Ruşen Çakır: Büyüyünce televizyon olmayacağız, biz buyuz, böyle kalacağız

1985 yılında Nokta Dergisi’nde gazeteciliğe başlayan Ruşen Çakır, sırasıyla Tempo, Cumhuriyet, Milliyet, CNN Türk, NTV, Vatan ve Habertürk’te çalıştı. TESEV’de Demokrasi, Sivil Toplum ve İslam Dünyası programını yönetti. Açık Toplum Vakfı Danışma Kurulu’nda görev yaptı. 20 Ağustos 2015 tarihinde yayın yönetmeni ve yazarı olarak kurduğu Medyascope TV‘de hâlen program yapmakta.

“Yaptıkça öğrendik, öğrendikçe yeni şeyler yaptık ve de şu önemli tabii: Kendimizi kanıtladıkça, prestijimiz arttıkça daha fazla kaynak bulabildik,” diyen Ruşen Çakır’la Medyascope TV çerçevesinde yeni medyayı ve Medyascope TV özelinde geleceğe dair planlarını konuştuk.

2015 yılında yayın hayatına başladınız. Öncelikle Medyascope TV’nin fikir sürecinden başlayıp ilk zamanlarını biraz anlatabilir misiniz?

İlk başta ben Periscope yayınları yapıyordum. O zaman Habertürk’te çalışıyordum. Seçim mitinglerinden yayın yaptım. Ondan sonra Habertürk’teki odamda analizler yaptım. Sonra insanlarla röportajlar yaptım. Teknik olarak çok zor oluyordu, bir arkadaşım da yardım ediyordu. Daha sonra bunları gören, şirket sahibi iki kişi (bir kadın ve bir erkek) bana bir mail attılar. Denet ile Nurdan… Tanışmak istediler ve geldiler. Onlar bir öneri getirdiler. Benim yaptıklarımdan hareketle gönüllü olarak teknolojik destek vermek istediklerini söylediler. Onların önerdikleri ile benim yapmak istediğim arasında tartışarak sonuçta Medyascope projesi gelişti. Ve Medyascope internet sayfası hazırlandı. İlk aşamada, benim o zamana kadar yapmış olduğum Periscope yayınlarımı yükledik. Bu arada bir platforma dönüştürmek için bir takım gazetecilere çağrı yaptım. Ama bir çoğu olumlu cevap vermedi. Bir tek Ünsal Ünlü Ankara’dan, Barbaros Devecioğlu İngiltere’den ve birkaç kişi daha ilgilendiklerini belirttiler. 15 Ağustos 2015’te de benim odada yine bir açık oturumla Medyascope sayfasını açtık. Açık oturuma Levent Gültekin ve Kadri Gürsel katıldı, ben yönettim. Bayağı 1 saati aşkın sürdü yayın. Ama kalite olarak, özellikle seste sorunlar oldu. Bağlantılarda kopma oluyordu.

Medyascope’un üçüncü Periscope açık oturum yayınından bir kare. Çakır’ın konukları Levent Gültekin ve Kadri Gürsel.

“Esas olayımız bu stüdyoda yapılan yayınlar”

Daha sonra fotoğrafçı, arkadaşım, Manuel Çıtak, kendisine babası ve amcasından kalan, fotoğraf stüdyosu olarak kullandığı stüdyoya (Medyascope TV stüdyosu) davet etti. Buraya geldik, yayınları burada yapmaya başladık. Önce sadece Periscope yayını yaptık; o zamanlar sadece iPhone ve iPad’den yapılabiliyordu.

