Demokratik Süreçler Bağlamında Dezenformasyon Yasası
Dr. İpek Z. Ruacan
Raporda Neler Var?
Özet
“Demokratik Süreçler Bağlamında Dezenformasyon Yasası” raporu üç bölümden oluşuyor. “Küresel Demokrasi Krizi ve Jeopolitik Güç Mücadelesi Bağlamında Dezenformasyon” başlıklı birinci bölüm, dezenformasyonun tanımına odaklanıyor. Yanlış bilginin kasıtlı aktarımı anlamına gelen dezenformasyon ile mücadelede öne çıkan yöntemler ve temel belirsizlik alanları da burada inceleniyor.
“Yasadışı ile Etik Dışı Arasında: “Büyük Yalan”dan Mikro-Hedeflemeye Seçim Dezenformasyonu” başlıklı ikinci bölüm ise özel bir dezenformasyon biçimi olan seçim dezenformasyonunu ele alıyor. ABD’de sandık görevlilerine yapılan aleni ölüm tehditlerinden, İsrail istihbarat teşkilatı MOSSAD’dan emekli olan uzmanların kurduğu Black Cube firmasının seçim faaliyetlerine kadar uzanan dramatik vakalar bu bölümde aktarılıyor. Seçimlere özgü yeni bir belirsizlik unsuru olan seçmen mikro-hedefleme de bu bölümün konusu.
“Ortak Hakikati Beraber İnşa Etmek: Modernite Ötesi Gazetecilik, Seçim İttifakları ve Katılımcılık” başlıklı üçüncü bölüm ise, dezenformasyonun gazetecilik üzerine etkilerini ve gazetecilikte paradigma onarımı tartışmalarını değerlendiriyor. Seçim dezenformasyonunu engelleme amacıyla kurulan ittifaklar ile katılımcı gazetecilik projeleri ve bunların Türkiye’de uygulanıp uygulanamayacağı bu son bölümün konusu.
Rapor Bulguları
Rapordaki başlıca bulgular, dezenformasyon ve seçim dezenformasyonu konularını daha uzun bir süre tartışmamız gerektiğini ortaya koyuyor:
- Küresel kriz ortamı: Dezenformasyon küresel bir demokrasi krizi ve Doğu-Batı arasında devam etmekte olan yeni bir jeopolitik güç mücadelesi ile doğrudan ilişkili.
- Dezenformasyon gölgesinde seçim: Seçim dezenformasyonu, seçim döngüsü boyunca süreci ve sonucu etkilemeye yönelik yapılan özel bir dezenformasyon biçimi. En zararlı etkisi seçimlere ve dolayısı ile demokrasiye duyulan güvenin azalması.
- Amaç istikrar ya da istikrarsızlık: Dezenformasyon otoriter rejimlerde çoğunlukla iktidarın kendisi tarafından sistemin meşru olduğuna; demokratik rejimlerde ise çoğunlukla dış aktörler tarafından sistemin meşru olmadığına yönelik yapılıyor. Birinci durumda amaç istikrar ve iktidarın devamı iken ikincisinde istikrarsızlık ve/veya iktidar değişimi.
- Silikon Vadisi kültürü düzenlemeye karşı: Sosyal medya şirketlerinin aldıkları önlemler dezenformasyonu engellemekte yetersiz kalıyor. Silikon Vadisi’ne hakim olan düzenleme karşıtı özgürlükçü kültür, daha etkin önlemlerin alınmasına engel.
- Yasaklar çözüm değil: Kamu otoritesi tarafından getirilen yasaklar dezenformasyonu engellemenin aksine, dezenformasyonun uçtan-uca-şifreli platformlara kaymasına sebep oluyor. Türkiye’de 18 Ekim 2022’de yürürlüğe giren ve kamuoyunda “Dezenformasyon Yasası” olarak anılan yasanın da aynı etkiyi yapacağı düşünülüyor.
- Rasyonellik ile duygusallık arasında: Demokrasi rasyonellik, popülizm duygusallık üzerinden ilerliyor.
- Seçmen mikro-hedefleme yeni tartışmalara açıyor: Bütüncül bir demokratik tartışma ortamını algoritmalar ile bölen mikro-hedefleme, demokratik seçimleri manipüle etmek için kullanılıyor. Avrupa Birliği, hedeflemenin tıpkı çerez kullanımı gibi kullanıcı onayına bağlanmasını istiyor.
- Gazetecilikte yeni bir paradigma onarımı: Dezenformasyon ve seçim dezenformasyonu ile mücadelenin en etkili yolu ise, nitelikli haberin kitlelere önceden ulaştırılması. Bunun için de güven kaybına uğramış olan basın sektöründe bir paradigma onarımına ihtiyaç var.
- Seçim öncesi gazeteci ittifakları: Seçim dezenformasyonunu önlemek için kurulmuş olan Reverso (Arjantin), Comprova (Brezilya) ve RedCheq (Kolombiya) ittifakları başarılı örneklerden bazıları.
- Modernite ötesi gazetecilik: Moderniteye bağlı gazetecilik yerine modernite-ötesine geçerek empatiye dayalı katılımcı gazetecilik de paradigma onarımının bir diğer ayağı.
- Türkiye’de yapısal engeller var: Türkiye’de basının medya-parti paralleliği içeren yapısı ittifakların kurulmasını; adanmış bir okuyucu/dinleyici/izleyici kitlesinin henüz olmaması da katılımcı gazeteciliği zorlaştırıyor.
Tekno-belirsizlik Çağında Düzen ve Demokrasi
“Teknoloji ne iyidir ne kötüdür; ne de nötrdür.” Amerikalı teknoloji tarihçisi Melvin Kranzberg’in (1986) kendi adı ile anılan “Teknolojinin Altı Kanunu” içinde ilk sırada işte bu kanun yer alıyor. Kranzberg’in vurgulamak istediği nokta tam da günümüzdeki dezenformasyon tartışmasının kilitlendiği nokta aslında: Teknolojinin etkisi, kimin tarafından hangi amaca yönelik kullanıldığına bağlı olarak değişiyor. 1990’lı yılların ortasında başlayan ve 2010-2011 yılları arasında yaşanan Arap Baharı sırasında taçlanan tekno-iyimserlik düşünce akımı, teknolojinin yaşantımızda yeni bir özgürlük alanı açtığı üzerinde duruyordu. Devletlerin kontrol etmekte zorlandığı sosyal medya ağları üzerinden örgütlenen Arap toplumları, Ortadoğu’yu iki yıl boyunca özgürlük ve demokrasi talepleri ile sarsmışlardı. Arap Baharı bittikten kısa bir süre sonra Türkiye’de Gezi Parkı protestoları başlayacak ve sosyal medya eylemcilerin örgütlenmesinde hayati bir rol oynayacaktı. Bu protesto hareketleri, Kranzberg Kanunları çerçevesinde düşünüldüğünde tekno-iyimser olmak için yeterliydi çünkü yeni geliştirilen bilgi teknolojileri, dünyanın değişik yerlerinde demokrasi ve özgürlük taleplerinin dillendirilmesi için kullanılıyordu.
Ancak Arap Baharı kısa sürdü ve köklü bir değişim yaratamadı. Gezi Parkı protestoları şiddetle bastırıldı ve Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidarını sağlamlaştırarak yoluna devam etti. 2016’ya gelindiğinde ise önce Birleşik Krallık’taki Avrupa Birliği’nden çıkış referandumu (Brexit), ardından Amerika Birleşik Devletleri’ndeki başkanlık seçimi Kranzberg’in teknolojinin etkisinin, onun ne için kullanıldığına bağlı olacağına dair tespitini doğruladı. Daha önce özgürlük ve demokrasi mücadelesine hizmet eden bilgi teknolojileri, bu defa adeta birer “kitle yanıltma silahı” işlevi görüyorlardı. Papa Francis’in başkanlık adaylarından Donald Trump’ı desteklediği ya da Avrupa Birliği’nden çıkılmadığı takdirde Türkiye’nin üyeliğinin doğrudan onaylanmış olacağı gibi bir dizi sahte haber, Amerikan ve İngiliz toplumlarındaki demokratik tartışma ortamını kirletiyordu. Yeni yaygınlaşan “kitle yanıltma silahı” terimi, sosyal medya ve diğer bilgi teknolojilerinin tam da bu demokratik süreci bulandıran yönüne vurgu yapıyor. Trump’ın dört yıl sonra Joe Biden’a kaybetmesinin ardından ortaya atılan ve Biden’ın aslında kaybettiğini iddia eden “Büyük Yalan” ise, özellikle seçim sonuçlarını hedef alan dezenformasyonunun ne boyuta evrilebileceğini gösteriyor. “Büyük Yalan”, 2020 ABD Başkanlık Seçiminde Trump’a verilen oyların sayılmadığı ve aslında Biden’ın seçimi kaybettiği şeklindeki asılsız iddiaya dayanıyor. 6 Ocak 2021’de Trump yanlıları tarafından düzenlenen kanlı Kongre baskını ile neticelenen “Büyük Yalan”, yakın siyasi tarihin en sarsıcı vakası olarak karşımıza çıkıyor.
Bu denli yıkıcı toplumsal olaylara yol açabilen dezenformasyon ile birlikte tekno-iyimserlik devrinin kapandığı sonucuna varabilir miyiz? Kanaatimce böylesine keskin bir sonuç yerine tekno-belirsizlik dönemine girdiğimizi söylemek daha isabetli. Bu tespit elektronik ticaret, bankacılık veya e-devlet gibi kolaylaştırıcı ürün ve hizmetlerden ziyade teknolojinin toplumsal ve siyasal etkisine yönelik. İçinde bulunduğumuz çağ aynı zamanda diğer açılardan da belirsizlik çağı. Bir yandan demokrasinin yerini seçkin karşıtlığından beslenen popülizm alıyor iken, diğer yandan yeni aktörler Batı merkezli uluslararası düzene meydan okuyorlar. Bilginin hiyerarşik dağılımının sona ermesi ise yerleşik basın ve medya düzenini temelinden sarsıyor
Bu belirsizlik unsurlarının birbirlerini beslediklerini gözlemlemek de mümkün. Tam da burada geçtiğimiz eylül ayında Meta tarafından ortaya çıkarılan Rus ve Çin menşeli sahte haber ağlarını örnek gösterebiliriz. Meta’dan yapılan açıklamaya göre ABD’de Kasım 2022 ara seçimini hedef alan bir Çin sahte haber ağı ve Ukrayna işgalini meşrulaştırmayı amaçlayan bir Rus sahte haber ağı ortaya çıkarıldı. The Guardian ve Der Spiegel gibi prestijli Avrupa gazetelerini neredeyse birebir taklit eden sahte sitelerin bir bölümü de Çek hükümetini hedef alıyordu (Bond, 2022). Bu örnekte de görüldüğü üzere, uluslararası sistemdeki güç mücadelesi ile demokrasiyi hedef alan dezenformasyon kampanyalarının iç içe geçtiği karmaşık süreçler yaşıyoruz. Görece kısa tarihi boyunca büyük devletlerin güç mücadelesi arasında sıkışıp kalmış olan Çek Cumhuriyeti ise 1 Ocak 2017’de kendi iç güvenlik teşkilatı bünyesinde dezenformasyona karşı özel bir birim kurdu. Şu halde Washington’dan Moskova’ya, Prag’dan Pekin’e bilginin silah; yanlış bilginin ise kitle yanıltma silahı olarak kullanıldığı bir tekno-belirsizlik çağına girdiğimizi söyleyebiliriz.
NewsLabTurkey için hazırlanan bu rapor, tekno-belirsizlik çağında özellikle demokratik seçimlere yönelik dezenformasyona ve bununla mücadeleye odaklanıyor. Bir değişiklik olmadığı takdirde Haziran 2023 içerisinde yapılacak olan Türkiye Cumhuriyeti genel seçimleri öncesinde bu konuyu derinlenmesine düşünmenin en uygun zamanı. Seçim dezenformasyonu, dezenformasyonun özel bir biçimi ve demokratik bir seçim sürecinin bütün aşamalarını kapsıyor. Bu alana özgü temel tekno-belirsizlikler ise seçmen mikro-hedefleme ve yapay zekânın seçime yönelik kullanımı. Algoritmalar vasıtası ile belirli seçmenlere belirli mesajları ulaştıran seçmen mikro-hedefleme, demokratik tartışma ortamını parçalayan ve ilk defa karşımıza çıkan bir belirsizlik. Türkiye gibi kutuplaşmış toplumlarda mikro-hedeflemenin bu kutuplaşmayı daha da derinleştirdiği düşünülüyor. Mikro-hedeflemenin ötesine geçen bir başka belirsizlik konusu ise seçime yönelik yapay zekâ kullanımının bizatihi kendisi. Geçmiş beğenilerinizden yola çıkarak izleyeceğiniz bir sonraki müzik videosunu size öneren algoritma, oy vereceğiniz bir sonraki başkanı da size önerebilir mi? “Bu video da ilginizi çekebilir” bildirimi ile “bu başkanlık adayı da ilginizi çekebilir” bildirimi arasındaki etik ve yasal çizgi nerede?
