Mersin’den Hediye Eroğlu anlatıyor

Gazetecilik uzun süredir Türkiye’deki en tartışmalı mesleklerden biri. Ama tartışmalar çoğunlukla ya birkaç büyük şehirdeki gazetecinin ya da çok okunan kimi köşe yazarlarının şahsı etrafında gerçekleşiyor.

7 Soru 7 Cevap #podcast serisi ekseriyetle büyük şehirlere ve ulusal medya eksenine sıkışmış gazetecilik tartışmasını, gazetecilik pratiğinin şevk ve tutkuyla sürdüğü yerel medya alanına taşıyor.

Bu seride, basılı gazetelerin ilk sayfalarında kendine yer bulamayan, adli bir haber olmadıkça televizyonlardaki ana haber bültenlerine giremeyen illerin medya kuruluşlarında çalışan yerel ve bölgesel gazetecilerle hem kendi deneyimlerini hem de günümüzdeki gazeteciliğe ilişkin düşüncelerini konuştuk.

Gazeteci Perihan Kaya’nın hazırladığı bu seri yedi soru etrafında Türkiye’nin unutulmuş şehirlerindeki gözden kaçmaması gereken hikâyelerin peşinde koşan gazetecilere ses vermeyi amaçlıyor.

Bu bölümde konuğumuz Mersin’den Gazeteci Hediye Eroğlu.

Umarız siz de dinlemekten bizim kadar keyif alırsınız.

İyi dinlemeler!

Yorum ve önerilerinizi iletisim@newslabturkey.org adresine bekliyoruz.

Transkript

Perihan Kaya: 7 Soru 7 Cevap programından merhabalar! NewsLabTurkey olarak yerel gazetecilerle mesleki sohbetlerimize devam ediyoruz.

Bugün Mersin’den gazeteci arkadaşımız Hediye Eroğlu ile beraberiz.

Hediye Eroğlu 1982 Mersin doğumlu. Lise eğitimini tamamladıktan sonra mesleğe 2000 yılında haftalık olarak yayınlanan Hayat Haber Gazetesi’nde muhabir olarak başladı. Bir yıl sonra günlük yayınlanan Yeni Gazete’ye transfer oldu. 4 yılın ardından ulusal ölçekte yayın yapan Dünya Gazetesi’nin Mersin bürosunda çalışmaya başladı. Daha sonra günlük olarak yayınlanan yerel Çukurova Gazetesi’nde Haber Müdürü olarak 7 yıl görev yaptı. Televizyon deneyimi için yaklaşık bir yıl İçel Tv’de çalıştıktan sonra şu an halen haber müdürü görevini yaptığı günlük olarak yayınlanan yerel Haberci Gazetesi’ne geçti. Ayrıca yaklaşık 1,5 yıldır Türkiye Gazeteciler Sendikası Mersin İl Temsilciliği görevini yürütmekte.

Hediye Eroğlu, hoş geldin programımıza..

Hediye Eroğlu: Hoşbuldum. Ne güzel kendimizi konuşmak. Buna çok ihtiyacımız vardı.

Perihan Kaya: İlk sorumla hemen başlamak istiyorum. Yeni medya teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte gazetecilik tanımının sınırları aşındı. Bizim için bir gazetecilik tanımı yapar mısınız?