Daha sonra yurt dışından fon bulmaya başladık. O fonlar sayesinde de teknik altyapıyı geliştirdik. Bu arada bir anonim şirket kurduk. Sonrasında, Manuel ve diğer arkadaşlarım da bu şirkete ortak oldular. Ondan sonra da, gönüllü olarak gelen gençlerin bazılarını fon buldukça kadrolu işe aldık. Adım adım gelişti. Daha sonra Periscope, teknolojik bir yenilik yaptı ve artık iPad’den yayın yapmamız gerekmedi. Normal kamera ile çekilebilir oldu. Bu arada Youtube ve Facebook canlı yayınları olanaklarını da kullanmaya başladık ve Amerika’dan aldığımız “live stream” masadan, bir kameradan üç yere dağıtmaya başladık vesaire. Bu arada kalıcı olduğumuz anlaşıldıkça ilgi de destek de arttı. Sonuçta şimdi yaklaşık 30 kişinin kadrolu çalıştığı bir yer hâline geldik. Hafta sonları olağan dışı bir durum olmazsa çalışmıyoruz. Günde saat 11 ile akşam 11 arası 12 saatlik bir zaman diliminde, daha çok stüdyoda yayın yapıyoruz. Stüdyo yayınının dışında da siteye özellikle dış dünya ile ilgili çeviri yazılar koyuyoruz. Bir de arkadaşlarımız dışarıda röportajlar yapıyorlar. Video olarak onları koyuyoruz. Kısmen, podcast olarak yaptığımız haberler var. Bir de dışarıdan, kendisi bir şeyler üreten kişilerin (mesela podcast yapıp kendisi yükleyen ya da video yapıp Youtube hesabına yükleyen) onayları ile onları sayfamıza koyuyoruz. Mesela Medyapod‘un podcastlerini koyuyoruz. Ada Sahilleri diye İngiltere’den iki arkadaşın yaptığı spor podcastini koyuyoruz. Bizim sayfaya girenler aslında onlardan izliyorlar. Böyle bir platform olma durumunu da yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Yani burada ürettiğimiz işlerin dışında başka üretilen işleri başka üretenlerin rızası dahilinde Medyascope’ta daha fazla insana duyurma için katkıda bulunuyoruz. Onlar da tabii içerikleriyle bize katkıda bulunuyorlar. Böyle karşılıklı, her iki tarafın da kazandığı bir şey yapmış oluyoruz. Ama esas olayımız bu stüdyoda yapılan yayınlar.

Fotoğraf: Cibali Postası

Türkçe haricinde Kürtçe, Fransızca, İngilizce ve Almanca yayın yapıyorsunuz, diğer dillerdeki yayın yapma fikriniz nasıl oluştu?

Bir kere şöyle bir şey var, kullandığımız uygulamalar yani yeni teknolojiler küresel teknolojiler. Bizim Periscope ya da Youtube yayınlarımızı izleyebilmek için Türkiye sınırları içerisinde olmanız gerekmiyor. Dünyanın herhangi bir yerinde insanlar bizim yayınlarımızı izleyebilirler. Bir kere bu çok kolay. Yani bir şey yapmaları gerekmiyor ve mesela dünyanın dört bir yanından Türkçe konuşan insanlar bizi izleyebiliyorsa başka dilde konuşan insanlar da teorik olarak izleyebiliyorlar. Mesela, bunu ilk yapmaya başladığımızda, İngilizce canlı yayın yaptığımızda Dexter Filkins (New Yorker yazarı) Türkiye’deki 15 Temmuz ile ilgili çok kapsamlı bir konuşma yapmıştı. Onu, Zeynep Ekmekçi burada İngilizce olarak yaptığında çok büyük bir ilgi gördü.

Anladığım kadarıyla, Türkiye’deki darbeden haberdar olan dünyanın dört bir tarafından insanlar da izlediler.

Ama kafamızda vardı bu. Simültane çeviri yapmıyoruz. O çok zor ve gereksiz. Şöyle yapıyoruz; önce İngilizce ya da Fransızca olarak koyuyoruz, daha sonra çevirisini yapıp çevrilmiş hâlini yayınlıyoruz. Ama biz burada çok dilli bir yayın yapıyoruz. Fransızca, Almanca, Kürtçe yaptık ve Arapça yapmaya niyetimiz var. Ama burada temel mesele şu; Fransızca ve İngilizce anlama konusunda benim bir sorunum yok iki dili de biliyorum ama diğer dillerde daha çok güven meselesi… Burada her önüne gelen “Ben şu dilde yayın yapayım size” dediği zaman o dili bilmediğiniz zaman yayın yaptırmak sorun olabilir. Onun için güvendiğimiz insanlarla (ki böyle insanlar var) olabildiğinde çeşitlendirmeye çalışıyoruz. Kürkçe ve İngilizce haftalık haber bülteni yapıyoruz. Bu bizim kendi kararımızdı. Kürtçe olan 100 yayını aştı. İngilizce biraz daha geç başladı. Bir de özellikle benim yaptığım analiz videolara haftada bir tane Kürtçe ve İngilizce altyazı yapılıyor. Türkiye’yi merak eden insanların (özellikle yabancıların) çok fazla kaynağı yok. Yani İngilizce, Fransızca yayın yapan kaynaklar yok. O anlamda böyle bir boşluğu dolduracağımızı sanmıyorum ama katkı yapmaya çalışıyoruz.

