ÖZET
Türkiye’nin medya alanına ilişkin yapılan çalışmalarda en sık değinilen unsurlardan biri de ülkedeki siyasi kutuplaşmanın medya alanına ve demokratik tartışmaya olumsuz etki etmesi. Kutuplaşma, bazen siyasi tercihlerin dönüşümünü, bazen de ifade özgürlüğünün önündeki yapısal kısıtları anlatırken sık sık kullanılan bir kavram hâline geldi. Hepimiz bir kavram olarak kutuplaşmanın aşağı yukarı neyi ifade ettiğinin farkındayız. Basit bir konudaki sokak röportajından, araştırma şirketlerinin siyasal eğilimlere ilişkin anket sonuçlarına her yerde Türkiye’nin farklı mahallelerinin varlığına işaret eden bulgulara rastlamak mümkün oluyor.
Bu çalışma, kutuplaşmanın neredeyse toplumun tamamı tarafından kabul edildiği bir ortamda, kutuplaşmanın en güçlü olduğu ve kırılmaya en yakın olduğu noktaları bir sosyal ağ analizi üzerinden anlamaya çalışıyor. Araştırmada, Twitter’da etkili kullanıcı ölçütünü karşılayan, ana akım ve alternatif medyada farklı pozisyonlarda çalışan 100 gazetecinin Twitter kullanım pratiklerinden yola çıkarak, Twitter’daki gazeteci mahallelerini keşfetmeyi ve bu mahallelerin dinamiklerindeki etkili aktörlerin kimler olduğunu ortaya çıkarmayı amaçladık.
Araştırmamız kapsamında incelediğimiz gazeteci hesapları ve onların aktiviteleri, elbette Türkiye’nin bütün medya endüstrisini kapsayıcı bir şekilde temsil edemez. Yine de, yaptığımız analizlerde incelediğimiz hesapların, siyasi partilere yakınlık, çalıştıkları sermaye grubu, profesyonel geçmişleri gibi açılardan birbirleriyle benzeşen insanlarla düzenli etkileşim ve takipleşme hâlinde olduklarını gördük. Yılların medyanın farklı mahallelerden oluştuğuna ilişkin eskimeyen varsayımının ne yazık ki doğru olduğunu; fakat mahalleler arasında enformasyon akışını sağlama gücüne hâlâ sahip olan kimi aktörlerin de var olmaya devam ettiğini ortaya çıkardık.
Çıkardığımız bulguların bir kısmı, uzun yıllardır özellikle Twitter kullananlar için pek de şaşırtıcı olmayan bazı komünite dinamiklerine dairdi. Bazılarıysa Türkiye’deki medya sermayesinin dönüşüm sürecinde sola ve sağa savrulan merkez medya figürlerinin siyasi yolculuklarının izini taşıyordu.
Çok sayıda grafikle, okuyanlar için de daha anlaşılır bir hâle getirmeye çalıştığımız araştırmadaki bulgularımızı şu şekilde özetleyebiliriz:
- Türkiye’nin 2016 sonrası medya ortamındaki radikal kırılma, geçmişin merkez figürleri olan muhafazakâr demokrat ya da liberal demokrat gazetecilerle ulusalcı ve sol-demokrat kesimler arasında karşılıklı takipleşmeye dayalı bir yakınlaşma yaratmışa benziyor.
- Gazetecilerin birbirlerini takip etme durumları göz önüne alındığında, sağ-muhafazakâr gazetecilerin oluşturduğu mahalleyle sol-demokrat kesimlerin oluşturduğu mahalle arasında bir kutuplaşma olduğu görülüyor. Örneğin Yeni Şafak’tan bir gazeteci ile DW Türkçe’ye içerik üreten bir gazeteci arasında haritada ciddi bir mesafe var.
- Türkiye’de merkez medya diye bir şeyden bahsetmek güç. Her mahallenin diğer mahallede de sesi duyulan bazı kanaat önderleri ya da popüler figürleri var; ama kendi aralarında merkezi arz eden ve diğer gruplardan görece bağımsız bir kategoriden bahsetmek zor.
- Geçmişte merkez medyada aynı grupta çalışmış gazeteciler farklı siyasal eğilimlerdeki gazetelere geçmiş olsalar da bir kısmı birbirini takip etmeye devam ettiğinden, geçmişin merkez medya denen kuruluşlarında çalışan gazeteciler, oluşan ağ haritasının daha merkezinde bir yerde yer alıyor.
- Fox Haber’in sabah ve akşam bültenlerindeki sunumlarıyla fenomenleşen İsmail Küçükkaya ve Fatih Portakal ağ haritasının da merkeze yakın noktalarında yer alıyor.
- Tıpkı gazeteciler gibi gazetelerin sosyal hesapları da etkileşimleri bakımından incelendiğinde belirli mahallelerden etkileşim alıyor, belirli mahallelerle etkileşime giriyor. Örneğin DW Türkçe, Duvar, Diken gibi yayınlar bir gruptayken, Star, Akşam, Takvim, Yeni Şafak gibi yayınlar bir başka grupta karşımıza çıkıyor.
- Barış Terkoğlu, Kemal Can, İsmail Saymaz ve Hüsnü Mahalli gibi isimler farklı mahallelerle etkileşim kurma ya da farklı mahallelerden etkileşim alma özellikleriyle öne çıkıyorlar.
- Takip temelli analizimize göre diğer gazetecilere en hızlı erişebilme potansiyeline sahip hesap Saygı Öztürk’e ait. O’nu Barış Terkoğlu, Kemal Can, İsmail Saymaz ve Abdurrahman Dilipak’ın hesapları izliyor.
- Soner Yalçın ve Nihat Genç gibi aldıkları siyasi ve sosyal politikalara ilişkin duruşlarıyla benzer mecralarda yazan isimlerden farklılaşan gazeteciler, ağ haritasında da oluşan mahallelerin dışında kalıyorlar.
ARAŞTIRMA
HAKKINDA
Araştırma neye odaklanıyor?
Son yıllarda birçoğumuz yeni yıldan yalnızca bir önceki yılı aratmamasını bekliyoruz. İşlerin tüm dünya için zor gittiği bir sır değil. 2010’lu yılları popülist liderleri ve onların küresel etkilerinin neler olacağını ve mülteci krizini tartışarak geçirdik. 2020’li yıllara hâlâ yolun sonunu görmekte güçlük çektiğimiz küresel bir pandemi ile başladık. Bu temalar üzerinde süregelen tartışma gazetelerin, dergilerin kapaklarını süsledi, köşe yazarları bu konulardaki gelişmelerin yarattığı dalgalarda sörf yaptılar. Gazetelerin internet editörleri, bazen öfke bazen şefkat uyandıran başlıklarla tıklanma sayılarını artırdılar. Tüm bunlar olurken, ne yazık ki bir avuç diyebileceğimiz kadar az gazeteci ve aktivist bize en büyük krizimizi anımsatmaya çalışıyordu: İklim krizini.
Bugün geldiğimiz noktada; bitkiler, hayvanlar ve ekosistemlerin yanı sıra insan toplulukları için de geri dönüşü olmayan riskler barındıran, Birleşmiş Milletler’in (2021) kısa süre önce yayınladığı raporda “insanlık için kırmızı kod” şeklinde ifade edilen ciddi bir fenomenle karşı karşıya olmamıza rağmen çözümden çok uzağız. Uzağımızda bir yerlerde duran iklim krizi, kutup ayıları görselleri, eriyen buzullar imgelerine karışıyor… Bu raporu hazırlamaya başladığımız sırada henüz gerçekleşmiş olan iklim müzakerelerinin yirmi altıncısı (COP26) odağındaki tartışmalar, ekolojiyi gözeten bir dönüşüm ve iklim adaletinin gerçekleşmesi noktasında hâlâ uzun bir yolumuz olduğunu gösteriyor.
Elbette tablonun tamamı bu denli karanlık değil. Örneğin, gençlik aktivizminin konuya dair yükselen sesi bugün Türkiye’de dahi yankılanıyor. 2019 yılında Oxford Sözlüğü tarafından yılın kelimesi seçilen “iklim acil durumu”, yerel yönetimlerden Avrupa Birliği’nin bildirilerine uzanan geniş bir yelpazede kendine yer buluyor. The Guardian gibi medya kuruluşlarının politikaları iklim krizinin küresel medyadaki görünürlüğünü arttırarak, konunun bir küresel bir kaygı meselesi olarak ön plana çıkmasına katkıda bulunuyor. Tüm bu gelişmeler, geride bıraktığımız sene dünyanın dört bir yanında deneyimlenen aşırı hava olaylarının yarattığı etkiyle birleşince, iklim krizinin hem politika yapıcıların hem de toplumların gündeminde küresel bir kaygı unsuru olarak belirdiği açıkça görülüyor.
Peki tüm bu adımların ve iklim krizinin görünen etkilerinin yarattığı farkındalık yeterli mi? İklim konusu ya da ekosistemimizin kaderi; aktivistlerin, siyasetçilerin ve uluslararası organizasyonların karar ve eylemlerine bırakıp, sıradan bir politika meselesi olarak uzaktan izleyebileceğimiz; plastik pipet kullanmayarak, daha az su tüketerek önüne geçebileceğimiz basitlikte bir mesele mi?
