Seda Karatabanoğlu ile Akın Art’ın Avrupa’daki gazetecilik ve medya ortamına dair gözlem ve bilgilerini paylaştıkları Avrupa Medyası podcastinin beşinci bölümü yayında.
Bu bölümde Seda ve Akın, yaşadıkları ülkeler olan Fransa ve Almanya özelinde yerel basın dinamiklerini inceliyor; Almanya’daki Köln Gazete Savaşlarından Fransa’daki ücretsiz yerel gazetelerin maliyet politikasına kadar geniş bir perspektifte ele alıyorlar.
Transkript
Akın Art: Herkese merhaba. Avrupa Medyası’nın yeni bölümüne hoş geldiniz. Ben Akın Art, Seda Karatabanoğlu ile yeni konumuzla karşınızdayız. Bu haftaki konumuz yerel basın olacak. Almanya ve Fransa örnekleri üzerinden Avrupa’da yerel basının rolüne ve işlevine dair bir tartışma yürütmeye çalışacağız. Almanya, Fransa olmasının, iki örnek olmasının, yani her programınızda bu iki örneği alıyoruz ama bu program özelinde bence özel bir anlamı da var. Şöyle; Almanya merkezileşmesini çok geç tamamlayan ve yerelliğin kültürel olarak oldukça hâlâ kuvvetli olduğu bir ülkeyken; Fransa da merkeziyetçiliğiyle meşhur ülkelerden biri bildiğiniz gibi. Dolayısıyla yerel basının rolünde de bu farklılığın izlerini görebilmek mümkün. Böyle bir girizgâh yapmış olayım ben ve kısaca Almanya’yı anlatayım Seda’ya sözü vermeden önce. Almanya’da çok ciddi bir yerel basın çeşitliliğinden bahsetmek mümkün. Yerellik genel olarak kuvvetli yani yerel kültür, yerel kimlik vesaire yani kişilerin bulundukları bölgelerle, bulundukları şehirlerle övündüğüne ve bu şehirler üzerinden kimliklerini tanımladıklarına şahit olabiliyoruz. Yani bu tabii dünyanın pek çok yerinde var da Almanya’da da var diyelim. Buna rastlamak mümkün. Üç yüzün üzerinde yerel gazete var Almanya’da. Bu sadece gazete bu arada dediğim gibi yani oldukça fazla.
Seda Karatabanoğlu: Benim burada gözlerim büyüdü.
A.A.: Evet, çok fazla sayısı. Gerçekten bu yüksek sayının yanı sıra bildiğiniz gibi çok fazla yerel yayıncı, kamu yayıncı kuruluşu var. Bunun detaylarını dinlemek isteyenler kamu yayıncılığı programımıza, ilk programımıza, dönüp bakabilirler. Hemen hemen, hemen hemen değil her eyaletin bir kamu yayıncı kuruluşu var ve bu kamu yayıncı kuruluşların oluşturduğu bir çatı var. Bunların hepsi Alman medyasında kamu yayıncılığının bir parçası olarak faaliyet gösteriyorlar ve yerel basın dediğimiz şeyi de aslında ciddi oranda besliyorlar. Çünkü kamu kaynağının buraya aktarılmasının burada ciddi bir destek anlamına geldiğini görmek gerekiyor. Yerellik çok gelişkin demiştik, Seda gazeteler de getirmiş, iyi bir yerel basın okuyucusu olarak, ben pek iyi bir yerel basın okuyucusu açıkçası sayılmam. Biraz daha makro siyasete vesaire meraklı olduğum için daha az göz gezdirdiğim, yayınlardır. Fakat görebildiğim kadarıyla özellikle Kuzey Ren Vestfalya’da; Bonn’da yaşarken ben daha çok örneklerini görüyordum. Köln