Hediye Eroğlu: Yeni medya teknolojileri bizim için çok önemli. Bizim sektörümüzde doğrudan teknoloji ile ilgili bir çalışma söz konusu. Ama tabii ihtiyaçlar kadar işte bu ihtiyaçların karşılanması da mümkün mü sorgulamak gerekiyor. Bizim için gazetecilik yaparken en önemli şey hız ve bilgiye erişim, bunun için internetimizin olması artık olmazsa olmazımız; temel ihtiyaçlardan biri ama hala internet sorunu yaşıyoruz Anadolu’da. Bu bir gerçek. Özellikle de işte her geçen gün artan o faturaları düşündüğünüzde bu bile örneğin mobil erişiminizi zorlaştırıyor. İşyerinizde internet var ama dışarıdayken siz kendi internetizi kullanıyorsunuz, bir muhabir olarak kendi cebinizden kullanıyorsunuz. Anadolu’da maalesef bunun için size ayrıca bir harcırah verilmiyor. Bu bir gerçek. Burada Wi-fi ağlarını kullanmaya çalışıyorsunuz. Ayrıca araç gereç kısmında da çok büyük ihtiyaçlarımız var, yani her gazetede her muhabir için bir fotoğraf makinesi bulunmuyor örneğin. Ya da bir tripod ya da bir flash, ses kayıt cihazı ki bunları da yüksek maliyetli ürünler olarak düşünürsek bir muhabir olarak asgari ücretle çalıştığınızda bir fotoğraf makinesi almanız için bayağı bir sene geçmesi gerekiyor. İyi bir fotoğraf makinesi almak istiyorsanız. Burada da yararlanabileceğimiz hiçbir destek yok yani işte Basın İlan Kurumu’nun verdiği bir kredi desteği var yerel gazetede çalışıyorsanız eğer sigortalı, yaklaşık 6000 TL gibi. Başvuru yaptığınızda -geri ödemeli tabii bu kredi, faizsiz ama geri ödüyorsunuz- 6.000 lira da işte hani bir fotoğraf makinesi belki alabilirsiniz. Ama bunun için de bir takım şartları yerine getiriyor olmanız lazım yani teknoloji anlamında bizi destekleyen hiçbir yapı yok. Hükümetler açısından uygulanan politikalara bakarsak normal bir işçiden ayrı tutulmuyor. Oysa biz fikir işçisiyiz. Fikir işçisi dediğim yapının da teknolojiyle daha barışık yaşaması gerekiyor. Ama bu pek mümkün olmuyor. Bir de şu var ki yurttaş gazeteciliği, yurttaş haberciliği teknoloji ile birlikte artıyor ama bu da bizim işimizi sekteye uğratıyor. Bir yandan bilgi kirliliğine neden oluyor. Bir yandan da siz o hıza yetişmek için daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalıyorsunuz. Ben habere gittim, örneğin bir yangın haberi, ben haberden dönene kadar yüzlerce video paylaşılmış oluyor o çevreden, yani o zaman ben bu haberi nasıl okutacağım? Bir de maalesef ki yalan yanlış ve hani yayınlanmaması gereken görüntüler. Örneğin bir cinayette ya da benzeri bir olayla kan revan içerisindeki görüntüler de yayınlanabiliyor. Biz kamu görevi yaptığımız için bu görüntüleri bir şekilde zaten yayınlayamayız, yayınlamamak da gerekiyor. Bunu sansür olarak söylemiyorum, sansür başka bir şey ama, olası böyle toplumsal olaylarda o görüntülerin çok daha hassas yaklaşılması, daha dikkatli paylaşılması gerekiyor. Ya da bir kadın cinayetinde yerde yatan bir kadın bedenini o şekilde sergilemek o kadar kapsamlı bir sorun ki. Bir internet düzenlemesinden bahsediliyor. Bir açıdan ihtiyaç var. Şu açıdan: İsteyen herkes haber sitesi kurabiliyor. Bu çok acı bir durum ve bu haber sitesi reklam talep edebiliyor, bunun bir denetimi yok. Peki ben günlük yerel gazete olarak birtakım kuralları yerine getirerek yayın yapmaya çalışırken, maliyeye kaybım var, vergi veriyorum, eleman çalıştırıyorum, maaş veriyorum… Peki ben nasıl ayakta kalacağım? Onun hiçbir gideri yok. Evindeki internette bu işi yapabiliyor. Teknoloji bir anlamda çok güzel ama bir yandan da tehlikeli bir gidişat sunuyor; biraz korkutuyor. Patronlar için bu kadar olmasa da, bir ek gelir kaynağı gibi de görülebilir, zaten bunu yapan arkadaşlarımız var. Bir yayın kuruluşunda muhabir olarak çalışırken kendi haber sitesini kurabiliyor. Ama burada da telif sorunu var. Her ajansın haberini kullanamazsınız, herkesin haberini kullanamazsınız. Peki ne yapacaksınız? Bu defa da ben takla attırayım, benzer bir haber ama ben takla attırdım çalmadım. Hayır öyle olmuyor. Birçok haberimiz çalınıyor. Benim bir günümü iki günümü ya da bir haftamı ayırdığım bir haber siteye koyduğum anda maalesef ki emeğim hiçe sayılıp alınabiliyor. Bu çok üzücü bir durum, mesleki yozlaşmaya da neden olan bir durum. Hızın da beraberinde, o hızlı paylaşma hızlı duruma durumunun bizi kendi içimizde birbirimize düşman kılma durumu da var.

