Türkiye’de medya, mülteci ve göçmen kadınlar hakkındaki kamuoyu algısını şekillendirmede önemli bir rol oynuyor. Medyanın cinsiyet temsiliyetindeki eşitsizlik, özellikle mülteci ve göçmen toplulukları ele alan haberlerde, kadın deneyimi ve sesinin görmezden gelinmesi ile daha da belirginleşiyor.
Mülteci ve göçmen kadın öykülerinin medyada yeterince yer bulamaması, onların sadece mülteci veya göçmen kimlikleri üzerinden değil, aynı zamanda kadın olarak da çifte ötekileştirmeye uğradıklarını gösteriyor. Göç haberlerindeki genel tasvir genellikle erkek profili üzerinden şekillendiği için mülteci ve göçmen kadınların karşılaştıkları sorunlar, yaşadıkları hak kayıpları ve verdikleri mücadele bu genel algının içinde eriyip görünmez hâle geliyor.
Diğer bir yandan, mülteci ve göçmen kadınların medya temsiliyetinin kısıtlı kalmasının sebebi yalnızca göç haberlerinde odağın erkeklere yoğunlaşması değil, aynı zamanda son dönemde sıklıkla siyasi propaganda ve manipülasyon için araçsallaştırılan göç haberlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğine dayanan hak odaklı bakış açısının var olmaması. Bu eksiklik, gerek haberi üretenlerde gerekse tüketenlerde böyle bir istek, çaba ve hassasiyetin olmamasıyla daha da derinleşiyor. Tüm bunlar mülteci ve göçmen kadınların göç sürecinde karşılaştıkları benzersiz zorlukları ve bu zorluklarla nasıl başa çıktıklarını anlama fırsatını azaltırken toplumsal cinsiyet eşitliği ve eşit yaşam koşullarının sağlanabilmesi için gerekli toplumsal farkındalığın gelişmesini de engelliyor.
Toplumda olduğu gibi medyada da görmezden gelinen Türkiye’deki mülteci ve göçmen kadınlar, haberlerde temsil edildiklerinde ise bu medya temsilleri çoğunlukla kadınların deneyimlerini genelleştiren ve tektipleştiren stereotipler üzerinden şekilleniyor. Bu stereotipleştirme, bireyler arası çeşitliliği göstermekte başarısız olarak mülteci ve göçmen kadınları aynı kimliklere, inançlara ve ihtiyaçlara sahip homojen bir grup olarak ele alıyor. Bu bakış açısı, mülteci ve göçmen kadınların bireysel yaşam öykülerini şekillendiren özgün karakterlerini, farklılaşan hayat koşullarını ve deneyimlerini de göz ardı ediyor. Bu stereotipler toplumsal uyum ve bir arada yaşam konuları etrafında gelişen tartışmaları besliyor, mülteci ve göçmen kadınların bireysel yaşamlarında ise ayrımcılık ve nefret söylemi olarak karşılarına çıkıyor.
Mülteci ve göçmen kadınların medya temsiliyetlerini mercek altına aldığımızda, haberlerde temel olarak öne çıkan üç stereotip olduğunu gözlemliyoruz.
1. Mağdur, muhtaç ve kurban
Göç ile ilgili haberlerde mülteci ve göçmen kadınlar sık sık savaş ve yerinden edilmenin pasif kurbanları olarak betimleniyor. Özellikle çatışma bölgelerinde yaşananları veya zorunlu göç süreçlerindeki sınır ve deniz geçişlerini konu edinen haberler, mülteci ve göçmenlik deneyimini genellikle “insanlık dramı”, “trajedi”, “acı hikâye” gibi manşetlerle betimliyor. Bu haberlerin içeriklerinde ise mülteci ve göçmen kadınlar ya birer kaybedilen hayat istatistiği ya da habere eşlik eden görsellerde acı içindeki çaresiz bireyler olarak yer alıyor.
