlar. Örneğin Ondrejka (2016), 2012 Slovakya milletvekilliği sonuçlarının tematik kartogramlar ile nasıl daha anlamlı görselleştirilebileceğine ilişkin fikirler sunuyor. Ondrejka’ya göre (2016) bu seçimin sonucunu görselleştiren kartogram, sadece kazananı değil aynı zamanda her seçim çevresindeki kayıtlı seçmen sayısını, seçime katılan seçmen sayısını ve her adayın kazandığı oy oranını göstermeli. Michigan Üniversitesi’nde karmaşık sistemler uzmanı olan Mark Newman ise, çok çeşitli ölçütleri temel alarak tematik kartogramlar çiziyor. Bu kartogramlar arasında seçim sonuçlarını eyaletlerin nüfusuna oranla görselleştiren kartogramlar var. Nüfus esasına göre çizilen bir tematik kartogramda, Amerika’nın en kalabalık şehri olan New York öne çıkıyor. Newman’ın kartogramları, mavi ve kırmızıya bölünmüş iki Amerika algısını da yıkmaya yardım ediyor.

Mark Newman, 2016 ABD Başkanlık Seçimi, nüfus ve verilen oy esaslı kartogram.
Kartogramda mavi ve kırmızıya ek olarak kullanılan mor, adaylar tarafından alınan oy oranını görselleştiriyor.
Kaynak: http://www-personal.umich.edu/~mejn/election/2016/

Turner (2006) tarafından ortaya atılan “neo-coğrafya” terimi ise, sıradan kullanıcıların internetteki ücretsiz programları kullanarak yarattıkları çeşitli haritalara odaklanıyor. Neo-coğrafyaya göre coğrafi bilgi sistemleri artık sadece harita mühendislerinin ya da kartogramların tekelinde olan bir bilgi alanı değil. Neo-coğrafya aslında seçim coğrafyalarının da demokratikleşmesi anlamına geliyor. Davisson (2011), tam da böyle bir demokratik seçim neo-coğrafyası örneği olarak düşünülebilecek 2008 Amerikan seçimleri esnasında seçmenler tarafından Google Maps ile yaratılan haritaları inceledi. Google Maps, haritacılığı bir topluluk deneyimine dönüştürüyor ve aynı zamanda uzmanlar tarafından hazırlanan koroplet haritalardaki bölünmüşlük algısına da meydan okuyor. Fotoğraf ve video ekleme gibi özellikleri de bulunan Google Maps ile hazırlanan interaktif haritalar, Amerika özelinde her mavi eyaletin içinde kırmızı, her kırmızı eyaletin içinde de mavi olduğunu gösteriyor. Mibazaar isimli blog yazarı tarafından geliştirilen bir interaktif harita, Obama’nın seçildiği 2008 seçiminde seçmenlerin zaferi nasıl kutladıklarını lokasyon temelinde video ekleyerek paylaşmalarını sağladı. Bu harita, aslında kıpkırmızı gibi görünen Cumhuriyetçi eyaletlerde bile Obama’nın zaferini kutlayanların birbirlerinden çok da uzak olmadıklarını keşfetmelerini mümkün kıldı (Davisson, 2011). Tematik kartogramlar ve interaktif haritalar; Türkiye’de de turuncunun içinde kırmızı, kırmızının içinde mor, morun içinde de bambaşka renkler olduğunu hatırlamamıza yardımcı olarak derin toplumsal bölünmüşlük hissimizi aşmamıza katkıda bulunacak adımların arasında geliyor. 