Perihan Kaya: Gazeteci olduğunuz için pişmanlık duyduğunuz, meslek değiştirmek istediğiniz veya zorunda kaldığınız bir an oldu mu?

Hediye Eroğlu: Hayır, asla, hiç olmadı. Ben mesleğime aşık bir insanım ve ilk günkü heyecanla çalışıyorum. Yıllardır da bu böyle, yaklaşık 20 yıldır bu meslekteyim. Ve çok da severim, iyi ki de gazeteci olmuşum ama keşke gazetecilik içip biraz daha başka şeyler de yapabilseymişim. Kendimiz için, gazetecilik için çok bir şey yapmaya zamanınız kalmıyor, terzi söküğünü dikemez misali. Maalesef ki sorunlarımızı konuşmak dahi bizde zaman alan bir durum neredeyse, ona bile zamanımız yok. Kendi dertlerimizi konuşmak, çözüm aramak… Evet, bunun için yapılar var, meslek örgütleri, dernekler, cemiyetler ama yani koltuk sevdasından öteye gitmeyen, birilerinin sadece merdiven araç olarak bir yerden yükselmek için kullandığı yapılardan ibaret. Sorunlarımıza çözüm üretmek güdümlü çalışmıyorlar. Gazetecilik çok güzel bir meslek, çok keyifli bir meslek; hemen hemen bütün hayatın kollarıyla, dinamikleriyle bir şekilde bağ kuruyorsun. Ama kendi sorunlarına bu kadar çaresiz kalmak çok üzücü bir durum. Bugün meslek geleceğine baktığımda üniversitelerden hala çok fazla mezun veriyoruz ama yeni iş poları açılıyor mu? Hayır açılmıyor. Bu çocuklar neredeyse asgari ücretin altında çalışmak zorunda kalıyor. Gelecek görmedikleri için de gazetecilik yapmak istemiyorlar. Çünkü haklılar, bir gelecek göremiyorlar. Yükselmen problem, işte devamlılığın problem ya da sigortalı çalışmak pek mümkün olmuyor, giriş çıkışlar yapılıyor, kıdem tazminatın yeniyor, hakkın elinden alınıyor… Gazetecilik adına çok bir şey yapamıyoruz sahada çalışan gazeteciler olarak. Yapamıyoruz, gücümüz yok, sesimiz de kısık kalıyor. Örgütlenmeyi de maalesef ki Türkiye’de her alanda olduğu gibi, bütün emek alanında olduğu gibi bastırdıkları için, sildirdikleri için -bizde de geçerli bu durum- o dayanışmayı da kaybetmişiz, kuramıyoruz, yeni yöntemleri bulamıyoruz. Geçim derdi ile ya da işimizi yapma çabası ile gün geçiyor. Bu çok üzücü benim için.

Perihan Kaya: Mersin çok dilli, çok kültürlü yapısının yapılan yerel haberlerde yansıtılabildiğini düşünüyor musunuz?

