Bir zamanlar Türkiye’nin nabzını tutan, o haftaya damga vurmuş olayları derinlemesine okuyabileceğiniz haftalık haber dergileri çıkardı. Ekipler ülkenin yıldız gazetecilerinden oluşur, haberi en hakkaniyetli şekilde verebilmek için sabahlara kadar sayfalar yapılırdı… Aktüel, Tempo, Newsweek Türkiye gibi bahsi geçen dergilerin yerinde şimdi yeller esiyor. O gazetecilerin bir kısmı ise mesleğe devam etmeye çalışıyor ya da farklı şekillerde hâlâ hayata dokunuyor. Yolun henüz başındayken aynı dergide çalışmaktan büyük gurur duyduğum isimlerle bugün o günleri yad etmek istedim. Çağla Öztek, Yenal Bilgici ve Ayşegül Savur özlemle anlatıyor.
[bctt tweet=”Çağla Öztek: Dergiciliğin duygusal tatmini paha biçilemezdi; büyük bir şeyin parçasıydınız, bir işe yarıyordunuz, dünyayı değiştirme gücünü hissediyordunuz.” username=”newslabturkey”]
Çağla Öztek, teleksle haber geçildiğine tanık olmuş, dos üzerinde işleyen Editor programını da kullanmış ve ICQ’dan röportajlar yapmış bir gazeteci. Dergiciliğe 1996’da 1 Numara Yayıncılık’ta iki aylık Aktüel2000’le başlayan Öztek, sonrasında toplamda en uzun Aktüel dergisi olmak üzere çoğunlukla haftalık haber yayınlarında çalıştı. “Aktüel ve son olarak da Newsweek Türkiye benim gazetecilik kariyerimin asıl belirleyicileri oldu,” diyor. 2000’lerin başında dergide çalışmanın rutinini ise şöyle anlatıyor: “Ablalarım ve abilerimden ‘haber dergiciliği’ denen şeyin haftalık; haberciliğin ise 7/24 bir iş olduğunu öğrendim. Haber toplantısının hemen ardından yükselen gerilimin matbaa günü geldiğinde zirveye çıktığını ve bunun fiziksel ve ruhsal etkisinin kalıcı olduğunu ise çok sonra kabullendim. Haftada altı gün çalışıp, bir gün uyumaya ve yaşamaya çalışmak gerekiyordu. Sürekli okumalıydınız; her sabah gazeteleri, her ay dergileri, internette akıp giden her şeyi… Dünyayla doğrudan bağlı yaşıyordunuz. Duygusal tatmini paha biçilemezdi; büyük bir şeyin parçasıydınız, bir işe yarıyordunuz, dünyayı değiştirme gücünü hissediyordunuz… Ve bunu her hafta yeniden ve yeniden yaşıyordunuz. Bu durum, orta vadede hoş bir şey gibi görünebilir ama uzun vadede ‘insani çalışma koşulları’ tarifinin bu olmadığı anlaşılıyor.”
[bctt tweet=”Çağla Öztek: Haftalık habercilik bir tür inşaat işi.” username=”newslabturkey”]
Dijitalin birçok alanı ele geçirmesiyle birlikte basılı haber dergiciliğinin de durumuna bir bakalım istiyorum. Öztek basılı yayınların sonuna geldiğimizi düşünenlerle aynı kulübe üye olmadığını söylüyor. “Belki onlar fena hâlde haklılar ama bu fikri bünyem kabul etmeye hazır değil. Kâğıdın büyüsü, kokusu ve gücünden öyle kolayca vazgeçilebileceğini sanmıyorum” diyor ama “bir evrim yaşandığını göz ardı edecek kadar da şaşkın değilim” diye de ekliyor. Günlük ve haftalık haberciliği ise şöyle kıyaslıyor: “Günlük habercilik; koşulları gereği 5N1K ile sınırlıyken, haftalık habercilik bir tür inşaat işi; tasarım, kazı, temel atma ve taşları üst üste koyma faaliyetine zaman tanıyan bir iş. Dijital platform başta öyle görünmese de artık bu faaliyet için de uygun olgunluğa ulaştı sanıyorum. Belki de basılı ve dijital alemlerin arasındaki temel fark, tüketim hızındadır. Hızlı tüketilen şeyin, ucuza ve alelacele üretilmesi gerekiyor. O da bazı masraf kalemlerinden taviz vermeye zorluyor üreticiyi. Kâğıt masrafından kurtulmak en tatlısı tabii. Öte yandan bilginin üretilmesi, teyitli, güvenilir ve anlaşılır hâle getirilmesi, yani muhabirlik ve editörlük kalemleri de bütçeyi en çok kabartanlar. ‘Sanal alemde kaybolup gidecek’ bir şey için neden bütçeyi zorlayalım ki?!”