Medyascope stüdyosunun önceki dönemlerdeki yayınlarının birinden bir kare.

“Ben buna sürdürülebilir cesaret diyorum”

2017 yılında yaptığınız bir açıklamada “Bazı şeyleri zamana yaymak gerekiyor, acele etmemek gerekiyor,” demiştiniz. Bunu Medyascope açısından biraz daha açabilir misiniz?

Biz, bilinen tabir ile “kervanı yolda düzdük”. Yaptıkça öğrendik, öğrendikçe yeni şeyler yaptık ve de şu önemli tabii: Kendimizi kanıtladıkça, prestijimiz arttıkça daha fazla kaynak bulabildik. Çünkü, eninde sonunda biz olabildiğince ucuza içerik üretiyoruz. Ama yine de sonunda maddi imkân meselesi… Malum siyasi nedenlerle reklam alma imkânımız olamıyor. Yaptıkça öğreniyoruz, acelemiz yok. Ben buna “sürdürülebilir cesaret” diyorum. İnsanlar genellikle biz gazetecilerden hızlı, sert, zıpkın gibi işler bekliyorlar. Bunlar uzun soluklu şeyler değil. Sürdürülebilir olması en önemli şey. Biz mesela, üç yılı aşkın süredir bu işi yapıyoruz. Üç yılı aşkın süredir yaptığımız işler içerisinde çok dikkat çeken röportajlar vesaire var. Mesela buraya Bülent Arınç, Selahattin Demirtaş, Meral Akşener geldi… Ama, onun dışında da sakin sakin işimizi yapıyoruz. “Kısa zamanda çok şey yapalım, değiştirelim, edelim” gibi bir şeye gazetecinin ne imkânı ne de böyle bir misyonu var. Türkiye’de çok ciddi bir haber boşluğu var. Türkiye’de ana akım medya kalmadı ve normalde biz ana akımın olduğu bir ülkede yandan, daha kendine özgü bir kanal olmalıydık. Ama ülkede ana akım kalmayınca onun boşluğunu doldurmak gibi sorumluluk geliyor üzerimize. Mesela bu noktada hafta içleri Ana Haber Bülteni yapıyoruz. Bence şu anda Türkiye’de en ana akım haber bültenini biz yapıyoruz. Diğer televizyon kanallarının nasıl yaptığını bildiğim için söylüyorum bunu. Mesela, bunu bizim yapmamız gerekmeyebilirdi. Ama bunu bir yükümlülük olarak gördük ve Ana Haber Bülteni bizim buradaki yayınlarımızın omurgasını oluşturdu.

Gelir kaynağınız nedir? Fonlama, reklam ya da başka tür gelir kaynaklarını nasıl kullanıyorsunuz?

Esas olarak fonlardan kaynak sağlıyoruz. Okuyucu/izleyici katkısı (Patreon’dan gelenler) çok cüzi. Ama bir anlamı var. Esas olarak fon buluyoruz. Yani, yabancı fonlar (Türkiye’de yerli fon gibi bir şey yok zaten) oluyor. Bunlar zaten hepsi açık bir şekilde kanunlar içerisinde olan hususlar. Hepsinin nereden geldiğini sayfamızda belirtiyoruz.

“7/24 yayın yapmamak bize bir özgürlük veriyor”

Kaç kişi çalışıyor Medyascope’ta ve bu ekibin ne kadarı iletişim fakültesi kökenli? Sizin çalışanlarınızın iletişim fakültesi kökenli olmaları gibi bir beklentiniz var mı?

Şu ana kadar buraya gelip giden çok insan oldu. Genellikle bana mail atıyorlar. Gönüllü olarak geliyorlar. Kimseye hiçbir maddi bir şey vadetmiyoruz. Ama gazetecilik öğrenmeyi vadediyoruz. Onlara hep, “ne kadar katarsanız o kadar alırsınız” diyorum. Ondan sonra da imkânlarımız ölçüsünde onların da beklentisine göre çok yüksek olmayan ücretlerle kadrolu çalışıyoruz ve şu anda da yaklaşık 30 kişi çalışıyor. Ama her dönem burada gönüllü ya da stajyer olarak çalışan arkadaşlar var. Onların sayısı sürekli değişiyor. Mesela, yaz aylarında okullar kapalı olduğu zaman daha çok geliyorlar.