Bütün bunların üzerine dezenformasyonun onlarca yıldır gazeteciliğin başına gelen “en güzel şey” olduğunu söylemek şaşırtıcı olabilir. Ancak bunu söyleyen London School of Economics öğretim üyelerinden Prof. Charlie Beckett’tan (Beckett, 2017) başkası değil. “En güzel şey,” çünkü Beckett’a (2017) göre dezenformasyon gazeteciliğe kendini yeniden yaratma şansını veriyor. Gazetecilik, günümüzde iç içe geçmiş dezenformasyon ve demokrasi krizinin tam ortasında yer alıyor. Gazetecilik bir yandan güven erozyonuna uğrarken diğer yandan da dünyanın dört bir yanında baskıcı rejimlere karşı varoluş mücadelesi veriyor. PEN Amerika, “otokratlar en başta hakikate savaş açarlar” (PEN, 2017, s. 4) derken bu mücadeleye atıfta bulunuyor. Bu rapor da esasen Türkiye’de yaklaşan 2023 seçimleri öncesinde gazeteciliğin kendini yeniden yaratma imkânları ya da teknik bir ifade ile “gazetecilikte paradigma onarımı” konusunu ele alıyor. 31 Ağustos 1997’de Galler Prensesi Diana’nın Paris’te magazin habercileri ile yaşadığı kovalamaca esnasında kaza geçirerek hayatını kaybetmesi, özel hayatın mahremiyetini korumaya yönelik bir paradigma onarımına yol açmıştı. Halkın tabloid basına bakışında dramatik bir değişim yaratan trajedinin ardından bir dizi yasal düzenleme ile birlikte Birleşik Krallık basınında bir değişim yaşanmıştı.
Giderek artan dezenformasyon da gazetecilikte yeni bir paradigma onarımının öncüsü olabilir. Dezenformasyon ile mücadelede öne çıkan tedbirler arasında yeni yasalar, dijital okuryazarlık, içerik moderasyonu ve bağımsız teyitçilik dikkat çekiyor. Ancak mücadelenin en etkin yöntemi doğru haberi ücretsiz bir biçimde kitlelere dezenformasyon ortaya çıkmadan önce ulaştırmak. Bunu seçimler öncesinde yapmanın bir yolu ise seçim öncesi gazeteci ittifakları. İspanya, Arjantin ve Kolombiya gibi ülkelerde geçtiğimiz yıllarda kurulmuş olan ittifaklar, bahsedilen paradigma onarımının bir parçası olarak yorumlanabilir. Vatandaş gazeteciliği ile profesyonel gazetecilik arasında bir yol izleyen “katılımcı gazetecilik” de paradigma onarımı bağlamında öne çıkan bir diğer örnek.
Bu raporda dünyanın çeşitli yerlerinde kurulmuş olan seçim öncesi ittifaklar ve katılımcı gazetecilik örnekleri incelenerek Türkiye gazetecilik sektöründe paradigma onarımına yönelik fırsat ve engeller irdelenecek. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılına denk gelen “yüzyılın seçimi” öncesinde, “Türkiye’de ittifaklar ve katılımcı projeler başarılı olabilir mi,” sorularına yanıt aranacak. Rapordaki tespitlerimizin konunun bütün paydaşları için faydalı bir tartışma açacağını umuyoruz.
Küresel Demokrasi Krizi ve Jeopolitik Güç Mücadelesi Bağlamında Dezenformasyon
“Demokratik Süreçler Bağlamında Dezenformasyon Yasası” raporuna, dezenformasyonun bir tanımını yaparak başlamak yerinde olacak. Wardle ve Derkhshan’ın (2017) sıklıkla atıf yapılan “bilgi karmaşası” kavramından yola çıkabiliriz. Bu karmaşa, bilginin üç çeşit yanlış aktarımını içeriyor. Bunlardan ilki yanlış bilginin zarar verme kastı taşımaksızın aktarılması. İkincisi ise gizli kalması planlanan bilginin ifşa edilmesi. Bilgi karmaşasının üçüncü ayağını ise yanlış bilginin zarar verme kastı ile aktarılması anlamına gelen dezenformasyon oluşturuyor (Wardle ve Derkhshan, 2017).
Bu noktada “kasıt” üzerinden yola çıkarak dezenformasyon kavramını biraz daha detaylandırmak gerekiyor. Kimi durumda ticari kazanç veya eğlence amacı ile yayılan dezenformasyon, sahte haber üretimini de içermekle beraber bunun ötesine geçerek sıradan vatandaşları sürecin bir parçası hâline getiriyor. Sahte haber, “haber medyası içeriğini biçim açısından taklit eden ancak organizasyonel süreç ve amaç anlamında bundan ayrışan” haber olarak tanımlanabilir (Lazer ve diğerleri, 2017, s. 1094). Amaç bir kişi ya da kurum için ticari menfaat elde etmek ya da sadece eğlenmek olabilir. Dezenformasyon, bir siyasi veya jeopolitik hedefe ulaşmak için bir dizi sahte haberin sistematik kullanımını içeriyor ve hepimizi bilgi karmaşasının içine çekiyor. Bu yönü ile özellikle I. Dünya Savaşı (1914-1918) esnasında zirveye çıkan propagandadan da ayrışıyor. Zira propaganda belirli bir merkezden hedef kitleye kontrollü bir biçimde yayılıyor. Dezenformasyon da ilk aşamada hedef alınarak yapılsa bile ardından viral yayılıma ulaşıyor. Bu durumda üzerinde özellikle durmamız gereken iki nokta siyasi/jeopolitik amaç ve viral yayılım. 20. yüzyılın büyük düşünürlerinden Hannah Arendt’in (1968) “organize yalan” kavramına yeni bir boyut katan viral yayılım ile başlayalım
Madison Caddesi’nden Silikon Vadisi’ne Siyaset, Yalan ve Viral Yayılım
Yahudi soykırımından kurtulmayı başaran Alman düşünür Hannah Arendt (1968), “organize yalan” kavramını aslen ABD’nin New York kentinde reklamcılık ve halkla ilişkiler firmalarının yoğun olarak yer aldığı caddeye atıfla “Madison Caddesi yöntemi” olarak tarif etmişti. Siyaset alanındaki organize yalanın da Madison Caddesi taktiklerini kullandığını, bunun hakikatin tümden ve sistematik olarak yerinden edilmesi anlamına geldiğini belirtmişti. Bir süre sonra ilk ortaya atanın kendisinin bile inanır hale geldiği organize yalan, hakikat ile hakikat dışı arasındaki ayrımı yok ediyordu. Esasen Naziler gibi belirli bir zümrenin yerleşik çıkarlarına hizmet eden organize yalan, zamanla bütün toplumun ortak çıkarıymış gibi anlatılıyordu. Bu noktada o toplumun hakikati çoktan yok edilmiş ve yerini organize yalan almış oluyordu (Arendt, 1968).
Bir araştırmacının da işaret ettiği üzere, “organize yalan” sıradan insanların bilerek ya da bilmeyerek verdiği katkı ile günümüzde yeni bir boyut kazanıyor (Edwards, 2021). Paylaşma dürtümüz üzerine kurgulanan sosyal medya platformları bizleri de hakikatin yok ediliş sürecinin birer parçası yapıyor. Üstelik yalanı yaymak isteyen aktörün bir harcama yapmasına da gerek kalmıyor. Paylaşım dürtüsünün algoritmalar ile teşvik edilmesi de konunun bir diğer boyutu. Bütün bu süreçlerin sonunda organize yalan, algoritma-insan işbirliği ile viral yayılım gösteren dezenformasyon biçimini alıyor.
Arendt (1968), Madison Caddesi’nin yerini Silikon Vadisi’nin aldığı bu yeni durumu nasıl tanımlardı bilemiyoruz ancak organize yalanı Nazizm gibi totaliter rejimlerin ortaya çıkışı ile ilişkilendirmişti. Günümüzde Kuzey Kore ve Eritre gibi istisnalar dışında Nazizm benzeri totaliter rejimler yok. Ancak demokrasinin çöküşü ve otoriter popülizmin yükselişi dezenformasyon ile de ilişkili olan endişe verici bir gelişme. Özellikle Rusya ve Çin’in kurulu uluslararası düzene meydan okudukları jeopolitik güç mücadelesi de dezenformasyon ile ilişkileniyor. Bir sonraki alt bölüm otoriter popülizm, jeopolitik güç mücadelesi ve dezenformasyon üzerine odaklanıyor.
Hakikate Açılan Savaş: Popülizm, Küresel Güç Mücadelesi ve Dezenformasyon
Temeli 19. yüzyıla dayanan popülizm, toplumları “seçkinler” ile “halk” diye ikiye bölen politik bir tutum. Bu ikiliğin halk tarafını temsil etme iddiasında olan karizmatik bir lider ve/veya parti tarafından benimsenen popülizm, halkın (seçkinlerin değil) iktidarını kurmayı vadediyor. 21. yüzyılın başından beri yayılan ve hedefe temel hak ve özgürlükleri oturtan otoriter popülizm ise liberal demokrasinin günümüzde karşı karşıya kaldığı ciddi bir tehdit (Populism Studies, 2022). Freedom House’un (2022a) “özgür olmayan” kategorisinde değerlendirdiği Türkiye de otoriter popülizmin yükseldiği ülkeler arasında. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından tecrübeli diplomatlara yönelik sarf edilen “monşerler” ifadesi de seçkin karşıtı politik tutumun göstergelerinden sadece biri.
Waisbord’a (2018) göre aslolan ise modernite ve modernitenin bilime dayalı toplumlar yaratma hayalinin çöküşü. Modernite, günümüzde iklim değişikliğinden aşılanmaya kadar uzanan konularda faal olan bilim karşıtı epistemik toplulukların ortaya çıkışı ile sarsıldı. Yine Waisbord’a göre “hakikat ötesi” dediğimiz, aslında bilimin gösterdiği “mutlak hakikate” karşı bir kitlesel başkaldırı (Waisbord, 2018, s. 1869). Raporun ilerleyen bölümlerinde değinileceği üzere, “moderniteye bağlı gazetecilik yerine empatiye bağlı gazetecilik yapılmalı” tavsiyesinin temeli de bu kitlesel başkaldırıya dayanıyor.
Yankoski, Weninger ve Scheirer’in (2020) işaret ettikleri üzere, otoriter rejimler genellikle kendi halklarına yönelik dezenformasyon yürütürlerken demokratik rejimlerde dezenformasyon genellikle ülke dışından yapılıyor. Otoriter rejimlerdeki dezenformasyonun amacı yürürürlükteki sistem ve politikaları meşru göstermek iken, demokrasilere karşı yapılan dezenformasyondaki amaç tam tersi. Birinci durumda istikrar, ikinci durumda istikrarsızlık hedefleniyor. Jeopolitik ve toplumsal kırılganlıklar istikrarsızlık yaratmak için ideal birer zemin oluşturabiliyor. Rusya ve Çin bu kırılganlıkları sıklıkla kullanan iki ülke. Tayvan ile arasındaki egemenlik tartışmasına dayalı kırılgan durum, Tayvan’ı Çin menşeli dezenformasyonun hedef tahtasına oturtuyor. Tayvan’ın bağımsız bir ülke mi yoksa Çin’in bir parçası mı olduğu tartışmasını Çin lehine sonuçlandırmayı hedefleyen dezenformasyonun dozu, Çin yanlısı iktidar değişikliği umudu ile seçim zamanı daha da artıyor (Rauchfleisch ve diğerleri, 2022).
Kurulu sistemden dışlanan kırılgan topluluklar da dezenformasyon için ideal bir araç. Kırgızistan’da geleneksel olarak ayrımcılığa uğrayan etnik Özbek azınlık üzerinden yürütülen Rus dezenformasyonu bu anlamda dikkat çekiyor. Schwarz ve Overdorf’un (2020) aktardıkları üzere, 2010 yılında Özbek azınlığa mensup erkeklerin Kırgız kadınlara cinsel tacizde bulunduklarına yönelik dezenformasyon ülkenin güneyinde çatışmalar çıkmasına neden olmuştu. Çatışmalar, Rus yanlısı Almazbek Atambayev’in iktidara gelişi ile neticelenecek olan bir isyan sürecinin başlangıcı idi. 2014’e gelindiğinde ise ABD’nin Kırgızistan’daki eşcinselleri ve yine Özbek azınlığı desteklediği yönündeki dezenformasyon, Atambayev’in ülkedeki bir Amerikan askeri hava üssünü kapatmasının zeminini oluşturmuştu (Schwarz ve Overdorf, 2020).
Ünver’in vurguladığı üzere, Rus dezenformasyonu iki dalgaya ayrılıyor. İlk dalga, dağılan Sovyetler Birliği coğrafyasında Rus yanlısı siyasetçilerin iktidara gelmesine yönelik. 2014’te başlayan ikinci dalga ise aynı coğrafyaya doğru genişleyen NATO’nun üye ülkelerini hedef alıyor (Ünver, 2019, s. 5). Üçüncü bir dalganın başladığı tespiti de bana ait. Bu üçüncü dalganın 2016’da kısaca “Brexit” olarak anılan Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden çıkış referandumunun hedef alınmasından başlayarak devam ettiğini ve demokrasileri hedef aldığını söyleyebiliriz. Özellikle demokratik seçimleri ve değerleri hedef alan bu dalga raporun bir sonraki bölümünün konusu. Rusya’nın dezenformasyon için kullandığı yöntemler ve Rus dezenformasyonunun Türkiye’deki etkisinden ise şimdi kısaca bahsedebiliriz.
