Faruk Bildirici: “En yakın arkadaşımı bile eleştirebiliyorum”

Gazeteci Faruk Bildirici çok uzun yıllardır medya ombudsmanlığı yapıyor. Çoğumuz onu Hürriyet gazetesindeki döneminden tanıyabilir ama evveliyatı çok eski zamanlara dayanıyor. Dile kolay tam 43 yıldır medya sektörünün içinde. Bu ömürlük zaman içine onlarca iş sığdırdı: eğitim muhabirliği, 12 Eylül darbe sürecinde adliye muhabirliği, doksanlı yıllarda televizyon programcılığı, Ankara’da haber müdürlüğü… Şimdi de ombudsmanlık yapıyor. Hürriyet gazetesinde başladığı okur temsilciliği, bugünlerde 11 medya kuruluşuna yazarak devam ediyor.

Herkesin tık almak için birbiriyle yarıştığı, herkesin elindeki cep telefonuyla “haber” geçtiği, bir dönemde; ombudsmanlık çok da kolay olmasa gerek. Çünkü Türkiye’de dezenformasyon gırla. Etik ise kimin umurunda!

Etik ilkelere dikkat etmek isteyen 11 kuruluş yaklaşık bir buçuk yıl önce Faruk Bildirici’den kendilerine ombudsmanlık yapmasını istedi. Bu kurumlar ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gerçek Gündem, BirGün, 9.Köy, İkinci Yüzyıl, 12Punto, T24, KRT TV ve Muhalif…

Peki bu süreç nasıl gidiyor? Hedeflerine ulaşabildi mi? Medyada bu kadar baskı varken, kendisi rahatlıkla işini yapabiliyor mu? Faruk Bildirici ile hem ombudsmanlığa hem de hayatına dair kısaca konuştuk. Bu uzun görünen söyleşiye kısa diyorum çünkü 43 yıl, binlerce deneyim tabii ki bu sohbete sığmaz.

Faruk hocam, benim kuşağımdan gazetecilerin “ben de ombudsman olsam” dediğini hiç duymadım. Benim aklımdan hiç geçmedi… Siz ise ısrarcısınız.

Meslek ölmüyor bence, yöntem değiştiriyor, kabuk değiştiriyor diye bakıyorum. Benim gazetecilik çizgimde yeni şeyler denemek ve kendini yeniden üretmek çok önemli oldu. Yeni bir yol yapacaksın, yeni bir yol inşa edeceksin. Bir iz bırakmak istiyorum. Eğer ileride birisi “Faruk Bildirici medyanın kendi kendine denetiminin siyasilere ya da başkalarına bırakılmayacak kadar değerli olduğunu söyleyip, bir yol açmaya çalıştı, örnek olmaya çalıştı” derse, bu benim de mesleğimin de kazancıdır.

“Etik, her şeyin iyi olduğu koşullarda gerekmez”

Her alanda olduğu gibi medyada da parlak bir dönemden geçmiyoruz. Bu işin zorluklarından bahseder misiniz?

Bazı arkadaşlar söylüyor, “böyle bir zamanda bir de seninle uğraşıyoruz” diye. Tabii haklılar da ama şöyle bir şey var, ahlak dediğimiz ya da etik kurallar dediğimiz şey, zaten normal zamanlarda, her şeyin iyi olduğu koşullarda gerekmez ki. Bir Avrupa ülkesindeki medyanın etik sorunu tartışmalarına bakın, bir de bizde bakın… Bu koşullarda biz bunu başarırsak, ilerisi için iyi olur. Bunun içinden çıkabilmemiz lazım. 

43 senedir meslekte olmak, aynı zamanda çok gazeteci ahbap edinmek demek. Yakınlarınızı eleştirirken tepki alıyor musunuz?

Yakın arkadaşımla ilgili bir konu önüme geldiğinde ki geldi, ben ilkeler neyi gerektiriyorsa onu yapıyorum. Türkiye gazetecileri hak ve somut bildirgesi, kendi tecrübelerim ve evrensel gazetecilik ilkeleri ile hareket ediyorum. Bu giderek benim en yakındaki arkadaşlarımla bile aramı açıyor, onları kızdırıyorum, kavga ediyorlar. Bana itiraz ediyorlar, en azından kırılıyorlar. Bunlar oluyor, bu da benim işimi zorlaşıyor. Sonuçta ben de bir insanım. Ben de herkes gibi, herkes beni sevsin isterim. Yani niye istemeyeyim? En yakın arkadaşım bile olsa, etik bir hata yapmışsa ya da bir sorun varsa onu yazabilmem gerekiyor ve yazıyorum da zaten dikkat ederseniz. Bana kızan insanların sayısı da epeyce arttı. Ne yapalım? Bu da işin gereği.

