Benjamin Toff’un “Haberlerden Kaçınma: İnsanlar Neden Haberleri Duymazdan Geliyor ve Bu Demokrasi için Ne Anlama Geliyor” adlı çalışması haberden kaçınma trendinin tehlikeleri ve bunun karşısında alınabilecek önlemler üzerine düşünmemizi zorunlu kılıyor.
Okurlar haberden neden kaçınıyor?
2024 ABD başkanlık seçimlerine doğru hızla ilerlediğimiz güncel süreç, elbette hem ABD’de hem de küresel akademik çevrelerde haberden kaçınma trendine ilgiyi de artırıyor. Benjamin Toff’un Ruth Palmer ve Rasmus Kleis Nielsen ile birlikte ortaya çıkardığı Avoiding the News: Reluctant Audiences for Journalism adlı çalışması, milyonlarca Amerikalının haberlerden neden kaçındığını ve bunun demokratik süreçler üzerindeki etkilerini mercek altına alıyor. Toff, Oxford Üniversitesi’ndeki Reuters Enstitüsü bünyesinde çalışan ve haber izleme alışkanlıklarına dair kapsamlı araştırmalarıyla tanınan bir araştırmacı.
Benjamin Toff, haberlerden kaçınma olgusunu sadece bireylerin medya tüketimindeki bir davranış değişikliği olarak değil, aynı zamanda demokrasilerdeki karar alma süreçleri açısından da önemli bir tehdit olarak görüyor. Bu noktada, Toff’un çalışması hem haber medyası için bir uyarı hem de yeni habercilik anlayışlarının gerekliliğine dikkat çeken önemli bir çağrı niteliğinde. Peki çalışmanın öne çıkan noktaları neler ve biz bu çalışmadan neler öğrenebiliriz?
Haberden kaçınma meselesi neden önemli?
Toff’un tanımladığı şekilde news avoidance, yani haberlerden kaçınma, insanların bilinçli ya da bilinçsiz olarak medya ve haber kaynaklarından uzak durması anlamına geliyor. Ancak bu uzak durma sadece kişisel bir tercih değil, aynı zamanda duygusal ve zihinsel bir tepki. Toff’un araştırmasında da vurguladığı üzere, insanların büyük bir kısmı, haberlerin sürekli olarak negatif bir dil kullanmasından ve korku odaklı içeriklerden dolayı haber izlemeyi bırakıyor. Bu fenomen, sadece ABD’de değil, küresel çapta da yaygın bir durum. Örneğin, 2022 yılında yayınlanan Digital News Report verilerine göre, birçok ülkede insanlar haberleri sıkıcı, yorucu ya da sinir bozucu buldukları için haberlerden bilinçli olarak kaçınıyor.
Negatif haber yorgunluğu nedir?
Toff’un yakın zamanda verdiği bir röportajda dikkat çektiği bir başka önemli konu ise haberlerin sürekli olarak krizler ve olumsuzluklar üzerine kurulu olması. İnsanlar politik kargaşalar, çevre felaketleri, ekonomik krizler gibi konulardan bıkmış durumda. Bu olumsuzluk döngüsü, izleyicilerin haberlerden uzaklaşmasına neden oluyor. Daha da kötüsü, birçok izleyici medyanın kendilerini ya da topluluklarını temsil etmediğini düşünüyor. Bu his, özellikle marjinalize edilmiş gruplarda ve gençler arasında daha yaygın.
Toff’un belirttiği gibi, medyanın sürekli olarak belirli kalıplara sıkışıp kalması, toplumun geniş bir kesimini dışarıda bırakıyor. Bu dışlanmışlık hissi, haberlerden kaçınan kitlelerin sadece zihinsel sağlıklarını koruma amacıyla değil, aynı zamanda haberlerde kendilerine dair bir şey bulamamaları nedeniyle de medyadan uzaklaşmalarına neden oluyor. Bu fenomen, geleneksel medyanın temsiliyet sorunu ile doğrudan ilişkili ve medya organlarının bu sorunu çözmek için yenilikçi yaklaşımlar geliştirmesi gerekiyor. İnsanlar kendilerini değil, sadece ışıltılı ya da güçlü yaşamları gördükleri ve yaşadıkları sorunlara çözüm sunmadığını düşündükleri medya ile bağ kuramıyorlar.
Çözüm gazeteciliği alternatif bir yol mu?
Benjamin Toff’un hem kitabında hem de röportajında altını çizdiği en önemli kavramlardan biri, çözüm odaklı gazetecilik. Bu, geleneksel haberciliğin “sorunları göstermekle yetinme” alışkanlığından kurtulmayı ve bunun yerine sorunlara çözümler sunan bir yaklaşım geliştirmeyi ifade ediyor. Çözüm gazeteciliği, toplumsal ve küresel krizlerin sadece dramatik yönlerini aktarmak yerine, bu sorunların üstesinden nasıl gelinebileceğine dair pratik ve gerçekçi yolları da haberleştirir.
Bu yaklaşıma göre, medya yalnızca “yangını haber veren” değil, aynı zamanda “yangını söndürmenin yollarını gösteren” bir işlev de üstlenmeli. Haberciliğin en temel görevi toplumu bilgilendirmek olabilir, ancak bilgi verilirken sorunun çözümüyle ilgili yol haritaları sunmak, haberin gücünü pekiştiren bir yöntemdir. Çözüm gazeteciliği, olayların arka planını, onların doğasını ve nasıl yönetilebileceğini analiz eder. Bu, aynı zamanda bireylerin, toplumların ve hatta kurumların bu süreçlere nasıl katkıda bulunabileceklerine dair bilgi edinmelerini sağlar.
