Bu haftanın anahtar kelimeleri: Substack, Mickey Mouse, YouTube, Reuters Institute.
Substack ve “Nazi barı” problemi
n okuyoruz| Bültenden Herkese Merhaba!
Haftanın odağında Substack ve Nazileri platformdan kovmamak konusundaki ısrarları yüzünden başlarına gelenler var. Şirketin yaşadıkları ve yaşayacakları hem platformlara hem de başka gruplara ders olacak nitelikte.
“Ne Okuduk” bölümümüzde YouTube’dan emekli olanlar, özgürleşen Mickey Mouse ve daha fazlası var.
Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum.
Haftaya görüşmek üzere!
—Ahmet Alphan Sabancı
Bu hafta ne okuduk?
YouTube’da Emeklilik Rüzgârı
YouTube 2005 yılında kurulmuş olsa da hayatımızda önemli bir yer kaplamaya başlaması 2010’lu yıllarla birlikte YouTuber kavramının doğması ve burayı asıl yayın kanalı olarak kullanan kişi ve kurumların ortaya çıkmasıyla oldu. Bu da platformda on yılı aşkın süredir video üreten birçok ismin olduğu anlamına geliyor.
Bunun ilginç bir sonucu da emekli olan ya da YouTuber olmaya ara veren kişilerin sayısının giderek artması demek. 2024 yılına da YouTube’da 10 yılı aşkın süredir yayın yapan iki büyük ismin emeklilik haberiyle başladık. İngiliz YouTuber Tom Scott, ilk videosunun onuncu yıldönümünde düzenli video yüklemeye ara vereceğini bir helikopterden sarkarak gün batımına doğru uçtuğu bir video ile duyurdu. Oyunlar üzerine çektiği videolar ile 13 yıl önce kariyerine başlayan MatPat de geçtiğimiz hafta içerisinde artık arka plana geçeceğini duyuran oldukça duygusal bir video yayınladı.
Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde benzer duyurular olsa da giderek YouTube’un büyük isimlerinden de böyle duyuruların gelmeye başlaması, YouTube ve internet açısından bir dönemi geride bıraktığımızın büyük bir işareti. Bakalım bundan sonra karşımıza neler çıkacak.
“Kendi Araştırmanı Yapmak” Her Zaman İşe Yaramıyor
İnternette komplo teorileriyle veya yalan haberlerle karşılaştığımızda, insanlara doğrusunu öğrenmeleri için araştırmalarını veya Google’a sormalarını söylemek en doğal reflekslerden birisi hâline geldi. Ancak bunun ne kadar etkili olduğunu kimse bilmiyordu.
Nature dergisinde yayınlanan yeni bir araştırma tam da bu sorunu ele almış ve insanların haberleri kendileri araştırdığında nasıl bir sonuç çıktığını görmeye çalışmış. Beş farklı deneyi içeren araştırmanın sonucu fazlasıyla dikkat çekici çünkü Google’da okudukları haberin doğruluğunu araştıranların ortalama yüzde 20’si yanlış bilgiye daha fazla inanma eğilimi gösteriyor.
Araştırmada birçok farklı detay ve ders çıkarılması gereken sonuç var. Bunların arasında özellikle dikkatimi çekenlerden birisi insanların Google’da doğru arama yapabilmeleriyle doğru bilgiye ulaşabilmeleri arasındaki ilişki. Eğer insanlar doğrudan karşılarına çıkan iddiaları aratırsa bunları destekleyen siteler kaçınılmaz olarak daha sık karşılarına çıkıyor, çünkü komplo teorileri gibi konularda en çok yazanlar genellikle onları savunan siteler oluyor. Yani insanların iyi arama yapmayı da bilmeleri lazım.
İkincisi de haber sitelerinin kalitesini ve tutarlılığını gösteren bir tarayıcı eklentisinin insanların yanlış bilgiden uzak durmasına gerçekten yardımcı olması. Bu da insanlara gerekli araçları sağladığımızda gerçekten yanlış bilgiden kaçınmalarını sağlayabildiğimizin bir işareti.
İlk Mickey Mouse Artık Özgür
1 Ocak yeni yılın ilk günü olduğu için zaten özel bir gün ancak özellikle internette ayrı bir anlamı da var. Her yılın ilk günü, dünyadaki telif hakkı süresi dolarak kamuya açık hâle gelen yeni kültürel eserlerin de kutlandığı bir gün.
