Elbette her büyüme kötü değildir. Aynı şekilde her yeni istihdam kararı da mantıksız değildir. Yine de ben Türkiye’deki haber odalarının büyüme biçimine “şişmanlama” adını veriyorum.
Kriz döneminde büyümek: Gazete yöneticileri delirmiş olabilir mi?
Türkiye’de medya işvereni olmak kimilerine göre delilik, kimilerine göre “güç oyunları” içerisinde var olabilmek için bir zorunluluk, kimilerine göre ise bir sorumluluk.
Sizin bu sıfata nasıl baktığınız sizi ilgilendirir; ama bu işi sorumluluk olarak görenin de, delilik olarak görenin de, zorunluluk olarak görenin de yaptığı ortak bir hataya dair bir trendi işaret etmek de benim sorumluluğum gibi geliyor.
Bu sebeple, akademideki tam zamanlı işini bıraktığından bu yana medya kuruluşlarıyla uğraşan, onların büyüyüp gelişmelerine eşlik eden bir “medya destek profesyoneli” olarak 2024 ve sonrasında bizi bekleyen bazı trendlerle ilgili olarak çeşitli uyarılar yapmak gerektiğini düşünüyorum.
Bu uyarılara neden gerek var?
Uyarılarımı yapmadan önce yazıyı yazmamın temel sebebini açıklayayım. Partner, destek alan ya da yalnızca arkadaş gibi sıfatlarla iletişim kurduğum medya yöneticilerinin önemli bir kısmı, başta Basın İlan Kurumu’nun (BİK) destekleri olmak üzere farklı nedenler öne sürerek insan kaynaklarını genişletmek istediklerini belirtiyorlar. BİK’in kriterlerini yerine getirmek için hâlihazırda çoğu hibeyle finanse edilen insan kaynaklarının ulusal ve yerel bazı medya kurumlarında %40, bazılarında ise %60 oranında genişletilmesi, bazı durumlarda yeni ofisler açılması ve benzeri başka hamleler Türkiye gibi medya ortamı “alıcısız” ve “ekonomisi kaotik” olan bir ülkede riskli hedefler olarak öne çıkıyor.
Tüm dünya küçülürken büyümek makul değil
Şu bir gerçek ki birçok medya kuruluşu, sosyal erişim gücünün doyma noktasına varsa bile “yeni işe alımlar” ve “yeni atılımlar” ile güncel kalıyor gibi görünmeye çalışıyor. Yeni ortamda doğan bazı aktörler (bkz. 49W) ilginç derecede fazla etkileşim alan, prodüksiyon olarak yalın olsa da erişim olarak kuvvetli işler çıkarırlarken diğer yandan başka kurumlar hâlihazırda işlevsiz olan projeleri yeni medya ortamında daha çok üreterek bu algoritmik yapıda kendini var edebileceğini düşünüyor. İkinci kategorideki kurumlar bir yandan başarısız ürünlerin yüklerini çalışanlarına yüklüyor, öte yandan da kendileri her işverenin her yeni istihdam kararında altına girdiği idari, finansal ve aslında sosyal yükün altına girmiş oluyor.
Bizim bültenimiz olan ne okuyoruz’da ya da medya konulu diğer e-bültenlerin tamamında onlarca kişilik işten çıkarmaları, küçük ekiplerin finansal değer yaratan başarılarını okurken büyümenin kârlı görünen çevrelerde bile zorluğunun farkına varmak ve özellikle bağımsız medyada büyüme hedefinin tutturulamaması durumunda yüklenilecek olası ek maliyetleri (açılacak davalar, kıdem tazminatları ve çok sayıda dolaylı maliyet) göz önünde bulundurmakta fayda var. Spotify gibi herkesin telefonuna giren bir ürünün bile binlerce işten çıkarmayla yılı tamamladığı, League of Legends gibi kronik oyunculara sahip bir oyunu yapan Riot Games’in 500’ü aşkın kişiyi işten çıkardığı, ABD’de yalnızca 2024 Ocak ayında 500 gazetecinin işsiz kaldığı bir ortamda ihtimallerin heyecanına kapılıp büyük kararlar verilmemeli.
“Şişmanlayarak” büyümenin sonu kötü
Elbette her büyüme kötü değildir. Aynı şekilde her yeni istihdam kararı da mantıksız değildir. Yine de ben Türkiye’deki haber odalarının büyüme biçimine “şişmanlama” adını veriyorum.