“İnsanlık tarihinin karşı karşıya olduğu en büyük kriz nedeniyle kendini güvende hissetmediğini” söyleyeyen İsveçli iklim aktivisti Greta Turnberg, 2018 yılında İsveç parlamentosu önünde başlattığı ve kısa süre sonra bir taban hareketine dönüşen “İklim için okul grevi” eyleminde şöyle diyordu:
“Küresel ısınmayı ilk duyduğumda şöyle düşünmüştüm: Bu doğru olamaz; varlığımızın ta kendisini tehdit edecek kadar ciddi bir şey olması mümkün değil. Böyle düşünmüştüm, çünkü aksi hâlde başka herhangi bir konudan bahsediyor olamazdık. TV’yi açtığımız anda yalnız bu mesele hakkında konuşulduğunu görürdük o zaman. Manşetler, radyolar, gazeteler. Hepsinde. Başka hiçbir şey okumaz ya da işitmez olurduk.”
Turnberg’in aynı konuşmanın devamında “Sanki bir dünya savaşı ortalığı kasıp kavuruyormuş gibiydi. Ne var ki, aslında hiç kimse bundan bahsetmiyordu” diyerek dile getirdiği çelişki, tablonun iyimser tarafında olup bitenlere karşın güncelliğini koruyor.
Bugün bir an önce kontrol altına alınması gereken bir fenomenle karşı karşıya olmamıza karşın, iklim krizinin kendine yeterince yer bulabildiğini, bulabilse dahi toplumsal bir farkındalık ve politika yapıcılar üzerinde baskı yaratacak düzeyde gündemde kalabildiğini söylemek güç. Peki iklim krizini niçin içselleştiremiyoruz? İklim krizine karşı kayıtsızlığımızı kendi adını verdiği Giddens Paradoksu ile açıklayan Anthony Giddens’a göre, görünmez, soyut, zaman ve coğrafi olarak uzak olarak algılanan iklim krizi sorununun; görünür, somut, ve yakın olarak kabul edilen politik ve ekonomik gündem karşısında, bireylerin zihninde ve toplumsal gündem içinde gerçek-altı bir konuma itilmesi söz konusu (Giddens, 2009: 2). İklim değişikliğinin ciddi boyuta ulaşıp, günlük hayatı etkilemediği sürece insanlarının onu önlemek için harekete geçmeyeceğini söyleyen Giddens’a göre, yıkıcı etkiler hayatımızı sarsmaya başladığında ise önlem almak için çok geç kalmış olacağız.
Hem Turnberg’in hem de Giddens’ın altını çizdiği “gündem dışına” itilme durumu, konuya dair bilgilerimizin ana kaynağı olan medyayı, bir suçlama sarmalına oldukça açık olan iklim krizi tartışmalarının odağına getiriyor.
Yankı odaları ve sosyal ağlar
Sosyal ağ platformlarının önemli birer haber kaynağına dönüşmesi gazeteciler açısından dönüşen bir medya manzarasını da beraberinde getiriyor. Haberin yapım ve dağıtım aşamasında hâkim olan yeni pratiklerin etkilerine odaklanan tartışmalar ise “kâğıdın ölümü”, “tehdit” ve “fırsat” kavramları etrafında şekilleniyor. Bu tartışmalara farklı bakış açıları hâkim. Sosyal ağları hiyerarşik olmayan, erişime açık, ifade özgürlüğünün alanını genişleten, geleneksel medyadaki sermaye yoğunlaşmasının aksine merkezsiz ve etkileşim odaklı iletişim için ideal bir alan olarak değerlendiren görüşler (Ferreira, 2010; Kellner, 2010; Castells, 2012) hem gazetecilere hem de okurlara motive edici bir vizyon sunarken; sosyal ağların mimarilerine, ekonomi-politik yapılarına ve gerçekte nasıl kullanıldıklarına odaklananlar endişe verici bir tablodan söz ediyor. Çalışmamızın odağı olan “yankı odaları”, bu karamsar tablonun içinde kendine yer bulan, benzer görüşlerin sürekli tekrarlandığı, farklı düşüncelerin sızamadığı, dolayısıyla var olan eğilimlerin pekiştirildiği ve toplumsal kutuplaşmayı tetiklediği iletişim ortamlarına atıfta bulunuyor.
Yankı odalarını Türkiye’nin gazeteci topluluklarına odaklanarak tartışmaya açmak istememizdeki motivasyonun birden fazla kaynağı var. Bunların başında geleneksel medya-yeni medya ayrımını yaparken vurguladığımız dinamiklerin ve farklılıkların gerçekte bir karşılığı olup olmadığını anlamaya yönelik merakımız geliyor. Bu doğrultuda cevap vermeyi amaçladığımız sorular şunlar: Gazeteciler açısından enformasyonun çeşitliliği artıyor mu yoksa yanıltıcı bir bolluk içerisinde sınırlı kaynaklardan mı besleniliyor? Farklı görüşlere sahip gazetecilerin bir arada bulunabildiği, çoğulcu bir ağ yapısı mı, yoksa ideolojik farklılıklara ve kurumsal aidiyete göre belirlenen bir kutuplaşma mı mevcut? Alternatif aktörler bu incelediğimiz ağlarda öne çıkıyor mu? Gazetecilerin karşıt görüşteki aktörlere ulaşabilme potansiyelleri ne? Ve belki de en önemli soru olarak geleneksel medyada karşımıza çıkan görünürlük asimetrileri sosyal ağlarda da mevcut mu? Bu sorulara getirdiğimiz cevapların yalıtılmış bir medya ortamının, bir diğer ifadeyle yankı odalarının varlığına ilişkin analiz yapabilmenin yanı sıra, hem haber medyasının hem de gazetecilerin içinde bulunduğu krize ilişkin bir teşhiste bulunmamıza da katkı sağlayacağına inanıyoruz. Peki bu sorulara nasıl yanıt verdik?
Yankı odaları ve gazetecilerin Twitter’daki komüniteleri üzerine eğilmeye karar verdiğimizde mevcut çalışmaların çoğunlukla gözleme dayalı olduğunu ve çeşitli endişeleri dile getirmeden öteye gidemediklerini fark ederek konunun oldukça ihmal edilen araştırma alanına giriş yapmaya karar verdik ve araştırma yöntemini sosyal ağ analizi olarak belirledik. Çeşitliliği göz önünde bulundurarak seçtiğimiz 100 gazetecinin takip ettikleri kişileri ve attıkları son 2000 tweeti bu yöntemle inceleyerek Twitter üzerindeki gruplaşmaları, bu grupların niceliksel özelliklerini, gazetecilerin kendi gruplarındaki ve ağın tamamındaki rollerini istatiksel olarak tespit etmeye çalıştık.
Twitter’ı yankı odalarını oluşturan iletişimsel pratiklerin meydana geldiği bir sahne olarak nitelendirirsek, bu sahnenin arkasında neler olup bittiğine dair açık ve basit bir kavrayış geliştirmek bizim için önemliydi. Bu amaçla raporun ilk kısmında Twitter’ın algoritmik yapısını belirleyen parametrelere de kısaca değinmeye çalıştık. Verileri yorumlama aşamasında ise bir teknolojinin toplum üzerinde tek bir belirli etkisi olduğunu varsayan teknolojik-belirlenimci yaklaşımdan uzak durmaya çalışarak, toplumsal dinamikleri ve bağlamı göz önünde bulundurmaya özen gösterdik.
Son olarak bu çalışmanın bir önceki araştırmamızı tamamlayıcı nitelikte olduğunu belirtmekte fayda var. Gazetecilerin Twitter ve Instagram pratiklerine odaklandığımız bir önceki raporumuz, sosyal ağlarda etkileşimin görünür ölçütü olan takipçi sayısına, beğenilere, yorumlara ve gazetecilere yeni fırsatlar sunan bir dizi pratiğe işaret ediyordu. Bir devam çalışması olarak gördüğümüz bu araştırma ise, hesap verebilirlik ve erişilebilirlik vaat eden algoritmaların nasıl çalıştığını ve geleneksel medyaya dair problemlerin sosyal ağlara yansıyan boyutlarını keşfederek sosyal ağlardaki gazetecilik pratiklerine dair bütüncül bir yaklaşım getirmeyi amaçlıyor.
Gazeteciliğe ilişkin birçok pratiğin dönüşüme uğradığı, tarafsız-çoğulcu kamusal alan tasavvurunun programlanabilir alanla yer değiştirmeye başladığı günümüzde, farklı aktörlerin etkilerini ve bunların yansımalarını diyalektik biçimde ele aldığımız bu çalışmanın mevcut medya manzarasına ilişkin yeni bir okuma biçimi yaratma noktasında faydalı olmasını umuyoruz.
Twitter Algoritmaları Nasıl Çalışıyor?