2024 ise birçoklarına göre daha özeldi çünkü Mickey Mouse’un orijinal versiyonunun ilk kez karşımıza çıktığı “Steamboat Willie” filmi ve kamusal kullanıma açıldı. Bu da artık klasik Mickey’nin isteyen herkes tarafından özgürce kullanılabilmesi demek.
Ancak buna rağmen bu versiyonu ve filmi kullanarak yapılan bazı işler internette otomatik olarak telif hakkı ihlali olarak işaretlenebiliyor. Her ne kadar telif hakkı yasasının kapsamı ve sınırları belli olsa da, internette bunu önlemek için kurulan sistemler o kadar yaygın ve agresif ki bunları yeniliklere göre güncellemek ve hatalarını düzeltmek aşırı zor bir hâle gelmiş durumda.
Reuters’ın 2024 Trend ve Tahminler Raporu Geldi
Her yıl olduğu gibi bu yıl da Reuters Institute “Journalism, media, and technology trends and predictions” raporunun yenisini yayınladı. Birçok farklı başlığı ele alan rapor kapsamlı bir derleme sunuyor ancak bildiklerimizin üzerine yeni bir şey eklediğini söylemek zor. Özellikle yapay zekâ konusunda 2023’te sürekli duyduklarımızı tekrar etmesi biraz can sıkıcı.
Raporda yeni cihazlar ve arayüzlere ayrılan bölüm dikkat çekici ancak burada da bana kalırsa konuşmak için çok erken. Raporda ele alınan çoğu cihaz ya aşırı pahalı, ya piyasaya sınırlı sayıda sürülecek ve çok az ülkede erişilebilir olacak ya da aşırı deneysel ve kısıtlı kullanım alanlarına sahip. Bu cihazların medya ve gazetecilik için potansiyellerini konuşmak için önce bu yılın nasıl ilerleyeceğini ve ne kadarının yıl sonuna kadar ayakta kalacağını görmemiz lazım.
Kısa Kısa
📦 Teknoloji sektöründe işten çıkarmalar üst üste geldi. Discord, Twitch ve Google yüzlerce insanı işten çıkardı.
✈️ Alaska Air’in havadayken kapısı çıkan uçağından düşen bir iPhone’un sağlam bulunması internette büyük bir olaya dönüştü.
🎙️ Google başka yerde yayınladığınız podcastlerinizi RSS ile otomatik olarak YouTube’a yüklemenize imkân tanıyan bir özellik getirdi.
🤖 OpenAI kendi GPT’lerinizi yayınlayabileceğiniz mağazasını kullanıma açtı.
🏴☠️ Sayıları giderek artan streaming platformları ve istediğiniz dizi ve filmi bulmak için hepsini aramak zorunda kalmaktan bıkan insanlar korsanlığa yönelmeye başladı.
📱 Gazeteci Kashmir Hill, akıllı telefonunun yerine eski katlanır telefonlardan birisiyle bir ayını geçirmeyi denemiş.
Haftanın odağı: Substack ve “Nazi barı” problemi
2023’ün son haftalarından bu yana Substack etrafında gelişen tartışmalar giderek büyüdü ve platformların içerik yönetimi konusundaki sorunları ve sorumlulukları konusunu gündemin önemli bir başlığı hâline getirdi. Sorunun köküne inmeden önce nasıl başladığını ve ilerlediğine bir bakalım.
The Atlantic, 2023 Kasım’ının son günlerinde Substack üzerinden yayın yapan birçok Naziyi ve bunların nasıl rahat bir şekilde platformu kullanmaya devam edebildiğine dair bir makale yayınladı. Bu makaleye Substack tarafından bir yanıt gelmeyince bu sefer platformu kullanan birçok büyük ismin de dahil olduğu 247 yazar bu konuda Substack yönetiminden bir yanıt ve eylem talep eden bir açık mektup yazdı.
Bekledikleri cevap 21 Aralık’ta, Substack kurucularından Hamish McKenzie’nin Substack’in Twitter klonu olan Notes üzerinden paylaşılan bir post ile geldi. Kısaca özetlemek gerekirse McKenzie, Nazilere yayın yapma ve para kazanma imkânı vermemenin durumu daha da kötüleştireceğini ve bunun yerine “ifade özgürlüğünü savunup” doğrudan şiddeti desteklemedikçe kimseyi platformdan kovmayacaklarını söyledi.