İhtiyacınız olmayan miktarda gıda tüketmek nasıl ki bir insanı şişmanlatıyorsa miadı dolmuş bir içerik formatının arkasında çalışan kişi sayısını artırsanız da -hele ki günümüzün algoritmik koşullarında- o büyümenin sizin açınızdan kârlı ya da sağlıklı bir büyüme olması imkânsız.
Oysa, vücudun nasıl vitamin ve minerallere ya da başka kategorilerdeki girdilere ihtiyacı varsa haber merkezlerinin de farklı yeteneklerdeki kişilere ihtiyacı var. Ama o ihtiyaç da “doktorun reçete ettiği kadar.” Yani anlamsızca vücuda bocalanan ilaçlar gibi, kuruma anlamsızca zerk edilen yeni insan kaynağı da sıkıntı yaratabilir. Fakat bir reklam departmanınız yoksa reklamcı, bir analitik departmanınız yoksa bir veri analisti, bir UX departmanınız yoksa UX uzmanı almak gibi temel hamleler değil bahsettiklerim. 10 muhabir varken ekibi 15 muhabir olacak şekilde genişlettiğinizde 10 muhabirden zaten elde edemediğiniz return of investment‘ı (yatırımlarınızın karşılığını alma durumu) buradan da elde edememek sizin için ne yazık ki bir tür kader.
Kemer sıkma ihtimalini anımsamak şart
Türkiye’de bazı bağımsız ekonomistler tarafından bu aralar sıklıkla yeniden dillendirilen IMF yörüngesine dönüş ihtimali, artan kurlar, enflasyonun mevcut durumu gibi göstergelere baktığımızda şunu görüyoruz: Türkiye’de ekonomi yönetiminin direksiyonu kırdığı tarafta maaşlı çalışanlar için yakın gelecek umutla dolu değil.
Asgari ücretin artışıyla birlikte artan işveren maliyetleri, çoğunlukla gücü yalnızca bağımsız medyaya girmeye yeten sendikaların beklentileri, kurumlar arası iletişimsizlik sonucu ortaya çıkan yüksek personel sirkülasyonu gibi çok sayıda farklı etken, kurumların hesapsız büyümesinin önünü açıyor.
A planının B planından çok daha yüksek maliyetli olması riskli
Burada büyümenin, özellikle yeni medya doğumlu haber odaları için, en önemli motivasyonlarından biri bildiğimiz gibi Basın İlan Kurumu destekleri. Her ne kadar bu desteğin boyutunu düşününce bunun çok makul bir risk olduğunu bilsek de bu destekleri kesilen kurumların yaşadıkları zorluklar düşünüldüğünde; gelir çeşitlendirmesi bağlamında ortaya çıkabilecek dengesizlikler uzun vadede hem editoryal bağımsızlığı koruma konusunda dezavantajlar yaratabilir hem de bir gelir gittiği an diğerinin ana giderleri karşılama şansı olmayacağı için kurumlarda onarması zor finansal ve itibar temelli hasarlar bırakabilir.
Verimliliği öncelemeden büyümek sancılı olabilir
Türkiye’deki “büyüme kararları” ile ilgili en önemli eksiklerden biri de büyüyen insan kaynağının yönetilebilirliği konusunun hep görmezden gelinmesi. Medya kuruluşlarının çoğunlukla “tek adam” perspektifleri dahilinde yönetildiği gerçeğini de göz önüne aldığımızda departmanlaşma, görev ve sorumluluk dağılımı gibi çok temel dengeleri gözetmeyen örgütlenmelerde bir yeni çalışan daha almak, bütün gün Trendyol’da ya da Instagram’da gezinen bir başka çalışana iş vermek ya da kısa süre sonra beklediği ilgiyi göremeyip sessiz istifa durumuna geçecek yeni bir çalışana sahip olmak anlamına gelebilir.
Dediğim gibi, tüm bunlar bazıları varsayım, bazıları da gözlemlere dayanan uyarılar. Türkiye’de medya yöneticilerinin maaş ve üst limitlerini belirleme, politika ortaya koyma, etik ilkeler ve benzeri alanlarda daha sık buluşması şart; ama bu kontrolsüz büyüme problemi tüm bu problemleri gölgeleyebilir.