tarafına vesaire gitmeyen gazeteler de değişiyordu, falan filan. Şunu görmek mümkün yani şehirlerin kültüründe çok fazla şey değişebiliyor Almanya’da. Mesela futbol Almanya’nın her şehrinde tabii ki popülerdir ama bir şehre gittiğinizde mesela hentbol çok popüler olabilir. Başka bir şehre gittiğinizde basketbol çok popüler olabilir. Yani orada gelişkin olan takıma göre o spora ilgi vardır vesaire. Mesela o tarz temaların öne çıkabildiğini görüyoruz yerel basında veya başka yerel liglerin öne çıkabildiğini görüyoruz. Tabii ki siyaset de var. Makro siyaseti de kapsayabiliyorlar. Fakat böyle şeylerin de, şehre dair yerel birtakım şeylerin de, aslında Almanya genelinde gündem olmayan bazı şeylerin de yerel basınla sık sık gündem olabildiğini, gazeteler özelinde söylüyorum bunu özellikle, görmek mümkün. Bunlar arasında yani çok ciddi tirajlar alan gazeteler de var. Bunlardan bir tanesi Ekspres. Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nde Köln, Bonn ve Düsseldorf şehirlerinde yayınlanan bir gazete. Toplam tirajları yüz bine yaklaşıyor bu üçünün diyelim oldukça iyi bir rakam olduğunu belirtmek gerekiyor. Bunun yanı sıra ulusal gazetelerin de yerel gazeteleri olabiliyor. Bu aslında hâlâ öyle midir bilmiyorum ama benim ilk gençliğimde ve çocukluğumda Türkiye’de de aslında olan bir şeydi. Hürriyet Gazetesi’nin örneğin Akdeniz eki veya İzmir eki gibi şeyler görmek mümkündü. Almanya’da da benzer bir durum söz konusu. Bir ilginç durum var. Ona yavaş yavaş getireceğim. Seda’ya vermeden önce sözü. Programdan önce biraz sohbet etmiştik, ücretsiz günlük gazetelerden bahsetmiştik, sizde var mı vesaire falan. Ben de yani denk geldiğimi hatırlamıyorum böyle bir şeye ve biraz üzerine araştırma yapmaya başladım ve şöyle bir olaya rastladım. Onu aktarmak istiyorum. Köln Gazete Savaşları diye 1999 ve 2001 yılı arasında yaşanan ve öznesinin ücretsiz gazeteler olduğu bir, tırnak içerisinde savaş. Şu anda Almanya’da ücretsiz günlük gazetelere pek hayırlı bakılmadığını, şirketler tarafından, bunun bir tür tabu olduğunu söyleyebiliriz. Tabii benim bilmediğim çok küçük yerelliklerde daha küçük ölçeklerde bunu yapan yayınlar olabilir. Fakat çok gözüken, görünür bir format olmadığını en azından kesin olarak söyleyebiliriz ücretsiz gazetelerin. Bunun da sebebi şu: Express gazetesinin adını az önce anmıştım zaten. Bild gazetesi de dinleyenlerin çoğunun aşina olduğu bir isimdir. Almanya’nın en çok satan gazetesi maalesef bir yandan ama öyle. Bu iki gazete aslında Köln’de en çok satan gazete iken, Norveçli Schibsted basın şirketinin Berlin’de yer alan şubesi aracılığıyla Köln’de Türkçesi Yirmi Dakika olan Zwanzig Minuten adlı bir gazete kuruluyor ve bir anda bu gazete ücretsiz olarak dağıtıldığı için yaklaşık 150 bin kopya civarında Köln’deki pazarı bir anda domine etmeye başlıyor.