Bunun ne kadar kötü bir argüman olduğunu anlatmama gerek yok diye düşünüyorum. Böyle bir cevap doğal olarak hem mektup imzacılarının hem de diğer birçok büyük yazarın ve yayının platformdan taşınma kararı almasına veya bu konuda planlar yapmaya başlamasına neden oldu. Sadece kendi abonelik listemde bile 2024 başladığından bu yana en az 10 tane “Substack’ten taşınıyorum” emaili almışımdır.
Son olarak platformun en büyük yayıncılarından birisi olan ve Substack yönetimine hatalarını düzeltmeleri için bir şans daha veren Platformer da bu hafta içerisinde taşınacaklarını duyurdu. Bunun hemen ardından McKenzie’nin “her şey harika gidiyor, 2024 daha da iyi olacak” postu paylaşması ve altında bol miktarda gizli ve açık Nazilerden destek cevapları gelmiş olması da durumun Substack için iyice kötüleşmesine neden oluyor. Zaten finansal sorunlar yaşayan ve kullanıcı sayısını büyütmekte zorlanan Substack için 2024’ün zor geçeceği kesin.
Peki Substack’in bu duruşu ve “eğer onlara yayın alanı vermezsek onların faydasına olur” argümanı neden tehlikeli ve yanlış bir duruş? Bunu anlatmanın en iyi yolu internette sıkça kullanılan “Nazi barı” argümanı ve hikâyesinden geçiyor. Kısaca özetlemek gerekirse: Eğer bir bar işletiyorsanız ve iyi huylu davranıyor ve olay çıkartmıyor diye bir iki Nazinin gelmesine izin verirseniz, sayıları giderek artacak ve mekânda çoğunluğa sahip olduklarında herkes sizi “Nazilerin gittiği bar” olarak görüp ona göre davranacak. Eğer insanların gözünde bu şekilde etiketlenmek istemiyorsanız bunun önünü en baştan kesmeniz gerekiyor.
Bu hikâye sosyal platformlar için çok önemli bir ders taşıyor. Eğer siz belirli davranışları veya belirli grupları kimi bahanelerle tolere ederseniz, onların kendilerini rahat hissetmelerine ve platformu sahiplenmelerine sebep olursunuz. Eğer bunlar kötü niyetli veya şiddet yanlısı gruplarsa, bir noktadan sonra platformda başka kimseye huzur vermeyip herkesin kaçmasına neden olacaklardır. Sizin de bu durumda o grubun platformu olarak etiketlenmeniz kaçınılmaz. (Aynı dersi uyarlayabileceğiniz birçok farklı senaryo ve ortam da var ama konudan sapmamak adına bunları düşünmeyi size bırakıyorum.)
Substack’in argümanındaki bir diğer sorun da “doğrudan şiddete yönlendirmedikleri sürece dokunmayacağız” demeleri. Böyle bir ayrım ilk bakışta içerik moderasyonu için faydalı görünebilir ama bahsettiğimiz politik grubun ideolojisinin temeli belirli grupların tamamen ortadan kaldırılması ve onların insan-altı olarak görülmesi üzerine kurulu. Bu tür bir ideolojisinin “şiddete yönlendirmeyen” bir ifadesi nasıl mümkün olabilir?
Bana göre buradaki asıl sorun ifade özgürlüğü gibi dünyanın birçok yerinde gerçekten ciddi bir sorun olan ve insanların hayatlarına veya işlerine mal olan bir kavramı aşırı sağcıların özgürce bülten yayınlamasına kılıf uydurmak için kullanmaları. Bunun bir ifade özgürlüğü meselesi olmadığını ve tamamen belirli bir grubun kendi fikirlerini baskın hâle getirmek için bir kılıf olarak kullandığını tekrar vurgulamak istiyorum çünkü bu taktik ülkemiz de dahil olmak üzere giderek daha sık kullanılmaya başlanan araçlardan birisi hâline gelmiş durumda.
Sözün özü, Substack özel bir platform ve kendileri için istedikleri kuralları belirlemekte ve bunları uygulamakta özgürler. Bunun sonucunda insanlar platformu kullanmayı bıraktığında ve kendileri bir “Nazi barı” muamelesi gördüğünde de bunun sonucuna katlanmayı kabul ediyorlar demektir. Ama ortada bir ifade özgürlüğü sorunu yok, sadece Nazilerle aynı mekanı paylaşmak istemediği için platformu terk eden insanlar var.