NewsLabTurkey Ne Okuyor’dan Herkese Merhaba!
İnternetin politik çatışmaların alanı hâline gelmesi beraberinde birçok riski de getiriyor. Bunlardan birisi de internetin balkanlaşması veya splinternet adı verilen sorun. Bunun ne olduğunu ve neden gündeme geldiğini “Haftanın Odağı” bölümünde okuyabilirsiniz.
“Ne Okuyoruz” bölümünde ise sosyal medya platformlarının içerisine düştükleri siyasi sorunlar öne çıktı. Ayrıca Ed Yong’un şimdiden Pulitzer kazananı ilan edilen yazısına da vakit ayırın derim.
Bu haftalık benden bu kadar. Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum.
Haftaya görüşmek üzere!
—Ahmet A. Sabancı
Bu hafta ne okuduk?
TIKTOK VE ABD’NİN ÇİN KORKUSU
Sosyal medyanın yeni devi olarak kabul edilen TikTok geçtiğimiz haftalarda içerisine düştüğü karmaşa ile geleceğini göremeyecek bir noktaya geldi. Yaşananların ana sebebi ise Trump’ın Çin korkusu.
Özetle, TikTok’un tıpkı her sosyal medya platformu gibi sorunlu bir veri toplama sistemine sahip olması ve sahibi olan ByteDance’in Çin merkezli bir şirket olması uygulamayı tehlikeli ilan etmeye ve bunu kullanarak Çin merkezli internet servislerine karşı bir savaş başlatılmasına yetti. Trump bu şirketlerle ilişkilerini kesmesi için ABD’li kişi ve kurumlara 45 gün süre verdi ve ardından büyük ihtimalle TikTok ve WeChat uygulamalarını tamamen engelletecek. TikTok ise bu kararın onları şok ettiğini söyledi.
Bu harekete ve olası sonuçlarına dair tepkiler sürüyor. Tabii bir yandan da ABD’de bu durumdan faydalanmayı amaçlayan iki dev var. Instagram tam da bu tartışmalar yükselişe geçmişken ABD’de Reels adını verdiği ve aslında Snapchat’in story özelliğini kopyaladıkları gibi Tiktok’u kopyaladıkları bir özelliği test etmeye başladı. Microsoft ise Çin’deki uzun geçmişini ve bağlantılarını da kullanarak TikTok’u ByteDance’den almaya çalışıyor.
TikTok’un geleceğini şu anda kestirmek güç, bu bülteni okuduğunuzda yeni haberler bile gelmiş olabilir. Yalnız, bu gelişmelerin işaret ettiği tehlikeli bir trend var: İnternetin balkanlaşması. Bunun ne anlama geldiğini ve tehlikelerini Haftanın Odağı’nda okuyabilirsiniz.
TWITTER DEVLET YAYINLARINI VE HESAPLARINI İŞARETLİYOR
Bu haftanın son dakika sürprizi sanırım bu gelişme oldu. Twitter bir blog postuyla yaptığı duyurunun ardından Rusya ve Çin devletleri tarafından finanse edilen kurumların hesaplarında (ve gönderdikleri her tweette) bu bilgiye isim altı açıklama şeklinde yer vermeye başladı. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi’nin kalıcı üyesi olan ülkelerle başlayarak, ülkelerin resmi kurum hesaplarını da “X hükümeti hesabı” şeklinde işaretleyecek.
Bu elbette faydalı olabilecek bir özellik. Ama diğer yandan da çok fazla soru işaretini beraberinde getiriyor. Çünkü devlet desteği almasına rağmen editoryal bağımsızlığı varsa, o yayın bu şekilde işaretlenmeyecek. O zaman Twitter buna nasıl karar verecek gibi bir sorun ortaya çıkıyor. Rusya ve Çin’den kimi kurumlar fazlasıyla bariz ama söz konusu Voice of America, TRT World, DW gibi kurumlar olduğunda bunların bağımsızlıkları nasıl değerlendirilecek? Bir danışma kurulu olması güzel ama sürecin daha şeffaf olması kesinlikle şart. Yoksa daha fazla komplo teorisine ve politik tartışmaya sebep olacaktır.