Facebook, Instagram gibi diğer popüler sosyal ağ sitelerinde olduğu gibi Twitter’ın algoritması da kişiselleştirme üzerine kurulu. Twitter’da neleri görüp neleri göremediğimizi belirleyen temel yapı olan ana sayfa zaman akışı takip edilen hesaplardan gelen tweetleri ve çeşitli kaynaklar tarafından belirlenmiş olan önerileri gösteriyor. Twitter bu akışı belirleyen algoritmayı şu şekilde ifade ediyor:
“Her tweeti, popülerliği ya da ağınızdaki kişilerin ilgili tweetle nasıl etkileşim kurduğu gibi birçok belirteci kullanarak seçiyoruz. Amacımız alakalı, inandırıcı ve güvenli içerikler gibi ilginizi en çok çeken ve sohbete kayda değer bir katkıda bulunan içerikleri Anasayfa zaman akışınızda göstermektir.”
Twitter’da filtre balonlarının oluşmasında etkili olan bir diğer önemli yapı da “gündemler” kısmı. Burası toplumsal konulara ilişkin tartışmaların takip edilebildiği, daha fazla kullanıcının içeriğine erişebildiğimiz bir alan. Twitter, gündem akışının nasıl belirlendiğini ise şu şekilde özetliyor:
“Gündemler bir algoritmayla belirlenir ve varsayılan olarak, takip ettiğiniz kişilere, ilgi alanlarınıza ve bulunduğunuz konuma göre sizin için kişiselleştirilir. Bu algoritma, bir süredir veya günlük olarak popüler olanlar yerine, o anda popüler olan konu başlıklarını belirleyerek Twitter’da ilginizi en çok çekebilecek, ortaya çıkan en yeni tartışma konu başlıklarını keşfetmenizi sağlar.”
Özetlemek gerekirse Twitter algoritması, gerçek zamanlı gönderilerle kişiselleştirilmiş gönderilerin birleştirildiği bir akış sunuyor. Bu aşamada etkileşim oranı, kullanıcılarla alaka düzeyi ve gönderi türü gibi faktörlerin yanı sıra, kişiselleştirme ile ilgili farklı sıralama ölçütleri de mevcut. Sonuç olarak kullanıcılar, takip ettikleri, etkileşimde bulundukları hesapların en son gönderileriyle birlikte, algoritmanın en çok ilgisini çekeceğini düşündüğü tweetleri görebildikleri bir ağ içerisinde konumlandırılıyor. Peki bu mekanizmaları tartışmalı hâle getiren ne?
İçeriklerin kullanıcıların eğilimlerine göre sıralamaya tabi tutulması ve bu sıralama sonucu kişiselleşen haber akışları bazı türde haberleri ön plana çıkarırken, diğerlerinin geri planda kalmasına yol açıyor. Bir diğer ifadeyle, bazı görüşlere sürekli maruz kalırken, beğeni ve önceki tercihlerle uyuşmayan karşıt görüşlere ve haberlere erişme olanağından yoksun kalınması söz konusu. Bu durum ise algoritmik bir filtre balonunun oluşmasına neden oluyor. Twitter’ın popüler olan içeriklere ağırlık vermesi ise, tartışmalarda belirli görüşlerin ağırlığını arttırarak yankı odası etkisinin tüm ağa yayılması riskini beraberinde getiriyor.
Çoğu zaman bilinçsizce bu akışların içinde kaybolmamıza karşın, platformların algoritmik düzenlemelerin kullanıcılar tarafından da şeffaf bulunmadığının altını çizmek gerekiyor. Örneğin Amerika’da gerçekleştirilen güncel bir araştırmanın sonuçlarına göre, Cumhuriyetçilerin %90’ı sosyal medya platformlarının politik görüşleri sansürlediğine inanıyor (Vogels vd. 2020). Özellikle sağ görüşte olan kullanıcıların bu tarz eleştirilerinin artmasına paralel olarak 6 ülkeyi kapsayan bir çalışma gerçekleştiren Twitter’ın, platformun algoritmasının sağ eğilimli haber kuruluşları ile sağcı siyasi partileri destekleme eğiliminde olduğunu açıklaması sağcıların eleştirilerinin yersiz olduğunu bulgulasa da, araştırma platforma yönelik “tarafsız”, “çoğulcu” kamusal alan tasavvurunun çelişkilerini ortaya koyması açısından önemli.
Gazeteciler Konunun Neresinde?
Şimdiye kadar yankı odaları kavramının neyi ifade ettiğine, oluşumunu etkileyen davranışsal faktörlere ve sosyal ağların fenomenin etkilerine ilişkin endişeleri arttırmasına neden olan filtreleme mekanizmalarına ve algoritmik düzenlemelere değindik. Peki tüm bu teknik özellikleri gazeteciler ve sosyal ağları bağlamında nasıl okuyabiliriz?
Araştırmamızın konusu olan gazetecilerin Twitter’daki ağ yapıları ve gruplaşmalarını ve bunların yankı odası olarak değerlendirip değerlendirilemeyeceğini tartışabilmek için, söz konusu mekanizmaların dönüşen gazetecilerin pratikleri üzerindeki etkilerine değinmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Hedman’ın (2015, 282) bu bağlamda gazeteciler için çizdiği medya manzarası oldukça önemli:
“Görünüşte tesadüfi gibi duran, sonu gelmez bir paylaşma, beğenme ve retweet seline kapılmış durumdayız. Bilmek isteyebileceklerimiz ve bilmemiz gerekenler konusunda ağlarımıza bel bağlıyoruz ve bazen bunaltıcı bir iş olsa da her şeyi tasnif edip, neyin önemli ve başkalarıyla paylaşılmaya değer olduğu konusunda karar alma görevini de bile isteye üstleniyoruz.”
Hedman, sosyal ağların gazeteciler açısından önemli enformasyon kaynaklarına dönüşmesinin altını çiziyor. Nitekim, Twitter’ın gazetecilere sunduğu olanaklar ve bu olanakların haber medyasına etkilerini tartışırken en sık vurgu yapılan da enformasyon kaynaklarının çeşitliliği. Yukarıda bahsettiğimiz filtreleme mekanizmaları ve algoritmik düzenlemeler bağlamında değerlendirdiğimizde gazetecilerin yankı odalarında bulunmaları, enformasyonun niteliğini doğrudan etkileyen endişe verici bir olgu olarak beliriyor.
Enformasyon çeşitliliğiyle birlikte değerlendirebileceğimiz bir diğer unsur da gazetecilerin bu platformlardaki işbirliği. Twitter’ın etkileşim ve diyalog esasına göre işleyen yapısı, gazetecilerin haber paylaşmanın ötesine geçerek hem meslektaşlarıyla hem diğer diğer aktörlerle etkileşimde bulunmalarına olanak veriyor (Noguera-Vivo 2013, 105). Bu açıdan değerlendirdiğimizde, Twitter, işbirliği için gerekli olan farklı ve alternatif haber kaynaklarını bir araya getirerek gazeteciler için sınırsız bir kaynak alanı olarak beliriyor. García de Torres ve arkadaşlarına göre, resmi kaynaklar aktif paylaşımlarla içerik akışına dahil olurken yurttaş gazeteciler de özellikle yangın ya da isyan gibi anlık gelişen olayları aktararak yeni birer haber kaynağı olarak gazetecilerin kaynaklarının çeşitlenmesine katkıda bulunuyorlar (Torres vd. 2011).
Sosyal ağlarda var olmayı gazeteciler açısından çekici kılan tüm bu olanaklar ise yankı odaları söz konusu olduğunda gazeteciler açısından bambaşka bir tablo yaratıyor. Yankı odası etkisine maruz kalan gazetecilerin editoryal süreçte önemli bir unsur olan enformasyonun elde edilmesi, filtrelenmesi gibi aşamalarda kaynaklar açısından sıkıntı yaşayacağı ve zamanla belirli görüşlere karşı sağırlaşacağını öngörmek zor değil. Dahası, gazetecilerin etki alanlarının sıradan kullanıcılara göre daha geniş olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, söz konusu etkinin politik kutuplaşmayı arttırma noktasında dikkate değer sonuçlar doğuracağını söyleyebiliriz.
Araştırma sorularına geçmeden önce, konuya ilişkin başlıca çalışmaların bulgularına değinmekte fayda var. Öncelikle mevcut araştırmaların konuya sınırlı bir bakış açısıyla yaklaştığını ve çoğunlukla yankı odalarının var olup olmadığı sorusuna odaklanarak geniş kapsamlı analizler sunmadıklarını belirtmek gerekiyor. Bu doğrultuda değerlendirebileceğimiz araştırmalardan biri olan Molyneux ve Mourão’nun çalışması (2019), gazetecilerin, sosyal medya yankı odalarında kendi aralarında konuşmayı tercih ederek, kendi ideolojilerinin dışında kalan gazetecileri ve diğer kullanıcıları büyük ölçüde görmezden geldiğini bulguluyor. Avustralyalı gazetecilerin Twitter’daki etkileşimlerini inceleyen Hanusch ve Nölleke (2019) de benzer şekilde, gazetecilerin “aşağı yukarı kendilerine benzeyen aktörlerden oluşan baloncuklar” içinde etkileşim kurmayı tercih ettiklerini ifade ediyor. Araştırmanın sonuçlarına göre bu baloncuklarda iletişim kuran gazetecilerin çoğu aynı cinsiyette ve aynı kurumlarda çalışıyor. Daha olumlu bir tablo çizen Verweij (2012) ise gazetecilerin sosyal ağlardaki ilişki ve gruplaşmalarında ideolojinin belirleyici bir faktör olmadığını ifade ediyor. Gazetecilerin ideolojileri ve kurdukları ağların haber üzerindeki etkisini inceleyen Wihbey ve arkadaşlarına (2017) göre, gazetecilerin ideolojileri, takip ettikleri hesaplar ve ürettikleri haberler arasında ilişki kurmak mümkün.