Sonuç: Bir Sistem Doğrulama Ritüeli Olarak Balkon Konuşması ve Alkışlar

15 Mayıs 2023, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi, Ankara.

“Işık, Kamera ve Açılan Sandık Sayısı: Bir Sosyo-Teknik Drama Olarak Seçim Gecesi Yayınları” raporu, 2 Kasım 1920 tarihinde bir Amerikan radyosunda yapılan ilk yayından günümüze gelinceye değin seçim günü/gecesi yayınlarına odaklandı. 1940’lı yıllarda Amerikan televizyonlarında olgunlaşmaya başlayıp 23 Şubat 1950’de BBC’de müstakil bir format ile yapılan ilk seçim gecesi yayını ve bu yayınların gelişimi bir sosyo-teknik drama olarak anlatıldı. Bu terim, siyasi seçimlerin antropolojide bir sosyodrama olarak anılması ile, seçim yayınlarının haber merkezlerine hızlı veri akışını sağlayan teknolojilere paralel geliştiğininin altını aynı anda çizebilmek amacı ile kullanıldı. Bennett’ın (1996) aktardığı gibi, aslında her seçim içinde hainlerin, iyilerin, kötülerin ve nihayetinde sonunda ortaya çıkan bir kahramanın olduğu bir hikâye. Bir başka uzmanın vurguladığı üzere, her toplum bu hikâyeyi kendine özgü ritüelleri tekrar tekrar uygulayarak yazıyor. Bu ritüellere bir örnek, 19. yüzyılın sonlarına doğru özellikle Philadelphia ve New York gibi şehirlerde genç erkekler tarafından mahallelerde büyük şenlik ateşleri yakılarak seçim sonuçlarının kutlanması -fakat sıklıkla yangınlara sebebiyet verdiği için bu ritüele son verilmiş (Brevin, 2007). Son 20 yılda Türkiye’de oluşan en belirgin seçim ritüeli ise, Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim zaferini taçlandırdığı konuşma ya da “balkon konuşması”. Bu konuşma, Ross ve Joslyn’ın (1988) seçim geceleri için yaptıkları “sistem doğrulama” gecesi tanımına uyuyor. Esasen seçim gecesi yayının tamamı bir sistem doğrulama ritüeli olarak düşünülebilir. 

Seçim gecesi, kampanya süresi boyunca süregelen bölücü söylemin sona erdiği ve demokratik sistemin olumlu yönlerinin vurgulandığı gece. Bir diğer yönü ile belirsizliğin hem zirvede olduğu hem de netleşeceği gece. Siyasi ritüeller, özellikle bu belirsizlik anlarında etkili olurlar ve toplumun belirsizlik ile başa çıkmasını sağlarlar. Ross ve Joslyn (1988), seçim gecesi yayınlarını da bu minvalde bir ritüel olarak yorumluyorlar ve kazananın belli olup belirsizliğin sona ereceği zamana kadar sistemin olumlu yönlerine vurgu yapan temin edici bir yayın türü olarak nitelendiriyorlar. Seçim gecesi yayını izleyicilere “sistem dürüst; emin ellerdesiniz” mesajını vererek belirsizliği atlatmalarına yardımcı olur (Ross ve Joslyn, 1988, s. 308). Ross ve Joslyn (1988), üç kanaldaki 1982 ve 1984 Amerikan başkanlık seçimlerini tam da bu sistem doğrulama ritüeli çerçevesinde inceliyorlar. Demokratik seçim sistemlerinin doğrulanması için şart olan bir koşul, seçmenlerin oy kullanmaları. Hem 1982 hem de 1984 yayınlarının sistem doğrular niteliğine dikkat çeken araştırmacılar, yayınlar boyunca toplam 24 kere izleyicilerin oy vermek için cesaretlendirildiklerini ve katılımın düşük seyrettiği seçim çevrelerinin isimlerinin tekrar tekrar okunarak bu bölgelerde yaşayan izleyicilere yönelik ek çağrılar yapıldığını aktarıyorlar. Bu gece aynı zamanda “özgür dünyanın lideri” olan Amerikan başkanının seçileceğine vurgu yapılan 1982 ve 1984 gecesi yayınları boyunca adaylar hakkında pozitif bir dil kullanıldığı da bir başka tespit. Ross ve Joslyn’e göre (1988) seçim geceleri yapılan doğrulama ritüelinin doruk noktası ise kaybettiği belli olan parti ya da adayın da sistemi övmesi. 

Kaybedenin sistemi överek doğruladığı anlardan birisine en çarpıcı örneklerden birisi, 23 Haziran 2019’da tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimini kaybeden Binali Yıldırım tarafından verilen mesaj olabilir: 

Seçim demek demokrasi demektir. Bu seçimler de demokrasinin en iyi şekilde, kusursuz biçimde işlediğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bu sonuçların İstanbul’umuza, İstanbul’un geleceğine hayırlar getirmesini Rabbimden niyaz ediyorum. Ekrem İmamoğlu arkadaşımıza İstanbul’a güzel hizmetler yapmasını temenni ediyorum. Yapacağı çalışmalarda İstanbulluların yararına olacak çalışmalarda kendisine yardımcı olmaya gayret edeceğiz.