Bugünün haber dergiciliğinin şu an Türkiye’de yapılmadığını söyleyen Öztek, dünyada da can çekiştiğini düşünüyor. “Dijital habercilikse kanımca yorum ve analiz derinliği taşıyan haftalık haberciliğin boşluğunu doldurmak için samimiyetle kendini geliştiriyor. Avantajı hızı ve ulaşabileceği okur potansiyeli, dezavantajıysa bütçe kaygısıyla düşen editoryal kalite ve etik hassasiyet, sanıyorum.”
[bctt tweet=”Yenal Bilgici: Türkiye’de nesli tükenen haber dergileri, bir gazetecinin geçebileceği en iyi tezgâhtır.” username=”newslabturkey”]
Yaklaşık 20 yıl evvel henüz üniversitedeyken Nokta Dergisi’nde dergiciliğe başlayan Yenal Bilgici; birçok gazete ve dergide muhabir, editör, haber müdürü olarak çalışmış bir isim. Bilgici bu yıl, tarihçi İlber Ortaylı’yla beraber Bir Ömür Nasıl Yaşanır isimli bir kitap da çıkardı. “O dönem yaptığım çok haber, bu zehrin kanıma karışmasına sebep olmuştur,” diyor ve ekliyor: “Attila İlhan’la saatler süren bir röportaj başka hiçbir işte ve mecrada böyle bir şansım olmayacağını bana gösterdi.” Daha sonra yıllarca gazetelerde de çalışsa, kendini hâlâ dergici olarak görüyor Bilgici. Bir gazeteci için haber dergilerinin farkını ise şöyle anlatıyor: “Türkiye’de nesli tükenen haber dergileri, bir gazetecinin geçebileceği en iyi tezgâhtır. Çünkü orada her işe bakarsınız. Bu yüzden haber dergileri, Türk basınına epey yönetici çıkarmıştır.”
“Benim dönemimin üzerinden de çok geçmedi ama haftalık haber dergisi kalmadığı için erken bir dinozorluk yaşadığım da düşünülebilir” diyen Bilgici, dergilerde çalıştığı zamanlardaki rutinini şöyle anlatıyor: “Haber dergilerinin rutini pazartesi toplantısı ve cuma (Newsweek Türkiye’de cumartesiydi) sabahlamasından ibaretti. Geriye kalan zaman, bazen çok bunaltan ekstra toplantıların haricinde muhabire, editöre aittir. Bu şablon, bugünkü gazetelerin hafta sonu eklerinde de farklı değildir. Muhabir dışarı çıkar, haberinin peşine düşer. İşi yakalar, getirir, pişirir, yazar. Röportaj yapacaksa çalışır, sonra da gerçekten sıkıcı olan teyp/kayıt çözme işine girişir.” Bu sistemin, iyi uygulanıyorsa bir gazeteciyi en çok rahat ettirecek sistem olduğunu düşünen Bilgici, bunun nedenini de şöyle açıklıyor: “Mesleğin büyükleri kapalı kapılar ardında değildir, ustalık-çıraklık hakkını vererek yaşanır. Bu arada bizim dergiciliğimizde editörlerle muhabirlerin pek farkı yoktur. Editör de habere çıkar. Muhabirden farklı olarak, onun getirdiği haberi de okur, düzenler ve muhabiri yönlendirir.”