Benzer betimlemeler mülteci ve göçmenlerin güncel yaşam koşullarını inceleyen haberlerde de karşımıza çıkıyor. Bu haberlerde de mülteci ve göçmen kadınlar ya sığınma kampı çadırlarında ya da ikamet ettikleri evlerde sefalet içerisinde yaşayan mağdur ve muhtaç ötekiler olarak resmediliyor. Bu tasvir, onların şiddet, sömürü ve yoksulluk karşısındaki kırılganlıklarını vurgulayarak mülteci ve göçmen kadınların hayat mücadelesi için gösterdiği direnci gölgede bırakıyor. Bu zorluklar gerçek olsa da ana odağın çaresizlik ve acıya çevrilmesi kadınların çok boyutlu ve karmaşık göç hikâyelerinin görmezden gelinmesine yol açıyor.
Mülteci ve göçmen kadınların ana akım haberlerde yalnızca kırılganlık üzerinden betimlenmesi, toplumsal düzlemde “kurban” stereotipinin normalleşmesine ek olarak maruz bırakıldıkları hak ihlallerinin ve şiddetin artışına da zemin hazırlıyor. Bu stereotip, en belirgin biçimiyle medyada sıklıkla yer alan suç haberlerinde karşımıza çıkıyor.
Mülteci ve göçmen kadınlara karşı işlenen suçları konu edinen haberler çoğunlukla şiddet eylemlerini ayrıntılı bir şekilde betimleyerek manşete taşıyor. Haber içerikleri ise şiddete maruz bırakılan bireylerin gizliliğini ve güvenliğini korumak yerine onların kişisel bilgilerine ayrıntılı bir şekilde yer veriyor ve onları korumaktan çok failin uyguladığı şiddeti meşrulaştıran kişisel detaylara odaklanıyor. Dolayısıyla, haberlerdeki hâkim bakış açısı, mülteci ve göçmen kadınları toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin önlenemez ve yegâne kurbanları olarak sınıflandırıyor. Zamanla izleyicinin gözünde de normalleşen bu steorotipleştirme, kolaylıkla toplumsal hayatta kendine yer bularak mülteci ve göçmen kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin artışına zemin hazırlıyor.
2. Suçlu ve toplumsal güvenlik tehdidi
Mülteci ve göçmen kadınlar medyada genellikle ya kurban ya da suçlu olduklarında haberlere taşınıyor. Mülteci ve göçmen kadınların medyada çoğunlukla suç haberleri üzerinden temsil edilmesi ve hırsızlık, dilencilik, cinayet, dolandırıcılık gibi çeşitli suçlarla özdeşleştirilmeleri, toplumda onlara karşı olumsuz imaj oluşturuyor. Öte yandan, seks işçiliği yapan veya insan ticareti mağduru mülteci ve göçmen kadınların haberlerde kriminalize edilmesi de bu olumsuz algıyı pekiştiriyor.
Bu eğilime sahip içeriklerde haber örgüsü genellikle mülteci ve göçmen kadınların fail olarak rolüne ve işledikleri suçun detaylarına odaklanıyor, olayla ilgili bireysel hikâyeler veya neden-sonuç ilişkisi ise bu örgüde çoğunlukla yer almıyor. Bu yaygın yaklaşım, mülteci ve göçmen kadınları sadece suçla ilişkilendirmekle sınırlı kalmıyor, göçmen kadınların toplumsal güvenlik tehdidi oluşturduğuna dair tek tipleştirici önyargılar da yaratıyor.
Medyanın oluşturduğu bu imaj, toplumsal cinsiyet ve etnik köken temelli ayrımcılığı körüklerken mülteci ve göçmen kadınların toplumsal hayatta “potansiyel suçlu” olarak damgalanmalarına ve daha fazla dışlanmalarına yol açıyor.