 

Seçim gecesi saat 19:15 sularında yenilgiyi kabul eden Yıldırım’ın verdiği bu beyanat, tam da Ross ve Joslyn’in (1988) tarif ettikleri türden, kaybeden tarafından yapılan bir sistem doğrulama ritüeli. Oğuz’a göre ise bu seçimin esas önemi, sonucun Türk basınında “postmodern sansür” adını verdiği yaklaşım ile haberleşmiş olması. Oğuz (2019), 31 Mart 2019’da yapılan ilk İstanbul yerel seçiminin iptal edilmesini Türk siyasi tarihinde haklı olarak sarsıcı bir olay olarak nitelendiriyor. Böylesine sarsıcı bir olayın da hâli ile çok geniş haberleştirilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Ancak seçimin “tekrarlandığı” günün ertesi günü olan 24 Haziran’da çıkan Hürriyet, Star, Milliyet, Yeni Şafak, Akşam, Güneş, Sabah ve Takvim gazetelerinin manşetlerine bakıldığında pek de sarsıcı bir durum olduğu söylenemez. Oğuz’un belirttiği üzere, 24 Haziran gazeteleri İmamoğlu’nun zaferini “İstanbul’un Tercihi” (Hürriyet) gibi basit ifadeler ile haberleştirerek, bu tarihi olayı sıradanlaştırma yoluna gittiler. “Postmodern sansür” işte bu sıradanlaştırmanın adı (Oğuz, 2019). 

Tekrar “sistem doğrulama” ritüelleri döndüğümüzde ise, Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan balkon konuşmalarının bu ritüellerin en gelişmiş olanı olduğu tespitinde bulunabiliriz. Erdoğan’ın balkon konuşmaları, tam da sistem doğrulama ritüellerinin ruhuna uygun olarak, bugüne kadar içerdiği kapsayıcı ve kucaklayıcı ifadeler ile dikkat çekti. Başlangıç cümlelerinin çoğunlukla Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan’a oy vermeyen seçmenlere hitap ettiği balkon konuşmaları, ilk defa 28 Mayıs 2023 gecesi ayrımcı ve negatif mesajlar içerse de pozitif tonda devam etti. Muhalefet partileri için “bunlar LGBTci” diyen Erdoğan, sözlerine “çekişmeleri kenara bırakıp milli hedefler etrafında birleşme vakti” diyerek devam etti. 

Yani Türkiye siyasetinin başlıca figürü Erdoğan da geride bıraktığımız seçim sürecinde kendisinden beklenen “sistem doğrulama” ritüelini büyük ölçüde yerine getirdi. Aynı şeyi seçim gecesi yayını yapan Türkiye medyası için söyleyebilir miyiz? Öyle ya, Ross ve Joslyn’e (1988) göre, seçim gecesi yayınları demokratik sistemin doğrulanması ritüelleri içinde oldukça önemli bir role sahip ve bu anlamda medyaya büyük bir sorumluluk düşüyor. Bu soruya, NewsLabTurkey Yönetici Direktörü Sarphan Uzunoğlu’nun (2023) “Seçim gecesinde televizyon yayınları: kaosa yakın” başlıklı yazısındaki isabetli tespitlerden yola çıkarak hayır cevabını vermek mümkün. Uzunoğlu’na (2023) göre bu gece özellikle muhalif olarak anılan kanallar, yayını “gecenin akışına göre” belirleyerek bir kaosa sürüklendiler. Oysa başarılı bir seçim gecesi yayının temel unsuru bir plan yapmak. Bunun altını çizen ise, seçim gecesi yayınını yaratan Grace Wyndham Goldie’den başkası değil. Goldie, BBC muhabiri ve ilk seçim yayında yorumcu olarak ekrana çıkacak olan Chester Wilmot ile birlikte bu yayını nasıl tasarladıklarını şöyle anlatıyor: 

Chester’ın ne kadar hevesli olduğundan da aldığım ilham ile bir plan oluşturdum; aslında ilk aşamada sadece oyların sayıldığı yerlere kameralar yerleştirmeyi düşünüyorduk. Derken Chester’ın sonuçları elimize ulaştıkça üzerinde gösterebileceği devasa bir harita fikri aklımıza geldi. Hem yeterince teknik ve ayrıntılı düşünülmesi gerektiğini hem de sadece fikirleri değil pratik şeyleri konuşmamız gerektiğini anlayacak kadar bilgi birikimine sahibim (aktaran Webb, 2023b).

