Bir gazetecilik akademisyeni olarak uzun yıllardır uluslararası medya özgürlüğü raporlarında Türkiye’nin bir türlü arzu edilen yerlere gelememiş olmasından üzüntü duyuyorum.
Basın özgürlüğü konusunda benim için en önemli gösterge, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) tarafından her yıl 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde açıklanan Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’dir. RSF bu endeksi 2002 yılından beri düzenli olarak açıklıyor. Dolayısıyla bu endekse bakarak Türkiye’de basın özgürlüğünün nasıl bir seyir izlediğini de gözlemek mümkün.
Endeks oldukça kapsamlı bir anketle hazırlanıyor
Basın Özgürlüğü Endeksi 5 kriter üzerinden yapılan değerlendirmeyle oluşturuluyor. Anket, siyasal bağlama ilişkin 33, yasal çerçeveye ilişkin 25, ekonomik bağlama ilişkin 25, sosyokültürel bağlama ilişkin 22, güvenliğe ilişkin 12 olmak üzere toplam 95 sorudan oluşuyor.
Bu anket, her ülkeden RSF tarafından belirlenmiş gazeteci, akademisyen, araştırmacı ve insan hakları savunucuları tarafından dolduruluyor.
Türkiye 21 yılda 65 sıra geriledi
2002 yılında Türkiye, 139 ülke arasında 100. sırada gösterilmişti. 2002 yılı aynı zamanda AK Parti’nin tek başına iktidara geldiği yıldı ve o yıldan bu yıla kadar geçen süreyi medyada AK Parti dönemi olarak ele alabiliriz.
2003 yılında Türkiye 115. sıraya düşmüştü ancak endekse alınan ülke sayısı da 166’ya ulaşmıştı. 2004 yılında Türkiye 167 ülke arasında 113. sırada yer aldı. 2005 yılında yine 167 ülke arasında bu kez 98. sıraya yükseldi. Basın özgürlüğünde görülen bu iyileşme, iktidara yakın bir gazete olan Yeni Şafak’ta, “Basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye 98. olabildi” başlığıyla haberleştirilmişti. Haberde şu ifadeler dikkat çekiciydi: “AB yolunda gerçekleştirilen reformlara karşın Türkiye basın özgürlüğü açısından yine kötü not aldı. Dünya Basın Özgürlüğü Günü kutlanırken, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nce yayınlanan 2005 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, Uganda ve Liberya gibi ülkelerin de gerisinde kalarak 98.oldu.”
2006 yılında Türkiye 168 ülke arasında 100. sırada; 2007 yılında 169 ülke arasında 101. sırada; 2008 yılında 173 ülke arasında 102. sırada yer aldı. 2009 yılında tam 20 sıra geriye düşerek 175 ülke arasında 122. sıraya geriledi. Peki ne olmuştu da bu gerileme yaşanmıştı? RSF raporunda neden olarak şu ifadeler yer almıştı: “Bu düşüşün nedeni, Türkiye’de özellikle azınlıklar içerisinde Kürtleri hedef alan gazetelere yönelik sansür vakalarındaki patlama ve kamu makamları içerisinde özellikle Ordu ve yargının kamuoyuna mal olmuş sorunları kendi tekelinde tutma isteği olarak gösterilebilir.”
Türkiye 2010 yılında 178 ülke arasında 138. sıraya geriledi. Yayımlanan raporda düşüşün nedeni olarak şu ifadelere yer verildi: “Türkiye özelinde bu düşüşün nedeni gazetecileri hedef alan davalar, hapis cezaları ve mahkeme hükümlerindeki şiddetli artış. Bu vakaların arasında bir sürü Kürt ya da Kürt sorununu ele alan medya kuruluşu ya da çalışanı da var.”
Türkiye’nin endeksteki düşüşü 2011-2012 raporunda da sürdü ve 179 ülke arasında 148. sıraya geriledi. 2013 raporunda ise 154. sıraya indi. Raporda şu ifadeler dikkat çekiciydi: “Terörle mücadele adına, Türkiye demokrasisi bugün gazeteciler için dünyanın en büyük hapishanesi haline geldi. Her eleştiriyi çeşitli yasadışı örgütlerin komplosu olarak değerlendiren devletin güvenlikçi paranoyası, Kürt Sorunu’nun tekrar tırmanışa geçtiği son bir yıl içerisinde yeniden belirginleşti.” 2014 raporunda da Türkiye 154. sırada yer aldı. Raporda, “Yol ayırımındaki Türkiye” başlığıyla uzunca bir değerlendirme de yapılmıştı.