Yukarıda yer verdiğimizin çalışmaların bulgularını çalışmamızın motivasyonlarıyla birlikte değerlendirdiğimizde araştırma sorularımızı şu şekilde belirledik:
- Twitter’da gazetecilerin birbirlerini takip etme ilişkisine göre bir gruplaşmadan söz edebilir miyiz?
- Gazetecilerin siyasi görüşleri ve çalıştıkları kurumların eğilimleri gruplaşmalarda etkili mi?
- Ağdaki ve ağ içerisinde tespit edilen farklı gruplardaki kanaat önderleri kimler?
- Ağın içerisinde en merkezi konumda bulunan, farklı gruplar arası iletişime aracılık eden gazeteciler kimler?
- Ağ içerisindeki yeni bir enformasyona en az çaba sarf ederek, en hızlı şekilde ulaşma potansiyeli olan gazeteciler kimler?
- Grup içi bağlar ne ölçüde kuvvetli? Hangi grupların yoğunlaşma oranı, dolayısıyla kutuplaşma ihtimali daha fazla?
Araştırmanın örneklemi ve yöntemi
Araştırma kapsamında çeşitliliği sağlamak ve farklı eğilimleri ortaya çıkarabilmek amacıyla Twitter’da etkili kullanıcı ölçütünü karşılayan, ana akım ve alternatif medyada farklı pozisyonlarda çalışan 100 gazeteciyi örnekleme dahil ettik. Bu bağlamda örneklemin belirlenmesinde cinsiyet dengesi, farklı ideolojilere sahip gazetelerde çalışmaları, istihdam edilme durumları ile görev ve pozisyonlarındaki farklılık dikkate alınarak bir çeşitlilik geliştirmeye çalıştık. Seçilen gazetecilerin Twitter’daki ağ yapılanmalarını inceleyebilmek içinse hem niceliksel hem de niteliksel veri analizi olarak değerlendirilen bütünleşik bir yöntem olan (Edwards, 2010, 2) sosyal ağ analizini (SNA) tercih ettik.
Aktörlerin bir ağ içerisinde birbirleriyle kurdukları ilişkileri hesaba katarak, onları ağ içerisinde konumlandırmaya olanak veren bu metodu araştırmamıza uygulayabilmek için ilk olarak veri toplama işlemini gerçekleştirdik. Social Media Research Foundation tarafından geliştirilen NodeXL eklentisini kullanarak, 100 gazetecinin Twitter hesaplarından iki farklı veri seti elde ettik. İlk veri setimiz gazetecilerin kendi aralarında oluşturdukları ağ yapısına odaklanıyor. Araştırmamızın temelini oluşturan ikinci veri setimiz ise gazetecilerin birbirleriyle ilişkilerinin yanı sıra, ağdaki diğer kullanıcıların bağlantı ve konumlarına ilişkin bağlantılar içeriyor. Toplanan verilerin istatiksel analizi ve görselleştirilmesi içinse açık kaynaklı bir yazılım olan Gephi’yi tercih ettik.
TWITTER'DAKİ GAZETECİ AĞLARINA BAKIŞ
Kim kimi takip ediyor?
Örneklemimizi oluşturan gazetecilerin Twitter üzerindeki ağ yapılanmalarını birbirlerini takip etme-etmeme ilişkisi bağlamında analiz ettiğimizde gazetecilerin dört farklı gruba ayrıldığını gördük. Mevcut gruplaşmayı belirleyen dinamikler arasında siyasal görüşlerin ağırlığı fazla. İstisna yaratan aktörleri değerlendirme dışı bıraktığımızda, yeşil renkle belirttiğimiz grupta yer alanların çoğunlukla muhafazakâr, sağ görüşlü gazeteciler olduğu görülüyor. Benzer şekilde ulusalcı olarak değerlendirebileceğimiz gazetecilerin de kendi aralarında geçişken olmayan bir grup oluşturduğunu görüyoruz. Siyasi görüşlerini sol-demokrat ve merkez olarak kodladığımız gazeteciler arasında ise geçişlilik söz konusu.
Buradaki gruplara baktığımızda esasen gazetecilerin Twitter kullanımlarına siyasi fikirlerinin ya da çalıştıkları kurumların yayın politikalarının en azından takip ettikleri hesaplar bağlamında ne kadar yansıdığının görülmesi mümkün olabiliyor. Siyasi anlamda geçmişte merkez medyada çalışıp sonradan muhalif medyaya yaklaşan ya da mahallelerinde olduğu gibi karşı mahallede de popüler olan isimler ağ grafiğimizin daha merkezinde yer alırken, siyasal yaklaşım ve sahiplik yapısı olarak benzer kurumlarda çalışan, kariyerlerine hep bu kurumlarda devam eden gazetecilerin ağın merkezinden daha uzakta ve kariyer olarak da kendilerine benzer bir yol seçen gazetecilere daha yakın olduğu, onlarla takipleştiği görülebiliyor. Özetle takip ilişkisi üzerine kurulmuş bu ağ haritasının yalnızca ideolojik yaklaşım ya da yalnızca kariyer yolculuğu şeklinde tanımlanması mümkün değil. Aynı şekilde ilişkisellik yoğunlukları sonucu ortaya çıkan renklerin de illa ki siyaseten bir mahalle aidiyeti ifade etmediğini belirtmek gerekiyor. Burada aslolan, bazı aktörlerin birbirlerine olan siyasal ve profesyonel mesafelerinin belirginliği ve bunun araştırdığımız yankı odalarının ortaya çıkışı bağlamındaki rolü. Birbirlerini takip etmeyen gazetecilerin kullanım pratikleri elbette bu mahalleleşme etkisini ve nihayetinde yankı odaları pratiğini derinleştiriyor.
Örneğin sol-demokrat gazetecilerle merkez olarak adlandırdığımız alandaki gazeteciler arasındaki iç içe geçmişlik, Türkiye’deki 2016 sonrası medya düzeninin yeniden kurulumu aşamasında geçmişin merkez ideolojiye yakın figürlerinin merkezden çevreye kayması, hatta yer yer sol demokrat basında roller alması gibi yeni ilişkilenmelerle açıklamak mümkün. Fakat sol-demokrat medya geleneği ile sağ-muhafazakârlar arasında özellikle takip ilişkisi bakımından geçişliliğin bu derece limitli olması bize polarizasyon etkisinin bu iki alanda belirgin olduğunu gösteriyor. Ulusalcı ya da geçmişte merkez medyada çalışmış ya da merkezi bir siyasal yönelime sahip (bu muhafazakâr demokrat, sosyal demokrat ya da liberal demokrat bir çizgi de olabilir) gazetecilerin pozisyonları ve takip edilirlikleri bakımından arz ettikleri dengeleyici rol açık bir şekilde ağ haritalamamıza yansımış durumda. Geçmişin medya sahipliği yapısının radikal olmasa da yaşadığı ifade özgürlüğü ve demokrasi krizine bağlı transformasyon, gazetecilik içerisindeki mahalle yapısını bütünüyle dönüştürüp bir siyah beyaz fotoğraf yaratmamış. Bu da gazetecilik endüstrisi için iletişim kurma yollarının tamamen kapalı olmadığını, belirli mahallelerin hâlâ birbirini takip hâlinde olduğunu gösteriyor. Tabii ki hangi motivasyonla olduğu başka bir araştırmanın konusu.
Diğer aktörlerle en çok kim ilişki kuruyor?
Ağ içerisindeki diğer gazetecilerle en çok ilişki kuran gazeteciler arasında Barış Terkoğlu, Kemal Can, İsmail Saymaz, Hüsnü Mahalli gibi isimler öne çıkıyor. Bu veri seti kapsamında sadece takip-takipçi ilişkisini incelediğimizi göz önünde bulundurursak, aşağıdaki haritada daha görünür olan aktörlerin diğer gazetecileri takip etme oranı en yüksek olanlar olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer gazetecilerle iletişimi daha fazla ve farklı gruptan gazeteciyi takip üzerinden konumladığımızda aslına bakarsanız bu grafikteki görece büyük yuvarlaklarla temsil edilen gazetecilerin Twitter’daki günlük akış içerisinde diğer gazetecilerin yaptıklarını izlemeye daha açık olduğunu görüyoruz. Burada gördüğümüz esasen, gazetecilerin kendilerine bir yankı odası yaratma eğiliminde olup olmadıkları. Yani, Twitter akışlarında ne kadar kişiyi gördükleri. Elbette takip ettikleri kişi sayısı, bu gazetecilerin yankı odalarının duvarlarını illa ki aştıkları anlamına gelmez. Aralarında sessize almanın da dahil olduğu birçok özellik yankı odalarını derinleştiriyor. Fakat takip temelli bu harita bu aktörlerin daha aktif ve kapsayıcı bir takip politikası olduğunu gösteriyor.