Şimdi, iletişim fakültelerinden, gazetecilik okullarından gelenler de var. Onun dışında bizde özellikle sosyal bilimler okuyan gençler de var. Neredeyse yarı yarıya diyebiliriz. Özel olarak bir şey (şunlar olsun, bunlar olmasın gibi şeyler) yapmıyoruz. Zaten, buraya gelmek isteyen herkes geldi. Bazıları kendi tercihleri ile kalmadı. Başka iş buldular, okulları daha baskın çıktı, şu oldu bu oldu. Kimileri beklediğini bulamadı gitti herhalde. Ama buradan çok sayıda insan geldi geçti ve daha da öyle olacağa benziyor. Mesela CV falan yolluyorlar. Ben bakmıyorum CV’lere. Birisinin Medyascope’a katkıda bulunmak istemesi benim için yeterli oluyor. İş başvuruları son dönemde başladı. İş başvurularına maalesef olumlu cevap veremiyoruz. Çünkü burada iş imkânı yok. Biz anca ucu ucuna gidiyoruz ve öyle bir çalışacak insan aramıyoruz. Ama buraya katkıda bulunmak isteyen herkese yapabileceği şeyler olduğunu söylüyoruz. Son dönemde işsiz kalan gazeteci meslektaşlarımızdan çok fazla başvuru oluyor ama maalesef öyle bir imkânımız yok.

Mirgün Cabas, Can Kozanoğlu ve Ruşen Çakır.

Belirli bir dönemden itibaren ağırlıklı olarak gazeteciler tarafından haber siteleri kurulmaya başlandı, siz neden video içerik oluşturduğunuz bir mecra kurdunuz? Ufak ya da geniş çapta içerik olarak olmasa da şekil olarak sizin gibi videolu içerik yapan mecralardan farkınızın ve sizi öne çıkaranın ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Tek tek bireylerin ya da kurumların Periscope vesaire kullandığını da görüyoruz. Bazen haber kanalları da yapardı, hâlâ yapıyorlar mı bilmiyorum… Ama biz Türkiye’de ve galiba dünyada haber televizyonu konseptini sosyal medya üzerinden yeni medya teknolojileri ile yapan tek yeriz.

Burası benden ibaret değil. Burada haber akışı vesaire var. 7/24 yayın yapmıyoruz, o bize büyük bir özgürlük veriyor. Ama bizim gibi yayın yapanların olduğunu sanmıyorum.

Tek tek yapanlar var… Kimileri bence çok başarılı, kimileri çok umurumda değil. Ama, onların yaptığı ile bizim yaptığımızın arasındaki fark şu: Biz bir kurumuz, bunu adım adım inşa ettik ve belli bir noktaya geldik.

Bize benzer yapılar oluşur gibi oldu ama tam olarak olmadı. İsim vermek istemiyorum, bir takım Periscope’dan canlı yayın yapanlar oldu ama yürümedi ya da çok etkili olmadı. Biz o anlamda farklıyız. Tabii ki, tek tek yapılan şeylerin de değeri var.

Yayına başladığınızdan beri ne tür teknolojik aksaklıklarla karşılaştınız? Bu hatalara “tamam düzeltip devam edelim” mi dediniz yoksa “bunu böyle yapmalıymışız demek ki” diyerek mi devam ettiniz?