Hocam, geçtiğimiz yıl dediniz ki “gelin şu medyaya beraber el atalım.” Birçok mecraya çağrı yaptınız ombudsmanlık için. İyi de geri dönüşler aldınız. Neden böyle bir yola çıktınız?

Benim böyle bir yola çıkmamın nedeni Hürriyet gazetesindeki okur temsilciliği tecrübemdi. Orada şunu gördüm. Gazetecilik meslek ilkelerini savunma konusunda ne kadar tavizsiz davranırsanız davranın çok zor. Çünkü bir patronajın altında, hele hele Türkiye’deki bu holdingleşmenin içerisinde editoryal bağımsızlık zor. Türkiye’de bir dönem Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetesinde okur temsilciliği-ombdusmanlar vardı. Ben hiçbir arkadaşımıza, gerçekten bu işin gerektirdiği özgürlük alanının, bağımsızlığın tanınmadığını biliyorum. Dolayısıyla ben de “acaba farklı bir yöntem uygulanabilir mi?” sorusunu sordum kendime. Çünkü aslında ombudsmanlık temelde medyanın kendi kendini denetlemesi.

1960’lardan beri tartışılmış, bir dolu yöntem uygulanmış ama hiçbirisi etkili olamamış. Ve bu örneklerden yola çıkınca, acaba “Türkiye’de bağımsız medyada etkili olabilir mi?” sorusunu sordum. Aslına bakarsanız, benim uygulamak istediğim şey, hem bağımsız, hem de tüm medya kuruluşlarının desteklediği bir yöntem olmasıydı. Yani ben bağımsız olarak ortaya çıkacağım, onlara çağrıda bulunacağım. Onlar beni destekleyecekler. Gazetecilik yayın ilkelerine uyma konusunda taahhütte bulunacaklar, hem ombdusman olarak benim vereceğim kararlara uyacaklar hem de finansman konusunda destekte bulunacaklar… Ben finansman desteğini özellikle söylüyorum. Çünkü bu iş tek başına yapılabilecek bir iş değil. 

Bir ekip kurmak istiyordunuz…

Şöyle düşünsenize; gazeteler, televizyonlar, internet siteleri, sosyal medya, bunları takip etmek bırakın o konudaki etik denetim yapmayı, sadece takip başlı başına bir iş. Yani tek kişinin altından kalkamayacağı bir iş. O nedenle bir ekip kurmak istedim. 11 medya kuruluşu tarafından tanınan bir ombdusmanım. Gelen destek, bırakın bir ekip kurmayı, beni finanse etmeye bile yeterli değil doğrusu. Evet maalesef durum bu.

Medya sektörü para kazanan bir sektör değil maalesef. Özellikle son dönem Türkiye’sinde daha da zorlaştı. Ama önemli de bir iş bu. Neden finans sağlanamıyor? Gerçekten para mı yok, önemsenmeme sırasında, sıralamaya mı giremiyor? 

Evet, önemsemeyenler de var. Buna gerek duymayan arkadaşlarımız da var. Türkiye’deki gazeteciliğin genel hâlinden etkilenme de var. Gazetecilik şu anda iki ayrı kutba bölünmüş durumda. Siyasi iktidar yanlısı olanlar-siyasi iktidar yanlısı olmayanlar. Kürt medyası var, alternatif medya var, dijital medya var. Bütün bunları düşündüğünüzde öyle bir ortam var ki, gazetecilik zaten birçok sorunla cebelleşmekte. Baskılarla uğraşırken, dijital teknolojik devrimin tam ortasından geçerken, kendisi finansman sorunlarıyla cebelleşirken medyamız bizimle uğraşmak istemiyor. Ben sadece daha iyi gazetecilik yapılmasına katkıda bulunmak isteyen 43 yıllık gazeteciyim. Bütün çabam, edindiğim deneyimleri artıya dönüştürmeye çalışmak. Ben aslında “illa ombudsman olayım, böyle devam edeyim” diye bir kaygı da taşımıyorum. Sadece ombudsmanın gerekliliğini ve yararını kanıtlamaya çalışıyorum. Ha, “bir dakika sen kenarda dur, biz yapalım bu işi ya da şöyle bir kurum oluşturalım” derlerse, bunun üzerinde tartışalım. Bunlar beni sevindirir.