Hediye Eroğlu: Kesinlikle evet, düşünüyorum. Zaten Mersin diğer şehirlere göre çok daha göç almış bir şehir, daha doğrusu göçle oluşmuş bir şehir Mersin. Bugün bunun en büyük yansımasını zaten yerel basında da görebiliriz. Bizim meslektaşlarımızın hepsi farklı coğrafyalardan insanlar ama Mersinliler. Mersin’e aidiyet duygusu ile çalışan insanlar. Kendi kültürlerini de doğal olarak yansıtıyorlar. Biraz daha diğer şehirlere nazaran Mersin’de bu barış ve huzur ortamının yaşandığını söyleyebiliriz. O kavgayla ya da çatışma ile anılan şehirlerden değiliz biz. Çünkü zaten 1800’lerden bu yana Mersin göç alıyor. Düşünsene küçük bir kasabayken, özellikle Arap coğrafyası başta olmak üzere İç Anadolu, orta Anadolu’dan göçler alarak büyük bir metropol şehir haline gelmişsin, bugün iki buçuk milyon nüfusun var ve 72 milletten insan var neredeyse. Biz Mersin’i böyle tanımlarız. Bu da beraberinde yerel basında haber olarak yansıyor, kaynak olarak da yansıyor. Haberlerimiz çok çeşitli. Yani bugün örneğin bir Cem evinin bir ek salonunun açılışını bütün yerel gazetelerde haber olarak görebiliyorsunuz ya da göç sorunu ile ilgili bir haberi bütün yerel gazetelerde, yerel basında görebiliyorsunuz. Bu konuda biraz daha duyarlıyız. Bu da arkadaşlarımızın da bu meslekte var olmasından kaynaklı. Bu çok güzel bir yapı, bizi de besliyor. Birbirimizle etkileşimimize de destek oluyor aynı zamanda. Ben onu daha iyi anlayabiliyorum, o kendini daha iyi ifade edebiliyor sohbetlerimizde, haberlerimizde. Onun bakış açısıyla “aa haberi buradan görmüş, evet farklı bir bakış yakalamış” dediğimizde kendimizi bu yöne doğru biraz daha evrim geçirebiliyoruz.

Perihan Kaya: Teknolojik imkânlarınız bakımından ne değişseydi gazetecilik süreçleri daha iyi olurdu?

Hediye Eroğlu: Ekipman, her zaman için. Şu an çok daha iyi bilgisayarlara ihtiyacımız var, çok daha iyi internete ihtiyacımız var, daha iyi fotoğraf makinesine, kameraya, ses kayıt cihazına, televizyona… Yani bir haber merkezinin olmazsa olmazı televizyondur bir kere. Siz çalıştığınız süre boyunca bir gözünüz de televizyonda olur çünkü ülke gündemi de yereli etkiliyor. En ufak bir şey şehrinize dokunabiliyor. Bir yandan da bunların, dediğim gibi hayatınızın 7/24 alanında olması gerekiyor, taşınabilir olması gerekiyor. Benim ulaşımım da bununla birlikte çok etkili. Toplu taşıma kullanmak zorunda kalıyoruz muhabir olarak, çoğumuzun arabası yok ya da kurum arabası varsa sınırlı kullanabiliyoruz. Bütün herkes her haber için kullanamıyor; bir araç vardır zaten ve bir habere gidebilirsin.Öyle bakıyoruz. Teknolojinin bize sunduğu kolaylıklardan yeteri kadar yararlanamıyoruz çünkü imkanlarımız kısıtlı. Bunun için de yerel basının, teknolojisinin iyileştirilmesi ile ilgili Avrupa Birliği fonlarından destek alarak proje üretilmesi gerekiyor. Hepimizin ekipman ihtiyacı var, bu gerçek. Bunun eğitimine de ihtiyacımız var. Yeteri kadar iyi kullanmayı da bilmiyoruz. Ben çok iyi cep telefonu kullanabiliyorum bununla video da çekebiliyorum ama bunun montajını, o programları kullanıp kurmak indirmek nasıl oluyor, nasıl kendimi daha iyi geliştirebilirim? Örneğin ben podcast yapmak istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum. Sesimi daha çok duyurmak istiyorum ya da Twitter üzerinden farklı şeyler yapmak istiyorum. Sosyal medyamızı daha iyi kullanalım, haberlerimizi daha çok kişi okusun, evet ama, bunu tam olarak nasıl yapacağımı da bilmiyorum. Bunun bir eğitimini de almam gerekiyor. Bu eğitim için ayıracak bir bütçem yok. Çok fazla zamanım da yok, ama ne olabilir? Hafta sonları olabilir, akşamları olabilir, bana böyle bir destek sunulursa ben de kendimi geliştirebilirim. Bunu işverenden sadece beklemenin de çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Evet işveren yapabilir, yapmalıdır da ama burada farklı yapılar devreye girmeli. Valilik de olabilir belediye de olabilir, Basın İlan Kurumu da olabilir, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü de olabilir, dernek ve cemiyetler de olabilir. Hatta şehirdeki Kent Konseyleri bile olabilir. Bugün şehir kötü yansıtılmasın, bilinmesin, daha güzel haberlerle anılsın, daha güzel gelişmelerle anılsın gibi taleplerle bize gelen insanların gazetecilik olarak bizim de kendimizi geliştirmemize imkan verecek zeminler de hazırlaması gerekiyor. Bu yönde çok ciddi eksiklikler var. Her şeyi bizden beklemek… Ben o kadar donanımlı değilim, üniversite mezunu arkadaşı da ben alayım. Ama arkadaşlarım da o kadar donanımlı değil. 3-5 saat gördüğü ders sonucunda neredeyse haber yazmaya dahi bilmeyen arkadaşlarımız mezun olarak bize iş başvurusu yapıyorlar ama dünya senin dediğin gibi teknolojiyle inanılmaz bir yere gitmiş durumda. Bir haberi binlerce, milyonlarca kişi okuduğunda çok şey değişebiliyor. Bunu nasıl yapacağım? Kaynak bulamıyorum, bulsak kullanmayı bilmiyorum. Böyle bir sıkıntım var, yani sadece tek başına araç da yetmiyor bilgi de lazım.

