Habercilerin psikolojik sağlığı: Zor zamanların ilk unutulanı

Olağanüstü durumlarda habercilik, afet haberciliği, savaş, kriz ve çatışma haberciliği gibi kavramlar Türkiye’de de üzerinde çokça konuştuğumuz kavramlardan. Tüm bu başlıkları travma dönemlerinde habercilik olarak adlandırmak mümkün. Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depreminin ardından da afet haberciliği üzerine çok şey yazıldı. Medyanın kullandığı dil, haber yapma biçimleri ve kullanılan görseller hem toplumsal travmayı artırabileceği hem de etik ihlallere neden olduğu gerekçeleriyle eleştirildi. Ancak bu koşullar altında haber yapmaya çalışmanın yaratabileceği psikolojik zararlardan, habercilerin kendi psikolojik sağlıklarını korumak için nereden ve nasıl destek alabileceklerinden ve onların psikolojik dayanıklılığını artırmak için nelere ihtiyaç olduğundan söz edilmedi. 

Habercilerin, çok sayıda acı olaya tanıklık ederken, hızlı, acil müdahale ve toplumsal iyileşmeye katkı sunabilecek haberler yapabilmesi ne kadar mümkün ya da bunu sağlamak için habercilere nasıl destek olunmalı? Habercilerin psikolojik dayanıklılığı ve yaşadıkları travmalarla nasıl baş edebilecekleri konusu özellikle Türkiye’de oldukça ihmal edilen bir alan. 6 Şubat depreminde sahada görev yapmış habercilerle afet haberciliği konusundaki farkındalıklarını, kurumlarının kendilerine olağanüstü dönemlerde habercilik konusunda ne kadar rehberlik yaptığını ve yaşadıkları psikolojik zorlukları konuştum.

Olağanüstü habercilikte ortak etik kodlar

Türkiye bir deprem kuşağı üzerinde bulunması, çatışmalar ve savaşlara komşu olması gibi nedenlerle travmaların yoğun yaşandığı bir ülke. Buna karşın olağanüstü durumlarda habercilik konusunda ortak etik kodların ve haberciler için bir yol haritasının mevcut olduğunu söylemek zor. Eylül ayında Birleşik Krallık Cardiff Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Future of Journalism Kongresi’nde Türkiye merkezli 6 Şubat depreminden hareketle, habercilerin afet haberciliği konusundaki hazır bulunuşlukları üzerine bir bildiri sundum. Bu çalışma için deprem sonrasında yaygın medya kuruluşlarından sahada görev yapan muhabirlerle görüşmeler yaptım. Araştırma kapsamında katılımcıların isimlerinin anonim tutulacağı belirtilmiş olduğu için bu yazıda da sözleri isim vermeden paylaşacağım.

Öncelikli sorularım şunlardı:

  • Gazetecilere kurumlarında olağanüstü durumlarda habercilik konusunda eğitim veriliyor mu?
  • Gazetecilere kurumları tarafından olağanüstü durumlarda habercilik konusunda açıkça beyan edilen etik kodlar bulunuyor mu?

Maalesef Türkiye’nin en köklü haber ajansı dışında, diğer kurumlarda haberciler ne bu konuda kendilerini güçlendirebilecek bir eğitime tabi tutulmuşlar ne de kendilerine temel etik kodlar konusunda bir hatırlatma yapılmış. Elbette haberciler, genel olarak medya etiği konusunda bilgi sahibi olduklarını söylemekteler, ancak özellikle olağanüstü koşullarda habercilerin güçlü bir yol haritasına sahip olmaları çok önemli. Tüm kademeler için bağlayıcı, açıkça beyan edilmiş etik kodlar, habercinin sahada kendini daha güçlü hissetmesine katkıda bulunuyor ve hata yapma olasılığını azaltıyor.

Muhabirler sahada yalnız kalıyor

Çalışmamda (ve başka çalışmalarda) medyada ortak etik kodların olmamasının muhabirlerin sahada yaşadığı baskıyı artırdığı görülüyor. Bir yandan diğer medya kuruluşları ile rekabet etmek, bir yandan insanların acılarına saygı gösteren, mağdurlar ve toplumu travmatize etmeyecek haberler yapmaya çalışmanın zor olduğu açık. Medya kuruluşlarının yalnızca olağanüstü durumlar için değil, çocuklar ve dezavantajlı bireyler gibi belli başlıklarda kurumdaki herkes tarafından benimsenmiş ortak politikalarının olması gerekli; enkazdan çıkartılan çocukların görüntülerini kullanmamak, onlara mikrofon uzatmamak, arama kurtarma çalışmaları sırasında canlı yayın yapmamak gibi…

Haberciler, bu temel çizgilerle sahaya çıkmadıkları gibi kimi zaman kurumlarının etik olmayan “beklentilerini” de karşılamak durumunda kalıyorlar. Özellikle de olağanüstü durumun yaşandığı bölgeden sıklıkla ve uzun sürelerle canlı yayınların yapılması, tüm sorumluluğu muhabirlere yüklerken daha fazla etik ihlali de beraberinde getirebiliyor.

Haberciler de ikincil travma yaşıyor

İkincil travma, travmatik olaya doğrudan maruz kalmasa da travmaya tanık olmak ya da travmatik bireylerle bir arada bulunmaktan kaynaklı olarak oluşan psikolojik zarar görme durumu olarak tanımlanabilir. Olağanüstü durumlarda habercilik, haberciler için ikincil travma durumları yaratıyor. Habercilerin hazır bulunuşluklarının zayıflığı ve yukarıda sözünü ettiğim kurumsal destek eksikliği, yaşanan psikolojik zorluk ve baskıyı artıran unsurlar olarak görülüyor.

