Medya, toplumun aynası olmanın yanı sıra toplumun belirli konulara veya topluluklara nasıl baktığını şekillendirmede çok etkili bir güce sahip kuşkusuz. Medyanın LGBTİ+’ları nasıl tasvir ettiği (örneğin; olumsuz, klişeleşmiş veya yok sayıcı tasvir biçimleri), toplumun bu grupları nasıl algıladığını doğrudan etkiler.
Türk medyasında LGBTİ+ haklarının tarihsel seyri
Türk medyasında eşcinselliğin temsilini kabaca üç dönemde sınıflandırabiliriz. 12 Eylül Askerî Darbesi sonrası, adeta normal dışı ve “hayali bir varlık” olarak algılanan ve “homoseksüel” diye adlandırılan eşcinseller; medyada “cinayet, ahlaksızlık, ters ilişki, fuhuş, dönme” gibi kavramların yanı sıra çocuklara kötü örnek oluşturmakla ve AIDS hastalığıyla anılıyorlardı. Eşcinsellik eşittir “travestilik” ve transeksüellik formülünün egemen olduğu birinci dönemin ardından, görünür olma ama aynı zamanda medyadan kaçma döneminde yaşanan özgüven eksikliği kendini medyaya duyulan güvensizlik olarak ortaya koyuyordu. Bu dönemi belki de “yarı maskeli” dönem olarak nitelemek yanlış olmaz. İkinci dönemde Kaos GL, Türkiye’nin ilk gey ve lezbiyen dergisini 1994’te çıkardı. Ayrıca dönemin Express dergisi ve Cumhuriyet gazetesi de eşcinsel hareketine sayfalarında yer verdi.
Üçüncü dönem, artık “maskesiz” olarak tanımlanabilecek bir dönem. Kaos GL, 1 Mayıs 2001’de “eşcinseliz, gerçeğiz, buradayız” pankartlarıyla işçiler ve öğrencilerle birlikte, meydanlara indi.
Günümüzdeki durum zaten herkesçe aşikâr. LGBTİ+ grupların medyada temsili oldukça sorunlu. Medyanın, LGBTİ+’lar ile ilgili haber yapmak konusunda çıraklık döneminden ustalık dönemine geçtiği söylense de, çoğu zaman dozajı kaçıran haberler yaptığını, “Gey barlardan çıkıp gasp yaptılar”, “travesti dehşeti”, “eşcinsel cinayeti”, “ters ilişki teklif etti, öldürdüm”, “travestiler caddelerde fuhuş pazarlığında” türden manşetler attığını görüyoruz.
Medyada LGBTİ+’ların temsilinde hatalar ve etik ihlaller
Homofobik ve cinsiyetçi ataerkil yapının medyaya yansıması olarak özetleyebileceğimiz bu çerçevelemede, hegemonik cinsiyet normları meşrulaştırılıp, toplumsal cinsiyet normları yeniden üretiliyor. Genelde bu gruplar cinsellikle ve suçla özdeşleştirilerek, cinsel yönelimleri ve/veya cinsiyet kimlikleri ön plana çıkartılarak ve zaman zaman da karikatürize edilerek haberleştiriliyorlar. Bir yandan ötekileştirilirken diğer yandan da “haz veya merak nesnesi” olarak sunuluyorlar. Örneğin, “gey hırsız” gibi bir manşetin yaygın medyada karşımıza çıktığını görüyoruz. Oysa hırsızın cinsel yönelimi haber değeri taşımazken veya hırsız heteroseksüel olduğunda belirtilme gereği duyulmazken, gey olduğunun belirtilmesi etik dışı bir uygulama.
Bu konuda Reuters’in şu yaklaşımı bize yol gösterici olmalı: “Bir kişinin ırk, renk, etnik, dini aidiyeti, cinsel yönelimi sadece konuyla bir bağlantısı olduğu takdirde belirtilmelidir.”
LGBTİ+’ların medyada yanlış temsil edilme biçimlerine, haber içeriklerindeki ayrımcı ve yanlış dil kullanımına karşı LGBTİ+ örgütleri aktif mücadele veriyor ve düzenli bir biçimde medya gözlem raporları hazırlıyor. İnsan haklarına ve haber etiğine duyarlı bir medya mücadelesinin bir parçası olan bu raporlarda hem olumlu hem de olumsuz haberlerin kaydı tutuluyor. Raporlara baktığımızda medyada homofobik, kriminalize edici, stereotipleştirici ve nefret söylemi üreten haberlerin sayısının hâlâ dikkat çekici boyutlarda olduğunu görüyoruz.
Homofobik Dilin Medyadaki Etkileri ve Sonuçları
Homofobik dilin egemen olduğu, eşcinselliğe ilişkin stereotipi beslediği LGBTİ+ bireylerin kriminalize edildiği, nefret söylemi üreten bir medya ile karşı karşıyayız. İnsan haklarına duyarlı olmaktan uzak biçimde, LGBTİ+ topluluğuna uygulanan şiddeti onaylayan veya hak etmiş gibi gösteren haberler de var. Cinsel yönelimlere ilişkin nefret söylemi, hemen hemen her gazetenin üçüncü sayfa haberlerinde yer almakta, özensiz bir dil kullanılmakta, başlık ve içeriklere olumsuz eklemeler yapılmakta. LGBTİ+ haberleri her tür suç, şiddet, ahlaksızlık ekseninde işlenip, LGBTİ+ bireyler “sapkın” olarak ötekileştiriliyorlar. Ancak haber dilinin, şiddetin altyapısını hazırladığının unutulmaması gerekiyor. Şiddet; gelenek, sosyal inanç, metaforlar kullanılarak aşağılayıcı ve nesneleştirici klişeler aracılığıyla meşru kılınıyor.