Perihan Kaya: Yerel ya da bölgesel bir yayında çalışan bir gazetecinin insan hakları, demokrasi gibi açılardan ulusal basında çalışan biri kadar etki yaratabileceğini düşünüyor musunuz?

Hediye Eroğlu: Evet, tabii ki de. Zaten işin mutfağı yerel basındır. Yani bizde çıkan haberler ulusal ve yaygın basını besler; orada sadece biraz daha büyük ölçekli yayınlanır ve daha çok kitleye ulaşır, bu da onun daha çok kişi tarafından bilinmesini sağlar. Ama bizim yazdığımız insan hikayeleri, başarı hikayeleri ya da dram hikayeleri.. Aylan bebek yerelde çalışan bir muhabirin çektiği bir görüntüdür ama yaygın basının büyük ilgi göstermesi üzerine toplumsal gündem yaratmıştır. Böyle bakarsak yerel basın olarak biz asla kendimizi küçüksememeliyiz. Biz işin mutfağıyız, biz ürettiğimiz sürece o kitleler bu haberleri okuyor. Haber üretmekte ilk adres biziz zaten. Bizim de fark yaratan haberlere ihtiyacımız var, özel haberlere ihtiyacımız var. Bütün gündemin dışına çıkmamız gerekiyor. Bunu da nasıl yapabiliriz? Biraz daha kaynaklarımızın özgür olmasıyla, bağımsız olmasıyla yapabiliriz. Yani kurum kuruluşlar, belediyeler, odalar gibi yapıların çatısı altında olmadan, onlardan beslenmeden, kendi haberlerimizi basın bültenlerine boğulmadan yapabilsek buna zaman ayırabilsek zaten çok güzel işler çıkartabiliriz. Maalesef kaynaklarımız sınırlı olduğu için insan haklarına, çocuk haklarına, kadın haklarına, çevreye, doğaya, barışa ya da adalete, eşitliğe; bu konulardaki toplumsal haberlere maalesef ki ya zaman ayıramıyoruz ya zaman ayırmak istesek bile yayın politikası buna el vermiyor. Neden? Çünkü sen desteklenmeden ayakta duramıyorsun. Bugün dolar inanılmaz derecede artış gösteriyor. Bunun en büyük mağdurlarından biri yerel gazeteler. Çünkü kağıt yok. Türkiye kağıt üretmiyor, kağıt ithal ediyor. Bu olmadan ben nasıl gazeteyi bastıracağım. Matbaa fiyatı arttırdığında haklı olarak, ben bu zammı nasıl karşılayacağım bir yerden desteklenmeden. Çünkü ne yazık ki artık teknolojinin de bir darbesi olarak yerel gazete satışları inanılmaz düşmüş durumda. Ki bugün yaygın basında bile satışlarının 10 bine 20 bine düştüğünü konuşuyoruz. Ben Basın İlan Kurumu’nun en alt seviyesindeki günlük yerel gazete olarak günde 1000 adet basmak zorundayım. 1000 adet bastığım gazetenin beş yüzünü bayiye gönderiyorum beş yüzünü abonelere gönderiyorum ama bayiden satış olmuyor, yapılmıyor. Artık insanlar gazete almıyor çünkü bir yandan internetten de ulaşabiliyor. Zaten reklam olanaklarım çok sınırlı, ekonominin durumu ortada, reklam da alamıyorum. Ya belediyeden ya da benzeri yapılardan destek aldığım için de haber ve yayın politikam da ona dönük oluyor. Burada da ben insan haklarına ne kadar duyarlı olsam da bunu sayfalara yansıtmak giderek zorlaşıyor. Böyle bir kısır döngü var.