Ağ içerisinde kimler köprü görevi görüyor?
Ağ içerisindeki aktörleri “arasındalık merkeziliği” derecesine göre konumlandırdığımızda ise aşağıdaki haritayı elde ettik. Ağda yayılma için oldukça önemli bir kavram olan arasındalık merkeziliği, birbirleriyle iletişim kuramayacak olan iki veya daha fazla aktör arasında köprü görevi gören aktörleri bulmamıza olanak veren bir parametre olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda, yüksek arasındalık değerine sahip aktörlerin farklı grupları bağlamada “aracı” rolünü üstlenerek ağdaki genel etkileşim açısından kritik bir rol üstlendiklerini söyleyebiliriz (Otte ve Rousseau, 2002, 443).
Gazetecilerin kendi içlerinde oluşturduğu ağda farklı grupları birbirine bağlama rolü üstlenen aktörlerin başında Abdurrahman Dilipak geliyor. Dilipak’ı izleyen gazeteciler İsmail Saymaz, Barış Terkoğlu ve Kemal Can. Bu gazetecilerin farklı grupları birbirlerine bağlama potansiyellerinin temelinde ne olabilir diye düşündüğümüzde birincil etki alanlarının dışında da tanınan, saygı duyulan ve söyledikleri merak edilen isimler olmaları ya da farklı gruplardaki isimlerle etkileşime açık olmaları bir açıklama olarak öne sürülebilir. Tabii ki bu köprü oluşturma statüsü, her biri için farklı nedenlere dayanıyor olabilir. Bu hem gazetecilik refleksleriyle farklı mahalleleri takip, hem de Abdurrahman Dilipak örneğinde olduğu üzere medya camiasına adım attığı günden bu yana farklı bir fikri yapısı olan bir aktörü izleme ihtiyacıyla açıklanabilir. Yahut, Barış Terkoğlu’nun, özellikle yaptığı araştırmacı gazetecilik çalışmaları nedeniyle farklı mahalleleri haber yakalama ve keşif refleksiyle izlediği söylenebilir. Elbette burada öne sürülenler yalnızca farklı araştırma yöntemleriyle kesinleştirilebilecek hipotezlerden ibaret. Aslolansa, bu aktörlerin mevcut kutuplaşma ortamı içerisindeki köprü rollerinin nasıl kullanılacağı ya da böyle bir kullanımın mümkün olup olmadığı.
Diğer aktörlerle en hızlı iletişimi kimler kurabilir?
Ağdaki aktörlerin yakınlık ve mesafe ölçütlerinin hesaplanmasıyla derecelendirilen “yakınlık merkeziliği” aktörlerin ağdaki diğer aktörlerle ne kadar hızlı iletişim kurabildiklerini göstermesi açısından kritik bilgiler içeriyor. Borgatti’ye (2005) göre yüksek yakınlık merkeziliğine sahip aktörler yeni bir bilgi edinilmesi söz konusu olduğunda en avantajlı olanlar.
Yukarıdaki haritada ise tüm ağ içerisinde en yüksek yakınlık derecesine sahip olan gazetecileri görüyoruz. Tüm aktörlere en yakın pozisyonda konumlanan Saygı Öztürk’ün diğer gazetecilerle en hızlı iletişim kurabilme imkânına sahip gazeteci olarak öne çıktığı net bir şekilde görülüyor. Öztürk’ü takip eden, yüksek yakınlık derecesine sahip olan diğer isimler ise Barış Terkoğlu, Kemal Can, İsmail Saymaz, Abdurrahman Dilipak.
Bu gazetecileri ağ içerisindeki diğer aktörlerden farklı kılan ise ağdaki tüm aktörleri en hızlı şekilde etkileyebilme imkânına sahip olmaları. Merkezi konumda olmaları ve hızları esasen bu aktörleri bilginin yayılımı konusunda çok önemli bir role kavuşturuyor. Ağ içerisine giren herhangi bir enformasyondan en hızlı ve kısa yoldan haberdar olmaları dolayısıyla bu gazetecilerin “eşik bekçiliği” rolünü üstlendiklerini de söyleyebiliriz. Öte yandan, ağdaki bilgi akışını kontrol etme güçleri dolayısıyla bu gazetecilerin yaydığı enformasyon yankı odası etkisi yaratma potansiyeline sahip.
GAZETECİLERİN VE GAZETELERİN AĞDA KONUMLANMALARI
Gazetecilerin ağdaki konumlanmaları
Bir önceki bölümde gazetecilerin kendi aralarında oluşturdukları ağ yapısını incelerken öne çıkan aktörlere de kısaca değindik. Analizimizin sadece takip-takipçi ilişkisini kapsayan veri üzerine kurulu olmasına karşın gazeteciler arasındaki gruplaşmayı ve bu gruplaşmanın siyasi görüşlerle yüksek ölçüde paralellik taşıdığını gördük. Twitter üzerinden ağ haritalandırması yaparken takip-takipçi ilişkisini içeren bir analizle sınırlı kalmak araştırmamızın hedeflerini gerçekleştirmede yeterli olmayacaktı. Nitekim ilk bölümde açıkladığımız gibi yankı odalarını oluşturan filtre balonları kişilerin kimleri takip ettikleri, hangi tweetleri beğenip yorumda bulunarak etkileşime geçtikleri, hatta takip edilen hesapların etkileşime girdikleri diğer hesap ve gönderileri dikkate alan bir mekanizma doğrultusunda şekilleniyor. Bu yapıları dikkate alarak, örneklemi oluşturan gazetecilerin her birinin son 2000 tweetinin yorum, retweet ve beğeniler dahiline incelenmesiyle elde ettiğimiz harita aşağıda yer alıyor.
25.582 aktör (düğüm) ve 47.685 ilişki (kenar) içeren veri setinin analizi sonucu gazeteciler 10 farklı grup içerisine dağıldılar. Diğer haritada gözlemlediğimiz siyasi görüş doğrultusunda kutuplaşma trendi bu ağda da söz konusu.
Bazı gazetecilerin siyasi görüşlerine yakın olan gruplara yakın olacak şekilde daha küçük gruplar içerisinde konumlanmaları dikkat çekici bir detay olarak öne çıkıyor. Ağdaki büyük grupların, dolayısıyla onları temsil eden bağlantı renklerinin hakimiyeti dolayısıyla haritada net bir şekilde görülmese de, Soner Yalçın ve Nihat Genç, örneklem içerisindeki diğer gazetecilerin yer almadığı iki ayrı grup içerisindeler. Bu, bu iki ismin kendilerini kafamızda konumlandırdığımız grubun da tam olarak içerisinde olmadığı anlamına geliyor. Gerçekten de hem Nihat Genç’in geçen yıllardaki ulusalcı çizgide tanımlanabilecek; ama başta Cumhuriyet Halk Partisi olmak üzere muhalefetle arasına mesafe koyan tutumunu hem Soner Yalçın’ın başta aşı karşıtlığı meselesi olmak üzere kimi meselelerde aldığı tutumların kendilerini geçmişte “muhtemelen bu gruba dahildir” diyebileceğimiz gruplardan ayırdığını görmek mümkün. Bu da esasen, gazetecilerin fikri yönelimlerinin yarattığı kırılmanın, bu gruplaşmalara da yansıdığının bir tür kanıtı.
Ortaya çıkan farklı gruplara teker teker bakıldığında turuncu renkli bağların yoğun olduğu grubun Halk TV, Tele 1, Sözcü gibi yayınların yayın çizgilerine yakın gazetecilerin olduğu bir grup olduğu; mor renkli bağların yoğun olduğu grubun ve açık mavi grubun sosyal demokrat, sosyalist ve özellikle açık mavi için liberal demokratların oluşturduğu bir grup olduğu ortaya çıkıyor. Buna bağlı olarak turuncu grupta Emin Çölaşan, Barış Yarkadaş, Barış Pehlivan gibi isimlere rastlarken, mor grupta Banu Güven, Yetvart Danzikyan gibi isimlere rastlamak mümkün oluyor.
Tüm bu gruplaşmaların arasında sarı grup da geçmişte Taraf gibi muhafazakâr demokrat ya da liberal demokrat çizgide tanımlanabilecek gazetelerde yazan günümüzde Karar, Serbestiyet gibi yayınlara katkı sunan isimlerin de ayrı bir grup olarak ortaya çıktığı görülüyor. Elif Çakır, Yıldıray Oğur, Mustafa Akyol gibi muhafazakâr yayınlara da katkı sunmuş isimlerin etkileşimler söz konusu olduğunda kendi aralarında bir grubu teşkil ettikleri görülüyor.