Ombudsman olarak nasıl bir faaliyet içindesiniz tam olarak?

Şimdi benim faaliyetimin bir görünen bir de görünmeyen tarafı var. Görünen tarafında 11 medya kuruluşunda her pazartesi yazı yazıyorum. Onlarla ilgili anlaşmazlık söz konusu olduğunda, bir itiraz söz konusu olduğunda onları değerlendiriyorum. Bir de görünmeyen tarafı var. Bir haber, bir yazıyla ilgili itiraz geldiğinde, onu oradaki arkadaşlarla görüşüyoruz, tartışıyoruz, kendi fikrimi söylüyorum. Bazen düzeltiyoruz. Özellikle dijitalde bunları düzeltmek daha kolay oluyor. Bazen de farklı görüşleri savunuyoruz.

Kamuoyuna yansımayan iç tartışmalardan mı bahsediyorsunuz?

Tabii ki. Bazen öyle oluyor ki, bir kişi mahkemeye başvurmadan sosyal medyadan haberin kaldırılmasını istiyor. Gerekçelerine bakıyorum diyorum ki, “evet, mağdur eden bir yaklaşım var. Üstelik de suç yok, kanıt yok.” O zaman ben, o haberin kaldırılması gerektiğini yönünde görüş bildiriyorum.

Bazen de okurlar kendileriyle ilgili haberler için başvuruyorlar, onları değerlendiriyorum. Anlaşırsak o yazı düzeltiliyor, anlaşamazsak da ben o konuda yazı yazıyorum. O yazı yayınlanıyor.

“Mesele bir noktaya varmak değil her zaman; tartışma alanının olması bu mesleğe dair bir fikir üretmemizi sağlıyor.”

Böyle bir durum olduğunda, sansürle karşılaşıyor musunuz? Biz bunu yayınlamayız diyen oluyor mu? Ya da yazdığınız yer olmak zorunda değil, eleştirilerinizde tepkiyle karşılaştığınız oluyor mu?

Benim ombudsmanlığımı tanıyan kuruluşlar bunlar, başlamadan evvel onlarla konuşmuştuk zaten. Eğer onların da itirazları varsa, farklı düşünüyorlarsa söylüyorlar. Ombudsmanlığımı tanımayan medya kuruluşlarıyla ilgili de oluyor. O zaman da ben o konudaki görüşümü kendi web sayfamda yazıyorum. Böylece kamuoyuna, o haberle ilgili itirazlarımı dile getirmiş oluyorum. 

Akbelen ormanıyla ilgili bir durum olmuştu. O madenle ilgili itiraz edenler, sonra dönüp şirketin ilanlarını yayınladı. Hem de tam sayfa. Ben bunun yanlış olduğunu söyledim, isim vermek istemiyorum, özür dilerim. Kimseyi kırmak istemiyorum çünkü. Onlar kendi görüşlerini savundular, ben de onlara karşı itirazlarımı dile getirdim. Bunun da yararlı olduğunu düşünüyorum. Sonuçta ben bir gazeteciyim. Benim de deneyimlerim var. Ben de yanlış yapabilirim. Dolayısıyla mesele bir noktaya varmamız değil, varmaktan da öte tartışma sürecinin cereyan etmiş olması, o tartışma süreci bu mesleğe dair bir fikir üretmemizi sağlıyor. O açıdan da yararlı oluyor. Şöyle örnekler de var. Bir gazeteci arkadaşın sosyal medyada reklam yaptığını, reklam oyuncusu olduğunu görüyorum. Onu uyarıyorum. Bana çok sert tepki veriyor, bazen hakarete varan yanıtlar da geliyor. Olsun önemli değil bunlar. Sonra bakıyorum, arkadaş onu tekrarlamıyor. Diyorum ki tamam, yani tekrarlamıyorsa hepimizin adına kazanç… Yine, siyaset yazan bir gazeteci arkadaşımın, bir köşe yazarının, gidip belediyelerden, sempozyumlardan para elde etmesinin, gelir elde etmesinin yanlış olduğunu söylemiştim. O arkadaşım daha sonra kendisi gazetecilerin belediyelerden kazanç sağlamasını eleştiren paylaşımlarda bulunmuştu. Dedim ne güzel. Sonuçta öğrenerek ilerliyoruz.

Hocam, etik dışı yayıncılık yapan kurumların ya da şahısların ceza alması gerekir mi sizce?

