Seçim anketleri neden yanıldı?

Amerikalı akademisyen bir arkadaşım 15 Mayıs’ta mesaj atıp nasıl hissettiğimi tahmin ettiğini, 2016’da Trump seçildiğinde aynı şekilde hissettiğini söyledi. “Nasıl hissetmiştin” diye sorduğumda “ihanete uğramış gibi” diye yanıt verdi. Böylesi bir seçimin ertesinde yorgun, hatta sarsılmış olmak elbette anlaşılır bir durum. Birlikte akademik çalışma yürüttüğüm bu arkadaşımın destek mesajı da benim bu sarsılmış hâlimi gözlemlemesinden kaynaklıydı. Karşımızdaki siyasi tablo, tercihlerimiz ve hayal kırıklıklarımız bir kenarda dursun; 2016 seçiminde belli eksende oy vermiş Amerikalı seçmenle aramızda başka türlü bir benzerlik var:

  • Seçime giden kampanya süreçlerindeki beklentileri oluşturan tahminler,
  • Bu tahminlere dayanak oluşturan veriler,
  • Ve o verilerin yaslandığı araştırma teknikleri.

Şu aşamada tali görünse de “anketler bize ihanet etti” konusu bu yazıya giriş kapım. Yurttaşlar ve gazeteciler olarak Türkiye’de siyasal kültüre dair daha derinlikli bir anlayışa nasıl erişiriz sorusuna eğilmeli, daha kapsamlı araştırma metodolojileri üzerine kafa yormalıyız. Bu yazı siyaset, kültür, medya ve araştırma yöntemleri kesişiminde üreten, bu konuya kafa yoran meslektaşlarıma da bir çağrı olsun isterim. Birlikte düşünelim.

Anketler bizi yanılttı mı?

Donald Trump’ın kazandığı 2016 Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerini hatırlayalım. Kasım ayında yapılan seçime giden haftalarda, ülke genelinde yapılan anketler Demokrat aday Hillary Clinton’ın kolay bir zafer kazanacağını öngörüyordu. Medya kuruluşları anket şirketlerinin rüzgârına kapılmış, beklentileri iyice perçinliyordu. Anketler tamamen yanılmadı elbette ama Donald Trump’ın kazandığı zafer pek çok kişiyi beklentilerin ötesinde bir gerçekle yüz yüze bırakmıştı.

İlk turu 4 küsur puanla Erdoğan’ın önde bitirdiği Cumhurbaşkanlığı ve sağcı milliyetçi partilerin meclise yüksekten girdiği parlamento seçimlerine gelelim. Seçime giden haftalarda sayısız anket sonucuyla karşılaştık. Anket şirketlerinin kendi pozisyonuna göre de farklılaşabilen bazen tutarlı bazen birbiriyle alakasız veriler gördük. Son kertede saygın dediğimiz şirketlerin seçime yaklaştıkça paylaştığı anket sonuçları ve analizler de şu an karşı karşıya olduğumuz gerçekliği pekâlâ ıskalıyormuş.

Seçim sonuçlarını anlamaya çalışırken seçmenin ahvali ve kompozisyonu ile ilgili geriye dönük şeyler söylemek, şimdiyi gördükten sonra geçmişe dair argüman üretmek görece kolay. Peki oya dönüşen siyasal kültürü, gelecek geçmiş olmadan anlamanın bir yolu var mı? Soruyu farklı soracak olursak, seçimlere doğru giderken temsili bir örnekleme “bu pazar seçim olsa hangi adaya oy verirdiniz” diye sormaktan öte bir anlayışı nasıl oluşturabiliriz?

Anketlere otantik cevap vermeyi ne engelliyor?