Türkiye 2015 raporunda 149. sırada; 2016 raporunda 151. sırada; 2017 raporunda 155. sırada; 2018 raporunda 157. sırada; 2019 raporunda 157. sırada; 2020 raporunda 154. sırada; 2021 raporunda 153. sırada; 2022 raporunda 149. sırada yer aldı. 2023 yılındaki son raporda ise 16 sıra gerileyerek 165. sıraya düştü. Raporda, “Türkiye’de zemin kazanan otoriterlik, medyada çoğulculuğa meydan okuyor ve muhalif görüşleri baltalamak için tüm araçlar kullanılıyor” değerlendirmesi dile getiriliyordu.
Türkiye, RSF endeksine göre AK Parti iktidarı döneminde 100. sıradan 165. sıraya gerilemiş görünüyor. Başlangıçta özgürlükçü bir tutum takınan, hatta 2004 yılında oldukça özgürlükçü bir Basın Yasası bile çıkaran AK Parti iktidarı 2009’dan itibaren medyaya karşı giderek otoriterleşen, yasakçı bir politika izlemeye başladı. En son da 2022 yılında gazetecilik meslek örgütlerinin itirazlarına karşın, “dezenformasyon yasası” adını verdikleri bir düzenlemeyle Basın Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nda değişiklikler yaptı.
Merdan Yanardağ vakası
Türkiye’de basın özgürlüğünün oldukça kırılgan olduğuna sayısız kanıt gösterebiliriz. Basın özgürlüğünü riske atan yasal düzenlemelerin varlığı bir yana, bu yasaların uygulanmasında da bir öngörülebilirlik olduğu söylenemez. Örneğin 2013 yılında başlatılan Çözüm Süreci’nde söylense hakkında hiçbir işlem yapılmayacak bir konuşma 2023 yılında yapılınca tutuklama nedeni olabiliyor. Oysa, tutuklamaya gerekçe yapılan Terörle Mücadele Yasası’nın 7. maddesinin 2. fıkrasına 2019 yılında yapılan bir ek cümle gayet açık: “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.”
Gazeteci Merdan Yanardağ ne yapmıştı? 20 Haziran 2023 Salı akşamı Tele 1’de yayımlanan “4 Soru 4 Yanıt” programında terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’la ilgili bazı açıklamalar, infaz sistemi ile ilgili eleştiriler yapmıştı. 20 Haziran tarihi önemli çünkü normalde televizyonların yayınlarını denetleyen RTÜK, suç oluşturduğu iddia edilen bir program yayımlanmışsa derhal harekete geçiyor. Oysa Merdan Yanardağ vakasında öyle olmadı. 25 Haziran’a kadar bu konuda herhangi bir eleştiri, soruşturma vb. yoktu. Ne olduysa 25 Haziran’da oldu. İlk olarak “Memleket Meselesi” adlı bir hesaptan programdan yaklaşık 1 buçuk dakikalık bir kesit, “Merdan Yanardağ, nam-ı diğer Mangır Merdan, CHP’nin televizyonu Tele-1 ekranlarında Abdullah Öcalan ve PKK hakkındaki düşüncelerini açıklıyor” diyerek paylaşıldı.
Ardından aynı video AK Parti İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi tarafından Twitter’da “TELE1 Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’dan Bebek Katiline övgüler…” ifadesiyle paylaşılarak yaygınlaştırıldı. Sonra birçok hesaptan Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasını isteyen yüzlerce paylaşım yapıldı. İlginçtir ki, 5 gün boyunca hiçbir işlem yapmayan RTÜK’ün Başkanı Ebubekir Şahin, 25 Haziran Pazar gecesi saat 11.41’de Merdan Yanardağ’ın sözleri nedeniyle Tele 1 hakkında inceleme başlatıldığını şu tweetle duyurdu: “Binlerce kişinin katili terörist başını öven Merdan Yanardağ denilen şahsın açıklamaları üzerine Tele 1 hakkında gerekli inceleme başlatılmıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.” Gördüğünüz gibi gazeteci bile demiyor RTÜK Başkanı. Bu arada, beni engellediği için kendi attığı tweeti doğrudan alıntılayamadığımı da belirtmiş olayım. Artık bunun değerlendirmesini de siz okurlara bırakıyorum.