Ek Okuma: Twitter’ın CEO’su Jack Dorsey, geçtiğimiz cuma günü NYT’nin The Daily podcastinin konuğu oldu ve 40 dakikalık bir röportaj verdi. Röportaj Dorsey’nin Twitter’ı daha sağlıklı bir yer hâline getirmeye çalıştığını ve sosyal medyanın getirdiği sorunları (bkz. alttaki başlık) çözmek için attığı adımları merkezine alıyor.
RAKAMLARIN MANİPÜLASYON GÜCÜ
Sosyal medya platformlarının en sık yaptığı şeylerden birisi, “kara modeller” dediğimiz belirli tasarımlar ve özellikler yoluyla bizi daha fazla ve onların istediği gibi platformları kullanmaya zorlamak. Bu modellerden birisi de paylaşımlarla ilgili dikkat çekici ve teşvik edici sayıları sürekli görünür tutmak: izlenme, beğeni, retweet, yorum, paylaşım…
Yapılan yeni bir akademik araştırma, bu istatistiklerin özellikle yanlış bilginin yayılması veya platformlardaki zararlı davranışların büyümesinde nasıl önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Araştırmanın özellikle geçtiğimiz haftalarda Facebook’ta en çok paylaşılan haberler konusundaki tartışmaların üzerine gelmesi de sonuçlarını destekliyor gibi görünüyor.
GAZETECİNİN DÜNYAYI ANLATMA GÜCÜ
Gazeteciler okurlarına dünyada ve etraflarında olan biteni anlatmayı amaçlar. Bazen tek bir olayı bazen de karmaşık ve uzun bir süreci. Ama ulusal ya da uluslararası bir durum ya da aylardır yaşanan ve arkasında yılların birikimi olan bir konuyu ele almak söz konusu olduğunda, “büyük resim” ve birkaç klişeden daha fazlası gerekir.
Ed Yong’un The Atlantic dergisi için kaleme aldığı “How the Pandemic Defeated America” isimli yazı, yayınlandığı gün bunun nasıl yapılacağının en iyi örneklerinden birisi oldu. 10 bin kelimeye yakın yazı, pandemi ve onun ABD’deki etkilerini kapsamlı, derin, klişelerden uzak ve etkileyici bir şekilde anlatmayı başarıyor. Yong’un bize örneğini sunduğu bu derin ve uzun gazetecilik, kavraması zor zamanlarda en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden birisi. Şimdiden gönüllerin Pulitzer adayı olması da insanların böyle çalışmalara ne kadar değer verdiğinin bir kanıtı.
KISA KISA
- IJNet’in podcast serisi IJNotes, gazeteciler ve zihin sağlığı üzerine bir seriye başladı.
- ABD’de seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte dikkat çekici şekilde büyüyen gizemli bir yerel haber ağı var.
- ProPublica’da yayınlanan ve baş rolünde Larry King’in olduğu bu haber, gördüğüm en zahmetli yanlış bilgi projesi olabilir.
- Görünen o ki, Facebook reklam boykotu pek işe yaramamış.
- İnternetteki en büyük Trump destekçisi merkezlerinden biri olan r/The_Donald’ın yükseliş ve düşüş öyküsünü mutlaka okuyun.
- WhatsApp aşamalı testlerine başladığı yeni özelliğiyle, kullanıcıların kendilerine gönderilen mesajları internette hızlıca aratarak doğrulamasını kolaylaştırmayı hedefliyor.
- New York Times her ne kadar Koronavirüs’ün reklam gelirlerine etkisini yaşasa da daha fazla abonelik ve dijital gelir ile iyi gidişini sürdürüyor.
- Avustralya büyük platformların haber sitelerine telif ödemesini gerektirecek düzenlemeyi hayata geçirmeye bir adım daha yaklaştı.
Haftanın odağı: Splinternet
İnterneti bir iletişim aracı olarak özel kılan ve hızlı bir şekilde büyümesini sağlayan özelliklerinin başına küresel bir ağ olması gelir. Dünyanın hemen her yerine bir sınırlama veya ayrıma maruz kalmadan erişebilmek ve orada üretilen bir bilgiye doğrudan ulaşma imkânına kavuşmak onun diğer tüm iletişim araçlarından daha değerli ve önemli kıldı.