Avrupa Birliği’nden çıkış kararı ile sonuçlanan referandumun ardından bir araştırma raporu yayınlayan Birleşik Krallık Parlamentosu Kültür, Medya Ve Spor Komisyonu dezenformasyonu “konvansiyonel olmayan savaş” olarak tanımlıyor (Birleşik Krallık Parlamentosu, 2018). Bu tanımın ne kadar yerinde olduğu, Rus askeri terminolojisinde yer alan “enformasyon savaşı” kavramı hatırlandığında ortaya çıkıyor. Bir uzmana göre, Rusya bu savaşta “bilişsel silahlar” kullanıyor ki bunların arasında bir ülkenin entelektüel tartışma ortamına sahte bilimsel teoriler yerleştirmek de bulunuyor (Thomas, 2016). Bu bir savaş ise, uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru müdafaa hakkını doğurur mu tartışması ise başlamış durumda.
Ancak Rusya’nın bu savaşı büyük bir profesyonellik ile yürüttüğü tartışmasız. Nitekim Jackson’ın (2017) aktardığı üzere, çoğu gözlemci ele aldığımız olgunun kökenini Rusça dezenformatsiya kelimesine dayandırıyor. Meta da Eylül 2022’de ortaya çıkardığı Rus ve Çin sahte haber ağlarına ilişkin yaptığı açıklamada aynı noktanın üzerinde durmuş ve Çin kaynaklı sahte haber ağlarının daha amatörce hazırlandığını belirtmişti. Bu amatörlüğün göstergelerinden bir tanesi, üretilen sahte haberlerin Çin’deki mesai saatleri içerisinde geçilmesi idi (Bond, 2022). Rus dezenformasyonunun ise 24-saat esasına uygun çalışan ekipler tarafından yapıldığı, bu ekip üyelerinin her birinin sosyal medya üzerinde doldurmak zorunda oldukları yorum ve karakter kotaları olduğu bilinenler arasında. Paul ve Matthews’ın altını çizdikleri üzere, Rusya gerçekten de bir dezenformasyon ustası. Temelini psikoloji bilimindeki ikna yöntemlerinden alan Rus dezenformasyonu; “çabuk ve sürekli olma, tekrar etme ve çok kanaldan aktarılma” özellikleri ile önemli ölçüde başarılı oluyor (Paul ve Matthews, 2016).
Rus dezenformasyonunun büyük ölçüde başarılı olduğu bir ülke ise Türkiye olsa da bu daha çok jeopolitik konulara odaklanıyor. Türkiye 2010-2016 yılları arasında Fethullah Gülen ile ilişkili medya kuruluşlarınca yürütülen yoğun bir dezenformasyon sürecini geride bıraktı. 20 Ocak 2010 tarihli Taraf Gazetesi’nin “Fatih Camii bombalanacaktı” manşeti ile başlayıp Ergenekon ve Balyoz davaları ile devam eden süreç, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından bahsi geçen medya kuruluşlarının kapatılması ile sonlandı. Buna paralel olarak Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından yürütülen diğer bir süreç daha bulunuyor. Stanford İnternet Gözlemevi (2020) tarafından yayınlanan rapora göre, Türkiye’de de bizzat Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından yürürlükteki politikaları meşru göstermek için çalışan Twitter hesabı zincirleri bulunuyor. 9 Haziran 2008-18 Ocak 2020 arasında açılan bu hesaplar attıkları 37 milyon civarında tweet ile Erdoğan iktidarını ve politikalarını meşrulaştırmayı hedefliyordu. Çoğunlukla Türk vatandaşlarına yönelik çalışan bu tweet zincirleri iktidarın mülteci politikasını, Suriye’ye yönelik askeri müdahaleler ve başkanlık sistemini överken muhalefeti kötülüyordu. İçinde sahte ve otomatik hesaplar da bulunan toplam 7340 hesaptan oluşan zincir, 11 Haziran 2020’de Twitter tarafından kapatıldı (Stanford İnternet Gözlemevi, 2020, s. 3-4). Ancak Suriye savaşı gibi konular Rusya vasıtası ile de Türkiye gündemine giriyor.
RAND Corporation (Costella, 2018) tarafından kaleme alınan bir rapora göre Rusya, Türkiye’nin Avrupa Birliği, ABD ve NATO ile olan ilişkilerini bulandırmaya ve Türkiye’yi Rusya’nın Avrasya ve Ortadoğu’daki stratejik amaçları ile daha uyumlu bir oyuncu hâline getirmeye çalışıyor. 15 Temmuz 2016 darbe girişimin ardından, Moskova merkezli New Eastern Outlook dergisinde 31 Ağustos’ta yayınlanan “Üst düzey ABD güvenlik yetkilileri Türkiye’deki darbeyi kabullendiler” şeklindeki sahte haber Türkiye-ABD ilişkilerini bozma çabasının bir örneği. Wardle ve Derakhshan’ın (2017, s. 17) vurguladıkları “stratejik sessizlik,” bu gibi sahte haberlerin yayılımını engellemenin bir yolu olabilir. Zira diğer medya kuruluşlarının ilgili haberi alıntılayarak analiz etmeleri de dezenformasyonu yayıyor. RAND Corporation ise, Rusya’nın Türkiye’de Amerikan karşıtlığını körüklemek için ürettiği haberlerin ve komplo teorilerinin akademisyenler arasında bile rağbet görebildiğini tespitlerine ekliyor (Costella, 2018).
Kırdemir (2020) de özellikle Sputnik Türkiye servisinin Türkiye’deki etkisinden yola çıkarak Rus dezenformasyonuna dikkat çekiyor. Sputnik Türkiye, Euronews Türkçe ile birlikte Türkiye’de siyasi yelpazenin her tarafından okuyucu çekebilen haberlere imza atması ile dikkat çekiyor. Özellikle NATO ve Suriye İç Savaşı’na ilişkin haberleri sosyal medyada da etkileşim alıyor. Kırdemir’in (2020, s. 23) buradan hareketle altını çizdiği esas husus, stratejik konularda gündem yaratabilen Sputnik Türkiye haberlerinin Türkiye için olası bir milli güvenlik sorununa dönüşebileceği.
Kırdemir’in (2020) uyarısının ardından, çeşitli ülkelerde dezenformasyon ile mücadele için özel birimler kurulmuş olduğunun altını çizmekte fayda var. Bunların arasında Rus dezenformasyonu ile mücadele için çalışan İsveç Psikolojik Savunma Otoritesi ve NATO Stratejik İletişim Mükemmeliyet Merkezi (STRATCOM) bulunuyor. Türkiye Cumhuriyeti İletişim Başkanlığı bünyesinde 5 Ağustos 2022’de kurulan Dezenformasyonla Mücadele Merkezi bu alanda Türkiye’nin attığı adımlardan birisi. Faaliyetleri arasında haftalık dezenformasyon bülteni hazırlamak bulunan birimin görevi, “Türkiye aleyhine yürütülen psikolojik harekat, propaganda, algı operasyonu, iç ve dış dezenformasyon faaliyetlerini takip” ve bunlarla mücadele etmek olarak açıklandı. Bu noktada Ekim 2022’nin haftalık dezenformasyon bültenlerinden örneklerle bir devletin bu alana girmesinin doğruluğunu irdeleyen bir NewsLabTurkey analizini incelemenizi öneriyoruz.
18 Ekim 2022’de yürürlüğe giren Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ise Türkiye’nin dezenformasyon ile mücadele alanında attığı bir diğer adım ancak hayli tartışmalı. Kamuoyunda kısaca Dezenformasyon Yasası olarak anılan yasa, sosyal medyayı adeta polisiye bir mecraya çeviriyor. Sıradan sosyal medya kullanıcılarını kriminalize etme potansiyeli de barındıran yasanın yoğun sansür ve otosansüre yol açacağı düşünülüyor. Yasanın hapis cezası getiren çok tartışmalı 29. maddesi ise yürütmenin durdurulması istemi ile CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Ancak Özgür’ün (2022) de vurguladığı üzere, yasaklar dezenformasyonu engellemiyor. Reuters Enstitüsü’nün (2017, s. 9) de hatırlattığı gibi, haberleşmenin kapalı platformlara kaymasına yol açıyor. Türkiye’de özellikle devlet memurları arasında WhatsApp kullanımının yayılıyor olması da Reuters Enstitüsü’nün (2017) bir diğer tespiti. PEN Amerika (2017) ise bir devlete ek güç kazandıran bütün yasaklara ilkesel olarak karşı. Bir sonraki bölüm, dezenformasyon ile mücadelede yasaklar dışında öne çıkan yöntemlere ilişkin kısa bir değerlendirme sunuyor.
Medya Okuryazarlığından Bağımsız Teyitçiliğe: Dezenformasyon ile Mücadelede Öne Çıkan Yöntemler
Yasakların işe yaramadığı haklı tespitini yapan Özgür’ün (2022) üzerinde durduğu çözüm ise eleştirel medya okuryazarlığı. Ancak salt dezenformasyon için 24 saat çalışan profesyonel kadroların bulunduğunu hatırladığımızda, medya okuryazarlığının ne denli etkili olabileceği tartışılabilir. Dezenformasyonun kimi zaman bir başkasının yerine geçen kukla sosyal medya hesapları, yani istihbarat yöntemlerinin sosyal medyaya taşınması yolu ile yapıldığını da hatırlamalıyız. İki uzmanın anımsattıkları gibi, kullanıcıların sosyal medya profillerini kukla hesap olarak kiraladıkları bir sektör bile ortaya çıkmış durumda (Schwarz ve Overdorf, 2020, s. 627). Bu gelişmeler ışığında okuyucunun aslında dezenformasyonun bir mağduru olduğunun altı çizilerek mağdur üzerinden değil fail üzerinden işleyen çözümlere odaklanmak gerekecektir.
Öte yandan “failin” kim olduğu sosyal medya şirketlerinin “yayıncı” mı yoksa “platform” mu oldukları sorusu etrafında düğümleniyor. Yayıncı ile platform farklı birer yasal statü ve farklı yasal sonuçlar doğuruyor. Amerika Birleşik Devletleri İletişim Uygunluk Yasası’nın (1996) 230. maddesi, sosyal medya şirketlerini birer “platform” olarak nitelendirerek bu şirketlere güçlü bir yasal zırh sağlıyor. 230. madde şirketlerin kullanıcıların ürettiği içerikten sorumlu tutulamayacağını kesin bir dil ile belirtiyor. İletişim Uygunluk Yasası, Silikon Vadisi’ne hakim olan düzenleme karşıtı özgürlükçü kültürün hem bir yansıması hem de bu kültürü daha da perçinleyen bir unsur. Birleşik Krallık Parlamentosu Medya, Spor ve Kültür Komisyonu (2018) ise içerik akışını çalışanları ve/veya kullandığı algoritma aracılığı ile aktif olarak biçimlendiren her platformun bir anlamda yayıncı olduğunu vurguluyor. Komisyon, geleneksel bir yayıncı da sayılamayacak sosyal medya şirketlerinin yayıncı ile platform arasında yeni bir karma yasal statü ile tanımlanmalarını tavsiye ediyor (Birleşik Krallık Parlamentosu, 2018, Bölüm 2). Avrupa Birliği’nin yaklaşımı şeffaflık ve kullanıcı onayı ilkeleri üzerinden şekillenirken, Türkiye’deki yeni Dezenformasyon Yasası sosyal medya şirketlerini adeta kolluk biriminin birer uzantısı biçimine çeviriyor.
PEN Amerika ise (2017) sosyal medya şirketleri etrafında dönen bu tartışmada unuttuğumuz dev bir oyuncuyu hatırlatıyor: Google arama motoru ve dünyanın en büyük çevrimiçi reklam aracı Google AdSense. PEN Amerika’nın (2017) vurguladığı üzere Google, otomatik doldurma terimleri ve arama sonuçlarını sıralama hiyerarşisi ile dezenformasyonun yayılması ile durdurulması arasında kritik bir yerde duruyor. Google’ın yönlendirici otomatik doldurma terimlerini kontrol ederek, nitelikli içeriği üst sıralarda listeleyip dezenformasyon barındıran içeriğin zor bulunmasını ve reklam almamasını sağlayarak bu mücadeleye katkı vermesi gerekiyor. Google (2019) bir süredir bu konular üzerine çalışıyor. Ancak yeni bir araştırmaya göre Google’ın adımları yetersiz. Yaygın olarak İngilizce dışında dillerin kullanıldığı ülkelere odaklanan araştırma, dezenformasyon barındıran içeriğin AdSense vasıtası ile reklam almaya devam ettiği ülkeler içinde ilk sırayı da Türkiye’nin aldığını gösteriyor (Silverman ve diğerleri, 2022).
Bilgi teknolojisi şirketlerinin çoğunlukla teknoloji desteği ile yaptıkları içerik moderasyonunun dezenformasyon ile mücadelede ne kadar etkin olabileceği ise tartışma yaratmaya devam ediyor. Bu tartışma bir ön soruyu da içeriyor: Teknolojinin kullanımı ile ortaya çıkan bir sorunu çözmenin yolu yine teknolojiden mi geçiyor? (Marsden, Meyer ve Brown, 2020). Devamında ise teknolojinin kültürel kodlar barındıran içeriği anlamlandırmakta zorlanması ve metin odaklı olduğu için resim/video aracılığı ile yayılan dezenformasyonda yetersiz kalması tartışmaları geliyor. İçerik moderasyonunun insan-teknoloji işbirliği ile yapılması gerektiği konusunda bir mutabakat oluşur iken, Kertysova (2018) içerik moderasyonunun bir noktada ifade özgürlüğü tartışmasına yol açmasının kaçınılmaz olduğunu anımsatıyor. Aynı noktaya vurgu yapan diğer uzmanlar, teknoloji şirketlerinin içerik moderasyonuna girişmesinin bir yasal süreç işlemeksizin uygulanan özel sansür anlamına geldiğini de endişe ile belirtiyorlar (Marsden, Meyer ve Brown, 2020).