Her şeyden önce içinde bulunduğumuz iklim yüz yüze ya da telefonda gerçekleşen anlık karşılaşmalarda seçmenlerin otantik cevaplar vermesini engelleyen türden. İnsanların birbirine duyduğu güvenin kategorik olarak azaldığı bir iklim bu. Burada anahtar kelime kutuplaşma. Duygusal kutuplaşma olarak da tanımlanan bu süreç siyasi ideolojilerin özcü kimliklere dönüşmesini ve farklı aidiyete sahip kişilerin birbirine mesafesi açıldıkça karşılıklı güvenin azaldığı buna mukabil olumsuz duyguların çoğaldığı durumları getiriyor. Anket en nihayetinde uygulayanla katılımcı arasında bir karşılaşma ve bu karşılaşmanın bu bağlamdan ari olduğunu düşünmek en basit ifadeyle eksiklik. Zira araştırma karşılaşmaları yüklü sosyal iletişim olaylarıdır. Bir veri toplama tekniğinin özcü bir gerçeği transparan şekilde ortaya çıkarmasını beklemek bunu göz ardı etmek anlamına geliyor. “Anketler yanıldı” ifadesinin altında dahi bu özcü gerçeğin varlığına olan koşulsuz inanış yatıyor. Bu inanışın temelinde seçmen kitlelerin durağanlığı, araştırma karşılaşmalarının veriye etkisizliği, sosyal ve toplumsal bağlamın nötrlüğü varsayımları bulunuyor. Hakikat sonrası olarak nitelenen bu çağda araştırma pratikleri de enformasyon türleri arasındaki çizginin flulaşmasından bağımsız değil. Yanlış-doğru farkı kamusal hayata katılmada eskisi kadar güçlü bir referans noktası değilse anketlerin ortaya koyduğu tablonun şeffaf bir toplumsal gerçeğe işaret etmesini de beklememek gerekir.

Seçimler gibi kritik dönemeçleri alırken yolumuzu aydınlatmada anketler tek başına yetersiz, bu kesin. Daha kapsamlı ve derinlikli metotların masaya gelmesi, tartışılması, kamuoyu araştırmalarında uyarlanması kaçınılmaz. Seçimleri öngörme çabamızda ampirik odak seçmen bireyler. Burada göz ardı edilen şey bireylerin sosyokültürel aktörler olması ve ilişkisellik içinde var olmaları. Seçmenin sosyokültürel ve ilişkisel varlığının anket karşılaşmasındaki etkisini göz ardı ederek, onu sosyal iletişimsel bağlamdan kopararak analiz etme çabası boşa çekilmiş kürek gibi. Yol kat etmek için söylem ve pratik arasındaki makası kapatmak şart. Bunun için de anketlerle birlikte başka veri toplama ve analiz tekniklerinin kullanılması gerekiyor.

Anket ve diğer veri toplama teknikleri, var olan özcü bir hakikati açığa çıkarmıyor

İnfodemiLab olarak yürüttüğümüz medya kullanımı araştırmasından örnek vereyim. Çalışmamızda ampirik odağımız medya kullanıcıları. Kullanıcıları sosyokültürel özneler olarak tanımlıyoruz. Medya kullanıcısı aktörlerin sosyal ilişkileri, gündelik yaşamları, politik tavır ve eğilimleri enformasyon değerlendirmelerini ve yanlış bilgi karşısındaki tutum ve davranışlarını şekillendiriyor kabulünden yola çıkıyoruz. Problematik enformasyonun kullanıcılar üzerindeki etkilerini ve kullanıcıların enformasyonu yayma nedenlerini bu tutum ve davranışları şekillendiren toplumsal, tarihsel, siyasal ve kültürel bağlamlar içinde anlamlandırabileceğimizi düşünüyoruz. Toplumsal ardalan ve ilişkisel bağlam medya kullanıcılarının anlam dünyaları ve medya pratiklerinin çok önemli bir belirleyeni. Yanlış bilginin tıpkı seçmen davranışı gibi çok yüzlü bir toplumsal süreç olması farklı tekniklerle veri toplamamızı gerekli kılıyor. Araştırmamızda niceliksel ve niteliksel yöntemlerin avantajlarından aynı anda yararlanma imkânı sağlayan karma yöntem kullanıyoruz. Önce anket verisi topluyoruz ve toplumdaki genel eğilimleri değişkenler doğrultusunda tespit ediyoruz. Anket verisi diğer aşamaların odaklarını belirlemede yol gösterici oluyor. En belirleyici araştırma tekniğimizse 10 kişilik bir etnografi ekibi olarak yürüttüğümüz katılımcı gözlem çalışması. Son derece hassas şekilde, ince ince güven ilişkisi tesis ederek bu uzun soluklu çalışmayı gerçekleştiriyoruz. Biliyoruz ki veri toplama araçları araştırma ekibi ve katılımcılar arasında bir karşılaşmaya vesile oluyor. Bu karşılaşmanın kendisi araştırma sorularını çerçeveleyen toplumsallığı üzerinde taşıyan bir ilişkilenme. Niteliksel araştırmanın araştırmacı ve katılımcılar arasında sebep olduğu diyaloğun kendisi meta seviyede, başka türlü elde edilemeyecek bir veri öbeğinin ortaya çıkmasına vesile oluyor. Varmak istediğimiz sosyal gerçekliğin parçası hâline etnografi çalışmamızla geliyoruz. Anket ve diğer veri toplama teknikleri, var olan özcü bir hakikati açığa çıkarmıyor. Bilakis parçası olarak anlamaya çalıştığımız sosyal gerçekliğe doğru giderken yolumuzu aydınlatıyor. 