Bizim burada yaptığımız iş yeni bir iş. Bu bilgisi olamayan bir iş. Yani şöyle diyelim, biz burada bir televizyon haber kanalı kurmak istesek, burada deneyimli arkadaşlarımız var, onlar gelir pat diye bir haftada bütün sistemi kurup yaparlar. Ama bizim burada yapmak istediğimiz, yeni teknoloji kullanarak habercilik yapmak, bunu da yaptıkça öğreniyoruz. Özellikle ilk başta teknik birçok sorunu çözmek için iptidai yöntemler geliştirdi arkadaşlar. Yani Perşembe pazarından alınan şeylerle, ara kablolarla üretim oldu. Çünkü bunun bir örneği yoktu ve elbette sorunlar oluyor. Mesela, aldığımız reji masasının programıyla ilgili sorunlar oluyor. Yayınlarda oluyor. Kimi durumda internet bağlantısı üzerinden gittiğimiz için bizim, ama daha çok da karşı tarafın bağlantısındaki aksaklıklardan dolayı sorunlar oluyor. Mesela haftada bir Washington’dan yaptığımız Transatlantik’te çok sorun oluyor. İnsanlar bizden olduğunu sanıyor ama Washington’daki internet bağlantısından oluyor. Böyle şeyler oluyor. Bunları çözebildiğimiz kadar çözüyoruz. Ama bunlar, şu aleti taktın oldu gibi çözülen işler değil. İnsanlar öyle sanıyorlar. Hani biz bir şeyi yapmamız gerekirken yapmıyoruz sanıyorlar ve o yüzden de çok tatsız eleştiriler geldiği de oluyor. Yani, insanların anlayışı ile ilgili bir şey. İlk başta yaptıklarımızla şimdi yaptıklarımız arasında çok büyük fark var. Ama hâlâ özellikle sesle ilgili sorunlar yaşanabiliyor. Çünkü, bizim çok geniş imkânlarımız yok. Mesela olsa, şu stüdyoyu tamamen kapatmamız gerekir. Ama bayağı para gerektirdiği için yapamıyoruz. İlk fırsatta yapmayı düşünüyoruz.

[bctt tweet=”Ruşen Çakır: Özellikle ilk başta teknik birçok sorunu çözmek için iptidai yöntemler geliştirdik.” username=”newslabturkey”]

Burada bir çok şey öyleydi. İlk arkadaki simsiyah arka plan ucuza bulduğumuz bir şeydi. Sonra şu fotoğraftan (odasında bulunan eski fonu göstererek) yaptığımız bir şey oldu. Şimdi bu oldu. Bunu da yenilemeyi düşünüyoruz ama he deyince olan şeyler değil ve özel olarak da maddi imkânla ilgili şeyler.

Türkiye’de akılı televizyon kullanımının artmasının Medyascope için avantaj olduğunu düşünüyor musunuz?

Daha henüz tam olarak olmadı ama biz o anlamda Apple TV’ye aplikasyonlar vesaire yaptırdık. Yine de çok avantaj olduğunu düşünmüyorum. Daha henüz oralara gelemedik. Bu halimizle bir şeyler yapacağız ama şöyle söyleyeyim, Türkiye’de internet hızlanıp ucuzladığı zaman biz daha etkili olacağız. Şu anda internetin hızında hâlâ sorun var. Bir diğer sorun da pahalı olması… Özellikle gençler için. İzlenmelerin ağırlıklı olarak bilgisayardan çok cep telefonundan yapıldığını görüyoruz. Dolayısıyla bunlarla alakalı şeyler yapıyoruz. Özellikle gençler bu videoları izlemek için zamanları ve kotaları olmadığını söylüyorlar. Ama yapacak bir şey yok. Biz tercihimizi video üzerine bir gazetecilikten yana yaptık. Bundan taviz vermek istemiyoruz.

Scope yasakları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu erişim engelleme ve yasaklama uygulaması, spor bahanesiyle sizleri de etkileyen bir şey oldu aslında. Bu konuda bir hamlede bulundunuz mu?

O bizi zorladı. Biz hafta sonu çalışmadığımız için sorun olmuyor ama Pazartesi ve Cuma günleri maç saatlerindeki yayınlarımızı mecburen iptal ettik. Cuma günleri maç yayınları bizim İngilizce ve Kürtçe bültenlerimize denk geliyordu, o yüzden onları yukarıya çektik. Pazartesileri yayınlanan Femfikir programımızı Salı’ya taşıdık. Orayı boş bıraktık. Yapacak bir şeyimiz yok.

Instagram TV ya da Snapchat gibi dikey formatlar için bir şeyler üretmeyi düşünüyor musunuz? Dikey video konusunda ne düşünüyorsunuz? 

Genç arkadaşların o tür beklentileri var. Onları da bir şekilde yapacağız ama önceliğimiz buradaki işi oturtmak. Ondan sonra onlar bonus olarak… Yani, bizim ilk başta podcastimiz yoktu podcast eklendi. Canlı yayınları internet radyosundan izlenme eklendi. Şu eklendi bu eklendi. Her şeyi adım adım yapıyoruz.