Bağımsız doğrulama kuruluşları aracılığı ile dezenformasyon ile mücadele edilmesi ise otoriter popülizm çağında farklı tartışmalar açıyor. Cavaliere’nin (2020) aktardığına göre, teyitçiliğin kökeni 1980’lerde ABD gazetelerindeki siyasetçilerin seçim vaatlerinin gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğini değerlendiren analizlere dayanıyor. Lazer ve diğerleri (2018, s. 1095), teyitçiliğin etkisi üzerine hem olumlu hem olumsuz delil bulunduğunu, hiper-partizan görüşlerin ise teyide hayli dirençli olduğunu ekliyorlar. Burada altta yatan esas sebep ise duygusallık. Siyaset bilimci Loewenstein, otoriter sistemleri “anayasal yönetimin yerini duygusal yönetimin” aldığı sistemler olarak tanımlıyor (Loewenstein, 1937, s. 418). Duygusal sistemler demokrasilerdeki gibi rasyonel iletiler üzerinden değil, duygusal iletiler üzerinden işliyor. Yerleşik sistemin zulmüne uğramış olmak, bu sisteme karşı direnmek, bu uğurda kahraman hatta şehit olmak gibi söylemler duygusal söylemin örneklerı arasında (Loewenstein, 1937). Türkiye’de siyasi literatüre giren “kefenimizi giydik” gibi terimlerin de bu duygusal söyleme uyduğunu söyleyebiliriz.
Loewenstein’e (1937) göre duygusalın karşılığı rasyonel olan değil; “daha duygusal” olan (ya da olabilen). Temeli rasyonel metodolojiye dayanan teyitçiliğin ise daha duygusal olması güç. Monsees’e (2021) göre popülizmin yükselişine paralel gelişen dezenformasyonla mücadelede esas kavranması gereken tam da bu. Duygusal olan sisteme hakim oldukça, haber paylaşımı da bir duygusal dışavurum biçimini alıyor. İçeriğin sahte olduğunun bilinmesi bile bu dışavurum davranışını her zaman engellemiyor. (Sahte) haber, seçkinler tarafından ötekileştirildiğini düşünen “halk” tarafından popülist lider ile kurulan duygusal bağı teşhir etmek için paylaşılıyor (Monsees, 2021).
Teyitçiliğin başarısının artması için bu duygusal bağı yakından inceleyerek buna uygun bir dil geliştirmesi gerekebilir. Aynı dil teyitçilerin, “halk” tarafından paylaşılanların yanlışlığını vurgulayan seçkin bir epistemik topluluk olarak algılanma olasılığını da azaltacaktır.
İstihbarat kökenli üç uzman ise, interneti teyitli internet ve “Pinokyo interneti” olarak ikiye ayırmayı öneriyorlar (Pherson, Ranta ve Cannon, 2021). Bu ikiye bölme fikri Twitter’ın yeni sahibi Elon Musk tarafından da geçtiğimiz günlerde ortaya atıldı. Kendisini bir “ifade özgürlüğü köktencisi” olarak tasvir eden Musk, Twitter’ı denetlenen ve denetlenmeyen Twitter olarak ikiye bölebileceğinden başlayıp onaylı hesaplardan ayda 8 dolar gibi bir ücret talep edilebileceğine varan bir dizi yeni öneri ile gündem yaratmaya devam ediyor.
Ancak esas merak konusu, 6 Ocak 2021’deki Kongre baskınını cesaretlendiren söylemleri nedeniyle hesabı kapatılan Trump’ın Twitter hesabını geri alıp alamayacağı idi. Ukrayna’nın işgalinden dünyanın başka yerlerindeki olaylara ilişkin sansasyonel açıklamalarının ardından Twitter’ı da satın alınca, The New York Times tarafından bir “jeopolitik kaos unsuru” olarak tanımlanan Musk, düzenlediği oylamada kullanılan 15 milyon oy içerisinde % 51.8 oranında “evet” sonucunun çıkmasıyla Trump’ın hesabının açılmasına izin verdi. 19 Kasım 2022 itibariyle Twitter hesabını yeniden kullanmaya başlayabilen Trump’ın, bu hesabı “Büyük Yalan”ı alevlendirmek için kullanacağından endişe ediliyor.
Aslında “jeopolitik kaos unsuru” benzetmesi bu bölümün ana temasını büyük bir isabetle özetliyor. Teknoloji ne iyidir ne de kötü: etkisi kim tarafından ne amaçla kullanıldığına bağlıdır (Kranzberg, 1986). Günümüzde siyasi ve jeopolitik hedefler ile içe içe geçen bilgi teknolojileri, Musk’ın politikaları doğrultusunda yukarıda alıntılanan 27 Ekim 2022 tarihli tweetinde belirttiği gibi bir “ortak dijital kent meydanı” olabilir. Öte yandan Büyük Yalan’a hizmet eden bir karmaşa unsuruna da dönüşebilir. Bunu ilerleyen günlerde hep beraber göreceğiz. Sırada ise raporun “Büyük Yalan”ı da detaylandıran seçim dezenformasyonuna odaklı ikinci bölümü var.
Yasadışı ile Etik Arasında: Büyük Yalandan Mikro-hedeflemeye Seçim Dezenformasyonu
“Bezdirici ve tehlikeli”. ABD Temsilciler Meclisi Gözetim ve Reform Komisyonu (2022), olaylı 2020 Başkanlık Seçiminde yaşananları bu şekilde tarif ediyor. 2020 ABD Başkanlık Seçimi, ardından ortaya atılan Joe Biden’ın adil koşullar altında kazanmadığı ve Trump’a verilen oyların çalındığı gibi asılsız iddialar etrafında şekillenen “Büyük Yalan” ile hafızalara kazındı. Trump iktidarının devamını sağlamak amacını güden “Büyük Yalan”, 6 Ocak 2021’deki kanlı Kongre baskınını cesaretlendiren bir “organize yalan” (Arendt, 1968). Diğer organize yalanlarda olduğu gibi “Büyük Yalan” da iddia edenlerin kendilerinin de inanmaya başladıkları bir biçime döndü. Brookings Enstitüsü’nün (Kamarck ve Norman 2022) tespitine göre, 8 Kasım 2022 ABD ara seçimlerinde yarışan en az 345 Cumhuriyetçi Parti adayı “Büyük Yalan”a inanıyor.
2020 ABD Başkanlık Seçiminin sadece sonrası değil öncesi de tartışılıyor. Zira Temsilciler Meclisi Komisyonu’nun tespitleri arasında seçim öncesinde bugüne kadar görülmemiş boyutta dezenformasyon yapıldığı yer alıyor. Seçim dezenformasyonu, seçimlere ve demokrasiye duyulan güveni eritiyor. Pratik sonuçları da düşündürücü. Dezenformasyon, onlarca bilgi edinme başvurusundan ölüm tehditlerine varıncaya değin bir dizi durum ile boğuşmak zorunda kalan seçim ofislerinin çalışmalarını engelliyor. Texas’ta yaşanan bir örnek ise oldukça vahim. Sosyal medyada dolaşan bir viral mesajda, seçim usulsüzlüğü yaptığı için asılması ve cansız bedeninin sokaklarda teşhir edilmesi istenen bir Texas seçim görevlisi sonunda istifa etti. Başka eyaletlerde yaşanan benzer şiddet çağrıları sonrasında tecrübeli seçim görevlileri istifa ederken seçim merkezlerinde ek polis görevlendirilmesi ve bazen defalarca yeniden oy sayımlarının gerçekleşmesi de 2020 seçim dezenformasyonunun diğer sonuçları arasında idi. Bir diğer sonuç ise yasama kanadından. Seçim dezenformasyonu, 2020 seçiminde yaşanan sözde usulsüzlüklerin bir daha yaşanmaması için yeni yasaların çıkarılmaya çalışılmasını beraberinde getirdi. Seçim görevlileri ise asıl görevlerini bir tarafa bırakıp, halkı seçimin adil koşullarda yapıldığına inandırmaya çalışmak için çabalamak durumunda kaldılar. Yani 2020 ABD Başkanlık Seçimi dezenformasyonu tam manası ile “bezdirici ve tehlikeli” oldu (ABD Temsciler Meclisi, 2022).
Bir adayın ya da partinin kazanması amacı ile rakiplere, oy verme sürecine, seçim koşullarına ve seçimin sonuçlarına yönelik yapılan özel bir dezenformasyon biçimi olan seçim dezenformasyonunda Rusya ve son zamanlarda Çin’in başı çektiği görülüyor (Bader, 2018). 2016 Brexit referandumu ve yine aynı tarihteki ABD başkanlık seçimindeki Rus dezenformasyonunun boyutları halen anlaşılmaya çalışılıyor. Başkanlık seçimini manipüle etmek ile suçlanan on bir Rus vatandaşı halen FBI tarafından aranıyor. Freedom House tarafından incelenen 30 seçim dezenformasyonu vakasında ise iç aktörlerin etkisi göze çarpıyor (Shahbaz ve Funk, 2019). Türkiye’de de Mart 2019 yerel seçimleri süresince dezenformasyonu ağırlıklı olarak iç aktörlerin yaydığı görülüyor (Teyit, 2019).
Birleşik Krallık Parlamentosu İhtisas Komisyonu’nun araştırmasına göre, içlerinde Cambridge Analytica ve emekli MOSSAD ajanları tarafından kurulan özel istihbarat şirketi Black Cube’un da dahil olduğu şirketlerin, etik olup olmadığı tartışılabilir yöntemler aracılığı ile etkilemiş olduğu bir dizi seçim veya referandum söz konusu. Bunlar Birleşik Krallık’tan Nijerya’ya, Katalonya’dan ABD’ye, Malta’dan Trinidad ve Tobago’ya uzanan bir coğrafyada yapılmış seçim ve referandumlar. Parlamento’nun araştırmasında altını çizdiği önemli bir nokta ise Birleşik Krallık da dahil dünyanın birçok yerinde seçim yasalarının dijital çağın gerisinde kalmış olduğu ve seçim dezenformasyonunun düzenlenmemiş bir alan üzerinde yükseldiği (Birleşik Krallık Parlamentosu, 2018). Nitekim tartıştığımız vakaların çoğu zaman “yasadışı” olmamalarının sebebi, yasaların dijital teknoloji öncesi çağdan kalmış olması. Bazı maddeleri güncellenmiş olmakla beraber Türkiye’deki seçim ve siyasi partilere ilişkin kanunlar da 1983 yılına dayanıyor. Yasadışı ile etik dışı arasında konumlanan seçim dezenformasyonu, bu raporun giriş bölümünde kullanılan “tekno-belirsizlik” kavramının oldukça düşündürücü bir boyutunu oluşturuyor. Sosyal medya şirketlerinin seçime yönelik politikaları, seçmen mikro-hedefleme uygulaması ve seçim arifesinde hiper-partizan ve/veya niteliksiz haber yayan medya kuruluşlarının da ayrıca tartışılması gerekiyor.
“Haber Değeri” Muafiyetinden Seçmen Mikro-Hedeflemeye: Demokratik Seçimler ve Sosyal Medya
Sosyal medya şirketlerinin demokratik seçimlerde oynadıkları rol Facebook’un “haber değeri” muafiyeti politikası, siyasi reklam nedir tartışması ve ilk defa karşımıza çıkan seçmen mikro-hedefleme uygulaması etrafında dönüyor. Tartışmalı haber değeri muafiyeti politikası, siyasetçilerin beyanatlarını teyit süreçlerinden muaf tutarken bir reklamın tam olarak siyasi bir reklam olup olmadığının neye göre belirleneceği de çözülebilmiş değil. Meta, Haziran 2018’de Birleşik Krallık Parlamentosu İhtisas Komisyonu’na gönderdiği cevapta hangi reklamın siyasi reklam sayılıp sayılmayacağına dair kesin kriterlerinin bulunmadığını belirtmişti. Meta’nın özellikle Rus dezenformasyonunu mümkün kıldığı düşünülen ve kimin tarafından verildiği belli olmayan “karanlık reklam” uygulaması ise tepkiler neticesinde değişti. 2017 yılından itibaren, reklamverenin kimliğinin açıkça belirtilmesini de içeren bir dizi yeni politika yürürlüğe girdi. 6 Ocak 2021 Kongre baskınından sonra haber değeri muafiyetinden vazgeçilebileceği gündeme gelmiş olsa da bu durum henüz değişmedi.