Merdan Yanardağ’ın yaptığı konuşmanın suç oluşturup oluşturmadığına elbette mahkeme karar verecek. Ancak Türkiye’de bir konuşmanın suç sayılmasının ya da sayılmamasının objektif bir kriteri maalesef yok. Dün suç sayılmayan bugün suç sayılabiliyor veya tersi olabiliyor. Ne söylendiğinden çok kimin söylediği ve ne zaman söylediği daha önemli Türkiye’de. Örneğin Ayşe Hür Twitter’da, “Türkiye bir zamanlar böyle idi. Yukarıdaki şahıslara soruşturma açılmadı, ceza verilmedi. Doğrusu da oydu. Kanunlarımızda suç tanımlarının son derece muğlak, buna karşılık cezaların son derece ağır olması yetmiyormuş gibi, bir de ‘zamanın ruhu’ giriyor işin içine!” diyerek Emre Aköz’ün, Hilal Kaplan’ın, Nihal Bengisu Karaca’nın, Yasin Aktay’ın, Beşir Atalay’ın, Yalçın Akdoğan’ın, Cem Küçük’ün, Orhan Miroğlu’nun, Etyen Mahçupyan’ın, Bülent Arınç’ın 2013 ve 2014 yıllarında yazdıkları yazılardan, yaptıkları açıklamalardan, paylaştıkları tweetlerden örnekler veriyor.
Özgür basın demokrasinin olmazsa olmazı
Türkiye eğer demokratik bir ülke olacaksa bunun koşullarından biri de basının özgür olmasıdır. Basın özgürlüğü de en başta yasalarla güvence altına alınabilir. Türkiye’nin aslında 2004 ve 2005 yıllarındaki gibi özgürlükçü bir dönüşüme ihtiyacı var. Gazetecileri hapsederek, son derece muğlak ifadelerle yazılmış dezenformasyon maddesiyle muhalif gazetecilere gözdağı vererek, RTÜK üzerinden muhalif kanallara cezalar yağdırarak basın özgürlüğünü sağlamak mümkün değil. Durum daha da kötüleşebilir veya iyileşebilir. Bu tamamen AK Parti iktidarının vereceği karara bağlı. Umarım özgürlüklerden yana bir karar verir ve Türkiye’yi özgürlükçü rotaya yeniden sokar.
Peki bunu yapar mı? Maalesef çok umutlu değilim. Sebebine gelince, yeni Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un bundan 3 yıl önce 3 Mayıs 2020’de peş peşe paylaştığı tweetler bu karamsarlığıma sebep oldu. Bakan Tunç o tweetlerinde şunları yazmış: “1. CHP, HDP ve ittifak halinde oldukları siyasiler bu günü kutlarken Paris merkezli Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün sözde raporuna atıf yapmaktadırlar; 2. Türkiye’nin basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 157. sırada yer aldığını dillerine dolayan bu kişiler; ülkemizi, demokrasinin d’sinin bile olmadığı 3. Dünya ülkelerinin gerisinde göstererek karalama kampanyasına destek olmaktadırlar; 3. Dayanak gösterdikleri örgüt, sürekli Türkiye aleyhinde raporlar hazırlayan, başta Avrupa olmak üzere dünyada ülkemiz aleyhine algı oluşturmaya çalışan bir örgüttür; 4. Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili tek bir laf etmeyen bu örgüt, 15 Temmuz sonrası darbenin basın ayağını oluşturan FETÖ medyasına ve gazetecilere yönelik açılan soruşturmaları eleştiren bir örgüttür; 5. Haklarında terörü destekledikleri için soruşturma açılan PKK, DHKP-C, FETÖ yandaşı bir kaç gazeteciyi (zaten tamamına yakını yurtdışında kaçak) örnek göstererek Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığını söylemek bu örgütlere hizmet eden açıklamalardır; 6. Demokrasilerde yazı yazdığı için kimse soruşturulamaz, sonuna kadar taraftarız. Ancak, Şiddeti teşvik, terör örgütlerine destek olan yazma ve çizmeler hiç bir Demokratik Hukuk Devletinde özgürlük kapsamında değildir; 7. Ülkesini seven, demokrasiye inanan, haber veren, eleştiren, görevini hakkıyla yerine getiren tüm basın mensuplarının 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü gününü kutluyor, görevlerinde başarılar diliyorum.” (Not: Yazım yanlışları yazara aittir).
Eyvah ki eyvah. Yılmaz Tunç, RSF için bir tek terör örgütü dememiş. Deseymiş benim bu yazı da terör örgütünü övme kapsamına pekâlâ alınabilir. Bu düşüncelere sahip bir Bakan basın özgürlüğüne benim baktığım yerden bakabilir mi, sanmıyorum. Yine de, bazen ekonomik koşulların, siyasal konjonktürün iktidarları özgürlükçü bir çizgiye çektiğini biliyoruz. Bu sefer neden olmasın?