 

Bu alıntıyı, BBC televizyonunun tarihini derleyen ve BBC’deki ilk seçim yayını, ilk sanat programı ve ilk tartışma programı gibi yayıncılık dönüm noktalarını araştıran kaynaklar arasından yaptığımızı; Türkiye’de ise özellikle seçim gecesi yayınlarına ilişkin benzer akademik araştırmaların çok az olduğunu hatırlatıp yüksek lisans ve doktora adaylarına yazındaki bu boşluğu doldurmaları çağrısı ile raporumuzu sonlandıralım. 

Referanslar

ABD Kongresi Enerji ve Ticaret Komitesi Özel Soruşturma Oturumu. 14 Şubat 2001. Election Night Coverage by the Networks. https://www.govinfo.gov/content/pkg/CHRG-107hhrg71490/html/CHRG-107hhrg71490.htm

Alieva, I. 2023. How American Media Framed 2016 Presidential Election Using Data Visualization: The Case Study of the New York Times and the Washington Post. Journalism Practice 17 (4): 814-840.

Arendt, H. 1968. Truth and politics. Arendt, H. (ed.) Between Past and Future. New York: Penguin. 

Barnes, J. 1993. The Polling Business. VRS and NES – The Fusion Ticket. https://ropercenter.cornell.edu/sites/default/files/2018-07/51017.pdf

Bailard, C. S. ve Livingston, S. 2014. Crowdsourcing Accountability in a Nigerian Election. Journal of Information Technology and Politics 11 (4): 349-367. 

BBC. 2023. History of the BBC. General Election Results Televised for the First Time. 23 February 1950. https://www.bbc.com/historyofthebbc/anniversaries/february/general-election/

Beckett, C. ve Mark Deuze, M. 2016. On the Role of Emotion in the Future of Journalism. Social Media + Society 2 (3): 1-6. 

Bennett, G. 1996. “Camera, Lights, Action!”: The British General Election 1992 as Narrative Event. Folklore 107: 94-97.

Beratis, D. ve Wright, S. 2022. Election Night Broadcasts and the Hybrid Media System: A Case Study of Australia. International Journal of Press and Politics 27 (1): 38-57. 

Bohn, T. 1980. Broadcasting National Election Returns. 1952-1976. Journal of Communication 30 (4): 140-153. 

Bohn, T. 1968. Broadcasting National Election Returns 1916-1948. Journal of Broadcasting 12 (3): 267-286. 

Brevin, M. 2007. The History and Meaning of the Election Night Bonfire. Atlantic Journal of Communication 15 (2): 153-169. 

Broersma, M. ve Graham, T. 2012. Social media as beat: Tweets as news source during the 2010 British and Dutch elections. Journalism Practice 6 (3): 403-419. 

Bruns, A. ve Burgess, J. 2010. #ausvotes: How Twitter Covered the 2010 Australian Federal Election. Communication, Politics and Culture 44 (2): 37-56.

Chadwick, A. 2017. The Hybrid Media System: Politics and Power. Oxford: Oxford University Press.

Davisson, A. 2011. Beyond the Borders of Red and Blue States: Google Maps as a Site of Rhetorical Invention in the 2008 Presidential Election. Rhetoric and Public Affairs 14 (1): 101-123. 

Dennis, J. ve Susana Sampaio-Dias, S. 2021. “Tell the Story as You’d Tell It to Your Friends in a Pub”: Emotional Storytelling in Election Reporting by BuzzFeed News Vice News. Journalism Studies 22 (12): 1608-1626. 

Dunlop, W. L; Wilkinson, D. E; Harake, N. R. 2021. Episodic master narratives through time: Exploring the temporal dynamism of 2016 election night stories. European Journal of Social Psychology 51 (4-5): 820-832. 

Erduran, Y. 28 Mart 2019. Seçim sonuçlarını haritaya daha gerçekçi yansıtmak mümkün. Journo. https://journo.com.tr/secim-sonuclarini-haritaya-daha-gercekci-yansitmak-mumkun

Farhi, P. 2 Kasım 2004. Elephants Are Red, Donkeys are Blue. The Washington Post. https://www.washingtonpost.com/archive/lifestyle/2004/11/02/elephants-are-red-donkeys-are-blue/c0d581c0-451a-4dfb-a39b-0966b522d6ea/

Federal Communications Commission. 2021. History of Commercial Radio. https://www.fcc.gov/media/radio/history-of-commercial-radio#:~:text=November%202%2C%201920,Harding%20and%20James%20Cox.