Yeşil renkli gruba ise çoğunlukla günümüzde siyasal iktidara yakın çizgide yayın yapan gazeteciler ya da merkez medya olma iddiasındaki yayınlarda görev yapmakta olan ya da yapmış gazeteciler giriyor. Yakından bakıldığında siyasi çizgi olarak İsmail Küçükkaya, Cüneyt Özdemir ve Fatih Portakal haricinde yeşil etkileşim grubunun içerisindeki gazetelerin benzer medya gruplarından ve siyasal kliklerden geldiği görülüyor. Bu noktada, İsmail Küçükkaya ve Fatih Portakal’ın konumsal yakınlıkları dolayısıyla haritada yeşil grupta temsil edildiklerinin, ağ içerisindeki aktörleri daha fazla grup elde edecek şekilde konumlandırdığımızda ise bu iki ismin sol-demokrat gazetecilerden oluşan mor renkli grup içerisinde, fakat yine haritanın solunda merkeze yakın şekilde konumlandıklarının altını çizmek gerekiyor. Bize kalırsa burada çıkarılması gereken en büyük derslerden biri uzun süredir yapılan “merkez medya kalmadı” tespitinin sosyal ağ yansımasının gerçekçiliği. Elbette, Twitter’da hâlâ kurulan ilişki haritalarının daha merkez kısmında yer alan isimler var; ama bu yine de bir merkezin yapısal olarak var olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, merkez geleneğinin çözülmesiyle birlikte farklı perspektiflerin mahallelerinin kanaat önderleri çıkardığımız haritanın göbeğinde yer alıyorlar; ama görünür oldukları platformlara bakıldığında siyasal merkezde tek bir medyanın olmadığı aşikâr. Bu, elbette, bir merkez medyanın gerekli olduğu anlamına gelmiyor. Ki zaten Türkiye tipi kutuplaşmış çoğulcu medya sistemlerinde merkezin varlığı istisnai bir durum. Burada aslolan, bu kutuplaşmış polarize sistemin yeni medyadaki bir ağ haritasına yansıyacak kadar belirginleşmesi ve 2016 sonrası medya sahipliğindeki dramatik değişim ve dönüşümün amacına ulaşmış görünmesi. Mahallelere bölünmüş, birbiriyle konuşmaktan imtina eden ve sınırlı aktörler üzerinden birbirine bağlanan bir medya ortamı.
Gazetelerin ağ içerisinde konumlanması
Her ne kadar bu çalışmada gazeteci komünitelerine odaklanmış olsak da, araştırmayı gerçekleştirirken medya kuruluşlarının ağ içerisinde nasıl konumlandığını da merak ettik. Türkiye’nin önde gelen gazetelerinin ağ içerisindeki konumlarını incelediğimizde, benzer şekilde yayın politikaları ekseninde meydana gelen bir gruplaşmanın söz konusu olduğunu gördük.
Gazetecileri çalıştıkları kurumların ideolojik/siyasi çizgilerine göre kodladığımızda ortaya çıkan harita ile gazetelerin ağ içerisindeki konum ve gruplaşmalarına dair harita arasında büyük benzerlikler var.
Haritada görüldüğü üzere, liberal demokrat, bağımsız ve sol-demokrat olarak kodladığımız gazetecilerde gruplar arası geçişkenlik bulunurken, iktidara yakın veya iktidarla stratejik işbirliği hâlindeki medya kuruluşlarında çalışan gazeteciler diğer gruplarda varlık göstermiyor.
Hangi gruplar daha sıkı bağlar içeriyor?
Her grubun kendi içindeki bağ yapısını incelemek ve bağların ne kadar sıkı olduğunu görebilmek için kümelenme katsayısını hesapladık. Bu ölçüt öncelikli olarak bir sosyal ağın yapısındaki alt grupları incelememize olanak veriyor. Bu alt grupları klikler olarak ifade edebiliriz. En az üç aktörün/düğümün bir araya gelmesiyle oluşan klikler kendi içlerinde çok sıkı bağlantıya sahip kullanıcılara işaret ediyor. Bir grubun çok sayıda klik barındırması, dolayısıyla kümelenme eğiliminin yüksek olması ise grup içi ilişkilerin daha hızlı ve etkili olmasını sağlıyor. Örnek üzerinden ifade edecek olursak, eğer bir sosyal ağda sahip olduğunuz arkadaşlarınız da birbirleri ile arkadaşlarsa bu ağın kümelenme katsayısı yüksektir, birbirlerine en uzak noktadaki iki kişi dahi kolayca birbiriyle etkileşime geçebilir. Kümelenme katsayısına göre oluşturduğumuz ağ haritasında muhafazakâr ve merkez görüşteki gazetecilerin dahil olduğu grupların kümelenme oranının az olduğunu görüyoruz. Öte yandan sol-demokrat ve ulusalcı gazetecilerin oluşturduğu mor ve turuncu gruplarda bu değerin yüksekliği göze çarpıyor.
Bu verileri yankı odası etkisi bağlamında değerlendirirken iki farklı bakış açısı geliştirmek mümkün. Grup içerisinde farklı görüşleri temsil eden aktörlerin olması durumunda, enformasyonun hızlı yolculuk edebilmesi farklı görüşlerden haberdar olunmasına katkı sağlayacağı için yüksek kümelenme oranı yankı odalarına karşı bariyer etkisi yaratacaktır. Siyasi görüş ve çalışılan kurumlar ekseninde hayli homojen bir dağılım tespit ettiğimizi göz önünde bulundurursak, sol-demokrat ve ulusalcı gazetecilerin gruplarındaki kümeleşmenin yankı odalarına karşı bir bariyer görevi üstleneceğini söylemek güç görünüyor. Öte yandan, tam da aynı sebeplerden dolayı, kümelenme oranı yüksek gruplarda dezenformasyonun ve yalan haberlerin daha hızlı yayılacağını söylemek mümkün. Dolayısıyla sol-demokrat ve ulusalcı gazetecilerden oluşan iki grubun da yankı odası etkisine açık olmakla birlikte, bu etkiyi kırabilecek potansiyelleri de barındıklarını ifade edebiliriz. Birbirine zıt bu iki senaryonun varlığı teknolojinin veya bir ortamın kullanımından bağımsız etkilerde bulunamayacağını, farklı kullanıcıların farklı kullanım biçimleri geliştirerek farklı sonuçları tetikleyebileceğini hatırlatması açısından da önemli.
Ağ içerisinde kimler köprü görevi görüyor?
Haritadaki düğümlerin ağırlıklarından da anlaşıldığı gibi, ağda aracı rolünü üstlenen ve farklı gruplar arasında ilişki kurma gücüne en çok sahip olan gazeteci İsmail Saymaz. İsmail Saymaz’ı İsmail Kılıçarslan, Ahu Özyurt, Murat Ağırel, Nevşin Mengü, Ayşenur Arslan ve Abdurrahman Dilipak gibi gazeteciler takip ediyor.
Diğer gazetecilerle en hızlı iletişim kurma kabiliyeti kimde?
Gazetecilerin kendi içlerinde oluşturdukları ağda, diğer gazetecilerle en hızlı iletişim kurma potansiyeline sahip kilit aktörler arasında Saygı Öztürk, Abdurrahman Dilipak, Barış Terkoğlu gibi isimler vardı. Genel ağa baktığımızda ise öne çıkan gazetecilerin Feyzullah Doğru, İbrahim Haskoloğlu, Emin Çölaşan ve İbrahim Karagül olduğunu gördük.
SONUÇ
Araştırma bulgularına dair genel bir değerlendirme
Türkiye’de bir medya haritalama çalışması yapmanın kendine has zorlukları var. Başta örneklemin belirlenmesinde ortaya koyduğunuz kriterler olmak üzere çok sayıda konu üzerine ince eleyip sık dokumak gerekiyor. Hele ki söz konusu “medya mahallesi” gibi dar; ama Türkiye’nin son yıllarda siyah beyaz gibi yansıtılmaya çalışsa da hem gelenekler hem de yeni yönelimler bağlamında farklı grup ve ekollerden oluşan farklı bir cemiyet olduğunda yapılan araştırmanın ağırlığı artıyor. Araştırmaya katacağımız gazetecileri seçerken Türkiye medyasına genel bir bakış attığınızda en sık rastladığımız ve Twitter’da da aktif olan isimlerden oluşan bir tablo oluşturmaya çalıştık. Kişilerin hem hatırı sayılır bir takipçi kitlelerinin olmasına hem de listede Türkiye’nin siyasi farklılıklarını temsil edecek düzeyde farklı grupların yer almasına dikkat ettik. Bu da araştırma sürecinde meyvelerini verdi. Gerçekten de, Türkiye’nin medya ortamındaki farklı siyasi ve profesyonel eğilimleri açıkça gözlemleme ve farklı siyasi ve profesyonel eğilimlere sahip komünitelerdeki etkileşim işleyişini anlama fırsatı bulduk.
