Basın özgürlüğü mücadelesini hatırlatma günü: 24 Temmuz

24 Temmuz tarihi, ülkemizin basın tarihinde önemli bir yer işgal eder. Neden? Çünkü 24 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edilmiş ve o güne kadar basına şiddetli biçimde uygulanan devlet sansürü sona erdirilmiştir. Sultan II. Abdülhamit’in yönetiminde geçen ve İstibdat (Baskı) Dönemi olarak adlandırılan 1876-1908 yılları arasındaki dönem, basın tarihçileri tarafından “en karanlık dönem” olarak ifade edilir.

25 Temmuz sabahı gazeteler sansürsüz çıktı

Hıfzı Topuz, Türk Basın Tarihi: II. Mahmut’tan Holdinglere (2003) isimli kitabında o günü şöyle anlatır: “24 Temmuz 1908’de İstanbul gazetelerinde çıkan dört satırlık bir resmî bildiri, Meşrutiyet’in yeniden ilan edildiğini ve 1876 Anayasası’na göre seçimlerin yapılacağını açıklıyordu. Bu haber büyük bir coşku yarattı İstanbul’da. Gazeteciler Sirkeci Garı’nın karşısındaki bir lokantanın bahçesinde toplandılar. 33 yıldan beri ilk defa böyle bir toplantı yapılıyordu. Gazeteciler derhal kendi aralarında bir dernek kurmaya karar verdiler. ‘Osmanlı Matbuat Cemiyeti’ adlı bu derneğin temelleri o toplantıda atıldı. Özgürlük vardı artık İstanbul’da. Gazeteciler kesin bir karar aldılar. Sansür memurlarını o gece gazetelere sokmayacak ve sabaha kadar görev başında kalacaklardı. Nitekim öyle yaptılar. Sansür memurları kapılardan geri çevrildi. ‘Gazeteler hürdür artık. Sansür yasaktır. Gazeteleri sansür etmeye kalkmak ağır bir suçtur’ dediler. Ve 25 Temmuz 1908 sabahı gazeteler yıllardan beri ilk olarak sansürsüz çıktı.”

Gazetecilik sadece özgür ortamlarda gelişir

Hıfzı Topuz, kitabında İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla gelen özgürlük havası içinde başlangıçta dört olan gazete sayısının ilk iki ay içinde 200’e kadar çıktığını, gazete tirajlarının iki binlerden 50 binlere ulaştığını yazar. Demek ki neymiş? Gazete sayısının ve tirajlarının artmasında basın özgürlüğünün ciddi bir katkısı varmış. Özgürlük yoksa gazetecilik de yok. Hele hele ağır sansür koşullarında gazetecilik yapmaya çalışmanın bedeli basın tarihi kitaplarında anlatılıyor.

24 Temmuz Basın Bayramı

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) 1948 yılında 24 Temmuz’un “Basın Bayramı” olarak kutlanması kararını aldı. Bu günün belirlenmesi sürecinde yapılan tartışmalar da ilginçtir.

TGC, 1946 yılında kurulduğunda, bir gazeteciler günü olması gerektiği tartışılmaya başlanır. Bir grup gazeteci, ilk Türkçe gazete olan Takvim-i Vekayi’nin 1831’de yayımlanmaya başladığı gün olsun derken, başka bir grup gazeteci ise 1861’de yayımlanmaya başlayan ve ilk Türkçe bağımsız gazete olma özelliği taşıyan Tercüman-ı Ahval’in yayımlanmaya başladığı günün seçilmesinin daha doğru olacağını savunur. Gazetelerde yazarlık da yapan edebiyatçı Refik Halid Karay ise 24 Temmuz’u Basın Bayramı olarak ilan etmeyi önerir.

Sonuçta 24 Temmuz’un “Basın Bayramı” olarak kutlanması kabul edilir ve 1971 yılında askeri muhtıra ile hükümet devrilene kadar da kutlanır. 1971 yılında hükümet bir muhtıra ile devrildikten sonra sıkıyönetim ilan edilir ve gazetecilere yönelik baskılar artar. Bu baskı ortamında Basın Bayramı kutlamanın doğru olmayacağı kararına varan TGC yönetimi, 24 Temmuz’u “Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü” olarak kutlamaya başlar.

Basın özgürlüğü mücadelesi bugün de sürüyor

1971 yılından bugüne basın özgürlüğü için mücadele sürüyor. Çünkü ülkemizde hiçbir dönemde gerçek anlamda basın özgürlüğü ortamı sağlanamadı. Daha da kötüsü, Türkiye’nin basın özgürlüğü karnesi her geçen yıl daha da kötüleşiyor.