Furman, I. ve Tunç, A. 2019. The End of the Habermassian Ideal? Political Communication Twitter During the 2017 Turkish Constitutional Referandum. Policy and Internet 12 (3): 311-331. 

Garrison, B. 1982. Dissemination of Election Returns Information: The News Election Service 1980. Paper Presented at the Annual Meeting of the International Communication Association. 

Gatterman, K., Meyer, T. ve Wurzer, K. 2022. Who won the election? Explaining news coverage of election results in multi-party systems. European Journal of Political Research 61 (4): 857-877. 

Gove, E. 5 Haziran 2017a. Inside Sky’s Election Campaign: Steering the Ship on Election Night with Nick Phipps. Royal Television Society. https://rts.org.uk/NickPhipps

Gove, E. 8 Haziran 2017b. Inside Sky’s Election Campaign: Getting it Right on the Night with Paul Bromley. Royal Television Society. https://rts.org.uk/article/PaulBromley

Hendy, D. 2023. What did we think of it all?

https://www.bbc.com/historyofthebbc/100-voices/elections/reactions/

Higgins, C. 12 Haziran 2015. Prejudice and a BBC pioneer-the amazing story of Grace Wyndham Goldie. The Guardian. https://www.theguardian.com/books/2015/jun/12/grace-wyndham-goldie-bbc-producer-1940s-1950s-invented-tv-formats

Hoewe, J. ve Parrott, S. 2019. The power of anger: How emotions predict information seeking and sharing after a presidential election. Atlantic Journal of Communication 27 (4): 272-283. 

Holman, K. ve Gove, E. 8 Haziran 2017. Inside Sky’s Election Campaign: The main event for data journalists. Royal Television Society. https://rts.org.uk/article/SkyElectionGraphics

Irak, D. 18 Mayıs 2023. İyi bir haber kanalımız olsaydı acaba Pazar gecesi ne olurdu? Diken. https://www.diken.com.tr/iyi-bir-haber-kanalimiz-olsaydi-acaba-pazar-gecesi-ne-olurdu/

Irwin, M. 2022. Grace Wyndham Goldie at the BBC: Reappraising the ‘first lady of television’. Critical Studies in Television: The International Journal of Television Studies 17 (3): 284-296. 

Kasmani, M. F. 2013. How Competitive Are the Global News Networks? BBC World News and Al Jazeera English reporting of the 2009 Iranian election. Journalism Studies 14 (4): 584-601. 

Kertzer, D. 1987. Ritual, Politics, and Power. New Haven, CT: Yale University Press. 

Khazrae, E. 2019. Mapping the Political Landscape of Persian Twitter. The case of 2013 presidential election. Big Data and Society. Ocak-Haziran: 1-15. 

Konner, J., Risser, J., Wattenberg, B. Ocak 2001. Television’s Performance on Election Night 2020: A Report for CNN. 

Lynch, M. 2005. Watching Al-Jazeera. The Wilson Quarterly 29 (3): 36-45. 

Makinen, M. ve Kuira, M. W. 2008. Social Media and Post-Election Crisis in Kenya. Information and Communication Technology – Africa 13 (3): 328-335. 

Maraşlı, M. C. 2017. Türkiye’nin İlk Özel Televizyon İle Tanışması: Magic Box / Star 1 Kanalının Yazılı Basındaki Yansımaları Üzerine Bir İnceleme. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi 44: 384-403. 

Martinson, J. 20 Mayıs 2023. Vice and BuzzFeed were meant to be the future of news. What happened? The Guardian. https://www.theguardian.com/commentisfree/2023/may/20/vice-and-buzzfeed-were-meant-to-be-the-future-of-news-what-happened

Mason, L., Frankovic, K., Jamieson, K. H. Ocak 2021. CBS News Coverage of Election Night: Investigation, Analysis, Recommendations. 

McDougall, M. 2011. The Journalistic Identities of Liveblogging: A Case Study: Reporting the 2009 Post-Election Protests in Iran. LSE Global Media and Communications Yüksek Lisans Tezi. 

Mendelsohn, M. 1998. The Construction of Electoral Mandates: Media Coverage of Election Mandates in Canada: Political Communication 15 (2): 239-253.

Mkandawire. H. 2016. The Use of Facebook and Mobile Phones to Report Presidential Election Results in Zambia. African Journalism Studies 37 (4): 81-99.