3. Çok çocuklu, muhafazakâr, ev hanımı
Mülteci ve göçmen kadınlar haberlerde ve sosyal medya içeriklerinde genellikle aşırı muhafazakâr hatta radikal, çok çocuk sahibi olan ev hanımı kişiler olarak resmediliyorlar. Bu genelleştirme hem bu özellikleri taşıyan bireyleri ötekileştiriyor hem de izleyicinin gözünde bu stereotipten bağımsız karakterlere; farklı eğitim düzeyine, mesleklere ve yaşam tarzlarına sahip mülteci ve göçmen kadınların var olabileceği algısını yok ediyor. Sonuç olarak, medyadaki hâkim mülteci ve göçmen kadın portresi, çoğunlukla düşük eğitim seviyesine sahip, ev içi emeği değersiz görülen ve topluma katkıdan çok yük getiren bir imaj ile sınırlı kalıyor.
Bu tek boyutlu imajın toplumsal alanda yarattığı etkiler ise oldukça fazla. Bu genelleştirme ilk olarak mülteci ve göçmen kadınların temel haklarının göz ardı edilmesine, uğradıkları hak ihlallerinin normalleştirilmesine ve kimlik temelli önyargıların güçlenmesine alan açıyor. Bunun bir sonucu olarak göçmen kadınlar, bireysel yaşantılarında sosyal damgalanma, dışlanma ve sistematik ayrımcılık ile karşı karşıya kalıyorlar.
Dolayısıyla medyanın mülteci ve göçmen kadınlara yönelik bu sorunlu ve tekdüze yaklaşımı, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması karşısında ciddi engeller yaratıyor. Günün sonunda, mülteci ve göçmen kadınlar toplumun gözünde günlük hayattan izole ve pasif rollere hapsediliyor, toplumsal hayatı şekillendiren farklı roller üzerinden yaşamlarını sürdürebilmeleri daha da imkânsızlaşıyor.
Kapsayıcı ve çoğulcu temsiliyet ihtiyacı
Medya, toplumdaki dezavantajlı ve güvenli alanları kısıtlanmış grupların temsiliyetini oluşturmada kritik bir güce sahip. Toplumsal hayata dahiliyetleri sınırlandırılan, bu sebeple görünürlükleri görece daha az olan bu gruplara yönelik genel algı çoğunlukla medyadaki haberler üzerinden şekilleniyor. Dolayısıyla, medyada bu gruplara yönelik yapılan her genelleme toplumda yanlış algı ve önyargıların oluşmasına zemin hazırlıyor. Medyada mülteci ve göçmen kadınların temsil edilme biçimleri ve yol açtığı sonuçlar bu olgunun somut olarak gözlemlenebildiği bir portre olarak karşımıza çıkıyor. Bu tek boyutlu ve indirgemeci temsil, mülteci ve göçmen kadınların uğradığı ayrımcılığın ve hak ihlallerinin istisnai olmadığını, yapısal ve sistematik bir sorunun parçası olduğunu da gözler önüne seriyor.
Bu sorunun medya ayağının çözülebilmesi için ise kapsamlı bir değişime ihtiyaç var. Göç haberlerinde daha kapsayıcı ve çoğulcu bir temsiliyetin yaratılabilmesi için öznelerin kendisinin, yani mülteci ve göçmen kadınların, haber üretiminde aktif ve etkin karar vericiler olarak yer alması gerekiyor.
Yine de öznelerin dahiliyeti Türkiye’de göçe dair insan hakları temelli ve toplumsal cinsiyet odaklı bir medya perspektifi oluşturulabilmesi için tek başına yeterli değil. Medya ve iletişim alanında göç haberciliğine dair yeterli miktarda bilgilendirici kaynağın bulunmaması, akademik müfredat ve mesleki eğitim eksikliği de genel olarak göç haberciliği üzerine uzmanlaşan gazeteci sayısının sınırlı kalmasına yol açıyor. Bu bakımdan, akademik kurumların, sendika ve basın örgütlerinin Türkiye’de hak odaklı göç haberciliğinin gelişebilmesi için ortak programlar oluşturması büyük önem taşıyor.