Sosyal medya kullanımımızda hâlâ sorun var. Onu da kökten çözmek için bir takım şeyler düşünüyoruz. Aklımızda bir çok şey var ama bunların öncelik meselesi var. Bir kere yaptığımız haberciliğin gündemi çok ağır. O enerjimizin çoğunu alıyor.

“Önemli işleri ele almada iddialıyız”

Medyascope’u izleyenler çoğunlukla büyük şehirdekiler mi? Türkiye’nin yankı fanusunu aşıp herkese ulaşan bir yayın olabilir misiniz?

Çok değil. Yani, yurt dışından çok izleniyoruz. Özellikle ABD, Kanada, İngiltere gibi ülkelerden… Türkiye’de büyük şehirlerde daha çok… O konuda şimdilerde bir profil çalışması gibi çalışmalar yaptırıyor arkadaşlar. Ama şöyle bir şey var, Türkiye’de özellikle 24 Haziran’da yaşanan seçim sonucundan sonra kutuplardan birisi çok kötü bir moral çöküntüsü içerisinde ve siyasete ilgi bayağı azalmış bir durumda. Biz de öncelikle siyasi haber ağırlıklı yayın yaptığımız için bir şeyler var… Ama dönemsel olarak seçim zamanlarında ya da terör saldırısı gibi zamanlarda yaptığımız habercilikle öne çıkıyoruz: 24 Haziran seçiminde çok etkili bir şekilde sahaya arkadaşlarımızı yolladık, Youtube’da da çok izlenen etkili ve başarılı yayınlar yaptık. Şimdi yerel seçimlerde de benzer şeyler yapacağız. O anlamda iddialıyız. Yani önemli işleri ele almada iddialıyız. Ama işler normal aktığı zaman insanların merakı azalıyor. Bu bizden ziyade ülkedeki genel atmosferle ilgili.

Sizce özellikle Türkiye’de geleneksel medya alışkanlıklarından yeni medya olanaklarına adapte olma durumu ne durumda?

Gazetecinin adapte olması lazım. İzleyicinin adapte olması lazım. Birlikte yaşanan bir süreç bu. Zor bir süreç ama ilginç bir süreç. Yani ben bunu birinci elden yaşadığım için görüyorum. İyi gidiyor bence. Sonuç olarak çok sorun var. Bence en temel sorun memnun olanlar genellikle sessiz kalırken memnuniyetsizlerin ses çıkarması. O da bizi moral olarak biraz üzüyor. Bu çok yaygın bir şey. Yani genellikle menfi olanların sesi ulaşıyor bize. Benim yaptığım yayınlara Youtube’dan gelen yorumların bir çoğu dokunduran nitelikte. Teşekkür eden, takdir eden de olsa da diğerinin yanında sayıca az kalıyor. Ben bunu birkaç videoda dile getirdim ondan sonraki videolarda teşekkür edenlerde artış oldu ama genelde beğenmeyenler konuşmada cömert, beğenenler pinti. Ama bize para vererek izlemedikleri için insanlar manevi bir şey bekliyor. O anlamda bizim toplumumuzun önemsediği insanı motive etme konusunda eksiklik sorunu var.

[bctt tweet=”Ruşen Çakır: Memnun olanlar genellikle sessiz kalırken memnuniyetsizler ses çıkarıyor.” username=”newslabturkey”]

İnternet televizyonu cümlesini sevmediğinizi ama yaptığınızın ne olduğunu tam olarak adlandıramadığınızı söylemiştiniz. Bu düşünceniz hâlen geçerli mi?

Şöyle bir şey söyledim: Medyascope’u televizyon kanalı kurmak için hazırlık olarak kurduğumuzu düşünenler ve televizyon kanalı kurmamızı bekleyenler var. Halbuki televizyon kanalları bizim gibi olmak durumunda kalacak.

Büyüyünce televizyon olmayacağız, biz buyuz, böyle kalacağız…

“Çünkü özgür” sloganınızın yalnızca siyasal anlamda değil reyting kaygısı açısından da geçerli olduğunu söylemiştiniz. Biraz daha açabilir misiniz?