Perihan Kaya: Evet, maalesef. Peki yerel ya da bölgesel yayınlarda neyi değiştirmek isterdiniz?

Hediye Eroğlu: Nefret dilini değiştirmek isterdim, zihniyeti değiştirmek isterdim, sansürü değiştirmek isterdim, bizi sınırlayan o gündem boğmacasından kurtulmak isterdim. Çünkü maalesef Türkiye gündemine benzer bir gündem sıkışıklığı bizde de yaşanıyor. Valilik, belediyeler, dernekler, STK’lar üzerinden gündem akışı söz konusu oluyor Anadolu şehirlerinde. Bunun dışına çıkmak isterdim. Bunun dışına çıkmam için de özgür ve bağımsız bir yayın politikasına sahip olmam gerekiyor. Bu da maalesef Türkiye’de söz konusu değil. Bunu değiştirebilmenin herhalde en kolay, en güzel yolu internet. Ama en tehlikeli yolu da internet. Ben kendi gazeteme yazamadığım bir haberi kendi internet sayfamda yazıp paylaşabilirim örneğin. Ama işte ne kadar doğru olur, ne kadar etik olur, gerçek anlamda kamu bilgilendirmesi olur mu? Çünkü bir süzgeçten de geçmesi gerekiyor. Yani biz istediğimiz gibi her şeyi konuşup ekranlarda, ya da gazeteye her şeyi yazıp her şeyi basamayız. Toplumsal duyarlılıkların da, hassasiyetlerin de göz önüne alınması gerekiyor. Ama özgür müyüz? Değiliz. İnternet bunu sağlıyor gibi görünüyor ama bir anlamıyla o da köstek oluyor.

Perihan Kaya: Bir yerel gazetecinin bir günü nasıl geçer? Sabah hangi gazeteleri, hangi haberleri takip eder?