24 sayfalık tabloid bir gazeteden bahsediyoruz ve bunun her gün ücretsiz olarak metrolarda vesaire de dağıtılması oldukça büyük infial yaratıyor. Şimdi Express gazetesinin sahibi Dumont Verlag diye, Dumont Yayınları diye bir şirket. Bild’in sahibi de zaten Almanya’nın en büyük basın şirketi olan Axel Springer. Bu iki şirket de çok rahatsız oluyor bu durumdan doğal olarak ve ikisi de oldukça kuvvetli şirketler tahmin edebileceğiniz gibi, özellikle Axel Springer. Hatta Axel Springer durumu yasal zemine de taşıyarak bunun rekabet eşitliğine aykırı bir faaliyet olduğu yönünde bir dava açıyor Berlin’de. Fakat bu talep reddediliyor vesaire. Bu süre zarfında hem Axel Springer hem Dumont Verlag iki ayrı yerel gazeteyle ücretsiz dağıtılan pazara giriyorlar Zwanzig Minuten’ı bitirmek için. Axel Springer, Köln Extra adlı bir gazete çıkarıyor. Dumont Verlag da Kölner Morgan adlı bir gazete çıkarıyor. Fakat 1999 ve 2001 yılları arasında gerçekleştiğini söylemiştim bu olayların. Her iki gazete de hatta üç gazete de Zwanzig Minuten da dahil bir yerden sonra maalesef batıyorlar. Zwanzig Minuten bunun yerel ölçekte sadece satılarak karşılanabilmesi, işinin oldukça zor olduğu kanaatine vararak faaliyetlerini durduruyor. Zaten biraz inatlaşmak için çıktığı için çoğu Ekstra ve Kölner Morgen de faaliyetlerini bunun üzerine durduruyor. Her iki gazete de bunun arkasından milyonlarca euro zarar etmişler. Tam olarak sayı bilinmese de tüm kaynaklarda böyle ciddi rakamlardan bahsediliyor bu serüvenin sonucunda. Dolayısıyla ücretsiz gazeteler özelinde çok hayırlı bir bakış açısı olmadığını şimdiye kadar en azından söylemek mümkün. Elbette basılı gazetelerden bahsediyorum. Onun da altını çizmek lazım. Dijitalde olaylar biraz daha değişebiliyor. Böyle kısa bir özet yapmış olayım ben ve sözü Seda’ya bırakayım. Fransa’da nasıl durumlar?
S.K.: Ben de sondan başlayayım. Senin bahsettiğin yirmi dakika gazetesi Fransa’da da var.
A.A.: Evet öyleymiş bu arada.
S.K.: Benim de konumun içinde ilerleyen dakikalarda anlatacağım. Aslında tüm ülkelerde olduğu gibi Fransa’da yerel basın demokrasi açısından önemli bir işlevi yerine getiriyor. Farklı coğrafyalarda en küçük yerleşim birimi dahil olmak üzere orada yaşayan insanların sorunları, talepleri öne çıkıyor ve siyasi, kültürel ve spor konuları başta olmak üzere çeşitli konularda bilgilendirme yapıyorlar. Fransa’daki yerel basından söz etmeden önce Fransa’nın biraz idari yapısından bahsetmem iyi olur diye düşünüyorum. Senin de söylediğin gibi Fransa merkeziyetçi bir ülke. Ancak Fransa’nın idari yapısı bölgelere ayrılmış durumda sonrasında departmanlara ayrılıyor bu departmanlar da şehirlere bölünüyor. Gazeteler de buna uygun olarak çıkıyor. Örneğin benim yaşadığım bölge Occitanie, Hérault departmanı ve Montpellier şehri. Buna göre hem bölge, hem departman hem de şehre göre farklı yayınlar olabiliyor ve bunun kapsayıcılığı da artıyor ve azalıyor. Sen Almanya’da 300 yerel gazete var dediğinde benim gözlerim büyüdü. Çünkü Fransa’da 64 yerel gazete var ve tirajları 2 bin ile 650 bin arasında değişiyor. 40 civarı yerel televizyon var.
A.A.: Bu arada 300’e yuvarladım ben.