Türkiye’nin medya alanına ilişkin dinamiklerin yarattığı zorlukların yanı sıra, bu tarz bir çalışmanın yerel bakış açısına hapsolmamış bir medya-toplum-teknoloji diyalektiğine ihtiyaç duyması tartışmamızı daha kapsayıcı bir kavram altında yürütmemizi gerektiriyordu. Bu doğrultuda, Türkiye’nin medya alanına ilişkin tartışmalarda en sık değinilen olgulardan biri olan “kutuplaşmayı”, sosyal ağların toplumsal etkilerine yönelik çeşitli endişeler barındıran “yankı odası” metaforu üzerinden irdeledik. Konuya ilişkin akademik çalışmaların ve güncel tartışmaların metodoloji gereği cevapsız bıraktığı soruları göz önünde bulundurduğumuzda, mevcut manzaraya ilişkin net bir tablo çizmemize olanak veren sosyal ağ analizini araştırmamızın yöntemi olarak belirledik. Türkiye’nin gazeteci kömünitelerini Twitter üzerinden incelememizi sağlayan bu yöntemle Twitter’da etkili kullanıcı ölçütünü karşılayan 100 gazetecinin hesaplarına ilişkin etkileşim unsurlarından oluşan veri setlerini analiz ettik. Amacımız Twitter’daki gazeteci mahallelerini keşfetmek ve bu mahallelerin dinamiklerinde etkili aktörlerin kimler olduğunu ortaya çıkarmaktı. Araştırmamızın sonuçlarına geçmeden önce çalışmamızın sınırlarından kısaca bahsetmenin sonuçları değerlendirme noktasında da faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Yankı odalarının varlığını net bir şekilde tespit etmeye olanak verecek bir yöntem ya da parametrenin bulunmaması çalışmamızın en büyük kısıtını oluşturuyor. Böyle bir tespiti imkânsız kılansa herhangi bir iletişim eylemini tüm unsurları ve etkileriyle değerlendirmenin mümkün olmayışı. Dolayısıyla bu çalışmada, yankı odalarının varlığına ilişkin tek bir evet-hayır sorusu sormak ve bu soru ekseninde ilerlemek yerine, kutuplaşmanın boyutlarını, bu kutuplaşmayı oluşturan olası dinamikleri, ağ içerisindeki önemli aktörleri ve rollerini, ve tüm bu bulgularımızın yankı odası yaratma noktasında nasıl potansiyeller taşıdığını inceledik.
Çalışmamızın örneklemi de başka bir kısıt unsuru olarak düşünülebilir. Her ne kadar nesnel seçim kriterleri belirleyip, çoğulcu bir yaklaşım geliştirmeye çalışsak da seçtiğimiz gazetecilerin bizler için daha görünür olmaları, dolayısıyla -ironik ama kaçınılmaz bir biçimde- bizim yankı odalarımızı yansıtıyor olma ihtimallerini göz önünde bulunduruyoruz. Son olarak, araştırmamızın sınırı ve kapsamı gereği aktörlere ve ağ yapısına ilişkin birçok hesaplama ve bulguyu rapora dahil edemediğimizi, ağ analizine ilişkin en temel parametreleri kullanmayı tercih ettiğimizi hatırlatmakta fayda var. Bu yönüyle araştırmamızın, farklı grup dinamiklerini ve aktör rollerini keşfetmeyi amaçlayan daha geniş kapsamlı çalışmalara kapı aralamasını umuyoruz.
Görüleceği üzere, iki ayrı bakış açısıyla analizimizi gerçekleştirdik. İlk aşamada takip ilişkileri üzerinden bir ağ analizi oluşturup kimin kimi takip ettiği, takipleşenler arasında diğer aktörlerle iletişim kurma sıklığını, ağ içerisinde köprü görevi görenleri ve hızlı erişim imkânı olan hesapları keşfetmeye çalıştık. Burada takip ilişkileri bağlamında şaşırtıcı olmayan bazı durumlarla karşılaştık. Sağ-muhafazakâr olarak tanımlanabilecek, hükümete yakın medya kuruluşlarında çalışan gazetecilerin birbirleri arasında bir komünite oluşturduğunu, bu grubun diğer gruplarla iç içelik göstermediğini gördük. Genellikle büyük sermaye gruplarına ait gazetelerde çalışan bu isimler üzerinden baktığımızda bu esasen, Türkiye’de medyada her daim bir soru işareti olan çoğulculuk karakterinin yıllar geçtikçe iyice aşındığının bir göstergesiydi. Bu durum, ulusalcı, sol-demokrat gibi kategoriler altında tanımladığımız gazeteci komünitelerinde tam olarak böyle değildi. Hem çalışılan mecralar hem de takipleşme ilişkileri üzerine inşa edilmiş ağ haritaları bize bu grupların timeline’larında birbirlerine yer verdiklerini yani birbirlerini takip etmeye daha eğilimli olduklarını gösteriyordu.
İncelediğimiz iki ağda da, geçmişin merkez figürleri olan muhafazakâr demokrat ya da liberal demokrat gazetecilerle ulusalcı ve sol-demokrat kesimler arasında bir yakınlaşma tespit ettik. Söz konusu yakınlaşma Türkiye’nin 2016 sonrası medya ortamındaki radikal kırılmayla ilişkilendirilebilir. Nitekim bu kırılmanın diğer yüzünde derinleşen bir kutuplaşma da söz konusu. Yeni Şafak’tan bir gazeteci ile DW Türkçe’ye içerik üreten bir gazeteci arasında harita üzerinde gördüğümüz mesafe, mevcut siyasal kutuplaşmanın bir yansıması olarak okunabilir.
Ağ genelinde ve gruplar özelinde tespit ettiğimiz en etkili gazetecilerin çoğunlukla geleneksel medyada görünürlük kazanmış ve güçlü aktörlerden oluşan bir sosyal sermayeye sahip olanlar olmaları ve kilit rollerde alternatif figürlere rastlamayışımız, Twitter’ı hiyerarşik olmayan, merkezsiz bir kamusal alan olarak değerlendiren optimist bakış açısıyla büyük ölçüde çelişiyor.
Geleneksel medyadan alışık olduğumuz “eşik bekçilerinin” Twitter üzerindeki yapılanmada da öne çıkmaları, kavramın günümüz medyası ve sosyal ağlar bağlamında geçerliliğini koruyup korumadığına ilişkin tartışmalar açısından önemli bir sonuç teşkil ediyor. Mevcut bulgularımız, yeni medya mülkiyet yapısının geleneksel medya sektörlerindeki mülkiyet ve denetim modellerini aksettirdiği şeklindeki eleştirileri de (Fuchs, 2016) doğrular yönde.
Genel bir toparlama yapmak gerekirse iki farklı ağın farklı parametreler üzerinden analizine dayanan bu çalışma Türkiye’deki kutuplaşma dinamiklerini medyadaki yansımaları bağlamında açık bir şekilde yansıtıyor. Elbette Türkiye’de Amerika Birleşik Devletleri’ndeki siyasi sisteme benzeyen ikili bir yapı yok. Her ne kadar artık ittifaklar çağında olsak da partilerin çeşitliliği çerçevesinde de gözlemleyebileceğimiz farklılıklara dayanan yapı sosyal ağlarda da kendini gösteriyor.
Medya sahipliğindeki dramatik değişim, onlarca yıla yayılan bazı dinamikleri değiştirmemiş olsa da kimi değişen dinamikleri gözlememiz mümkün oldu. Geçmişin merkez medyasının yayın politikası ve sahibiyet değişimiyle dağılması, bazı gazetecilerin yaşanan büyük kırılma sonucu siyasi görüşlerini paylaşmada daha cesur olmaları ve sertleşen siyasi ortam içerisinde pozisyon alma konusunda daha istekli hâle gelmeleri muhtemelen 10 yıl önce böyle bir analiz yapılmış olsaydı bu analizle o analiz arasında kimi farkları keşfedebilmemize neden olabilirdi. Yine aynı şekilde, siyasal gelişmelerin, geçmişin sağ muhafazakâr medya ve merkeze yakın kurumlarında çalışan gazetecilerle daha sık iletişim kuran hatta bu grupların parçası olan gazetecilerin sol demokrat gibi gruplara daha yaklaşmasına neden olduğunu söylemek mümkün. Bu elbette, incelenen aktörlerin kimliğine dayanan bir saptama. Ne yazık ki elimizde 10 yaşında ve aynı kullanıcıları içeren bir ağ haritası yok. Böyle bir veri setine sahip olsaydık, kutuplaşmanın yarattığı varsa yeni komüniteleri (örneğin küskün muhafazakârlar ya da iktidara yakın medyadan uzaklaşan liberal demokratlar) daha rahat bir şekilde tespit etme imkânımız olurdu. Elbette şu anda da geçmişte liberal demokrat ya da muhafazakâr demokrat olarak tanımlanabilecek gazetecilerin kendi küçük komünitelerinin varlığını teşhis etmek mümkün oluyor. Neticede bize göre asıl olansa, görevi farklı fikirlerin toplumun farklı kesimlerince görülmesini, duyulmasını sağlamak olan gazetecilerin dahi kendilerine uzak gazetecileri duyma, onları izleme konusunda mesafeli olması. Elbette yan hesaplar, listeler gibi yöntemlerle gazetecilerin birbirlerini izleme, dinleme olasılıkları var; fakat açık veri üzerinden yapılan bu araştırmada gözlemlediğimiz mevcut paternler kutuplaşmanın kırılmasını sağlayabilecek olası dinamikler bağlamında pek de ümit verici değil; hatta ümit verici olmaktan çok uzak.