Hediye Eroğlu: Yani bir gün diye bir tanım yok aslında gazetecinin hayatında, bir zaman dilimi yok. Çünkü ben bir yandan da telefondan bakıyorum, kaydırıyorum bir şey var mı diye. 7/24 yaşıyorsunuz. Çevrenizle, ailenizle, komşularınızla, arkadaşlarınızla gündeminiz hep haber üzerine, istihbarat üzerine, duyduklarınız üzerine. Dolmuşta giderken konuşulanları dinliyorsunuz, yolda yürürken etrafımızda olan şeyleri gözlemliyorsunuz… Gazetecinin mesaisi yok. Bugün saat 6’da gazete bitti, hadi evimize gidelim diye bir şey yok. Kapıyı kapattıktan sonra da gazetecisiniz. Gazetecilik devam ediyor. Gazeteciliğin böyle bir kötü yanı var ama güzel çünkü her daim tetikte olmanız gerekiyor. Misafirlikte de olsanız cenazede de olsanız. Zaten sizin üzerinizde de böyle bir sorumluluk var. “Hadi sen gazetecisin bilirsin.” Bir anlamda da bir muhtar gibi, bir danışma merkezi gibi düşünün kendinizi; size soru soracaklar, buna hazırlıklı olun. Biraz daha kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Örneğin belli kurumları biliyoruz. MESKİ nerededir, su faturasının abonelik bedelini nereye yatırabilirsin ya da enerji ile ilgili abonelik nasıl? Bunları diğer insanlardan sizin daha pratik yaparak bilmeniz gerekiyor. Bu bilgi akışını halkla hem haberleriniz üzerinden paylaşıyorsunuz hem de kendi hayatınız üzerinden paylaşıyorsunuz, pek özel hayatınız olmuyor. Ben bunu sosyal medya hesaplarımda yaşadım; keşke zamanında ayrı bir sosyal medya hesabı oluştursaymışım. Çünkü şu an şahsi hesabım haber kaynaklarımca ele geçirilmiş durumda. Hepsiniz oradan takip etmişim onlar da beni oradan takip etmişler ve ailevi paylaşım yapamaz duruma gelmiştim. İç içe geçmiş. Özel hayatınızı kaybediyorsunuz, bu birazcık zorluyor ama gazetecilikte mesai mefhumu yok. 7/24 gazetecisiniz.

Perihan Kaya: Öyle de olması gerekiyor galiba. Peki Hediye, son olarak belirtmek istediğin bir şey var mı?