S.K.: Hiç önemli değil. Yine 64 ile arasında epey fark var. 40 civarı yerel televizyon yayını var. Ancak bu yayınların büyük bir çoğunluğu ulusal kanalların bölgesel yayınları oluşturuyor. Yani örnek verebilecek olursak, Kanal D’nin, Star’ın İzmir yayını gibi. Dokuz tane yerel dilde yayın yapan radyo kanalı var. Bu kanallar Bask, Oksitani, Katalan, Breton ve Kors gibi yerel dillerde yayın yapıyor. Tüm bu verilere baktığımız zaman merkeziyetçi bir geleneğe sahip Fransa’da yerel basının yadsınamayacak bir gücü olduğunu görüyoruz. Bunu da şu veriye dair söylüyorum. 2011 yılında Fransa’da ücretsiz gazete çıkaran bir grup batıyor ve ilk etapta 1650 çalışanını işten çıkarıyor ve ardından 758 çalışanı işten çıkarmak zorunda kalıyor. O dönemde Fransa’da günlük yerel gazete tirajı 15 milyon civarı, haftalık yerel basın tirajı ise 7.4 milyon civarı. Yani 10 yıl önceden bahsediyoruz. Bunun yanında basının dijitalleşmeye ve yeni içerik dağıtım biçimlerine uyum sağlamada yaşadığı ekonomik zorluklar ve bilgiye olan güven kaybı sorununu da göz önüne aldığımızda, bölgesel basın genellikle eski basının yani eski medyanın bir uzantısı olarak görülüyor ve buna rağmen tüketiciler yerel basına karşı ilgi duymaya devam ediyor. Çünkü yerel basın tüketicilere doğrudan ulaşıyor, günlük rutinleri dahilinde ulaşıyor ve onlara karşı fiziksel ve sembolik bir yakınlık kuruyor. Bu açıdan ulusal basına oranla yerel basınla bağ kurmak daha mümkün gözüküyor Fransa’daki duruma bakarak. Ancak yerel basının çeşitliliğine ve lokalliğine rağmen sert hiyerarşi kurduğunu da görüyoruz. Yani okuduğum yazılarda ve yaptığım araştırmada bu çıkıyor karşımıza. Yerel basın isteyerek ya da istemeyerek aslında bir ayrıcalıklar dünyası oluşturuyor. Varolan yerellikte yani yayın yaptığı yerellikte hâkim düşünceyi aktarıyor ve bu da aslında katı bir hiyerarşi ortaya çıkarmış oluyor.
Fransa’da iki yayından bahsetmek istiyorum, iki ana yayından yerel gazete olarak. Birincisi Vingt Minutes yani Yirmi Dakika adını taşıyan bir gazete ve yirmi dakikada okunabileceği iddiasıyla çıkıyor. Senin de bahsettiğin grubun aslında bir gazetesi olduğunu düşünüyorum, Norveç sermayesi. İlk olarak birkaç büyük metropolde yayın yapıyor. Ancak günümüzde Bordo, Lyon, Marsilya, Montpellier, Nantes, Nice, Strazburg ve Toulouse versiyonları basılıyor ve toplam günlük tirajının dokuz yüz bin civarı olduğu bilgisi var. Pazartesi, çarşamba ve cuma günleri basılıyor. Benim de Fransızca öğrenmeye başladığımda çok sık okuduğum bir gazeteydi. Çünkü çok anlaşılır bir dille yazılıyor ve metinler gerçekten ilgi çekici.
Şimdi ücretsiz gazetelerden bahsetmişken, yerel yönetimleri çıkardığı ücretsiz yerel gazeteler dahil olmak üzere tüm ücretsiz yerel gazeteler reklamlarla finanse ediliyor. Aslında okuyucular bu gazeteyi aldığında değil, gazetedeki reklam ürününü satın aldığında gazetenin bedelini ödemiş oluyor. Bu yaptığım araştırmada karşılaştırdığı piyasa araştırmasına göre, ücretsiz gazetelerin hedef kitlesi metropollerde yaşayan genç ve çalışan işçiler, yani beyaz yakalılar. Bu sebeple dağıtım stratejilerini buna göre şekillendiriyorlar. Büyük şehirlerde işe gitme saatleri, özellikle sabah 7 ve 9, toplu taşıma durakları, üniversiteler, cafeler ve fırın civarı bu gazetelere ulaşabileceğiniz yerler. Bu gazeteler hem stantlara bırakılıyor, oradan alabiliyorsunuz hem de hem de seyyar ekipler atabiliyor.
