Platformlar, yalnızca doğrulama içeriklerini öne çıkarmakla kalmamalı, aynı zamanda yanlış bilginin yayılmasını sistematik olarak engelleyecek daha proaktif ve şeffaf yöntemler benimsemeli.
Google ve hakikat muharebesi: Algoritmaların gücü ve sınırları
Geçen dönem bir öğrencim derste, “insanlar için Google’da yanlış bilgiye ulaşmak bu kadar kolaysa, doğru bilgiyi arayıp bulmak niye bu kadar zor?” diye sordu. Alanda çalışanlar için pek orijinal olmasa da özünde bu soru, günümüz dijital çağının belki de en kritik sorularından birini işaret ediyor. Platform sorumluluğu başlığı altında tartıştığımız meselenin kökündeki temel beklentiyle sorulan bu sorunun yanıtını da teknik ve içeriksel anlamda kapsamlı bir metodolojiye dayalı bir araştırmayla kısmen de olsa vermek şart.
Amsterdam Üniversitesi’nden Kamila Koronska ve Richard Rogers’ın yaptığı bir araştırma da tam olarak bu noktada, Google’ın içerik sıralama dinamiklerini ve moderasyon politikalarını mercek altına alıyor. Araştırmanın, her ne kadar sınırlı bir örnekleme dayansa da, sonuçları üzerinden öğrencime belki kesin bir yanıt vermek mümkün değil; ama en azından tartışmayı geliştirmek mümkün.
Arama sonuçlarında hakikat ve yanıltıcı içerik dengesi
Koronska ve Rogers’ın araştırması, Google’ın arama sonuçlarında doğrulama içerikleri ile yanıltıcı içeriklerin nasıl bir rekabet içinde olduğunu gösteriyor. Çalışma, 825’ten fazla URL ve 50 anahtar kelimeyle Google’ın arama motoru sonuç sayfalarını inceleyerek birkaç ana tema etrafında önemli bulgular ortaya koyuyor: COVID-19, iklim değişikliği, ABD seçimleri, ABD liberalleri ve Ukrayna’daki savaş. Sonuçlar, bazı alanlarda Google’ın doğrulama içeriklerine öncelik verdiğini gösterse de, diğer alanlarda yanlış bilgilere erişimin hâlâ oldukça kolay olduğunu gösteriyor.
Araştırmacıların araştırma sonuçlarından çıkardıkları bazı sonuçlar şöyle:
- COVID-19 ve iklim değişikliği: Doğrulama içerikleri genellikle yanlış bilgilerden daha yüksek sıralarda yer alıyor ve araştırmacılara göre bu konularda arama motoru optimizasyonu açısından avantajlı.
- ABD seçimleri ve ABD’deki liberal hareketler: Benzer şekilde, doğrulama içerikleri, yanıltıcı içeriklerden daha görünür ve bu da Google’ın moderasyon politikasının burada daha güçlü olduğunu gösteriyor.
- Ukrayna’daki biyolablar: Yanıltıcı içerikler ve doğrulama içerikleri neredeyse aynı sıklıkta görünüyor, araştırmacılara göre bu da Google’ın belirli konularda moderasyon stratejisinin sınırlı kaldığını gösteriyor.
SEO stratejilerinin rolü
SEO (Arama Motoru Optimizasyonu), doğal olarak Google arama sonuçlarındaki sıralamaları etkileyen en kritik faktörlerden biri. Koronska ve Rogers’ın araştırması, doğrulama ve yanıltıcı içeriklerin genellikle benzer düzeyde arama motoru optimizasyonuna sahip olduğunu, ancak Google’ın doğrulama içeriklerini öne çıkarmak için çeşitli stratejiler kullandığını açığa çıkarıyor. Yine de araştırmacılara göre bu stratejiler, “navigational queries” —yani doğrudan belirli bir kaynağı veya içeriği hedefleyen aramalar— karşısında yetersiz kalabiliyor.
Örneğin, belirli bir medya kuruluşunu aramak, kullanıcıyı doğrudan yanıltıcı içeriklere yönlendirebiliyor. Bu durum, algoritmaların sınırlarını ve moderasyon çabalarının eksikliklerini gözler önüne seriyor. Google’ın algoritmaları ne kadar rafine olsa da, manipülatif içeriklerin algoritmaların etrafından dolanma becerisini gösteriyor.