Daha da önemlisi bu ümitsizliğe rağmen soğukkanlı olmayı öğrendik. Nitekim yer verdiğimiz bulgular sadece medya profesyonelleri ve araştırmacılar için değil, bugünkü medya manzarasını tetikleyen siyasi kırılmalara ve sermayenin dönüşümüne az da olsa tanıklık etmiş herkes için öngörülebilir bir tablo çiziyor, sonuçlar şaşırtıcı olmaktan çok uzak. Bu açıdan bakıldığında, herkesçe bilinen ve varlığı kabul edilen bir olgunun niceliksel doğrulamasını yapmaya giriştiğimiz söylenebilir. Bizim amacımız ise, bu tarz bir ispatın ötesine geçerek, , her “yeni teknolojiler” dalgasında yeşeren (Maigret, 2013, 345, gazetecilerin kronikleşmiş sorunlarının mucize bir şekilde aşılacağına dair umutlar ile, bu teknolojilerin getirdiği potansiyel tehlikelere odaklanan bakış açısı arasında bir alan açmak. Çalışmanın sonuçlarını iki görüş arasında açmaya çalıştığımız bu alana dahil edip değerlendirdirdiğimize çözüm yollarına ilişkin kollektif kavrayışımız ve eylem gücümüzün artacağı inancındayız. Bu noktada atılması gereken bireysel adımlar üzerine düşünürken Castells’in (2012) şu sözlerini hatırlamakta fayda var:
…Zihninizi çerçeveleyen ağlardaki çerçeveleri tanımlayın. Bedeninizi kimyasal çevremizin zehirlerinden arındırmak için egzersiz yaptığınız gibi, kültürel olarak kirlenmiş dünyamızda zihninizi çalıştırmak için her gün eleştirel düşünce pratiği yapın. Bağlantınızı kesin ve yeniden kurun. Anlamadığınızla bağlantınızı kesin, anlamlı bulduğunuzda yeniden bağlantı kurun.
Mevcut koşulları değerlendirdiğimizde Castells’in önerisine tam anlamıyla uymak pek olanaklı görünmese de çözümden yoksun olduğumuz söylenemez. Yankı odalarının ve filtre balonlarının etkisini zayıflatmak için kendi mahallelerimizle kurduğumuz bağları gözden geçirmenin çözüme giden yolda güçlü bir ilk adım olacağı görüşündeyiz.
Referanslar
Auxier, B. E., & Vitak, J. (2019). Factors Motivating Customization and Echo Chamber Creation Within Digital News Environments. Social Media + Society, 5(2), 1 13. https://doi.org/10.1177/2056305119847506
Baptista Ferreira, G. (2010). The internet as a virtual public sphere – Forums online and the limitations of an idea. MediAnali, 4 (8), 1-10.
Borgatti, S. P. (2006), “Identifying Sets of Key Players in a Network”, Comput. Math. Organ. Theory, 12(1), 21-34.
Castells, M. (2012). İsyan ve Umut Ağları İnternet Çağında Toplumsal Hareketler. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Castells, M. (2016). İletişimin Gücü. (Çev. E. Kılıç). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Cinelli, M., De Francisci Morales, G., Galeazzi, A., Quattrociocchi, W., & Starnini, M. (2021). The echo chamber effect on social media. Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America, 118(9), e2023301118. https://doi.org/10.1073/pnas.2023301118
Edwards, G. (2010). Mixed methods approaches to social networks analysis (Rev. Pap. NCRM/015). Southampton, England: ESRC National Centre for Research Methods.
Flaxman, S., Goel, S., Rao, J. M. (2016). Filter bubbles, echo chambers, and online news consumption. Public Opinion Quarterly, 80, 298–320. doi:10.1093/poq/nfw006
Fuchs, C. (2016). Sosyal Medya Eleştirel Bir Giriş. (Çev. İ. Kalaycı ve D. Saraçoğlu). Ankara: NotaBene Yayınları.
Garcia de Torres, E., Yezers’ka, L., Rost, A., Calderin, M., Bello, M., Edo, C., Sahid, E., Jerónimo, P., Arcila, C., Serrano, A., Badillo, J., and Corredoira Alfonso, L., 2011, See you on Facebook or Twitter? How 30 local news outlets manage social networking tools, International Symposium on Online Journalism, UT, Austin, available at: http://online.jour- nalism.utexas.edu/2011/papers/Elvira2011.pdf (Erişim tarihi 24.10.2021)
Hanusch, F. & Nölleke, D. (2019). Journalistic homophily on social media: Exploring journalists’ interactions with each other on Twitter. Digital Journalism, 7(1), 22-44. doi:10.1080/21670811.2018.1436977
Hedman, U. (2015). Tell everyone: why we share and why it matters. Digital Journalism, 1-2.
Jamieson, K. H., & Cappella, J. N. (2008). Echo chamber: Rush Limbaugh and the conservative media establishment. Oxford: Oxford University Press.
Kahn, R. & Kellner, D. (2007) Globalization, Technopolitics, and Radical Democracy. In: Dahlberg L., Siapera E. (eds) Radical Democracy and the Internet. London: Palgrave Macmillan.https://doi.org/10.1057/9780230592469_2
Kitchens, B., Johnson, S., & Gray, P. (2020). Understanding Echo Chambers and Filter Bubbles: The Impact of Social Media on Diversification and Partisan Shifts in News Consumption [Unpublished manuscript]. MIS Quarterly, 44 (4), https://doi.org/10.25300/MISQ/2020/16371
Luzsa, R., & Mayr, S. (2021). False consensus in the echo chamber: Exposure to favorably biased social media news feeds leads to increased perception of public support for own opinions. Journal of psychosocial research, 15.
Molyneux, L. & Mourão, R. 2019, ‘Political journalists’ normalization of Twitter’, Journalism Studies, 20 (2),248-266. https://doi.org/10.1080/1461670X.2017.1370978
Noguera Vivo, J. M. (2013). “How Open are Journalists on Twitter? Trends Towards the End-User Journalism.” Communication & Society, 26 (1), 93-114.
Otte, E., & Rousseau, R. (2002). Social Network Analysis: A Powerful Strategy, Also for the Information Sciences. Journal of Information Science, 28, 441-453. http://dx.doi.org/10.1177/016555150202800601
Pariser, E. (2011). The Filter Bubble: What the Internet Is Hiding from You. London: Penguin.
Sears, D. O., & Freedman, J. L. (1967). Selective exposure to information: A critical review. Public Opinion Quarterly, 31(2), 194–213. https://doi.org/10.1086/267513
Sunstein, C. R. (2017). # Republic: Divided Democracy in the Age of Social Media, Princeton, NJ: Princeton University Press.
Verweij, P. (2012). Twitter Links Between Politicians And Journalists. Journalism Practice, 6 (5-6), 680-691. https://doi.org/10.1080/17512786.2012.667272
Wihbey, J., Coleman, T.D., Joseph, K., & Lazer, D. (2017). Exploring the Ideological Nature of Journalists’ Social Networks on Twitter and Associations with News Story Content. ArXiv, abs/1708.06727.
Araştırmacılar hakkında
NewsLabTurkey Research Hub Direktörü Dr. Sarphan Uzunoğlu, aynı zamanda Kadir Has Üniversitesi’nde ve Bilgi Üniversitesi’nde dersler vermektedir. Daha önce Lübnan Amerikan Üniversitesi Multimedya Gazetecilik Bölümü’nde Öğretim Üyesi Doktor, Norveç Arktik Üniversitesi Medya ve Dökümantasyon Bölümü’nde Doçent Doktor ve Kadir Has Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nde Öğretim Görevlisi Doktor olarak çalışmıştır. Uzunoğlu doktora çalışmalarını Galatasaray Üniversitesi Medya ve İletişim Çalışmaları programında yazdığı Türkiye gazetecilik endüstrisindeki gazetecilik emeğinin istikrarsızlığı ve bu güvencesizleştirme süreci üzerine yazdığı tezle tamamlamıştır. Uzunoğlu yüksek lisans derecesini ise Kadir Has Üniversitesi Yeni Medya Yüksek Lisans Programı’nda yazdığı “Hegemonya İçinden Direniş: Türkiye’nin Yeni Medya Ortamında Yarı Anonim Direnişin Yükselişi” tezini tamamlayarak almıştır.
NewsLabTurkey Araştırma Asistanı Hazal Sena Karaca, lisans eğitimini Kadir Hxas Üniversitesi Yeni Medya programında tamamlamış, ardından Türk-Alman Üniversitesi Avrupa ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden yüksek lisans derecesini almıştır. 2018 yılında Jean Monnet bursuyla gittiği Goldsmiths, University of London’da eğitimine devam eden Karaca, Dijital Medya Yüksek Lisans Programını Türkiye’nin bilgi toplumu politikaları üzerine yazmış olduğu tezle tamamlamıştır. Bir dönem mobil oyun ve reklam teknolojisi alanında çalışan Karaca, Marmara Üniversitesi Medya ve İletişim Çalışmaları Doktora programında eğitimini sürdürmektedir.