Bakın ben bu ceza meselesine karşıyım. Bu tür sorunları cezayla aşmaya çalışıyorlar. Mesele ceza vermek ya da ceza almak değil. Etik ihlal konusu olan birtakım sorunlar var, görüşe ihtiyacımız var. Yani ihlal var mı, yok mu? Bunu anmamız lazım. Çünkü temelde bütün bu tartışmanın, bütün bu sürecin özünde yatan şey, gazetecilik meslek ilkelerinin özümsenmesi konusu. Eğer bu ilkeler içselleştirilmiyorsa, ceza vererek bir yere gitmek mümkün değil.

“Reklamlar azalıyor, okur azalıyor, maliyetler çok artıyor”

Peki, Türkiye’de, ombudsmanlığın bağımsız hareket edebilmesi mümkün mü? Medyanın daha bağımsız olması ile alakalı değil mi bu durum? 

Doğru, şimdi fonla yayın yapan gazeteler var, tıklanma derdi olduğu için başlıklarını eğip büken gazeteler var, internet siteleri var. Reklam ve içerik yapmak zorunda kalan gazeteler var. Çünkü medya para kazanan bir yer değil. 

“Bu kötü koşullarda, kötü gazetecilik ile mi ilerleyeceğiz yoksa kötü koşullardan çıkmanın yolu daha iyi gazetecilik mi?”

Faruk Bildirici

Medyanın en önemli problemlerinden birisi zaten finansman sorunu… 

Sadece dijital medya değil, asıl olarak konvansiyonel medyanın da bir gelir kaygısı var. Zaten reklamlar azalıyor, okur azalıyor, maliyetler çok artıyor. Onlarla uğraşıp duruyorlar. Bütün bunların ortasında beni finanse etmeleri de kolay değil. Tabii ki farkındayım ama burada şöyle bir açmaz var. Bu kötü koşullarda, kötü gazetecilik ile mi ilerleyeceğiz yoksa kötü koşullardan çıkmanın yolu daha iyi gazetecilik mi? Bir gün bu koşullar bittiğinde, zorluklar bittiğinde yine bu gazetecilikle mi devam edeceğiz? Ya da o zaman geldiğinde biz daha kaliteli, daha iyi gazeteciliği nereden, nasıl öğreneceğiz? Ben bütün bu soruları şöyle cevap veriyorum: Ne kadar kötü koşullarda olursak olalım, tam da o nedenle etik ilkeler gerekiyor… Bu koşulların içinden çıkmamızın en temel aracının, gazetecilik meslek ilkeleri olduğuna inanıyorum.

Hocam siz kriter olarak neyi baz alıyorsunuz kendinize, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin basın ilkelerine mi uyuyorsunuz? 

O bir tür Türkiye gazetecileri hak ve sorumluluk bildirgesi. Gazetecilerin anayasası olarak kabul ediyorum, çünkü o ilkeler sadece Türkiye Gazeteciler Cemiyeti yönetimi tarafından benimsenmedi. Umur Talu’nun başkanlık döneminde bir komite tarafından hazırlandı. Akademisyenler, gazeteler, medya kuruluşlarının temsilcileri uzun tartışma süreci sonucunda hazır hâle getirdi. Daha sonra benim de katıldığım bir komisyonda o ilkeleri güncelledik. 

Hocam konuşulacak çok konu var elbette okuyucularımıza bu kadarını aktarabileceğiz. Teşekkür ederim sohbet için. Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Çağrı hanım şunu tekrar eklemek isterim, ben bu mesleğe emekli maaşım ve bugüne kadarki birikimim sayesinde devam edebiliyorum. Ama gönül ister ki medya kuruluşlarından daha fazla destek gelsin, bir ekibe kavuşalım. Bir ekip kurarak daha da kurumsallaştıralım. Gittiği yere kadar bu mesleğe devam edelim; tabii ki uzun ömürlü olması dileğim.

Yazar hakkında

Çağrı Sarı

Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni 2007 yılında bitirdikten sonra, aynı yıl Ankara’da Evrensel gazetesi muhabiri olarak başladığı gazetecilik mesleğini, İstanbul'da Hayat'ın Sesi ve Evrensel gazetelerinin farklı bölümlerinde çalışarak sürdürdü. 2023 yılının Haziran ayından itibaren serbest gazeteci olarak mesleğe devam ediyor. Çalışmalarını daha çok siyaset, medya ve kadın hareketi üzerine yapıyor.