Moderasyon politikalarının etkisi
Araştırmanın bulguları, Google’ın doğrulama içeriklerine yönelik içerik moderasyonu çabalarının bazı alanlarda etkin olduğunu, ancak bu etkinliğin tutarlı olmadığını gösteriyor. Özellikle COVID-19, iklim değişikliği ve ABD seçimleri gibi konularda doğrulama içerikleri baskın olsa da, Ukrayna’daki biyolablar gibi tartışmalı konularda doğru ve yanlış içerikler arasındaki rekabet neredeyse eşit. Bu, Google’ın moderasyon stratejisinin bazı konularda daha gevşek veya daha az etkin olduğunu ortaya koyuyor.
Araştırma ayrıca, Google’ın doğrulama içeriklerini öne çıkarmak için algoritmalarını nasıl kullandığını da gösteriyor, ancak bu çabaların “navigational queries” gibi belirli arama türleri karşısında sınırlı kaldığını vurguluyor. Yanıltıcı içeriklerin görünürlüğü, kullanıcıların belirli anahtar kelimeler veya kaynaklar aramasına bağlı olarak artabiliyor, bu da moderasyonun etkinliğini azaltıyor.
Kullanıcının rolü
Araştırmacılara göre Google’ın moderasyon politikaları, her ne kadar doğru içeriklerin öne çıkmasına katkıda bulunsa da, bu çabaların yanıltıcı içeriklere karşı tamamen etkili olmadığını gösteriyor. Bu noktada, yanıltıcı bilgilerin yayılmasını önlemek için kullanıcıların daha aktif bir rol oynaması gerektiği ortaya çıkıyor. Şaşırtıcı olmayan bir biçimde medya okuryazarlığını artırmak, kullanıcıları doğru bilgiye ulaşma konusunda daha bilinçli hâle getirmek için hayati önem taşıyor.
Google’ın içerik moderasyonu çabalarının, bazı konularda doğru bilgiye öncelik verdiğini kabul etsek de, bu çabaların her zaman ve her konuda yeterince başarılı olmadığını görüyoruz. Yanlış bilgiye karşı verilen bu savaşta, medya kuruluşları, teknoloji şirketleri ve kullanıcıların birlikte hareket etmesi gerektiği açık. Dijital çağda hakikati bulmak, yalnızca algoritmalara güvenmekle kalmıyor; aynı zamanda toplumsal bilinç ve medya okuryazarlığına da yatırım yapmayı gerektiriyor.
Koronska ve Rogers’ın araştırması, hakikatin izini sürmenin zorluklarını, algoritmaların sınırlarını ve yanıltıcı içeriklerle mücadelenin ne kadar karmaşık ve çok katmanlı olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu mücadele, sadece teknolojiye değil, aynı zamanda eğitime ve farkındalığa da yatırım yapmayı zorunlu kılıyor. Tüketiciyi, üreticiyi, teknolojiyi, yasa yapanları, özdenetim kurumlarını ve dolayısıyla tüm ekosistemi dönüştürerek üstünden gelebileceğimiz bir problemle karşı karşıyayız.
Bu noktada Google ve diğer dijital platformların sorumluluğu büyük. Algoritmaların ve moderasyon politikalarının sınırları, yanlış bilgiye karşı verdiğimiz savaşın yeterli olmadığını gösteriyor. Platformlar, yalnızca doğrulama içeriklerini öne çıkarmakla kalmamalı, aynı zamanda yanlış bilginin yayılmasını sistematik olarak engelleyecek daha proaktif ve şeffaf yöntemler benimsemeli. Örneğin X’in (eski adıyla Twitter) şu an geldiği hâl dezenformasyonun kârlı bir sektör hâline gelişinin güzel bir örneği durumunda.
Teknoloji şirketleri, kullanıcıları yanıltıcı içeriklere karşı koruma yükümlülüğünü üstlenmeli ve içerik moderasyonu süreçlerini sürekli olarak gözden geçirmelidir. Dijital ekosistemin güvenilirliği, platformların bu mücadelede nasıl bir rol oynadığına bağlıdır; dolayısıyla, hakikat arayışında platformlar çok daha sorumlu bir yaklaşımı benimsemek zorunda.