Ancak Barrett’ın (2022) belirttiği üzere bu tartışma sadece Meta’yı değil, hızla siyasileşen TikTok ve diğer sosyal medya platformlarını da kapsıyor. YouTube, dezenformasyon barındıran içeriği kaldırmakta en yavaş hareket eden platform olmaya devam ediyor. İçerik denetimi İngilizce dışındaki dillerde genel olarak yetersiz kalırken, Twitter örneğinde olduğu gibi, seçim dezenformasyonu ile mücadele politikalarının sadece seçim döngüsü süresince uygulanması da başka bir sorun. Barrett’ın (2022) vurguladığı ana mesele ise sosyal medya şirketlerinin seçim dezenformasyonu ile mücadelede gönülsüz olmaları ve kendi ilan ettikleri politikaları uygulamamaları. Sosyal medya şirketleri için esas olan sizin o platformda vakit geçirmeniz; kaldırılan her bir içerik ise sizin daha az vakit geçirmeniz demek. Oysa özellikle kırılgan demokrasilerde vahim sonuçlar doğurabilecek seçim dezenformasyonu ile sürekli (sadece seçim döngüsü boyunca değil) ve aktif (gönülsüz değil) mücadele gerekiyor (Barrett, 2022).
Kapsayıcı ve bütüncül bir tartışma ortamı ise demokratik seçimlerin bir ön koşulu. Bütüncül bir diyalog ortamını algoritma aracılığı ile parçalara ayıran seçmen mikro-hedefleme ise yeni bir durum. Birleşik Krallık Parlamentosu tarafından yapılan araştırmada aktarıldığı üzere, Cambridge Analytica ve başka şirketler tarafından psikanaliz teknikleri kullanılarak yapılan hedefleme, seçmenlerin “korku ve önyargıları” üzerinden oy verme davranışlarını etkilemeye çalışıyor (Birleşik Krallık Parlamentosu, 2018, Bölüm 3, paragraf 92). Temelini reklamcılık sektöründen alan mikro-hedefleme uygulamasının siyaset ve seçim alanlarında uygulanması bir dizi etik tartışmayı beraberinde getiriyor. Cinsiyet, yaş veya gelir düzeyi gibi özellikleriniz doğrultusunda ilgilenebileceğiniz bir ticari ürün veya hizmete yönlendirilmeniz ile göçmen veya LGBT karşıtı önyargılarınız doğrultusunda bir milletvekili adayına yönlendirilmeniz arasında bir çizgi olup olmadığı tartışılıyor. Üç araştırmacının tespit ettiği üzere, 2016 ABD Başkanlık Seçimine giden süreçte Facebook ve Instagram paylaşımları 260 milyonun üzerinde etkileşim yaratan Rus İnternet Ajansı’nın en çok kullandığı yöntemlerden birisi mikro-hedefleme idi (Pherson, Ranta ve Cannon, 2021, s. 319). Bir seçmene iletilen mesajın bir diğer seçmen tarafından görülmüyor olması anlamına gelen mikro-hedeflemenin toplumsal kutuplaşmayı derinleştirdiği endişeleri artarken, “profilimin çıkarılmaması hakkı” söylemi de doğdu (Kertysova, 2018, s. 65). Avrupa Birliği Parlamentosu için hazırlanan bir rapora göre mikro-hedefleme, “hedefe alınan bireyin bilgisi, aydınlatılmış ve özgürce verilen onayı olmaksızın yapıldığı durumda; insan onurunun, (hakikate dayalı) bilgi edinme özgürlüğünün bir ihlali anlamına geliyor ve toplumsal tartışmayı tahrip ediyor”. Raporu yazan uzmanlara göre mikro-hedefleme kullanıcı onayı ile yapılan bir uygulama biçimine dönüşmeli (Bayer ve diğerleri, 2019, s. 137).
Meta, mikro-hedeflemenin bütüncül demokratik tartışmayı parçaladığına yönelik eleştiriler sonrasında Perspektifler özelliğini devreye soktu. Kullanıcıları bir konuyu siyasi yelpazenin diğer taraflarından ele alınan makalelere yönlendiren özelliğin bir benzeri ise The Guardian US’in liberal içeriğini muhafazakâr içerik ile dengeleyen haftalık “Burst Your Bubble” köşesi. Buradan hareketle, özellikle seçim dönemleri boyunca dolaşıma giren hiper-partizan ve niteliksiz haber konusuna da değinmek gerekiyor.
Gazetecilik Etiğinin Sınırında: Hiper-partizan ve Niteliksiz Haber
Yasadışı olmamakla beraber gazetecilik etiği bağlamında tartışmalı olan hiper-partizan haber; Recuero, Suarez ve Gruzd’un (2020) işaret ettikleri üzere bir siyasi tartışmanın sadece bir tarafına vurgu yaparak denge ilkesini yok sayıyor. Ekim 2018’de Jair Bolsonaro’nun zaferi ile sonuçlanan Brezilya genel seçimi sürecindeki haber ve Twitter paylaşımlarını inceleyen üç yazar, hiper-partizan haber -dezenformasyon- ile toplumsal kutuplaşma arasında güçlü bir korelasyon bulduklarının da altını çiziyor. Bolsonaro yanlısı ve karşıtı hiper-partizan medyanın, yine kendi cenahından başka bir hiper-partizan medya organlarını alıntılaması ise Brezilya seçimi haberlerinde bir kısır döngü yaratarak kutuplaşmayı derinleştirdi. Bu süreçte Brezilya’daki ana akım medya, rolünü hiper-partizan medyaya kaptırdı (Recuero, Suarez ve Gruzd, 2020).
Bradshaw ve diğerleri ise (2020), sahte haber olmamakla beraber profesyonel gazetecilik standartlarından uzak olan “çöp haber” adını verdikleri haberler üzerine bir çalışma ile tartışmaya dahil oldular. Hiper-partizanlığı da içerebilen bu kategori içindeki haberlerin en temel özelliği içerik ve biçim açısından niteliksiz olmaları. Yerleşik gazetecilik dili yerine duygusal, abartılı ve bazen infial yaratıcı dil içeren bu haberler, özellikle seçim zamanı dolaşıma giriyor.
Bradshaw ve araştırma ortaklarının çalışması, 8 Kasım 2016 ABD Başkanlık Seçimi ile 31 Ocak 2018 günü Başkan Trump tarafından yapılan Birliğin Durumu konuşması arasında paylaşılan 20 milyonun üzerindeki tweeti temel alıyor. Bu zaman aralığında paylaşılan en çok haberin “çöp haber” kategorisine girdiğini söyleyen araştırmacılar, bu haberlerin aynı zamanda yorum ile haber arasındaki çizgiyi de bulandırdığını belirtiyorlar (Bradshaw ve diğerleri, 2020).
Yorum ile haber arasındaki çizgiyi belirlemek nitelikli haber üretiminin de bir gereği ve The Guardian ve The Observer’ın küresel okuyucu editörü Elisabeth Ribbans’ın (2022) gündeminde olan bir konu. Ribbans (2022), özellikle COVID-19 haberlerine ilişkin gönderilen okuyucu mesajlarından hareketle “Analiz” formatını yarattıklarını söylüyor. The Guardian, internet sitesi ve mobil uygulaması üzerindeki diğer bölümlerden soluk pembe renk ile farklılaştırdığı “Analiz”de, yorum ile haberi ayrıştırıyor (Ribbans, 2022). Nitelikli haberin viral yayılımdan önce kitlelere ulaştırılması ise dezenformasyon ve seçim dezenformasyonu ile mücadelenin en etkili yöntemi. Raporun sıradaki son bölümü de buna odaklı.
Ortak Hakikati Beraber İnşa etmek: Modernite Ötesi Gazetecilik, Seçim İttifakları ve Katılımcılık
Birleşik Krallık Parlamentosu Demokrasi ve Dijital Teknolojiler İhtisas Komisyonu’na yazılı görüş bildiren kamu yayıncısı BBC’nin vurguladığı gibi, demokrasiye doğrudan bir tehdit oluşturan dezenformasyon ile mücadelenin birincil yolu doğru ve nitelikli haberin kitlelere önceden ulaştırılması. Bu amaçla Google ve Facebook gibi sosyal medya şirketlerinin yanı sıra The Wall Street Journal, Financial Times ve diğer medya kuruluşları ile işbirliği yapan BBC, kendi bünyesinde bir doğrulama birimi de kurdu (BBC, 2021). Birleşik Krallık hükümeti ise, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin hemen ardından BBC’ye Rus dezenformasyonu ile mücadele için 4.1 milyon pound tutarında acil ek ödenek tahsis etti.
Bir diğer yandan, Donald Trump gibi popülist liderlerin basın ile kitleleri karşı karşıya getirme taktiğine karşı atılabilecek adımlar tartışılmaya devam ediyor. Bir araştırmacının hatırlattığı üzere, Trump göreve geldikten kısa bir süre sonra Amerikan medyasının bir bölümünü “halk düşmanı” ilan etmiş ve içlerinde The New York Times ve CNN’in de olduğu kuruluşları “sahte haber medyası” olarak tanımlamıştı (Lischka, 2019, s. 288). Trump’ın giderek şiddetlenen basın karşıtı söylemine Amerikan basınının cevabı “Özgür Basın Editoryalleri” oldu. Boston Globe öncülüğünde hareket eden 281 gazete, 16 Ağustos 2018 günü “biz düşman değiliz” ana teması etrafında şekillenen 281 editoryal yayınladı (Lawrence ve Moon, 2021). The New York Times ile Trump arasındaki uyuşmazlıklar ise başlı başına bir araştırma konusu oldu. Gazete, ana teması Trump’ın yönetme kapasitesini sorgulayan bir dizi yazı ile sahte haber suçlamalarına karşı kendisini savundu (Lischka, 2019).
Ancak dezenformasyon, popülist liderlerin söylemlerinin ötesinde, gazetecilikte altta yatan bir paradigma bunalımının varlığına işaret ediyor. Tandoc, Jenkins ve Craft (2019), gelinen noktada bilgi teknolojisi şirketlerinin oynadığı rolün yadsınamayacağının altını çizdikten sonra, dezenformasyonun aslen bir gazetecilik sorunsalı olduğuna işaret ediyorlar. PEN Amerika (2017) da basına duyulan güvenin erozyona uğramış olmasını dezenformasyonun başlıca nedenleri arasında görüyor. Konuya dahil olan iki uzman ise, temel olarak zaman ve ticari kazanç baskısından kaynaklanan “önce yayınla sonra doğrula gazeteciliğinin” dezenformasyonun yayılmasındaki rolüne işaret ediyor. Estonyalı bir grup gazeteci ile anonim olarak yaptıkları görüşmelerin bu baskıları doğruladığını belirten uzmanlar, yine de Estonya gibi demokratik ve güçlü bir basının bulunduğu ülkelerin dezenformasyona daha dirençli olduğunun altını çiziyorlar (Himma-Kadakas ve Ojamets, 2022). Yine anonim olarak beyanat veren ve Estonya’daki koşullara göre çok zor koşullar altında çalışan bir Filipinli gazeteci, çalıştığı kuruluşun sahiplerine yönelen hükümet baskısı ile sahte haber üretmek zorunda kaldığını itiraf ediyor. Yaptıkları gerçek haberlerin sahte olduğu gerekçesi ile halktan ölüm tehditleri alan Filipinli gazeteciler de bulunuyor. Polisin meşru olmayan güç kullanımına ilişkin yaptığı haberin ardından ölüm tehditleri alan anonim Filipinli gazeteci bunun örnekleri arasında. Bir üçüncü anonim Filipinli gazeteci ise hem halk hem de hükümet nezdinde bir itibar bunalımı yaşadıklarından yakınıyor (Balod ve Hameleers, 2021).
Bütün bu gelişmeler esasen gazetecilikte bir paradigma onarımın gerekliliğine işaret ediyor. Berkowitz’in (2000) tanımına göre paradigma onarımı bir profesyonel topluluğun itibarını yeniden tesis etmesi için attığı adımları içeriyor. Kritik olaylar paradigma onarımına vesile oluyor. Galler Prensesi Diana’nın 1997 yılında Paris’te magazin habercileri ile yaşadığı kovalamaca sırasında yaşamını yitirmesi, ne kadar kalıcı paradigma değişikliği yarattığı tartışmalı olsa da özel hayatın mahremiyetine yönelik paradigma tartışmaları açmış bir örnek (Berkowitz, 2000). Demokratik seçimlerin dezenformasyon ile manipüle edilmesi de benzeri bir kritik eşik ve az sonra ele alınacak olan seçim öncesi gazetecilik ittifakları bir onarım işlevi görebilir. Günümüzdeki paradigma onarımının bir diğer ayağı da moderniteye dayalı gazeteciliğin ötesine geçerek empati ve hoşgörü geliştirmeye yönelik katılımcı gazetecilik.
Moderniteye dayalı gazetecilik, 20. yüzyılın başında gelişti ve bu yüzyılın ortasında zirve yaptı. Genellikle “sabah gazetesi” ve “akşam haberleri” aracılığı ile günde iki kere gazetecinin süzgecinden geçen haberlerin kitlelere ulaşmasını içeren moderniteye bağlı gazetecilik, olan bitenin nesnel aktarımını da içeriyordu. Kitlelerin üzerine düşen ise bu nesnel aktarımlardan yola çıkarak rasyonel kararlar almak idi (Baym, 2022). Ancak bu anlattıklarımız dramatik bir biçimde değişti. Profesyonel gazeteciler tarafından “günde iki doz” sağlanan haber akışı, yerini 24 saat boyunca algoritma süzgecinden geçen akışa bıraktı. Rasyonel olan ise yerini duygusal olana bırakıyor. Çeşitli uzmanların da vurguladıkları üzere, artık “mutlak hakikatin” edilgen kitlelere aktarıldığı moderniteye dayalı gazetecilik paradigmasının zamanı doldu (Michailidou ve Trenz, 2021; Waisbord, 2018). Yerini ise “ortak hakikatin” beraber inşa edilmesine dayalı modernite ötesi gazetecilik paradigması alıyor. Bu paradigma hakikatin inkârı anlamına gelmiyor. Ancak hakikatin hepimizi farklı etkilediğinden yola çıkarak, ortak hakikatimizi beraber keşfetme yolculuğumuzdan bahsediyor. Altta yatan amaçlardan birisi de “öteki” olana hoşgörü geliştirmek.