Morant, B. D. 2002. Erroneous Projections: Media, Democracy and Election Night Drama. Washington and Lee Public Law and Legal Theory Research Paper Series. 

Norris, P. ve Dunleavy, P. 23 Aralık 2017. The Exit Poll, BBC Election Night and Systemic Media Bias. British Politics and Policy at LSE. https://blogs.lse.ac.uk/politicsandpolicy/bbc-election-night-and-systemic-media-bias/

Oğuz, C. 2019. Postmodern Sansür: Haberin Çerçevelenmesi ve 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçim Sonuçlarına Gazetelerin Yaklaşımı. Dördüncü Kuvvet 2 (2): 22-39. 

Ondrejka, P. 2016. Mapping Election Results in Proportional Electoral Systems. Journal of Maps 12 (1): 591-596. 

Patterson, T. 2003. Diminishing Returns: A Comparison of the 1968 and 2000 Election Night Broadcasts. Joan Shorenstein Center on the Press, Politics and Public Policy. 

Payne, C. 1992. Statistical Methods for Election Forecasting in the United Kingdom, 1970-90. Norris P, Creve I, Denver D, (editörler). British Elections and Parties Handbook. Hemel Hempstead: Harvester Wheatsheaf. 

Polat, N. 2018. 1946 Çok Partili Dönemin Başlangıcından 1964 TRT’nin Kurulmasına Kadar Türkiye’de Radyo Yayıncılığı. İstanbul Aydın Üniversitesi Dergisi 10 (1): 125-137. 

Rheingold, H. 1993. The Virtual Community. Cambridge, Massachusetts: MIT Press. 

Riesgo, S.B., Moreno, E., Portilla, I. 2019. Live political events on Twitter: the case of the 2015 election. Miguel Hernandez Communication Journal 10 (1): 123-145. 

Ross, M. H ve Joslyn, R. 1988. Election Night News Coverage as Political Ritual. Polity 21 (2): 301-319. 

San, E. 18 Ocak 2021. “TRT’de Bilgisayar İlk Kez 1977 Seçiminde Kullanıldı!” Türkiye Gazeteciler Cemiyeti. https://gc-tr.org/ercan-san-trt-de-bilgisayar-ilk-kez-1977-secimde-kullanildi/

Stiers, D., Daoust, JF., Blais, A. 2018. What Makes People Believe That Their Party Won the Election? Electoral Studies 55: 21-29. 

Stringer, P. 2020. Viral Media: Audience Engagement and Editorial Autonomy at BuzzFeed and Vice. Westminster Papers in Communication and Culture 15 (1): 5-18. 

Turner, A. 2006. Introduction to Neogeography. Sebastopol: O’Reilly.

Turner, V. 1974. Dramas, Fields and Metaphors. Ithaca, NY: Cornell University Press. 

Uzunoğlu, S. 26 Mayıs 2023. Seçim gecesinde televizyon yayınları: Kaosa yakın. NewsLab Turkey. https://www.newslabturkey.org/2023/05/26/secim-gecesinde-televizyon-yayinlari-kaosa-yakin/

Webb, A. 2023a. History of the BBC. The Invention of General Election Broadcasting: 1951-1959. 

https://www.bbc.com/historyofthebbc/100-voices/elections/invention-2/

Webb, A. 2023b. History of the BBC. The Invention of General Election Broadcasting. 1922-1950. https://www.bbc.com/historyofthebbc/100-voices/elections/invention-1/

Wilks-Heeg, S. ve Peter Andersen, P. 2021. The (Only) Other Poll That Matters? Exit Polls and Election Night Forecasts in BBC General Election Results Broadcasts, 1955-2017. Political Studies 69 (2): 434-454.

Zappavigna, M. 2011. Ambient affiliation: A linguistic perspective on Twitter. New Media and Society 13 (5): 788-806.

Araştırmacı Hakkında

Dr. İpek Z. Ruacan

Araştırmacı

Dr. İpek Z. Ruacan, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden 2000 yılında mezun olmuştur. Aynı alandaki yüksek lisans eğitimini 2002 yılında London School of Economics’de tamamlamış ve ardından 2014 yılında University of Birmingham’dan Siyaset Bilimi ve Uluslararası Çalışmalar alanında doktora derecesini kazanmıştır. MEF, Koç ve Kadir Has üniversitelerinde öğretim elemanı olarak çalışmış olan Dr. Ruacan, NewsLabTurkey’e araştırma raporları ile katkıda bulunmaktadır.