Ülkemizde eşcinseller hakkındaki toplumsal algı ile ilgili Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in hazırladığı “Radikalizm ve Aşırıcılık” adlı araştırma, bu konuda bize fikir verebilir. Araştırma kapsamında 34 ilde bin 715 kişiye sorulan, “Kiminle komşu olmak istemezsiniz?” sorusuna, katılımcıların yüzde 87’si “eşcinsel” kişiler olarak yanıt verdi. Bu sonuç, Türkiye’de LGBTİ+ bireylerin ne kadar zor durumda olduğuna dair bir ipucu veriyor.
Heteroseksüelizmin “onaylanan” ve “olması gereken” olarak tanımlanması, medya aracılığıyla meşruiyet kazanmaktadır. Geçmişten bu yana cinsiyetçi ve heteroseksist algıyla biçimlenmiş olan Türkiye toplumunda, LGBTİ+’lar “Doğal olmayan”, “Ahlak dışı”, “Kamu düzenini ve sağlığını tehdit eden” bir tür sapkınlık olarak kabul edilmekte. Geçtiğimiz yıllarda, “Eşcinsellik namussuzluk, ahlaksızlık ve gayriinsani durumdur”, “Eşcinsellik hastalıktır ve tedavi edilmelidir”i “Eşcinseller iktidar partisine üye olamaz, ancak kendi partilerini kurabilirler”, “21. yüzyıl LGBTİ+ bireylerin haklarının tanınması için çok erken, belki 22. yüzyılda mümkün olabilir” türü sözler, Türkiye’de siyasilerin LGBTİ+’lara bakışı hakkında ipuçları veriyor. Toplumun LGBTİ+ algısı da siyasetin bir yansıması. Türkiye’de yasal anlamda cinsel kimliklerin tanınması bir yana, siyasal alanda kendini göstermesi bile oldukça sorunlu görülmektedir.
Toplumun, “sahne dünyası” haricinde, cinsel yönelimi farklı “sıradan” insanları görmekten rahatsız olması da bir tür çifte standart, hatta ikiyüzlülük olarak açıklanabilir.
LGBTİ+’ları marjinalleştiren, aşağılayan, hakaret eden haberlere sıklıkla rastlıyoruz. “Travestiler” “eğlence sektörü” ya da “seks işçiliği” ile ilişkilendirilirken, LGBTİ+ bireylerin tümü “sorun çıkaran, soruna sebep olan insanlar” olarak lanse edilmekteler.
Medya çalışanları, LGBTİ+ haberleri yaparken çeşitli engellerle karşılaşmaktalar. Bu engellerden biri, LGBTİ+ topluluklarındaki bireylerin geçmişte cinsel yönelimlerini veya cinsiyet kimliklerini açıkladıklarında kötü muamele görmeleri ya da görme endişesi taşımaları nedeniyle konuşmak istememeleri. Bu kişiler genellikle kamera karşısına geçmekten ya da isimlerinin açıklanmasından kaçınıyorlar doğal olarak.
Gazetecilerin toplumun hassasiyetleri karşısında dürüstçe haber yapma konusunda yaşadıkları zorluklar da bir diğer önemli faktördür. Kimi zaman, gazetecilerin uyguladığı otosansür, bilgi eksikliği, kişisel önyargılar veya uzman görüşlerine yeterince yer vermemeleri gibi durumlar, konunun doğru bir şekilde ele alınmasını zorlaştırıyor. Ayrıca, LGBTİ+ haberlerinde damgalanma riskini azaltmak için dikkatli bir dil kullanılması da önemlidir.
LGBTİ+ hakları için daha atılacak çok adım var
Medyanın, LGBTİ+ konularını nasıl ele alacaklarına dair, ayrımcılığı yasaklayıcı nitelikte ve insan hakları odaklı bir politikaya sahip olması, büyük önem taşıyor.
Gazetecilerin haberleştirme sürecinde kullanabileceği rehber kılavuzlar ve doğru terimler sunan kaynaklar, bu noktada faydalı olabilir. Örneğin, medyada halen “cinsel yönelim” yerine yanlış bir şekilde “cinsel tercih” ifadesinin kullanıldığını görmekteyiz.
LGBTİ+ örgütleri, basın bültenleri yayımlayarak medya ve eğitimcilerle işbirliği yapmaktadır. Bunun yanında, kendi medya ürünlerini –kitaplar, film projeleri, sergiler, radyo belgeselleri, dramalar, topluluk tiyatrosu gibi içerikler– üreterek topluluk için gerekli olan multimedya ihtiyacını karşılamakta ve LGBTİ+’ların kendi seslerini istedikleri biçimde duyurmalarına olanak tanımaktadırlar. Bu tür girişimler, LGBTİ+ bireylerin kendilerini kendi ağızlarından ifade etmelerini sağlamanın yanı sıra, topluma LGBTİ+ hakları konusunda daha doğru bilgiler ulaştırılmasını da desteklemektedir.
LGBTİ+’ların varlıklarını kabul ettirme mücadeleleri bakımından önemli deneyimler ve kazanımlar elde ettiği bir gerçek. Türkiye sol hareketi, LGBTİ+’ları yok sayan ya da hor gören anlayışını büyük oranda değiştirmiş olsa da LGBTİ+ hak mücadelesi açısından daha atılacak çok adım var.