8 Kasım 2022 ABD ara seçimleri öncesinde bir demokrasi haberleri ekibi oluşturduğunu belirten The Washington Post Ulusal Haber Editörü Matea Gold’un anlattıkları tam da bu modernite ötesi paradigmaya uyuyor. Gold sahaya gönderdiği demokrasi ekibine, gazetelerine karşı önyargılı olduğunu bildikleri vatandaşlar ve siyasetçiler ile empati yaparak görüşmelerini tavsiye ettiğini söylüyor. Bunun, içlerinden bir tanesinin komşularına gidip, “Ben bir The Washington Post muhabiri ile görüştüm ve bana gerçekten adil davrandı” demesi ile netileceğini umduğunu sözlerine ekliyor. Gold, bir haberi sosyal medyada nasıl hikâyeleştirebileceklerini çok iyi bilen, dijital çağa doğmuş genç gazetecilere daha çok görev vermek istediğini de belirtiyor (Nieman Reports, 2022).
StopFake tam da gençlerin başrolde oldukları bir oluşum. Ulusal Kyiv Üniversitesi Mohyla Akademisi 2014 yılı mezunu genç gazetecilerin kurmuş oldukları bir dezenformasyon ile mücadele ittifakı. Misyonunu dezenformasyona karşı direnç geliştirmek olarak tanımlayan StopFake, özellikle Rus dezenformasyonu ile mücadele için kuruldu (Haigh, Haigh ve Kozak, 2018). StopFake gibi ittifaklar, gazetecilikte kritik bir eşik oluşturmuş olan dezenformasyona karşı duracak paradigma onarımının önemli bir unsuru olabilir. Aşağıda bu ittifaklardan özellikle seçim odaklı olanlardan bazılarına değinilecek. StopFake özelinde çıkan tartışmalar da kısaca yer bulacak.
Comprobado’dan RedCheq’e: Seçim Dezenformasyonu ile Mücadelede Gazeteci İttifakları
Seçim öncesi kurulan gazeteci ittifakları, yaklaşan bir yerel, bölgesel, ulusal veya Avrupa Birliği ülkelerinde Avrupa Parlamentosu seçimleri veya bir referandum öncesinde oluşması muhtemel dezenformasyonu engelleme amacını taşıyor. Bu ittifakların başarısının önemli bir ön koşulu gazeteciler arasında işbirliği yapılabilmesi. İspanya’daki Comprobado ittifakının nispeten başarısız olmasının altında yatan temel neden de bu.
Bahar 2019’da yaklaşan yerel, ulusal ve Avrupa seçimleri öncesinde sivil toplum kuruluşu First Draft ve İspanya’da dezenformasyon ile mücadele için çalışan bağımsız gazetecilik platformu Maldita öncülüğünde oluşturulan Comprobado ittifakının 16 bileşeni vardı. İçlerinde gazetecilerin yanı sıra sivil toplum temsilcileri ve teyitçiler de bulunuyordu. Malaga Üniversitesi ise gözlemci idi. Çalışmaları 3 ay süren Comprobado’ya ulusal ve ana akım basından katılan olmaması büyük bir eksiklik iken, katılanlar arasında işbirliği kültürü oluşamaması en büyük sorun oldu. Comprobado’nun ele aldığı haberlerin yarıya yakını doğru ya da yanlış olarak sınıflandırılamadan bırakıldı. İspanya medya sektörünün aşırı rekabetçi yapısı, gazetecilerin ortak bir çalışma ruhu geliştirmesine engel teşkil ederek Comprobado’nun başarısızlığına yol açtı (Palomo ve Sedano, 2021).
Yaklaşan 2019 bölgesel seçimleri öncesinde Kolombiya’da kurulan RedCheq ise İspanya örneğinin aksine başarılı. Hâlihazırda faaliyet gösteren Columbia Check çatısı altında seçim odaklı olarak oluşturulmuş olan RedCheq çalışmalarına serbest gazeteciler, araştırmacılar ve akademisyenler de dahil oldu. Giderek daha başarılı olan RedCheq, gazeteciler üzerindeki resmi elden verilen bilgiyi doğrudan yayınlama baskısını hafifletmeye başladı. Adayları da kullandıkları sert söylemi yumuşatmaya iten RedCheq, toplumsal kutuplaşmanın azalmasına da katkıda bulundu (Rodríguez-Pérez, Paniagua-Rojano ve Magallón-Rosa, 2021).
Brezilya’da 2018 devlet başkanlığı seçimine odaklı kurulan Comprova da bir diğer başarı hikâyesi. Bileşenleri arasında basın kuruluşlarının yanı sıra Twitter, Facebook ve Google da bulunuyor. Bu ittifaka dahil olan anonim bir gazeteci, Comprova’nın başarısına ilişkin yaptığı değerlendirmede “işbirliği yapmanın mümkün olduğunu gösterdik. Haber merkezleri her zaman rakip olmak zorunda değiller. Daha büyük bir hedef doğrultusunda ortak çalışabilirler” diyor. Bu da gazeteciler arasında işbirliği yapılabilmesinin önemini ortaya çıkarıyor (First Draft, 2019a). Comprova’nın kitleler tarafından ne kadar güvenilir bulunduğuna ilişkin yapılan bir anket çalışmasında da oldukça olumlu sonuçlar var. Çalışmaya göre, “Comprova güvenilirdir” önermesine tamamen ya da kısmen katılanların oranı yüzde 79.6 gibi yüksek bir oran (First Draft, 2019a, s. 13).
Arjantin 2019 genel seçimi öncesinde kurulan Reverso ittifaki ise belki de en başarılı örneklerden birisi. 100’den fazla kuruluşu bir araya getiren Chequado şemsiyesi altında seçime özel çalışan Reverso’nun en belirgin özelliği, ülkede la grieta adı verilen toplumsal kutuplaşmanın bütün taraflarını bir araya getirebilmiş olması (Mantas, 2021). Seçime bir hafta kala bariz biçimde daha çok ilgi gören Reverso’nun çalışmalarına ilişkin bir başka önemli tespit ise, Reverso tarafından “doğru” olarak işaretlenmiş olan içeriğin daha çok paylaşılmış olduğu. “Doğru”, Arjantin seçimi öncesinde iktidar, muhalefet ve kararsız seçmen gruplarının üçü tarafından da tutarlı olarak daha çok paylaşıldı. Reverso’nun kendisi de her üç seçmen grubu nezdinde itibar kazanmayı başardı (Zommer, 2021).
Seçime odaklı olmayan Ukrayna’daki StopFake ise, Şubat 2014’de Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesinin hemen ardından mart ayında kuruldu. Faaliyetlerinin ana eksenini gerek Rus gerek Ukrayna medyasında Kırım’daki gelişmelere ilişkin üretilen sahte haberlerin düzeltilmesi oluşturdu. Bu süreçte Rusya’nın işgalde daha da ileri gideceğinden ürken vatandaşlar StopFake’in çalışmalarına gönüllü destek verdiler. Rusya’ya karşı mücadele veren StopFake üyeleri, Batı medyası gibi tarafsızlık ve nesnellik ilkelerine bağlı kalmalarının kendileri için bir lüks olduğunu belirtiyorlar. StopFake’in dezenformasyonla mücadelesi, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı varoluş mücadelesi ile paralel bir mücadele (Haigh, Haigh ve Kozak, 2018). Rusya’nın 24 Şubat 2022’de başlayan topyekün işgal girişimi, süreç içerisinde tam zamanlı bir kadro oluşturarak profesyonel doğrulama kuruluşuna dönüşen StopFake’in haklılığını gösteren dramatik bir gelişme.
Brezilya’daki Comprova ittifakına dahil olan bir anonim gazetecinin belirttiği gibi, “daha büyük bir hedef” için çalışma motivasyonu bu ittifakların başarısında önemli bir rol oynuyor. İttifakların, Anglo-Sakson gazetecilik kültüründe daha belirgin olan, bu defa dezenformasyon tehdidi ile sınanan demokrasinin “bekçiliği” işlevine yönelik olduğunu da tespit edebiliriz. Ancak bu bekçilik işlevi “aktivist gazetecilik” tartışmasına da kolayca evrilebiliyor. StopFake’in durumu bu anlamda çok tartışılabilecek bir örnek. Seda Karabatanoğlu aktivizm tartışmasını NewsLabTurkey için daha önce değerlendirmişti. Türkiye’de Haziran 2023 seçimi öncesinde benzer bir gazeteci ittifakı kurulup kurulamayacağına ilişkin benim yorumlarım ise raporun en son bölümünde.
“Curious City” Programından “The Counted” Projesine: Katılımcı Gazetecilik Örnekleri
Okuyucu/izleyici/dinleyici kitlesini haber yapım sürecinin öncesine dahil eden katılımcı gazetecilik, kimi durumlarda bireyleri tehlikeye atabileceği gerekçesi ile eleştirilerin hedefi oluyor. Bir uzman ise, “paylaş” özelliğinin de kitleleri önceden olmasa bile sonradan haberin bir parçası yaparak tehlikeye atabileceğinin altını çiziyor (Wall, 2017). Ancak dezenformasyon ile mücadelenin en etkin yönteminin önceden nitelikli haber yapmak olduğu hatırlandığında, katılımcı gazetecilik projeleri ayrı bir önem kazanıyor. Katılımcı gazeteciliğin, reklamverenlerin tam arzuladıkları formatta olduğunun da altı çizilmeli. Zira mikro-hedeflemeye de gerek kalmaksızın, reklamveren ile ilgili kitle bir araya geliyor. Katılımcı gazeteciliğin, modernitenin işaret ettiği “hakikati” inkâr etmek üzerine kurulu olmadığını da eklemeliyiz. Amaç, hakikatin hepimizi farklı şekilde etkileyeceğinden yola çıkarak ortak hakikatimizi beraber keşfetmek ve birbirimize karşı hoşgörü geliştirmek.
Koski’nin (2015) işaret ettiği üzere, katılımcı gazetecilik, ilgili kitleleri profesyonel haber yapım sürecinin birer işbirlikçisine dönüştürüyor. Üç uzman ise bu tarz işbirliklerinin basına olan güveni artırdığına vurgu yapıyor (Jahng, Eckert ve Metzger-Riftkin, 2021). Basına duyulan güvenin tazelenmesinin paradigma onarımında önemli bir adım olacağını hatırlatarak Koski’nin (2015) örnek verdiği katılımcı gazetecilik projeleri arasından üç tanesinden kısaca bahsedebiliriz. Bunlardan ilki, The Guardian’ın 2014 yılında başlattığı “The Counted” haber dizisi. ABD’deki polis şiddetine odaklanan “The Counted,” bir yılda kaç kişinin polis tarafından öldürüldüğüne ilişkin güvenilir veri bulunamamasından yola çıkılarak şekillendi. The Guardian, bir yakınının polis tarafından öldürüldüğünü belirten kişilere ulaşarak halen güncellenmekte olan bir veritabanı oluşturdu.
Koski’nin (2015) örnek gösterdiği bir diğer katılımcı gazetecilik projesi ise iklim muhabiri Julia Kumari Drapkin tarafından 2012’de ABD’de başlatılan “ISeeChange”. Drapkin çalışmalarının ilk aşamasında vatandaşlara iklim ile ilgili gözlemlerini aktarmaları için bir SMS hattı kurdu. Özellikle çiftçilerden ve daha sonra farklı kesimlerden onlarca mesaj almaya başlayan Drapkin’in çalışmaları, bugün “topluluk-temelli iklim değişikliği haberleri” olarak nitelendirilebilecek büyük bir projeye dönüştü. Drapkin’in projesi, iklim değişikliği ile ilgili bilimsel gerçeklerden yola çıkarak bu değişimin “ISeeChange” topluluğunu nasıl etkilediğini incelemeye devam ediyor.
Bir üçüncü katılımcı gazetecilik örneği ise Chicago’daki WBEZ radyosunda yayınlanan “Curious City” programı. 2012’den bu yana içeriğini “hangi haberi yapmamızı istersiniz?” oylamasının sonucuna göre şekillendiren program, ilgili haberi yaparken dinleyicilerini, bazen bilfiil sahada, haber yapım sürecine dahil ediyor. Dinleyici Dan Monaghan’ın haberleştirilmesine karar verilen sorusu, “Chicago’da taksi şoförleri ne kadar sıklıkla ve neden çevriliyor,” buna bir örnek. Monaghan, program ekibi ile beraber cevabı bulmak için bizzat sahaya çıktı.
Monaghan, daha önce suçun taksicilerde olduğunu düşündüğünü ancak bu fikrinin haber yapım süreci esnasında değiştiğini vurguluyor. Yapımcı Jennifer Brandel Curious City’yi “gücünü halktan alan gazetecilik” olarak tanımlıyor. Brandel’a göre bu tarz gazetecilik hem haber kalitesini artırıyor hem de daha çok paylaşılıyor (Koski, 2015). Monaghan ve taksiciler örneğinde olduğu gibi, Chicago sakinlerinin birbirlerine karşı empati geliştirmelerine katkıda bulunduğunun altını da çizmek gerekiyor. Bu, duygusal olanın ön plana çıktığı modernite ötesi paradigmaya da bir katkı.