Fakat internetin giderek yaygınlaşması ve hemen her alanda kullanılmasıyla birlikte bu küreselliğe karşı bir hareket de doğdu. Bu karşı hareketlerin bazıları politikti, “Great Firewall of China” gibi; bazıları ise tamamen ekonomik, geofencing adı verilen ve internetteki içerikleri coğrafi bazda kısıtlayan sistemler gibi. Bunun yanı sıra internetin ekonomik olarak mevcut uluslararası sistemin tamamen dışında olması ve yeni kurallara ihtiyaç duyması da nasıl bir yol izlenebileceği konusunda korumacı yaklaşımların doğmasına neden oldu.
Bu gelişmelerin yaratabileceği riskler bir süredir internet yönetişimi alanında konuşuluyor ve ülkelerin veya bölgelerin kısmen kapalı ya da farklı kurallarla işleyen internetlerinin oluşması ihtimali, splinternet ya da internetin balkanlaşması olarak anılıyor. Balkanlaşma kavramı Sovyetler sonrası Balkan ülkelerinin bölünmesi ve kopuşundan esinlenen ve bir zamanlar bütün olan bir yapının küçük ve kapalı gruplara bölünmesini anlatmak için birçok alanda kullanılıyor.
Günümüzde yaşanan kimi gelişmeler bu konunun tekrar gündeme gelmesine sebep oldu. Çin’in kapalı ve kontrol altındaki internetinin yanı sıra Rusya ve İran’ın “interneti kapatma” deneyleri, Türkiye ve birçok başka ülkenin internet üzerinde daha fazla yasal kontrol elde etme çabaları, Almanya’nın NetzDG yasasını esas alarak birçok ülkenin sosyal medya platformlarına kendi sınırları içerisinde farklı kurallar dayatmak istemesi ilk akla gelenler. Bununla birlikte küresel içerik platformlarının (Netflix, Spotify vb.) bir yandan internetteki kültür üretimini kontrol altına almaya çalışırken diğer yandan giderek daha fazla ülke bazlı içerik farkına sahip olması da internetteki küresel kültür paylaşımında bir bölünme yaratması mümkün.
Fakat ABD ve Hindistan ile birlikte başlayan Çin tartışması bu konunun tehlikeli bir ivme kazanmasına sebep olabilir. Bir iletişim platformunu yalnızca merkezi başka bir ülkede diye engellemek, kısa vadedeki politik kazancın ötesinde birçok negatif sonuç yaratacaktır. Bu engellemelerin bir yarışa dönmesi ve bir anda herkesin birbirini engellemeye başlaması bir yana, bunun kültürel ve toplumsal boyutlarının da hesaba katılması lazım.
Örneğin ABD 45 gün içerisinde WeChat’i engellerse ilk bakışta sadece politik ve ekonomik bir dramaya sebep olur gibi görünebilir. Fakat bu engelleme aynı zamanda ABD’de yaşayan Çin ve diğer Asya ülkelerinin vatandaşı olan birçok kişinin aile ve arkadaşları ile tüm iletişiminin kopması anlamına da gelecek. Çin’de yaşayan insanların dünyayla iletişim kurmak için kullandığı bir aracı tamamen politik kavgaları bahane ederek engellemek ve iki ülke arasına dijital bir duvar örmek, daha kapalı bir dünyaya doğru atılan bir adım olacaktır.
Ayrıca unutmamak gerekir ki böyle trendler asla birkaç ülke arasında kalmaz. Bu akımı gören birçok ülke uyum sağlamak, fırsatı değerlendirmek ya da ittifaklarını güçlendirmek için benzer hamleler yapacaktır. Kısa sürede küresel iletişim aracı internet birçok kapalı parçaya bölünebilir ve Çin’in dijital duvarının yanında onlarca farklı ülke ve grubun duvarından bahsetmeye başlayabiliriz.
Elbette bunlar karamsar örnekler. Fakat dünyada bir süredir gidişat genellikle en kötü ihtimalleri düşünmeyi gerektiriyor. Özellikle de splinternetin birçok anlamda zaten varolduğunu düşünecek olursak. Her ne kadar internetin küresel sistemin ayrılmaz bir parçası hâline gelmesi bunu sınırlayabilir diye düşünsek de maalesef devletler giderek daha fazla bölünmeyi, tüm kötü sonuçlarına rağmen tercih etmeye başladı.