Çözüm odağı okurla/izleyiciyle bağı güçlendirir mi?
Sorunlar üzerine yoğunlaşan haberlerden bıkan insanlar için çözüm odaklı gazetecilik bir çıkış yolu olabilir. Toff’un vurguladığı gibi, insanlar sadece kaos, trajedi ve felaketle dolu haber akışına maruz kaldıklarında haberlere olan ilgilerini kaybediyorlar. Negatif haber yorgunluğu bu noktada devreye giriyor ve bireyler bilinçli olarak kendilerini bu bombardımandan korumaya çalışıyorlar. Ancak, çözüm gazeteciliği bir alternatif olarak bu ilgiyi tekrar canlandırabilir.
Bu tarz bir habercilik, insanların sadece kötü giden şeylerden haberdar olmasını değil, bu sorunların nasıl düzeltilebileceğini ve toplumun bu süreçlere nasıl katkıda bulunabileceğini göstermeyi amaçlıyor. Örneğin, çevre kirliliği gibi bir konuda yalnızca tahribatın boyutlarından bahsetmek yerine, çevreyi korumak için atılabilecek adımların haberleştirilmesi hem bilgilendirici hem de motive edici olabilir.
Ancak, burada önemli bir ironi var: Haberlerden kaçınan insanlar çözüm gazeteciliğine nasıl ulaşacak? Eğer bu bireyler haber tüketiminden tamamen uzaklaşmışlarsa, medyanın onlara sunduğu bu yeni, yapıcı içerikler onların radarına bile girmeyebilir. Toff’un bu konuda altını çizdiği önemli nokta, medya kuruluşlarının sadece içerik formatlarını değil, aynı zamanda bu içeriğin izleyiciye nasıl ulaşacağını da yeniden düşünmesi gerektiğidir. Burada stratejik hamleler ve inovatif dağıtım kanalları devreye girebilir.
Örneğin, çözüm odaklı içerikler sosyal medya, podcastler veya interaktif platformlar üzerinden daha geniş kitlelere yayılabilir. Medya kuruluşları, negatif haberlerle sınırlı kalmayan bir içerik stratejisi geliştirerek özellikle genç nesli ve haberlerden kaçınan kitleyi yeniden kazanmayı hedeflemelidir.
Haberlerden kaçınma eğilimi demokratik süreçleri de etkiliyor
Benjamin Toff’un araştırmalarına göre, haberlerden kaçınma alışkanlığı, demokratik süreçlere dönük doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Demokrasinin sağlıklı işlemesi için vatandaşların bilgilenmiş bir seçmen kitlesi hâline gelmesi gerekiyor. Ancak haberlerden kaçınan geniş kitlelerin, seçim süreçlerinde bilinçli tercihler yapma olasılığı da azalıyor. Toff bu durumu, özellikle seçim dönemlerinde daha da tehlikeli hâle gelen bir kriz olarak tanımlıyor. Bilgiye erişimin azalması, demokratik katılımın da azalması anlamına geliyor.
Toff’un altını çizdiği üzere, bilgi eksikliği sadece bireyler için değil, toplumların bütünlüğü ve işleyişi açısından da büyük riskler barındırıyor. Haberlerden kaçınan insanlar, sadece siyasi tercihlerinde değil, aynı zamanda toplumsal sorunlara yaklaşım biçimlerinde de bilgi eksikliği nedeniyle dezavantajlı bir duruma düşüyorlar. Bu, toplumun genel bilgi düzeyini düşüren bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.
Medya kuruluşlarının bu noktada devreye girmesi ve haber içeriklerini daha kapsayıcı ve anlaşılır bir biçimde sunması büyük bir önem taşıyor. Toff’un kitabında da belirttiği gibi, medya kuruluşları reyting kaygısıyla hareket etmek yerine toplumun her kesimine hitap eden ve bilgilendirici içerikler sunan bir strateji benimsemeli. “Ne kötü gitti?” diye sormak yerine, “Bu kötü giden şeyleri nasıl düzeltebiliriz?” sorusuna yanıt veren bir habercilik anlayışı, çözümün önemli bir parçası olabilir.
Okur ihtiyaçlarını gözetmek ne işe yarar?
Bu mesele bana kalırsa okur ihtiyaçlarını belirlemekle ilgili. Türkiye’de okur ihtiyaçlarına odaklanan araştırmalar eksik. Kurumlar bu konuda bir metodoloji geliştirmiş değil. Daha da önemlisi, temel empatinin bile olmadığı, kullanıcı analitiklerinin metrik bir at yarışı mantığına indirgendiği bu süreçte editoryal kararlarımızın kullanıcı üzerindeki etkisine dair yeterince bilgiye de sahip değiliz. Bu durum, uzun vadede haber medyası endüstrisinin çölleşmesine yol açabileceği gibi; okurun haberi tamamıyla demode, gereksiz ve hatta artık iğrenmeye varan bir şekilde algıladığı bir tür olarak görmesine neden olabilir. Basitçe örneklemek gerekirse: Bir fırıncı müşterileri tek tek eksilirken ne yapar? Önlem alır, yeni opsiyonlar sunar, indirim yapar yahut operasyonunda köklü değişikliklere gider. Haber endüstrisinin önlem almama ve yanlışlarında diretme gibi bir şansı olmadığı bu dönemde, Toff’un altını çizdiği çözümleri genişletmeli ve kullanıcı ihtiyaçları modellerimizi güncelleyip editoryal süreçlerimizin merkezine koyarak haberi tekrar cazip hâle getirmeliyiz.