Sonuç: Türkiye Basınında Paradigma Onarımın Önündeki Tehditler ve Fırsatlar
Bir değişiklik olmadığı takdirde Haziran 2023 içerisinde yapılacak olan Türkiye genel seçimleri öncesinde gazeteci ittifakları kurulması olasılığı bulunuyor mu? Peki katılımcı gazetecilik örneklerinin Türkiye’de başarılı olması mümkün mü? Raporun son bölümü, Türkiye medyasında bir paradigma onarımını ifade edebilecek bu iki soru üzerine odaklanıyor.
Aslında polis şiddetini ele alan “The Counted” gibi veri odaklı projelerin Türkiye’de de yapılmış olduğunu Erkmen’in (2020) araştırmasından öğreniyoruz. Ancak bunlar katılımcı gazeteciliğe dönüşmemiş ya da dönüşememiş. Küçük ölçekli alternatif medya kuruluşları tarafından yürütüldüğü belirlenen örnekler hak odaklı veri gazeteciliği alanından. Erkmen bu tip gazeteciliğin Türkiye’de demokrasinin gelişimine de katkı vereceğinin altını çiziyor. Sadece kadın cinayetleri ve işçi ölümleri hakkındaki örneklerde, sınırlı biçimde katılımcılığa yaklaşılmış. Erkmen’in anonim olarak görüştüğü bir gazeteci, “Okuyucu/izleyici kitlesinin haber yapım sürecine dahil edilebilecek bir enformasyondan ziyade, alternatif fonlama kaynağı olarak algılandığını; ancak bu yönde de verimli girişimlerin olmadığını söylemek mümkündür,” diyerek durumu özetliyor (Erkmen, 2020, s. 90). Erkmen’in (2020) konuya ilişkin geniş çerçeveli yorumu ise Türkiye’de katılımcı gazeteciliğe dahil olacak adanmış bir okuyucu/izleyici/dinleyici kitlesinin bulunmadığı yönünde.
Türkiye’de çok ağır biçimde yaşanan “medya-parti paralelliği” ise seçim öncesi gazeteci ittifaklarının kurulumu önünde büyük bir yapısal engel. Türkiye medyasının mevcut yapısı Akdeniz tipi “kutuplaşmış çoğulcu” medya modeline uyuyor. Bu model, basın özgürlüğünün geç geliştiği, mesleki profesyonelleşmenin yetersiz olduğu ve siyasi parti sistemine paralel çalışan bir medyaya işaret ediyor. Liberal Anglo-Sakson ve demokratik Kuzey Avrupa geleneklerinin aksine, Akdeniz modelinde yoğun devlet baskısı ve sansür de etkili (Hallin ve Mancini, 2004). Kamu ihalelerine katılan büyük holdinglerin hakim konuma geçtiği medya-sahipliği yapısı ile giderek ağırlaşan baskı ve sansür ortamı birleştiğinde, Gezi Parkı protestoları esnasında üretilen vahim Kabataş sahte haberi bile Türkiye basınında dezenformasyona karşı bir kritik eşik oluşturamadı. Kritik gelişmeler, gazetecilikte daha büyük bir süreç olan paradigma onarımına ivme kazandıran gelişmeler. Böyle bir onarım süreci ideal olarak bütün sektörü kapsamalı. Ancak Reuters Enstitüsü’nün (2017) tespit ettiği üzere, Türkiye’deki medya sektörü devlet kontrolü altına girmiş olan ana akım medya ve gelir sorunu yaşayan bağımsız medya olarak ikiye ayrılmış vaziyette.
Türkiye basınının bu durumunu Türkiye’deki demokrasinin çöküşü ile birlikte değerlendirmek gerekiyor. Yukarıda ele alınan Kolombiya, Brezilya ve Arjantin gibi ülkeler yükselen popülizm rüzgârından etkilenseler bile temel hak ve özgürlükleri hedefe koyan otoriter popülizmden uzaklar. Otoriterleşme yönünde en büyük eğilimlere sahip olan Brezilya Başkanı Bolsonaro ise 1 Kasım 2022’de sonuçlanan seçimi kaybetmiş bulunuyor. Büyük holdinglere entegre medya-sahipliği yapısı açısından Türkiye’ye benzeseler bile her üç ülke de demokrasi ve temel haklar bağlamında Türkiye’den ayrışıyor. Freedom House (2022b) tarafından “özgür ülke” olarak sınıflandırılan Arjantin, ifade özgürlüğünün toplumun bütün kesimleri tarafından içselleştirildiği demokratik bir ülke. Keza Brezilya da “özgür ülke” konumunda iken, Kolombiya “kısmen özgür” statüsünde değerlendiriliyor (Freedom House 2022c; Freedom House 2022d). Zaten Freedom House’ın (2022a) raporuna göre “özgür olmayan” Türkiye ise istikrarlı olarak daha da derinleşen bir demokratik çöküş içerisinde. Türkiye’deki bu ağır koşullar altında ortak bir hakikat arayışı için zemin kalmadığı sonucuna da varmak mümkün. “Ortak,” yerini iktidarın dayatmaya çalıştığı hakikate ve buna direnmeye çalışanlara bırakmış durumda.
Ancak yine de genelde uluslararası kuruluşlar tarafından desteklenen bağımsız medyanın 2023 seçimi öncesi gazeteci ittifakları kurması olası olabilir. 2017’deki Fransa başkanlık seçimi öncesinde First Draft ve Google News Lab işbirliğinde de bir seçim ittifakı kurulmuştu. Aralarında Le Monde ve AFP gibi saygın medya kuruluşlarının yanı sıra üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının da bulunduğu CrossCheck France ittifakının bileşenleri, medya sektörü rekabete dayalı olsa bile dezenformasyon ile mücadelenin bir kamu görevi olduğuna dair bir ilke birliğine varmışlardı (Google News Initiative, 2017). Ancak raporun başında belirtilmiş olan genel bir eğilimi burada hatırlatmakta fayda var: Dezenformasyon gelişmiş demokrasilerde çoğunlukla dış güçler tarafından; kırılgan demokrasilerde ise bizzat devlet eli ile iktidarın devamı için yapılıyor. Türkiye’de yapılan dezenformasyon da temel olarak iktidarın devamını sağlamaya yönelik olan bu ikinci kategoriye giriyor. Devlete paralel çalışan medyanın ise Fransa’daki gibi bir ilkesel tavır benimsemesi olası değil.
Bağımsız medya tarafından kurulabilecek ittifaklar açısından düşündüğümüzde ise, Arjantin’deki Reverso ittifakının çalışmalarından ortaya çıkan “doğru” işaretlemesinin önemi umut verici. Zommer’in (2021) vurguladığı üzere, Arjantin’de Reverso’nun “doğru” işaretli haberleri iktidar, muhalefet ve kararsız seçmen olmak üzere bütün seçmenler arasında itibar görmüş ve sıklıkla paylaşılmıştı. Türkiye’de kurulabilecek bir seçim ittifakı tarafından “doğru” olarak işaretlenen haberlerin yüksek etkileşim yaratması, diğer medya kuruluşlarının da ittifaka ilgi göstermeleri sonucunu doğurabilir. Süreç içerisinde hiper-partizan, niteliksiz veya “çöp haber”in gözden düşmesi de olumlu bir diğer olasılık. Nitekim Brezilya’da durum buna benzer biçimde seyretti. First Draft (2019b) verilerine göre Comprova’nın hem doğru hem de yanlış işaretli haberleri diğer medya kuruluşları tarafından alıntılanınca, seçim öncesinde Comprova menşeli 1750 haber topluma yayıldı. Böylelikle Comprova, Brezilya’daki her dört internet kullanıcısından birine ulaşmış oldu. First Draft’ın (2019b) altını çizdiği üzere, Brezilya’daki bu başarı dezenformasyonla mücadelede ittifakların önemini de gösteriyor.
Hem Reverso (Fernandez, 2019) hem de Comprova’nın (Rinehart, 2018a) başarısından çıkan bir diğer sonuç ise WhatsApp’ın önemi. Nitekim her iki ittifak da, özellikle Brezilya’da seçim dezenformasyonunun yayıldığı birincil platform hâline dönüşen WhatsApp’ta çok aktif çalışmış. 24 kuruluştan gazetecileri 12 hafta boyunca bir araya getiren Comprova, WhatsApp ile ortak çalışan ilk gazetecilik sivil toplum kuruluşu olmuş. Rinehart’ın (2018b) aktardığına göre, Whatsapp Comprova’ya aslen ticari bir özellik olan mesaj ayrıştırma arayüzü Zendesk’e erişim imkânı vererek, halktan gelen 70.000’in üzerindeki soruya daha kolay cevap vermelerine yardımcı olmuş. Türkiye’de yürürlüğe yeni giren Dezenformasyon Yasası’nın da sosyal iletişimi WhatsApp ve benzeri kapalı platformlara kaydıracağını düşünürsek, olası seçim ittifaklarının buralara yönelik özel planlar geliştirmeleri isabetli olacaktır. Seçim dezenformasyonu ile kapsayıcı mücadele için doğru bilginin başta Kürtçe olmak üzere Türkiye’de sıklıkla konuşulan Türkçe dışındaki dillerde de sunulması önemli. Tıpkı Hannah Arendt’in dediği gibi,
Günlük hayatımızı içinde yaşadığımız hakikatin dokusu ne kadar da kırılgan; her zaman tek bir yalan ile delinmeye ya da grupların, milletlerin veya sınıfların organize yalanı ile lime lime olmaya, veya inkâr edilmeye ya da çarpıtılmaya, çoğunlukla yanlışlıklar alemi ile örtülmeye veya sadece unutulmaya… Hakikatin, hatırlanmak için ifade edilmeye ve güvenilir şahitlere ihtiyacı var (Arendt, 1971).
Umuyoruz ki “yüzyılın seçimi” öncesinde Türkiye’de kurulacak güçlü bir basın ittifakı da hakikatin -kültürel zenginliğimizi oluşturan bütün dillerde- güvenilir bir şahidi olur.
Referanslar
ABD Temsilciler Meclisi Gözetim ve Reform Komisyonu. 11 Ağustos 2022. “Exhausting and Dangerous”: the Dire Problem of Election Misinformation and Disinformation. https://oversight.house.gov/sites/democrats.oversight.house.gov/files/2022-08-11%20Election%20Disinformation%20Report%20.pdf
Arendt, Hannah. 18 Kasım 1971. Lying in Politics: Reflections on the Pentagon Papers. New York: The New York Review of Books.
Arendt, Hannah. 1968. Truth and politics. Arendt H (ed.) Between Past and Future. New York: Penguin, ss. 223–259.
Bader, Max. 2018. Disinformation in Elections. Security and Human Rights 29 (1-4): 24-35.
Balod, Hon Sophia S ve Hameleers, Michael. 2021. Fighting for truth? The role perceptions of Filipino journalists in an era of mis- and disinformation. Journalism 22 (9): 2368-2385.
Barrett, Paul M. 2022. Spreading the Big Lie: How Social Media Sites Have Amplified False Claims of U.S. Election Fraud. NYU Stern Center for Business and Human Rights.
Bayer, Judit; Bitiukova, Natalija; Bard, Petra; Szakacs, Judit; Alemanno, Alberto ve Uszkiewicz, Erik. February 2019. Disinformation and Propaganda – impact on the functioning of the rule of law in the EU and its member states. Directorate General for Internal Policies of the Union. PE 608. 864. https://www.europarl.europa.eu/RegData/etudes/STUD/2019/608864/IPOL_STU(2019)608864_EN.pdf
Baym, Geoffrey. 3 Kasim 2022. Is There A Cure for Information Disorder?. JSTOR Daily. https://daily.jstor.org/is-there-a-cure-for-information-disorder/?utm_term=Is%20There%20a%20Cure%20for%20Information%20Disorder&utm_campaign=jstordaily_11032022&utm_content=email&utm_source=Act-On+Software&utm_medium=email
BBC. 2021. Written Evidence. https://committees.parliament.uk/writtenevidence/429/html/
Beckett, Charlie. 11 Mart 2017. ‘Fake news’: the best thing that’s happened to journalism. LSE Blogs. https://blogs.lse.ac.uk/polis/2017/03/11/fake-news-the-best-thing-thats-happened-to-journalism/
Berkowitz, Dan. 2000. Doing double duty: Paradigm repair and the Princess Diana what-a-story. Journalism 1(2): 125-143.
Birleşik Krallık Parlamentosu Kültür, Medya ve Spor Komisyonu. 29 Temmuz 2018. Disinformation and ‘fake news’: Interim Report. https://publications.parliament.uk/pa/cm201719/cmselect/cmcumeds/363/36302.htm
Bond, Shannon. 27 Eylül 2022. Facebook takes down Russian network impersonating European news outlets. National Public Radio. https://www.npr.org/2022/09/27/1125217316/facebook-takes-down-russian-network-impersonating-european-news-outlets
Bradshaw, Samantha; Howard, Philip N.; Kollanyi, Bence ve Neudert, Lisa-Maria Neudert. 2020. Sourcing and Automation of Political News and Information over Social Media in the United States, 2016-2018. Political Communication 37 (2): 173-193.