O çok önemli bir husus. “Çünkü özgürüz” dediğimizde insanlar bizim siyasi iktidara karşı duruşumuzu tanımladığımızı sanıyorlar. Ama benim düşündüğüm esas şey internet sitesinin tıklanma, televizyonun izlenme, gazetenin okunma gibi kaygıları var ve genellikle “Bunu kim okur? Kim tıklar? Kaç kişi izler?” soruları ön planda. Bizim öyle bir derdimiz yok. Bizim içimize sinen her şeyi yapıyoruz. O anlamda da “özgürüz”. Mesela Osmanlıcılık üzerine yeni bir kitap çıktı, onun üzerine yarım saatlik bir Skype yayını yaptık. Bunu hiçbir televizyon kanalı “Bunu kim ne yapar?” demeden yayınlayamaz. Ama çok da iyi bir yayın oldu. Biz de bundan gurur duyuyoruz. Yani kaç kişi izlerse izlesin önemli olan o izleyen insanların “Ya helal olsun, bu kitap iyiymiş gidip alayım,” demesi.

Türkiye’deki okuyucu/izleyicinin tavır alınması istemini biliyoruz ama siz aksine “Hayır önemli olan gazetecilik” diyorsunuz. Sizce bu tavır istemi neden?

Bizim işimiz gazetecilik yapmak. Aktivist aktivistliğini yapar gazeteci aktivistin aktivizmini haberleştirir. Yoksa bizim militan ya da aktivist olmamız gerekmiyor.

Herkes benim siyasi duruşumu biliyor ama önemli olan benimle aynı düşünmeyen, benden siyaseten haz etmeyen insanların bile beni dinlemesini, benim ürettiğim işe mecburen ilgi duymasını sağlamak. Yoksa ben kavga ederek vesaire yaparak sadece kendi yakın çevremdeki insanları takdir edecek perspektifte bir gazetecilik hayatta yapmadım. Bundan sonra da yapmayı düşünmüyorum. Bu çok gereksiz bir şey.

[bctt tweet=”Ruşen Çakır: İnsanlar aktivist olabilirler, bunu tercih edebilirler ama gazeteciysek, gazeteciliğin bir takım evrensel normları var onun içerisinde hareket etmeliyiz. ” username=”newslabturkey”]

İnsanlar aktivist olabilirler, bunu tercih edebilirler ama gazeteciysek, gazeteciliğin bir takım evrensel normları var onun içerisinde hareket etmeliyiz. Ve de şu çok önemli, bugünün Türkiye’sinde en sıradan hâliyle gazeteciliği yaptığın zaman bile demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere katkıda bulunuyorsun. Ayrıca bir misyon eklemen gerekmiyor.

TV ve gazetelerde çalışan gazetecilerin buralardaki işlerinden ayrıldıktan sonra daha çok kişisel bloglara yöneldiği ya da bir gazetede/haber sitesinde köşe yazarlığına devam ettikleri örnekler var. Peki siz hiç böyle bir şey düşündünüz mü? Çünkü bir açıklamanızda “Medyascope olmasaydı emekliye ayrılırdım,” demiştiniz.

Ben uzun bir süre köşe yazdım. Ama haber de yaptım. Hem haber yaptım hem köşe yazdım. Burada aynı zamanda arada yazayım dedim. Medyascope’ta da üç dört kere yazdığım oldu. Ama artık ne zamandır yazmıyorum. Yaptığım yayınları arkadaşlar deşifre ediyorlar, onları videonun altına koyuyoruz. Burada, bu şekilde devam edeceğim. Çok olağanüstü bir durum olmadığı sürece yazmayı biraz geri plana ittim. Burası olmasaydı başka bir yerde yazar mıydım? Sanmıyorum. Ama benim zaten rusencakir.com isminde web sitem var, yazacak olsam yazar oraya koyardım ve sosyal medyada da paylaşırdım. Yani ekonomik olarak ne yapardım bilmiyorum ama bugünün var olan medya atmosferinde kimse bana paralı bir şekilde yazı yazma imkânını sağlamazdı diye tahmin ediyorum. Ama ben buradaki hâlimden memnunum.

“Hak ettiğimizi çok da aldığımızı söyleyemem”

Geçtimiz yıl Tamer Durak bir yayında radyo yayınına da başlayacağınızı söylemişti. Bu projenizle ilgili gelişme oldu mu? Podcast yayınlarınız, şu andaki yayınlarınızın aslında radyo yayını hâli sayılmaz mı?