Habercilerin yaşadıkları ikincil travma durumu hem haber odalarında hem de akademik literatürde oldukça ihmal edilen bir konu. Sağlık çalışanları, sosyal hizmet görevlileri, acil müdahale ve arama-kurtarma ekiplerinin yaşadıkları ikincil travma ya da travma sonrası stres bozukluklarına ilişkin çok sayıda çalışma mevcut. Ancak bu çalışmalarda ihmal edilen meslek grubu haberciler.

Araştırmam kapsamında görüşme yaptığım habercilerin hemen hepsi deprem bölgesinde çalışmanın zorluklarından ve yaşadıkları duygusal yıpranmadan söz ettiler. Bazıları, bu duygusal zorluktan dolayı kimi zaman “neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar vermekte” zorlandıklarını belirttiler. Kimileri yine aynı nedenle etik ihlaller yapmış olabileceklerini de söylediler. Bu sözler habercilerin psikolojik durumlarının yalnızca kişisel bir sorun değil, habercilik açısından da sorunlar yarattığına işaret etmesi açısından oldukça önemliydi.

Ahlaki yıpranma

Travma konusunda çalışmalar yapan ABD merkezli Dart Center, 6 Şubat depreminin ardından depremi haberleştiren gazetecilerin yaşadığı duygusal travmaya işaret ederek bunun ahlaki bir yıpranmaya neden olabileceğine dikkat çekti. Habercilerin yaşadığı psikolojik yıpranmayı bile neredeyse hiç konuşmayan Türkiye için “ahlaki yıpranma” (moral injury) belki hiç farkında olmadığımız oldukça önemli bir noktayı tartışmaya açıyordu. Gazetecilerin karşılaştığı travmalar konusunda uzman olan Profesör Feinstein, habercilerin yaşadığı travmaların haber odalarında uzun süre ihmal edildiğini, son yirmi yılda ABD ve Avrupa için haber odalarının bir gerçekliğine dönüştüğünü hatırlatıyor ve buna karşılık habercilerin yaşadığı ahlaki zararların (moral injury) hâlâ yeterince anlaşılmadığını belirtiyor. Feinstein, “Bu, travma sonrası stres bozukluğu gibi psikolojik bir sorun olmasa da utanç, suçluluk ve öfke duygularıyla ilişkilidir ve gazetecilerin kendilerine ve mesleklerine bakış açılarını derinden değiştirebilir” diyor. 

Yazıda, Seul’da yaşanan ve 304 kişinin hayatını kaybettiği feribot faciası ve devam eden süreci haberleştiren Güney Koreli gazeteci Chong-ae Lee’nin olayın üzerinden yıllar geçmesine rağmen kendisiyle yaşadığı iç hesaplaşmaya yer veriliyor. Lee, medya kuruluşlarında üst düzey haberci ve yöneticilerin genç habercilere acılı ailelerle röportaj yapmaları yönünde baskı yapıldığı ve genç habercilerin o gün kendilerinden yapılması istenen şey yüzünden travma yaşadığını anlatıyor. 

Lee’nin anlattıkları, görüştüğüm habercilerin bazılarının söyledikleriyle benzerlik gösteriyor. Haberciler kurumlarının beklentileri, olay yerinde tanık oldukları acı ve etik kaygılar arasında sıkışıyor ve kimi zaman “doğru” haberciliğin nasıl olması gerektiği konusunda erozyon yaşıyorlar. Üstelik mağdurlar ve mağdur yakınları ile kurumları adına teması yapan kişiler oldukları için onların eleştiri ve tepkilerinin de ilk hedefi hâline geliyorlar. Özellikle ekran önünde olan haberciler, kamuoyundan gelen eleştirilerin de hedefi oluyorlar. 

Psikolojik dayanıklılık ve destek

Bu anlattıklarım muhabirlerin kendi etik sorumlulukları olmadığı anlamına gelmiyor elbette. Ancak etik sorumluluk bireysel değil, kurumsal ve hatta kurumlar üstü bir sorumluluk olarak algılanmadığı ve ortak kodlar belirlenmediği sürece muhabirlerin hata yapma olasılıklarının arttığı ortada. Haberciler mesleklerine duydukları saygı ve inancı yitirebiliyor, bir çeşit tükenmişlik duygusu ile karşı karşıya kalabiliyorlar. 

Sonuç olarak pek çok meslekte psikolojik dayanıklılık ve destek konusu öncelikli alanlardan biri olarak görülürken habercilerin yalnızca profesyonel habercilik ilkelerini gözetebilen, duygularından sıyrılmış bireyler gibi görülmesi önemli bir sorun. “Haberci bir kaza anında kazayı mı görüntülemeli, yoksa yaralılara yardım mı etmeli” şeklindeki klasik sorunun yanıtı bile çoğu zaman haberi önceleyerek verilmeye çalışılır. Afet ve savaş gibi olağanüstü durumlarda habercilerin yaralılara yardım etme şansı da yoktur. Haberci çoğu zaman, bölge halkı acılarıyla baş etmeye çalışırken, bir süre sonra olay yerini de terk etmek durumundadır. Bütün bunların yaratabileceği psikolojik ve ahlaki zararların bir an önce haber odalarının gündemine girmesi gerekiyor. Türkiye’de travma bölgelerinden dönen haberciler için rutin bir psikolojik destek sürecinin bulunmadığını da hatırlatalım.

İlginizi çekebilir