Cavaliere, Paolo. 2020. From journalistic ethics to fact-checking practices: defining the standards of content governance in the fight against disinformation. Journal of Media Law 12 (2): 133-165.
Costella, Katherine. 2018. Russia’s Use of Media and Information Operations in Turkey. RAND Corporation. https://www.rand.org/pubs/perspectives/PE278.html
Edwards, Lee. 2021. Organized lying and professional legitimacy: Public relations’ accountability in the disinformation debate. European Journal of Communication 36 (2): 168-182.
Erkmen, Özlem. 2020. Türkiye Örnekleminde Veri Gazeteciliği Uygulamaları ve Demokrasi İlişkisi Üzerine Bir Değerlendirme. Connectist: Istanbul University Journal of Communication Sciences 58: 65-103.
Fernandez, Pablo M. 23 Aralık 2019. 5 ways Reverso shared their fact-checks during the Argentina election. International Journalists’ Network. https://ijnet.org/en/story/5-ways-reverso-shared-their-fact-checks-during-argentine-election
Freedom House. 2022a. Turkey: Freedom in the World 2022 Report. https://freedomhouse.org/country/turkey/freedom-world/2022
Freedom House 2022b. Argentina.
https://freedomhouse.org/country/argentina
Freedom House 2022c. Brazil: Freedom in the World 2022 Report. https://freedomhouse.org/country/brazil/freedom-world/2022
Freedom House 2022d. Colombia: Freedom in the World 2022 Report. https://freedomhouse.org/country/colombia/freedom-world/2022
First Draft. 2019a. Comprova: An Evaluation of the Impact of a Collaborative Journalism Project on Brazilian Journalists and Audiences. https://firstdraftnews.org/wp-content/uploads/2019/06/Comprova-Summary-Report-English.pdf?x75440
First Draft. 2019b. New research shows the successful impact of newsroom collobaration on fighting misinformation. https://firstdraftnews.org/articles/new-research-shows-the-successful-impact-of-newsroom-collaboration-at-fighting-misinformation/
Google. 26 Şubat 2019. How Google Fights Disinformation. https://kstatic.googleusercontent.com/files/388aa7d18189665e5f5579aef18e181c2d4283fb7b0d4691689dfd1bf92f7ac2ea6816e09c02eb98d5501b8e5705ead65af653cdf94071c47361821e362da55b
Google News Initiative 17 Kasım 2017. Fact-checking the French election: lessons from CrossCheck, a collaborative effort to combat misinformation. https://blog.google/outreach-initiatives/google-news-initiative/fact-checking-french-election-lessons-crosscheck-collaborative-effort-combat-misinformation/
Haigh, Maria; Haigh, Thomas ve Kozak, Nadine I. 2018. Stopping Fake News. Journalism Studies 19 (14): 2062-2087.
Hallin, Daniel ve Mancini, Paolo. 2004. Comparing Media Systems. Cambridge, Cambridge University Press.
Himma-Kadakas, Marju ve Ojamets, Indrek. 2022. Debunking False Information: Investigating Journalists’ Fact-Checking Skills. Digital Journalism 10 (5): 866-887.
Jackson, Dean. 17 Ekim 2017. NED Issue brief: Distinguishing Disinformation from Propaganda, Misinformation and “Fake News”. https://www.ned.org/issue-brief-distinguishing-disinformation-from-propaganda-misinformation-and-fake-news/
Jahng, Mi Rosie; Eckert, Stine ve Jade Metzger-Riftkin. 2021. Defending the Profession: U.S. Journalists’ Role Understanding in the Era of Fake News. Journalism Practice. Erken Erişim.
Kamarck, Elaine ve Eisen, Norman. 7 Ekim 2022. Democracy on the ballot – how many election deniers are on the ballot in November and what is their likelihood of success? Brookings Institute. https://www.brookings.edu/blog/fixgov/2022/10/07/democracy-on-the-ballot-how-many-election-deniers-are-on-the-ballot-in-november-and-what-is-their-likelihood-of-success/
Kertysova, Katarina. 2018. Artificial Intelligence and Disinformation: How AI Changes the Way Disinformation is Produced, Disseminated and Can Be Countered. Security and Human Rights 29 (1-4): 55-81.
Kırdemir, Barış. Temmuz 2020. Türkiye’de Dijital Haber Ortamı: Kutuplaşma, Sosyal Medya ve Yükselen Trendler. EDAM. https://edam.org.tr/turkiyede-dijital-haber-ortami-kutuplasma-sosyal-medya-ve-yukselen-trendler/
Koski, Olivia. 17 Kasim 2015. How Participatory Journalism Turns News Consumers into Collaborators. Nieman Reports. https://niemanreports.org/articles/how-participatory-journalism-turns-news-consumers-into-collaborators/
Kranzberg, Melvin. 1986. Technology and History: “Kranzberg’s Laws”. Technology and Culture 27 (3): 544-560.
Lawrence, Regina G. ve Moon, Young Eun. 2021. “We Aren’t Fake News”. The Information Politics of the 2018 #FreePress Editorial Campaign. Journalism Studies 22 (2): 155-173.
Lazer, David M.; Baum, Matthew A.; Benkler, Yochai; Berinsky, Adam J.; Greenhill, Kelly M.; Menczer, Filippo; Metzger, Miriam J.; Nyhan, Brendan; Pennycook, Gordon; Rothschild, David; Schudson, Michael; Sloman, Steven A. ; Sunstein, Cass R.; Thorson, Emily A.; Watts, Duncan J.; Zittrain, Jonathan L. 2018. The Science of Fake News. Science 359 (6380): 1094-1096.
Lischka, Juliana A. 2019. A Badge of Honor? How The New York Times Discredits President Trump’s Fake News Accusations. Journalism Studies 20 (2): 287-304.
Loewenstein, Karl. 1937. Militant Democracy and Fundamental Rights, I. The American Political Science Review 31 (3): 417-432.
Mantas, Harrison. 17 Ağustos 2021. Reverso builds a culture of accountability ahead of Argentina’s midterm elections. Poynter. https://www.poynter.org/fact-checking/2021/reverso-builds-a-culture-of-accountability-ahead-of-argentinas-midterm-elections/
Marsden, Chris; Meyer, Trisha ve Brown, Ian. 2020. Platform values and democratic elections: How can the law regulate digital disinformation? Computer Law and Security Review 36: 1-18.
Michailidou, Asimina ve Trenz, Hans-Jörg Trenz. 2021. Re-thinking journalism standards in the era of post-truth politics: from truth keepers to truth mediators. Media, Culture & Society 43 (7): 1340-1349.
Monsees, Linda. 2021. Information disorder, fake news and the future of democracy. Globalizations. Erken Erişim.
Nieman Reports. 26 Ekim 2022. Threats to Democracy Are One of the “Existential Challenges” of Our Time. Here’s How To Cover Them. https://niemanreports.org/articles/democracy-coverage-gold-abramowitz/
Özgür, Esra. 31 Mayıs 2022. Yanlış bilgi sorununun çözümü hapis cezası değil eleştirel dijital okuryazarlık. Teyit. https://teyit.org/ekipten-yanlis-bilgi-sorununun-cozumu-hapis-cezasi-degil-elestirel-dijital-okuryazarlik
Palomo, Bella ve Sedano, Jon. 2021. Cross-Media Alliances to Stop Disinformation: A Real Solution? Media and Communication 9 (1): 239-250.
Paul, Christopher ve Matthews, Miriam. 2016. The Russian “Firehose of Falsehood” Propaganda Model: Why It Might Work and Options to Counter It. RAND Corporation. https://www.rand.org/pubs/perspectives/PE198.html
PEN America. 2017. Faking News: Fraudulent News and the Fight for Truth. https://pen.org/research-resources/faking-news/
Pherson, Randolph H.; Ranta, Penelope M. ve Cannon, Casey. 2021. Strategies for Combating the Scourge of Digital Disinformation. International Journal of Intelligence and Counter Intelligence 34 (2): 316-341.
Populism Studies. 2022. Populism. https://www.populismstudies.org/Vocabulary/populism/
Rauchfleisch, Adrian; Tseng, Tzu-Hsuan; Kao, Jo-Ju ve Liu, Yi-Ting. 2022. Taiwan’s Public Discourse About Disinformation: The Role of Journalism, Academia, and Politics. Journalism Practice. Erken Erişim.
Recuero, Raquel; Suares, Felipe Bonow ve Gruzd, Anatoliy. 2020. Hyperpartisanship, Disinformation and Political Conversations on Twitter: The Brazilian Presidential Election of 2018. Proceedings of the 14th AAAI Conference on Web and Social Media.
Reuters Institute. 2017. Digital News Report. Turkey Supplementary Report. https://reutersinstitute.politics.ox.ac.uk/sites/default/files/2017-11/Turkey%20Digital%20News%20Report.pdf
Ribbans, Elisabeth. 8 Eylül 2022. How does The Guardian help readers distinguish analysis from news? The Guardian. https://www.theguardian.com/commentisfree/2022/sep/08/guardian-digital-readers-analysis-news-design
Rinehart, Aimee. 2018a. Comprova wraps in Brazil. First Draft. https://medium.com/1st-draft/comprova-wraps-in-brazil-99de54a01d14
Rinehart. Aimee. 2018b. What WhatsApp ‘API access’ meant for Comprova. First Draft. https://medium.com/1st-draft/what-whatsapp-api-access-meant-for-comprova-b0e2944607ab
Rodríguez-Pérez, Carlos; Paniagua-Rojano, Francisco J. ve Magallón-Rosa, Raúl. 2021. Debunking Political Disinformation through Journalists’ Perceptions: An Analyis of Columbia’s Fact-Checking News Practices. Media and Communication 9 (1): 264-275.
Schwarz, Christopher ve Overdordf, Rebekah. 2020. Disinformation from the Inside: Combinin Machine Learning and Journalism to Investigate Sockuppet Campaigns. Companion Proceedings of the Web Conference 2020 (WWW’20 Companion), 20-24 Nisan, Taipei, Tayvan.
Shahbaz, Adrian ve Funk, Allie. 2019. Digital Election Interference. Freedom House. https://freedomhouse.org/report/freedom-on-the-net/2019/the-crisis-of-social-media/digital-election-interference
Silverman, Craig; Talbot, Ruth; Kao, Jeff ve Klühspies, Anna. 29 Ekim 2022. How Google’s Ad Business Funds Disinformation Around the World. ProPublica. https://www.propublica.org/article/google-alphabet-ads-fund-disinformation-covid-elections
Stanford İnternet Gözlemevi. 11 Haziran 2020. Political Retweet Wings and Compromised Accounts: A Twitter Influence Operation Linked to the Youth Wing of Turkey’s Ruling Party (TAKEDOWN). https://fsi.stanford.edu/publication/june-2020-turkey-takedown
Tandoc Jr., Edson C.; Jenkins, Joy ve Craft, Stephanie. 2019. Fake News as a Critical Incident in Journalism. Journalism Practice 13 (6): 673-689.
Teyit. 2019. Sahte Haber Karnesi: Yerel Seçimler 2019. https://cdn.teyit.org/wp-content/uploads/2019/05/Rapor-YS-2019-1.pdf
Thomas, Timothy. 1 Mart 2016. Russia’s 21st Century Information War: Working to Undermine and Destabilize Populations. NATO Strategic Communications Centre of Excellence. https://stratcomcoe.org/publications/russias-21st-century-information-war-working-to-undermine-and-destabilize-populations/166
Ünver, Akın. 2 Nisan 2019. Russian Digital Media and Information Ecosystem in Turkey. EDAM. https://edam.org.tr/en/russian-digital-media-and-information-ecosystem-in-turkey/
Waisbord, Silvio. 2018. Truth is What Happens to News: On journalism, fake News and post-truth. Journalism Studies 19 (13): 1866-1878.
Wall, Melissa. 2017. Mapping Citizen and Participatory Journalism: In newsrooms, classrooms and beyond. Journalism Practice 11 (2-3): 134-141.
Wardle, Claire ve Derakhshan, Hossein. 2017. Information Disorder: Towards an interdisciplinary framework for research and policy making. Council of Europe. https://edoc.coe.int/en/media/7495-information-disorder-toward-an-interdisciplinary-framework-for-research-and-policy-making.html
Yankoski, Michael; Weninger, Tim ve Scheirer, Walter. 2020. An AI early warning system to monitor online disinformation, stop violence and protect elections. Bulletin of the Atomic Scientist 76 (2): 85-90.
Zommer, Laura. 23 Şubat 2021. Chequeado in Argentina: Fact-Checking and the Spread of Disinformation on Social Media. Chequeado. https://chequeado.com/wp-content/uploads/2021/02/Chequeado-in-Argentina.-Fact-checking-and-the-spread-of-disinformation-on-social-media.pdf
Araştırmacı Hakkında

Araştırmacı
Dr. İpek Z. Ruacan, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden 2000 yılında mezun olmuştur. Aynı alandaki yüksek lisans eğitimini 2002 yılında London School of Economics’de tamamlamış ve ardından 2014 yılında University of Birmingham’dan Siyaset Bilimi ve Uluslararası Çalışmalar alanında doktora derecesini kazanmıştır. MEF, Koç ve Kadir Has üniversitelerinde öğretim elemanı olarak çalışmış olan Dr. Ruacan, NewsLabTurkey’e araştırma raporları ile katkıda bulunmaktadır.