O yayınlarımızın internet üzerinde verilmesiydi, onu veriyoruz. Ayrıca podcast olarak yayınlıyoruz. Bizim stüdyoda yapılan yayınlarımızın hemen hemen hepsi iTunes’da var. Belli bir tarihten itibaren Spotify’da da başladık. Spreaker’a da yakında dahil oluruz.

İçeriklerinizin orijinalliği ortada. Peki bu orijinalliğe karşılık alabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Şaşırmıyorum ama hak ettiğimizi çok da aldığımızı söyleyemem. Ama Türkiye böyle bir ülke, bu beni şaşırtmıyor.

Günün birinde dünyadaki örneklerde olduğu üzere Medyascope’u akıllı televizyonlara entegre bir uygulama olarak görebilecek miyiz?

İşte Apple TV’de var. Ben bunları çok bilmiyorum ama bu Android televizyonlarda da varız.

Son dönemde özellikle Doğan’ın el değiştirmesiyle işsiz gazeteci sayısı arttı. Örneğin T24 çok sayıda yeni ismi kadrosuna kattı, Medyascope’tan bu tür bir hamle bekleyebilir miyiz?

Yok. Mesela, Doğan’dan değil ama Cumhuriyet’ten Çiğdem Toker, benim 40 yıllık arkadaşım, Medyascope’ta olsun istedim. Ama Sözcü ile anlaştı. Onun dışında öyle bir çalışma yapmadık, onlar da zaten bizimle çalışmazlar. Öyle bir derdimiz yok. Kemal Can ile burada haftada bir video köşe başlattık. Başka bir iki kişi ile daha yapmayı düşünüyoruz ama onlar zaten Medyascope’ta görünen insanlar. “Şuradaki insanlar işsiz kaldı onları alalım” gibi bir mantığımız yok. Köşe yazarımız yok, zaten bizde köşe yazısı yok. Öyle bir şey yapmayacağız. Çiğdem yazmak isteseydi yapardık. Ama ona özgü bir şey olurdu. Onun dışında köşe yazısı diye bir şey yapmayı düşünmüyoruz ama önem verdiğimiz bazı muhabir arkadaşlardan kazanmak istediklerimiz ve kazanıyor olduklarımız da var. Onlar da zaman içerisinde görülecek. Bizim için muhabirlik daha önemli.

Son olarak, Kadri Gürsel’in, geçtiğimiz günlerde katıldığı bir programda “Ben kendimi her zaman ve hâlâ ana akım gazetecisi olarak tanımlıyorum. Çünkü o kültür içinde yetiştim, o kültürü eleştirmeme rağmen, o kültürün doğru tanımlanması ve doğru şekilde yeniden üretilmesi gerektiğini savunuyorum. Her ülkenin bağımsız, profesyonel ve namuslu gazetecilere ihtiyacı olduğu görüşündeyim. Bu da ancak ana akımda olabilen, gerçekleşebilecek bir kalite, nitelik bir ülke için,” dediği  konuşması sosyal medyadan ve gazetecilerden çokça tepki aldı. Siz ne düşünüyorsunuz?

İşte bu gazetecilik ve aktivizm meselesi ile ilgili. Bence Kadri, ana hatları ile doğru söylüyor. Ama onun söyledikleri bugünün Türkiye’sinde biraz zor şeyler. Ama Kadri zor şeylerin adamıdır. Onu eleştirenlerin söylediklerini de anlıyorum ama benim pozisyonum da üç aşağı beş yukarı Kadri gibi. Onun gibi ifade etmiyor olabilirim ama… Kadri benim Galatasaray Lisesi’nden beri tanıdığım birisi olduğu için çok iyi tanıyorum. Kitaptaki o bölümü de okudum, kendisiyle bunları zaten hep konuşuyoruz. Yani onun, ek misyona ihtiyaç duymadan gazetecilik yapmanın önemini vurgulamış olması bence çok önemli.

Yazar hakkında

Oğuz Bakır

Serbest gazeteci. Daha önce Cumhuriyet, Milliyet, Yurt Gazetesi, OdaTV, ABC Gazetesi, Ensonhaber, Sadece Haber, T24 gibi mecralarda görev yaptı.