Günümüzde, İstibdat Dönemi’nde olduğu gibi bir uygulama olarak yayın öncesi sansür mekanizması yok ama sansürden daha da kötüsü, otosansür var. Otosansür, sansürden daha da tehlikelidir; çünkü görünmez, zihinlerde işler. Otosansür, bir gazetecinin haber yapması gerektiğini düşündüğü bir olayı korkudan haber yapmaktan vazgeçmesi ya da vazgeçirilmesi anlamına geliyor.

Yapılan araştırmalar, gazetecilerin yaygın biçimde otosansür uyguladıklarını gösteriyor. Örneğin TGS tarafından 2020 yılında yapılan bir ankette 141 gazeteciye otosansür uygulayıp uygulamadıkları sorulmuş. Katılımcılardan sadece 40’ı otosansür uygulamadıklarını söylerken 101’i, yani yüzde 72’si haber yaparken otosansüre başvurduklarını ifade etmiş.

Günümüzde sansürün başka bir biçimi de devrede. O da yayın sonrası sansür. Özellikle internet haber medyasında gün geçmiyor ki yayımlanmış haberlere erişim engeli getirilmesin. Bu erişim engellerinin önemli bir kısmı kamu yararı içeren haberlerle ilgili. Konunun uzmanı olan Prof. Dr. Yaman Akdeniz, sulh ceza hakimliklerinin erişim engelleme kararlarını sorgulamadan verdiklerini ifade ediyor.

Bir de “yayın yasakları” meselesi var. Hemen her toplumsal olayda, hemen hakim kararıyla yayın yasağı kararı alınıyor, ardından RTÜK üzerinden televizyonlara duyuruluyor. Bu yayın yasaklarının sınırı da net olarak çizilmediği için, ceza almak istemeyen yayıncıların uyguladıkları otosansürle daha da genişletilerek uygulanıyor. RTÜK’ün websitesinden elde ettiğim bilgiye göre Ocak 2024’ten bu güne tam 54 yayın yasağı kararı alınmış. Örneğin; 12 Temmuz 2024 tarihli Bolu 2. Sulh Ceza Hakimliği’nin verdiği yayın yasağı şu şekilde haberleştirilmiş: “Bolu’da 19 yıllık faili meçhul cinayete ilişkin yürütülen soruşturmada 2 kişi daha gözaltına alındı. Zanlılardan biri adliyede 2. kattan aşağı atlayarak hayatını kaybetti. Yaşanan gelişmeler sonrası Bolu 2. Sulh Ceza Hakimliği ‘Soruşturma dosyasının kapsamında yerli, görsel ve internet medyasında sosyal medyada her türlü haber, röportaj ve bu içerikteki yayınlara 5187 Sayılı yasanın 3. Maddesi gereğince yayın yasağı konulmasına’ karar verdi.” Bu yasağın gerekçesi ise yok.

Özgür medya demokrasinin oksijenidir

Bir ülkede demokrasinin tam işleyebilmesi için medya özgürlüğünün tam olması ve medyanın dördüncü güç görevini özgürce yapabilmesi gerekir. Gazeteciler sürekli olarak baskı altında tutuluyorlarsa, yargılanma ve gözaltına alınma tehdidi altında iseler o ülkede gazetecilerin korkmadan gazetecilik yapmalarını beklemek mümkün olamaz. . Evet, gazetecilik cesaret işidir; doğru, ama söz konusu olan gazetecilerin cesareti değil halkın haber alma hakkıdır. Bu hakkın gerçekleşmesini sağlayacak ortamı yaratmak da en başta iktidarın görevidir. 

Sonuç olarak, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin özgür yurttaşları olarak haber alma hakkımızı ancak ve ancak özgür bir medya ortamında gerçekleştirebiliriz. Yapılması gerekenler belli: Basın özgürlüğünün önündeki tüm engeller ortadan kaldırılmalı ve gazetecilerin işten atılma, yargılanma korkusu olmadan özgürce haber yapabilmeleri sağlanmalıdır. Uluslararası basın özgürlüğü raporlarında Türkiye’nin özgür olmayan ülkeler arasında anılması hepimizi rahatsız etmeli. Bu sıralamanın değişmesi için hep birlikte çaba göstermeliyiz.

Yazar hakkında

Süleyman İrvan

Prof. Dr. Süleyman İrvan, Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi'dir.