Aslında ücretli ve ücretsiz gazete arasında iki fark var bu konuda. Bir tanesi, ücretli gazeteye ulaşmak için okuyucu aktif olmalı, gazete bayiine gitmeli ve onu almalı ve ücretli gazete özgün olmak zorunda ve gazete bayisinde okuyucuyu kendine çekmek zorunda. Ücretsiz gazetenin böyle bir durumu yok, zaten okuyucuya kendileri gidiyor. İkincisi ise editoryal seçimler. Ücretsiz gazeteler diye bir genel tanım kullanıyorum burada yerel basından, özellikle yararlı gazetelerden bahsediyorum. Ücretsiz gazetelerde editoryal ihtiyaçları karşılamak için çok yönlü gazetecilerden oluşan küçük bir ekip tercih ediliyor. Yani çok yönlü, iyi-yetenekli kişiler ama az sayıda gazeteciler ve az maaş alan gazeteciler bu gazeteyi çıkarıyor. Bu iki gazete türü arasında yapılan bir karşılaştırmaya göre, 100 bin tirajı olan bir gazeteyi çıkarmak için 180 gazeteciye ödeme yapılması gerekiyor Fransa’da. Ancak ücretsiz bir gazetenin 20 gazeteciyle çıkarılabildiği bilgisi var. Yine aynı yazıda, ücretsiz gazetelerde çalışan gazetecilerin maaşının piyasa ortalamasının yüzde 25’i altında ödeme aldıkları bilgisi var. Tabii ki çoğu zaman iş güvenceleri yok. Kısa süre sözleşmelerle çalışıyorlar ve ücretsiz gazeteler çoğu zaman freelance çalışanlardan haber, yazı ve fotoğraf almayı tercih ediyor. Bu şekilde de maliyetten kısıyorlar. Bu maliyet politikası dağıtıma ve baskıya da yansıyor.
Bahsetmek istediğim diğer bir yerel gazete ise Ouest France. Yani Batı Fransa. 1944 yılından beri yayınlanan bir gazete ve 1975 yılından beri ise tüm ülkede ulaşılabilen günlük bir gazete. Günümüz itibariyle ortalama 650.000 tirajı var ve bu çok iyi bir tiraj aslında. Çünkü birçok yerel gazeteyi zaman zaman Le Figaro ya da geçen bir sayı olarak karşımıza çıkıyor. Bu gazete bir aile tarafından kontrol ediliyor ve Hümanist Demokrasi İlkelerini Destekleme Derneği olarak çevirebileceğimiz dernek var. Bu dernek Hristiyan Demokrat Derneği olarak tanımlanabilir. Bu durum da gazetenin yayın politikasına yansıyor. Daha önce eşcinsel evliliklere karşı yayınlanan bir yazı Fransız basınında tepkilere yol açmıştı.
İki yıl önce bir pandemi yaşadık. Yani şu an pandemiyi geride bırakmış gibi gözüküyoruz ama pandemiden en çok etkilenen sektör de basın sektörüydü. Birçok yerel gazete reklamlarının büyük bir kısmını kaybetti ve bu sebeble Covid döneminde yayınlarına ara vermek durumunda kalmıştı diyerek ben de sözlerimi sonlandırıyorum.
A.A.: Teşekkürler Seda. Güzel bir karşılaştırma oldu bence. Hem çeşitlilik anlamında hem de belli politik paralellikler de var. Hatta bazı marka farklılıkları bile keşfettik bu sohbet boyunca.
Kapatmadan önce küçük hatırlatma yapmak istiyorum dinleyicilerimize. Bizi sosyal medya üzerinden ve dinledikleri podcast platformları üzerinden takip edebilir ve paylaşabilirler. Twitter için @dunyapodcast, Instagram için @podcastdunya yazarak, Facebook ve LinkedIn üzerinden de Dünya Podcast olarak bize ulaşabilirsiniz. Ayrıca program önerisi, eleştiri, yorum ya da herhangi bir konuda bize ulaşmak isterseniz dunyapodcast@gmail.com adresine mail atabilirsiniz diyelim.
Senin eklemek istediği bir şey var mı? Seda?
S.K.: Bir sonraki programda görüşmek üzere diyorum.
A.A.: Ben de öyle diyeyim. Bir sonraki programda görüşmek üzere hoşça kalın.