[bctt tweet=”Yenal Bilgici: Aynı kafadaki insanlar, her zaman ilk iş bir dergi çıkarmak isterler. Tarihin matbaadan sonra her döneminde bu böyledir. Türkiye’de, dünyada böyledir. Bu değişmeyecek. Değişmez, çünkü söz uçar yazı kalır. En iyi de kâğıtta kalır.” username=”newslabturkey”]
Basılı dergiciliğin durumunu mecra ve hız kavramlarıyla şöyle açıklıyor Bilgici: “Basılı hiçbir şeyin ömrünün tükendiğini düşünmüyorum. İnternetin getirdiği ilk şok dalgası geçti, şimdi resim yavaş yavaş netleşiyor. Belirleyici olan iki mesele var: Mecra ve hız; yani mekân ve zaman…” Mecra olarak kâğıdın hâlâ fikirleri iletmede kullanışlı bir araç olduğunu düşünüyor. “Dergicilik niş alanlarda hep başarılı olmuştur, bundan sonra daha da başarılı olacağı ortada; çünkü aksi gösterge yok. Beri yandan dışarıda, ekonomik kriz yaşamayan ülkelerde yeni dergiler çıkıyor. Hâlen ‘basılı’ reklam, özellikle lüks kategorilerde ve özel ilgi alanlarında büyük iş yapıyor; insan doğası hatırı sayılır derecede değişmedikçe iş yapmaya da devam edecek.” Hızın ise haber dergiciliğiyle birlikte bazı dergi türlerini öldürdüğü kanaatinde Bilgici. Neden dergi okunması gerektiğini ise şöyle anlatıyor: “Twitter’ın bile haber atlatmaya yetmediği bir dönemde, ‘ne olmuş’u öğrenmek için dergi okumaya gerek yok. Ama ‘Ne olacak’ için hâlen her şey okunabilir. Time’ın şu ana kadar yaptığı denemeler bir ders niteliğinde. Hem analizi arttırmaya hem dergiyi daha oyuncaklı bir hâle getirmeye çalışıyorlar. Bence bu iki ayrı dergi türü. İkisi de ayrı ayrı başarılı olabilir. Gelecek dönemde, Türkiye’de de, öncelikle analize dayanan, bol yazılı dergilerin aramıza döneceğini düşünüyorum. Radikal 2’nin bir dergi formatında olduğunu düşünün. Oyuncaklı, grafik yoğun dergiler de dönecektir ama Türkiye’ye onlar daha geç girer. Yaygın kanaatin aksine, Türkiye’de okurlar, daha doğrusu parasını dergiye yatıran okurlar, grafikten çok yazıya değer verir.”
Yazının en iyi kâğıtta kaldığını ise şöyle anlatıyor Bilgici: “Aynı kafadaki insanlar, her zaman ilk iş bir dergi çıkarmak isterler. Tarihin matbaadan sonra her döneminde bu böyledir. Türkiye’de, dünyada böyledir. Bu değişmeyecek. Değişmez, çünkü söz uçar yazı kalır. En iyi de kâğıtta kalır.”
[bctt tweet=”Ayşegül Savur: Pazartesi ve salı geceleri genellikle ofiste sabahlardık. Perşembe günü, bir sonraki haftanın toplantısını yapar ve yeniden aynı çalışma sistemine girerdik.” username=”newslabturkey”]
Henüz üniversitedeyken Star TV’de dış habercilikle mesleğe başlayan Ayşegül Savur, 12 yıl boyunca Star, ATV ve CNN Türk’te çalıştı. 2007 yılında Tempo Dergisi’nde haber müdürü olarak çalışmaya başlayan Savur, daha sonra 2017’de dergi kapanana kadar derginin yayın yönetmenliğini üstlendi. Tempo dergisindeki rutinini şöyle paylaşıyor: “Tempo, haber ve genel merak dergisi idi. Dolayısıyla ekip olarak tek bir alanla değil pek çok farklı konuyla ilgilendik. Bunun yanında çıkardığımız ek kitapçıkları, Tempo Travel dergisi gibi yayınları da hazırladık. Bu yüzden hayli yoğun bir 10 yıl geçirdiğimi söyleyebilirim. Tempo önce haftalıktı ve perşembe günleri piyasaya çıkardı. O yüzden pazartesi ve salı geceleri genellikle ofiste sabahlardık. Perşembe günü, bir sonraki haftanın toplantısını yapar ve yeniden aynı çalışma sistemine girerdik. Tempo 2009’un Şubat ayında aylık yayın hâline geldi. Onun da farklı bir temposu var. Rahat gibi geliyor başta insana ama takipçilerinize bir ay boyunca sıkılmayacakları, hep ellerinin altında tutacakları bir dergi sunmanın telaşını yaşıyorsunuz. Önünüzde zaman olduğu için daha çok detaycı ve titiz olabiliyorsunuz.”