Sözünü ettiğim çalışma akademik bir araştırma ve seçmen anketleri ile doğrudan karşılaştırılması elbette mümkün değil. Yine de seçmen davranışını anlarken medya kullanıcılarının problematik enformasyon karşısındaki yaklaşımlarını anlamada kullandığımız modelin ilginç bir pencere açtığını düşünüyorum.

Farklı disiplinler ve intersektörel işbirlikleri

Farklı disiplinlerin bir araya gelebilmesi ve intersektörel işbirlikleri kurulması da çok önemli. Bu minvalde alternatif araştırma şirketlerinden söz ederek yazıyı noktalayayım. Bir örnek Dissensus Araştırma. Şemsa Özar ve Nükhet Sirman’ın kurucusu olduğu şirket sosyolojik araştırmaları nitel yöntemlerle çevik bir biçimde hayata geçiriyor. Çalışmaları websitesinde şöyle nitelenmiş: “Dissensus büyük veri çağında, yığına değil detaya önem veren bilgi üretme yöntemlerine duyulan ihtiyacın farkındadır. Hayatın akışına yön veren belirsizlik, çelişki ve çoklukları niteliksel veriye dönüştürür, nitelikli tasarımlar üretir. Dissensus’un yaklaşımı ilişkisellik odaklıdır.”

Bir diğer örnek öbür uçtan gelsin, Politus Analytics. Yapay zekâ temelli büyük veri işleyerek seçmeni anlamaya çalışan Politus Analytics şöyle anlatılmış: “…büyük veri niteliğindeki dijital içerikleri, toplumdaki siyasi değişimlerin, davranış ve değer trendlerinin, siyasi aktörlere olan desteğin göstergesi olarak yapay zekâ yöntemleri ile analiz etmektedir. Politus Analytics, siyasi trendleri ve toplumsal değişimleri gerçek zamanlı veriler ile sunmaktadır.” Yeni kurulan bir şirket olan Politus Analytics’in lansman toplantısında ortaya konan vizyon ve çerçeve oldukça heyecan vericiydi. 

Gerek ilişkiselliğe odaklanan niteliksel çalışmalar gerekse büyük veri niteliğindeki dijital içeriklere odaklanan yapay zekâ temelli araştırmalar, gerekse karma ve çoklu yöntemlerle medya kullanımı araştırmaları hâlihazırda yapılıyor. Bu çalışmaların ve yaklaşımların birbiriyle konuşması, interdisipliner araştırmacıların dirsek temasının artması, akademisyenlerin intersektörel olarak daha çok varlık göstermesi araştırma sektörünü uzun vadede olumlu etkiler. Dahası, seçim dönemeçlerini daha iyi anlamamıza vesile olur. Bu birlikteliklerin nasıl tasarlanacağı ve hayata geçeceği, çok hızla değişen siyasi gündemi daha derinlikli anlamamıza nasıl aracı olacağına dair hep birlikte kafa yormak güzel bir başlangıç olabilir. 

Yazar hakkında

Suncem Koçer

Medya ve iletişim antropoloğu Doç. Dr. Suncem Koçer Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar bölümünde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Koçer’in akademik uzmanlıkları arasında medya etnografisi, siyasal iletişim, haber ve gazetecilik kültürü, dijital medya söylemleri ile Türkiye’de kültür siyasetleri bulunuyor.