Hediye Eroğlu: Yerel ya da bölgesel yayınlarda neyi değiştirmek isterdiniz diye de bir sorun vardı senin. Ona da değinmek istiyorum, bence çok güzel bir soruydu. Yani şu bağımsızlık işini çözebilirsek, tamamını çözemezek bile, %100 olmasa bile %50 kısmını çözebilsek. Biraz daha şu erk dilini, nefret dilini, zihniyeti, sansür olayına biraz da kafa yorabilsek, bu işi biraz daha değiştirmek için bir şeyler yapabilsek, kanallar bulabilsek, zeminler bulabilsek bu bizim için çok büyük bir mesafe kat etmemizi sağlayacak. Ben geçtiğimiz aylarda bir eğitimine katıldım. Yabancı iki gazetecinin eğitimiydi, 3 gün süreli. Şunu gördüm, gerçekten gazetecilik istiyorlar bizden eğitimde, araştırmacı gazetecilik. İyi, hoş, güzel ama ne zamanım var, ne ekipmanım var, ne yayınım buna elverişli. İstiyorum ama imkanım ve ortamım Türkiye şartlarında buna el vermiyor. Bunu değiştirmek için de birtakım dinamiklerin hayata geçmesi gerekiyor. Bu sadece ekonomik değil, bilinç ve zihniyet ile de alakalı bir durum. Maalesef giderek şunu görüyorum meslektaşlarım arasında: Biz de yeniliyoruz bu yeni düzene, kendini kurtarmak için, siten olsun, belli bir gelirin olsun. Bir bağımsızlık gibi görünüror ama o da bağımlılığın bir başka boyutu bence. O da bağımsızlık değil. Yine taraf olmak zorunda bırakılıyorsun ya da yandaş olarak adlandırılıyorsun. Bu site kurma işi ya da belli mecralardan yayın yapma işi bir tarafsızlık gibi görünse de tam olarak bağımsızlık değil. Ama bir başlangıç. Bir yere evrilir mi? Evrilir. Bu da bize biraz özgür bakış açısını getirebilir. Bugün görüyoruz kadın alanında ayrı yayın yapan organlar var, çevre alanında var, çocuk alanında var Türkiye medyası olarak bakarsak. Anadolu’da zaten bizim için branşlaşma söz konusu değil yani ben spor haberi de yazıyorum, ekonomi haberi de yazıyorum, sendika haberi de yazıyorum, sosyal toplumsal eylemleri de takip ediyorum. Biraz hızlandırabilir bizi bu teknolojinin getirmiş olduğu o özgürlük alanı, bu güzel bir şey. Branşlaşma uzmanlaşmayı da beraberinde getirir, bilinç artışını da beraberinde getirir. O zaman nefret dilini daha kolay değiştirebilirsin o erkek diline yenilmeyebilirsin bunun için sadece biraz dah düzenleme ve sanırım denetim değil ama beklediğim şey birtakım kriterlerin olması gerekiyor. Maddi açıdan desteklenmeli ama bu işi düzgün yapan desteklenmeli. Sitesi de olabilir, podcast de yapabilir, Twitter üzerinden de yapabilir. Ama bunun kriterine hakim olması gerekiyor. Her meslekten kolayca gazeteciliğe geçiş yapılabilmesini kabullenemiyorum. Yani ben gidip doktor olamam, gidip öğretmenlik yapamam, avukatlık yapamam ama diğer meslek gruplarının bu kadar kolay gazeteciliğe geçiş yapabilmesi bana çok acı veriyor. Bugün yerel gazete kurmak istediğinizde hiç fark etmeksizin ilkokul mezunu dahi olabilirsiniz, imtiyaz sahibi o olabilir, sorumlu yazı işleri müdürü lise mezunu olabilir. Sadece basın savcısına gidip bir dilekçe vermen yeterli. Böyle olmamalı, bu kadar kolay olmamalı. Sen gazete kuruyorsun yani kamuyu bilgilendireceksin. Gazete çalışanlarından istediğimiz bazı kriterler var. Ben bunların hepsini yerine getirirken X birisi kafasına göre bir gazete çıkartıp bu kuralların hiçbirini yerine getirmeyebiliyor. Sermayem var diyor ve istediği kişilerle istediği gibi yayın yapabiliyor. Bu doğru bir şey değil. Bizi de çok yanlış mecralara sürükleyen bir şey. Bu şimdi internet ortamında devam ediyor. Ama bunu şimdiden görüyoruz, şimdiden önlem alıp, şimdiden bir şeyleri daha düzgün ilerlemesini sağlayabilirsek gelecek adına umut verici olur diye düşünüyorum.

Perihan Kaya: Teşekkür ediyorum Hediye, bize dahil olduğun için, bu programa katıldığın için. Bu görüşleri bizimle paylaştığın için.

Hediye Eroğlu: Ben teşekkür ederim. Kendimizi konuşmak, bizi konuşmak benim en çok sevdiğim şey ve en çok istediğim şey. Bu imkanı verdiğiniz için de ayrıca teşekkür ederim.

Perihan Kaya: Ben teşekkür ediyorum. Evet sevgili dinleyiciler, bugün konuğum Hediye Eroğlu ile beraberdim. Farklı şehirlerden yerel gazetecilerle konuştuğumuz 7 Soru 7 Cevap’ın bu bölümünün sonuna geldik. Farklı şehir ve ekollerden gazetecileri dinlemeye devam edeceğiz. Soru ve yorumlarınızı NewsLabTurkey sosyal ağ hesapları üzerinden bizlere iletebilirsiniz. Dinlediğiniz için teşekkür ederiz.

Yazar hakkında

Perihan Kaya

Perihan Kaya, 05.05.1986 tarihinde Kars'ta doğdu. 1995'te Kars'tan göç edip İstanbul'da yaşamaya başladı. Gazetecilik hayatına 2004 yılında Dicle Haber Ajansı'nda (DİHA) başladı. 2012-2016 yılları arasında Diyarbakır merkezli, Türkiye'nin ilk kadın haber ajansı Jin Haber Ajansı'nda (JINHA) çalıştı. Piya Yapım Şirketi'nde program yöneticisi, Podcast Kürdi'de podcast programcısı olarak çalışan Kaya, halen serbest gazetecilik yapıyor.