[bctt tweet=”Ayşegül Savur: Derginin az satmasından ziyade, reklamverenin ilgisini kaybetmesi zorlayıcı bir durum. Ama onlar da satış rakamlarına bakıyor tabii, bir sarmal bu.” username=”newslabturkey”]
Basılı dergiciliğin miadının henüz dolmadığını ama aşırı derecede kan kaybettiğini düşünüyor Savur. Bunun yeni bir durum olmadığını ve derginin son döneminde Tempo’yu da farklı bir çizgiye getirme nedenlerini de şöyle anlatıyor: “Şimdi hâlâ bana ‘O sayıları atmaya kıyamıyorum’ diyen insanlar var. Çünkü dergiciliğin yaşaması için derginizi olabildiğince niş hâle getirmeniz gerekiyor. Yani hedef kitleyi tam olarak vurmaya yönelik hamleler yapmanız lazım. Çünkü dergiler ağırlıklı olarak reklam geliriyle yaşıyor. Reklamveren ne yaptığınızı tam olarak algılayamadığında (ki Tempo’nun da marka olarak en büyük sorunu buydu, yılların haber dergisi olması ve bu algının genel kültür/genel merak dergisi sınıfına evrilememesi) işler kötüye gitmeye başlıyor. Yani derginin az satmasından ziyade, reklamverenin ilgisini kaybetmesi zorlayıcı bir durum. Ama onlar da satış rakamlarına bakıyor tabii, bir sarmal bu. Eskiden ayda 30 bin satan bir derginin şimdi 10 binli satış rakamlarını yakalaması büyük başarı. Bu durum reklamvereni genellikle dijitale, sosyal medyaya itiyor. Görüyorsunuz, markaların sosyal medya influencer’larıyla iş birlikleri vs. giderek artıyor.”
[bctt tweet=”Ayşegül Savur: İçeriği kullanmayı iyi bilenler yaşları itibariyle teknolojiyi çok iyi kullanmayı bilemeyebiliyor; teknolojiyi çok iyi kullanan genç nesil ise içerik konusunda bazen yetersiz kalıyor.” username=”newslabturkey”]
İçeriğin asla ölmeyeceğini söyleyen Savur, içeriğin sadece form değiştireceğini savunuyor. İnternet siteleri, iyi kullanılan sosyal medya hesapları, yine iyi içerikli YouTube kanıtlarının da bunun göstergesi olduğunu söylüyor. “Zaten günümüzde de çok kullanılan bir cümle var: Content is the King! (İçerik kraldır). Bunu herkes artık çok iyi biliyor. Markalar da çoktandır bunun bilincinde, o yüzden çoğu kendi mecrasını oluşturdu. Bir teknoloji markasının ürünleriyle ilgili bilgi mi almak istiyorsunuz, açıyorsunuz YouTube’u o markanın kendi kanalında tüm detaylarıyla almak istediğiniz ürünü görebiliyorsunuz. Önemli olan dünyanın gittiği yere göre içeriği nasıl işleyeceğini bilmek.” Bir geçiş döneminde olduğumuzu düşünen Savur, sosyal medyadaki içeriklerin niteliğine dair şu yorumu yapıyor: “İçeriği kullanmayı iyi bilenler yaşları itibariyle teknolojiyi çok iyi kullanmayı bilemeyebiliyor; teknolojiyi çok iyi kullanan genç nesil ise içerik konusunda bazen yetersiz kalıyor. Bu ikisi arasında güzel bir köprü kurulması lazım. Şu an ne yazık ki You Tube ve sosyal medyanın büyük bölümü bence çöp içerikten oluşuyor.”