Dijital eğitim ve çocukların mahremiyeti

Covid-19 salgını nedeniyle zorunlu hâller dışında evimizde kalmaya çabalarken hayatın dijital platformlar üzerinden yürütüldüğü bir sürece de girmek zorunda kaldık. Türkiye’de 16 Mart tarihinde virüsün yayılımını azaltmak amacıyla eğitime ara verildi. Çocukların okul düzeninden uzaklaşarak evde kalmak zorunda olmaları İnternet kullanımlarını ve ekran başında geçirdikleri süreyi de büyük ölçüde arttırdı. Ekran kullanımına ilişkin kuralları olan ailelerde bile bu kurallar işlevsiz hâle geldi ya da yeniden düzenlenmesi gerekti. 

Diğer yandan evden çalışmak ve gündelik pratiklerini dijital olanaklar üzerinden yürütmek zorunda kalan yetişkinlerin de dijital dünya ile mesafelenmeleri zorlaştı. Cep telefonlarına birçok uygulama indirildi, görüntülü görüşmeler için platformlarda hesaplar açıldı, yeni sohbet grupları oluşturuldu. Dijital olanaklar, yalnızca profesyonel hayatımız için değil, “boş zaman aktiviteleri” için de birincil seçeneğimizi oluşturmak durumunda kaldı. Dört beş hafta öncesine kadar, gündelik sohbetlerimizi bile güvenli uygulamalardan yapmaya çalışırken bu süreç, mahremiyet ve kişisel verilerimizin korunmasını önceliğimiz olmaktan çıkartmış gibi görünüyor. Yeni uygulamaların daha güvenli kullanılması konusunda bireylerin dijital okuryazarlık becerilerinin ne kadar önemli olduğu da bir kez daha ortaya çıkmış oldu.

Eğitimin okul ortamında yürütülemez hâle gelmesi de uzaktan eğitim teknolojilerini hayatımıza soktu. Uzaktan eğitim sürecinde ebeveynlerin dijital yeterlilikleri önemli bir fark oluşturuyor. Milli Eğitim Bakanlığı dijital eşitsizliği dikkate alarak yayınlarını EBA TV üzerinden, herkesin erişebileceği şekilde yürütmeye özen gösteriyor. Fakat pek çok okulun internet ortamında canlı dersler, ödevlendirmeler ve deneme sınavları yaptıklarını biliyoruz. Öğretmenler, öğrenciler ve ebeveynler şu an yeni bir süreci hep birlikte deneyimliyor ve hatta öğreniyorlar. Çocukları eğitim sürecinin içinde tutabilmek için internet teknolojilerinin sunduğu olanaklar devreye sokulmaya çalışılıyor. Bunların kişisel verilerimizin güvenliğini sağlamak konusunda ne kadar yeterli olduklarını da henüz tam olarak bilmiyoruz.

Güvenlik açıklarının yanı sıra, bu platformların çocukların mahremiyetinin korunması açısından da riskler oluşturabileceği görülüyor. Çocukların uzaktan eğitime katılımlarını gösteren fotoğraf ve videoların dijital ortamda paylaşılması dikkat çeken durumlardan biri. Buna, uzun süre evde çocuklarıyla vakit geçirmek zorunda kalan ebeveynlerin ev hâli görüntüleri ve çocuklarıyla yaptıkları etkinliklere ilişkin paylaşımlar da eklenince son iki üç hafta içinde sosyal medyada dolaşıma giren çocuk fotoğraf ve videolarında belirgin bir artış yaşandı. Yine bu dönemde çocukların dijital platformlarda kendi ürettikleri içeriklerde de artış olduğu görülüyor. Bu içeriklerin özel alan olarak tanımladığımız ev içerisinde olması, hem güvenlik hem de mahremiyetin korunması açısından riskler barındırıyor.

Araştırmalar çocukların çevrim içi ortamda daha fazla riske maruz kaldığını ve bu riskler karşısında çoğu zaman yetişkinlerden daha savunmasız olduklarını ortaya koyuyor. Bu nedenle UNICEF’in raporlarında da vurgulandığı gibi dijital alandaki girişimlerin en önemli önceliğinin çocukların çevrim içi şiddetten uzak tutulması ve dijital izlerinin korunması olmalı. Uzaktan eğitim süreçlerinde de aynı önceliğe sahip olunması gerektiği tartışılmaz bir gerçek. Özellikle ilk ve orta öğretim düzeyinde öğrencilerin çevrim içi katılımıyla gerçekleşen ders ve etkinliklerde onlara ilişkin verilerin korunması ve görüntülerinin paylaşılmaması önemli.

Peki çevrim içi etkinlikler ve derslerde çocukların görüntülerinin dijital olarak erişilebilir olmasının ne gibi sakıncaları olabilir?

  • İçinde bulunduğumuz süreçte çocuklar okulda değil evlerinde, yani kendi özel alanlarında bulunmakta. Kameranın görüş açısına hangi görüntülerin girdiğini kontrol edemeyebilirler,
  • Görüntü ve seslerinin diğerleri tarafından takip edildiğini fark edemeyebilir ya da kolayca unutabilirler,
  • Yetişkinlerin bile tam olarak hâkim olmadığı bir alanda her an iletişim kazaları yaşayabilirler,
  • Birbirlerinin ve öğretmenlerinin görüntü ve davranışlarını siber zorbalık aracı olarak kullanabilir ya da bu görüntüler aracılığıyla siber zorbalığa maruz kalabilirler.

Unutmayalım ki mahremiyet, başkalarından saklamamız gereken sırlarımızı ya da utanılacak durumları ifade etmez. Mahremiyet, kişinin kamuyla ve başkalarıyla paylaşmak istemediği, “özel alanında” yaşadığı sıradan olaylar ve deneyimler olarak tanımlanabilir. Örneğin, geceleri yatağımızda uyuduğumuzu hepimiz biliriz. Bu bir sır ve utanılacak bir durum değildir. Ne var ki yatak odamız ve yatağımız bizim mahrem alanımızdır. Aynı şekilde evimizin içi de mahrem alanımızdır. Buraya kimin girip çıkabileceği konusunda karar vermek bizim kontrolümüzdedir. Andrew Belsey Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar kitabında mahremiyete ilişkin çok önemli bir noktaya vurgu yapar. Ona göre “mahremiyet, kişinin kendi yaşamının kontrolünü” kendi elinde tutmasını içerir. İşte çocukların görüntülerinin sosyal ağlarda paylaşılması ve sonuçlarını tam olarak kestiremeyecekleri görüntülü dijital oturumlarda yer almaları bu kontrolün devre dışı bırakılmasına işaret etmekte.

Eğitim platformlarında çocukların mahremiyetini korumak ve siber zorbalığı önleyebilmek adına yapılabileceklere ilişkin birkaç öneri ile yazıyı sonlandıralım: 

  • Asenkron şekilde ders anlatımı yapılan kayıtlara ağırlık verilmeli,
  • Eşzamanlı katılımın olduğu sanal sınıflar söz konusu olacaksa, özellikle ilk ve ortaokul düzeyindeki çocuklar süreç hakkında bilgilendirilerek görüntü ya da video kaydı almamaları ve bunları farklı şekillerde paylaşmamaları gerektiği konusunda uyarılmalı,
  • Oturumların çocukların kameraları kapalı olacak şekilde oluşturulmasına özen gösterilmeli,
  • Öğrenci katılımlı sanal sınıfların oturumları kayıt altına alınmamalı.

Yazar hakkında

Emel Baştürk

Prof. Dr. Emel Baştürk, Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesidir.