Potacast’in hikâyesi: Orkun Çolakoğlu ve Kaan Kural anlatıyor

2011 yazına damga vuran NBA lokavtı esnasında Kaan Kural ve Orkun Çolakoğlu’nun katkılarıyla yayın hayatına başlayan Potacast, 12. NBA sezonunu da mikrofon başında karşılıyor. Sosyal medyanın hayatımızda büyük rol oynamadığı dönemde dünyanın ilk NBA podcastlerinden birini kurgulamak, Potacast’i Türkçe podcastlerin de atalarından biri konumuna getiriyor. Şu sıralar Socrates Podcast ve Socrates Club çatısı altında yayın hayatına devam eden Potacast, 2021 yılında 10. yaşını da görkemli şekilde kutlamıştı. Potacast anıtını ziyaret etmeden röportaja geçmemenizi tavsiye ederim.

Peki tam 12 yıl önce Potacast nasıl ortaya çıktı ve basamakları nasıl tırmandı? Potacast, Türkiye’de podcast içeriğinin geleceğini nasıl görüyor? Kaan Kural ve Orkun Çolakoğlu’na soruyoruz.

Orkun Çolakoğlu: Açıkçası üzerinden yıllar geçtikçe, olay biraz eskidikçe fikir Kaan Kural’dan mı yoksa benden mi çıktı net olarak hatırlamıyorum. Çünkü biz aramızda konuştuğumuzda Kaan abi “senden çıktı” diyor, ben “hayır abi senden çıktı” diyorum. O konuda, en azından benim tarafımda böyle flu bir durum var. Ama ben yine fikrin sahibinin Kaan abi olduğunu düşünüyorum, en azından bir podcast olarak bunu şekillendirme fikri özelinde. Fakat şöyle bir durum vardı; NBA’in lokavt döneminde (2011) bir dönem işsiz kalmıştık. Önceki yayıncı NTV‘nin ve Doğuş Grubu’nun NBA ile olan anlaşması sona ermişti, zaten NBA sezonu oynanmayacağı da belli değildi, biz de açıkta kalmış olduk. “Bir platform olsun ve bir insanlara seslenmeye devam edelim” gibi bir arayışımız vardı. Direkt olarak belki bunun adı konmadı. Kendi aramızda konuşmaya başladığımızda “bunu yapsak güzel olur” gibisinden bir fikrin oluştuğunu gördük ki sanırım biraz daha sonra aynı düşüncelerle Yazıhane’yi oluşturduk. Evet belki o dönem podcast yoktu ve sosyal medya kullanımı bugünkü seviyesinde değildi ama bir şeyler de oluşuyordu sonuçta ve biz tamamen sıfırdan bir fikir tabii ki oluşturmadık, belli podcastler vardı. Türkiye için henüz çok yeniydi belki ama bizim de sesli olarak insanlara ulaşabileceğimiz, o gün için en geçerli platform buydu çünkü artık elimizde kısa süreli de olsa bir televizyon imkânı yoktu. Yazılı olarak zaten bir şeyler yapıyorduk, öncesinde de yapmıştık ve sonrasında Yazıhane ile de yaptık ama eş olarak ve karşılıklı konuşmayı aktarabileceğimiz bir şey arıyorduk. Podcast o esnada karşımıza çıktı. Evet dünyada da Türkiye’de belki hemen hiç yoktu, çok çok azdı örnekleri ama bize çok mantıklı geldi ve tamamen bunu evlerden amatör imkânlarımızla yapabileceğimizi de fark ettik. Bunu gördükten sonra, evet belki kayıtlar falan gayet kalitesizdi ama en kısa sürede ikna olduk, başladık. O şekilde start aldı diyebilirim.

Kaan Kural: Ben açıkçası Orkun’un fikriydi diye hatırlıyorum ama öyle “yapılmayan bir şey yaptık” gibi de değildik. O zaman dünyada da podcast o kadar emekleme aşamasında ki, yapanlar da oldukça el yordamıyla yapıyor. Benim hatırladığım tek örnek de Açık Radyo’ydu. Açık Radyo’da da tam podcast gibi değildi, yaptıkları programları kendi websitelerine atıp daha sonra dinleme imkânı veriyorlardı. Zaten podcastin temeli de o. O zamanlarda biz lokavttan sürekli bir haber bekliyoruz, değişiklik bekliyoruz… Doğal olarak aynı seyleri basketbolseverler de bekliyor. İşte biz o sırada olan biteni aramızda toplayıp bir haber bülteni gibi, bir programdan çok bir aslında bir bilgilendirme mesajı, yani bir WhatsApp mesajı falan gibi algılamıştık. Aslında “öyle oturalım bir program yapalım, podcast gibi kayıtlı olsun” falan gibi düşünmemiştik en başta. En azından ilk fikir lokavt ve NBA’in başlangıç sürecinden, bizim takip ettiğimiz haberleri NBA izleyicilerine aktarmaktı. Daha sonra hem üretmek hem tüketmek açısından kolay bir şey olduğunu gördük -ki podcastin evrimi de tamamen buna dayanıyor. Yani biz o zaman önümüzdeki podcastlerin uygunluğu, kolaylığı, talebi gibi ön bilgilendirmeler yapmadan, bunu başka bir amaçla ya da başka bir vizyonla yola çıkıp “ne güzelmiş” diye üretip devam ettik hayata. Bir de tabii şey var; podcasti genelde dünyaya, bir kamuoyuna yaparsın. Biz öyle değildik. NBA ilgililerine, yine bir WhatsApp grubuna yapıyormuş gibiydik. Çok kolay ve çok rahat bir dil oldu ki halen de öyle. Yani podcast, “zaten aramızda konuşuyoruz millet de dinlemeye gelmiş” gibiydi. Orada çok rahat bir ortam bulduk öyle devam ettik.

Kaan Kural: Evet en büyük tetikleyici o, doğru.

Kaan Kural: Bunu bilmek çok kolay değil. Önceki sene Power FM bir podcast ödül töreni düzenledi ve orada hem ilklik, hem de devamlılık açısından Potacast’e bir ödül verdi. Orada Potacast’in ilk podcast olduğu konusunda bir tartışma çıktı. Bir teknoloji podcasti bizden önce olduğunu söyledi ama ben bunu inkâr da teyit de edemem açıkçası. Gayet de olabilir. Ama o kadar az vardı ki ilklerden biri olduğu kesin.

Orkun Çolakoğlu: Evet bir de şu var; mesela o gün farklı kulvarlardaki podcastleri, ilgilenmediğim bir şeyse bilmemin imkânı yok gibiydi. Bulmak ve varlıklarından haberdar olmak için araştırmasını yapmamız gerekiyordu. Bugün Spotify gibi uygulamalara girdiğinde zaten önüne onlarcasını döküyor ve ilgilenmediğin bir alanda da olsa, popülerleşen bir podcasti sen de görebiliyorsun, bundan haberdar olabiliyorsun. Ama o gün için öyle bir şey söz konusu değildi. Dolayısıyla biz kesin olarak söyleyebiliriz; basketbol alanında ilktik. Diğer podcastler vardır, olabilir fakat kimse birbirinin önüne çıkmıyordu, alanına girmiyordu. Haberdar olması da zordu o günün sosyal medya yaygınlığında. 

Kaan Kural: Olduğunu biliyordum, hatta bir iki tanesini de dinlemiştim. Dediğim gibi orada radyo programlarının kayıtları olduğu için, kayıtlı içerikleri ara ara dinlediğimi biliyorum. Zaten podcast olması için üretilen programlar da 2010’larda falan başlıyor. Yani zaten Potacast on yıllık bir alana girmiş de değildi ilk çıktığında. Ortalama altı-yedi aylık, emekleme çağında bir yere girmişti. Dediğim Açık Radyo örneğinde olduğu gibi, radyo programlarının kayıtlı hâli gibiydi ve onlardan birkaçını dinliyordum. Ama herhangi bir şey entegre etmedik, biz öyle bir program kurgulamamıştık.

Orkun Çolakoğlu: Bizden önce benim hatırladığım NBA ile ilgili Bill Simmons’ın B.S Report’u vardı. Fakat mesela o da o gün bugünkü podcastlerinden ve frekansından çok farklıydı. Zaten o zaman yazar kimliğindeydi, bugünkü gibi tamamen podcaster olmamıştı. BS Report’ta bugün arkadaşlarıyla vs. biraz daha karşılıklı konuştukları, Potacast’e yakın bir şey yapıyorlar ama o gün tamamen söyleşi üzerinden götürdüğü bir şeydi. David Stern’ü falan konuk alıyordu. Zaten ESPN üzerinden veriliyordu. Başka da hatırladığım yoktu açıkçası. Zach Lowe’lar falan o zaman yazar olarak sahne almıştı ama podcast yapmıyorlardı. En azından takip ettiğim yoktu.

Kaan Kural: New Yorklu İki tane radyocu vardı, onları biraz dinliyordum. Ama radyo dinliyordum, podcast değildi. Radyo dinliyor olarak görüyordum kendimi yani. 

Orkun Çolakoğlu: Biz açıkçası sürecin başında ve devamında hiçbir noktada Kaan abiyle oturup “biz bunu şu kadar sene yaparsak, sabırla istikrarlı düzenli olarak yaparsak şuraya geliriz” gibi bir şey konuşmadık. İkimiz de istediğimiz gibi diğer insanlara seslenebileceğimiz bir platform arıyorduk ve Potacast bize onu sağladı. Ama “biz bunu devam ettirirsek şöyle olur, şöyle gelir elde ederiz, şu kadar insana ulaşırız” gibi şeyleri gerçekten oturup sistematik biçimde konuşmadık, bununla ilgili bir plan da yapmadık. Su aktı yolunu buldu. Bugün de “beklentimizin şöyle üstüne çıktı, şurada kaldı” gibi bir şey konuşmuyoruz Potacast’le ilgili olarak.

Kaan Kural: Ve Socrates çatısı altına girene kadar da hiç para kazanmadık açıkçası. Bir tane Garanti Bankası’nın bir Dünya Şampiyonası’nda özel bir içeriği vardı. O kadar yani. Onun dışında hiç para kazanmadık.

Orkun Çolakoğlu: Socrates’e girmeden önce başka bir kurumla görüşmüştük. O da olmamış, ilk görüşme aşamasında kalmıştı yanlış hatırlamıyorsam.

Kaan Kural: Dünya Şampiyonası boyunca takriben 10 bölüm falan yaptık ama bir taraftan da bir reklam alalım, bir gelire dönüştürelim diye bir çabamız da yoktu. Yani para kazanmak isteriz, niye istemeyelim? Bunda bir ayıp yok. Ama misal “nasıl ekonomi yaratıyor?” diye hiç düşünmedik de uğraşmadık da. Çok büyük oranda rahat iletişim kurabildiğimiz bir platform olarak gördük -ki öyle de kabul gördük. O bize bir rahatlık katıyor. Televizyonda çalışırken de televizyonun ya da yaptığım programların belli bir disiplini oluyor, bunun bambaşka bir disiplini var. O yüzden çok daha başka ifade edebiliyorsun kendini, çok daha başka bir iletişim kurabiliyorsun. Orkun’la zaten belli bir frekansımız var ayrı, bir telden çalabiliyorsun. Bunlar bizi yeterince tatmin ediyor ama şöyle bir şey de var; belli bir süreden sonra da rutinleşmeye başlıyor her şey. Heyecandan çok, biraz daha “sıkıcı hâle geliyor” demiyorum ama günlük düzen hâline geliyor. Uzun süre “oturalım, konuşalım” muhabbeti yapıyorduk. Şimdi oturmaktan ziyade, “hadi programa” gibi yapıyoruz tabii. 

Kaan Kural: Bizim tabii ki mikrofon kalitemizle, kayıt kalitemizle de alakalı ama o zaman podcast de gelişmemişti. Zencastr diye bir uygulama var. Orta karar bir mikrofonla, Zencastr sayesinde stüdyo kalitesinde olmasa da çok çok kaliteli bir kayıt üretebilirsin. Bugün dünyanın en iyi podcasterları da bunu kullanıyorlar. Zor bir şey değil. Bizim zamanımızda öyle bir platform da yoktu. Biz skype üzerinden, bedava bir kayıt aletiyle, mono kaydediyorduk. Tamam mikrofonlar kalitesizdi ama teknoloji de ilerledi o konuda.

Orkun Çolakoğlu: Yani etkisi olmuştur belki de ama “herkese rehberlik ettik” gibi bir havaya girmiyorum. Potacast olmasa başka bir şey olabilirdi, ya da Türkiye’de olmasını bıraktım zaten yurtdışında bunun örnekleri çoğaldı. Sen de öylesindir, başka podcast yapan profesyonel ya da daha amatör düzenli yapan herkes zaten dış dünyayı takip eden, oradaki örnekleri Potacast olmasa da önlerinde bir model olarak görebilecek insanlar. Dolayısıyla bu sadece bizden doğan ve bizim izlerimizin takibiyle gelişen bir trend bana göre değil. İnsanlara belli bir motivasyon sağlamış olabiliriz; bazen bir örnek vermiş oluruz, bazen aklına karpuz kabuğu işlemiş olursun vs. ama biz de böyle öncülük ettik diye bakmıyoruz. Çünkü dediğim gibi sonrasında yüzlerce, binlerce fazla örneği dış dünyada oluştu ve Türkiye’deki spor izleyicisi dış dünyayı zaten takip ediyor. Yani hiç Türkiye’de böyle bir podcast yapılmasa bile Premier League’le ilgili, NBA ile ilgili, tenisle bunun örneklerini farklı insanların yaptığı podcastleri görüp “ben de kendi olanaklarımla, bir arkadaşımla kendi evimden yapabilirim” diyen insanlar olacaktı yine.

Kaan Kural: Orkun’un söylediği her şeye katılıyorum. Yalnızca şeyin altını çizmek lazım; daha erken olduğu için bir referans noktası oluyorsun en fazla. “Akla karpuz kabuğu düşürmek” varsa vardır. Kritik nokta burada şey tabii; takip edenler “bunu üretmek de çok kolay” diyor. Zaten podcastin cazibesi de o. Gördüğü zaman da rahatça evden de yapabileceği için hevesleniyor. Bugün YouTube’ta program yapmak da görece kolay ama insanlara bir şeyler anlatmak, dinleyici kitlesine hitap etmek isteyenlerin tercih edeceği en kolay mecra bu.

“Türkiye’de bloglar da çok az okunuyor, podcastler de çok az dinleniyor”

Kaan Kural: Neyi iyi yapıyorsan o öne çıkar. Sonuçta neyi iyi yaptığın önemli. İyi podcast de olabilir, iyi bir yazı da. Fakat blogların şöyle bir avantajı var podcaste oranla; Türkiye’de okuma alışkanlığı da podcast dinleme alışkanlığı da yok. Türkiye’de izleme alışkanlığı var. Ama blog yaptığın zaman yüzlerce insandan çok azına ulaşsan bile onun varlığı bir referans oluyor. Örneğin biri için “Potacast blogunu yapıyor” dediğinde, onu okuyanlardan duyan bir kısım insandan bir saygı, bir referans, bir imaj kazanıyorsun. Podcast öyle değil. Dinlemeyen insana podcasti önerdiğinde yazılı bir yerde durmadığı, dinlemek gerektiği için aynı etki olmuyor. Podcasti dinleyip bu insanın üretimine birebir tanık olmak lazım. Bloglarda ise okumasan bile oradan bir izlenim edinebiliyorsun. Türkiye’de bir başlık görüp, iki satır okuyup “bu kişi konuya hakimdir” diye devam ederler. Podcastte öyle bir şey yok. Ama şu önemli; Türkiye’de bloglar da çok az okunuyor, podcastler de çok az dinleniyor. Benim Potacast macerasında gerçekten hayal kırıklığına uğradığım tek şey, Potacast’le ilgili olmasa da, Türkiye’de pandemide podcastler patladı ama olması gerekenden çok az dinleniyor. Dünyada da patladı ama onlar tam aksine dinleniyor. Dünyadaki ve Türkiye’deki radyo dinleme alışkanlığından kaynaklı olsa gerek.

Orkun Çolakoğlu: Yani yerini aldı falan zaten demeyeceğim de podcast kendi kulvarını açabilecek, orada güçlenebilecekken bunun gerçekleşmemesinin başlıca sebeplerinden biri de YouTube.

Kaan Kural: Bu konuda açıkçası beni en çok gerçeklerle yüzleştiren şey şu oldu; biz çok önceleri Potacast’i yapıyoruz, x bir hesap bunları ses kaydı şeklinde YouTube’a atıyordu. YouTube’ta Soundcloud’da, yani kendi platformundakinden daha çok dinleniyordu. Tamam daha kolay ulaşılıyor olabilir, alışkanlık olabilir. Ancak sonra gördük ki insanların önemli bir kısmı Orkun’la ekrana çıkıp bunu bir videocast hâline getirince daha çok tüketmek istiyorlar. Türkiye’nin refleksleriyle ilgili bir şey bu, bizi orada görsen ne olacak ki?

Orkun Çolakoğlu: Bir şey dinleme alışkanlığı yok. Türkiye popüler kültüründe, spor basınında da aynı şekilde “konuşan kafalar” çok yaygın malum. Onların programları falan da YouTube’a yüklendi. Buna Socrates’teki içeriklerimizle biz de dahiliz. Bunları izlemese de dinleyen çok fazla insan var dolayısıyla öyle bir alışkanlık olduğunda, bu podcastin de yerini almış oluyor. Bugün yürüyüş yapan insan telefonunu cebine atıp mesela herhangi bir YouTube programını açıp podcast gibi tüketebiliyor. Ve bu da çok ağırlık kazanmış, podcastin alanından ayrı yer etmiş vaziyette. 

Kaan Kural: Yeni dinamikler. Dünyada da yapılıyor videocast olayı, o ayrı. Klipleri parça parça vermek falan da çok büyük avantajlı TikTok’a falan. Ama görüntüyü de insanlar çok fazla istiyorlar. Benim öyle bir talebim olmadığı için bana algılaması zor geliyor ama gerçek de bu.

Orkun Çolakoğlu: JJ Reddick (The Old Man & the Three) var benim. Diğerlerini açıkçası dinlemiyorum. Zaten artık çok fazla içerik olduğu için vakit de bulamıyorum çoğuna. Draymond zaman zaman ilginç şeyler söylüyor fakat bir saat boyunca “Draymond’ın sohbet saati” gibi programını dinlemek istemiyorum açıkçası. Çok ilginç bir şey olduğunda zaten ondan kesitler sunuluyor. JJ Reddick’in yaptığı iş bana daha enteresan geliyor, onun perspektifini seviyorum. Konuşma şeklini ve bakış açısını da seviyorum. Konuk alıyor, o konuda bir alçakgönüllü tarafı da var. Yani “kardeşim konuşulacaksa biz konuşuruz” yapmıyor. Son dönemde Steve Jones’la podcast yapıyor. Ayakları yere basıyor, seviyorum programını. Basketbolcuları konuk alıp yaptığı programlar da enteresan oluyor; doğru sorularla iyi yönlendirme yapabiliyor. Onun haricinde de oyuncu özelinde yok benim.

Orkun Çolakoğlu: Düzenli olarak Hollinger & Duncan’ı takip ediyorum. Ondan da yavaş yavaş uzaklaştıran ya da eskisi kadar düzenli dinlememe yol açan şu; olağanüstü şeyler olmadıkça, haftalık periyotta ilerleyen bir podcast. John Hollinger’ın o haftaki yazılarının orada konuşulması gibi oluyor, onların da çoğunu okumuş oluyorum. Aynı muhabbetler oluyor yani. Nate Duncan’ın arada soyledikleri oluyor ama o da sunucu pozisyonunda olduğundan sözü daha çok Hollinger’a bırakıyor. Dolayısıyla okuduğum yazıyı biraz da muhabbet esnasında dinlemiş gibi oluyorum. Zach Lowe’u konuklarına göre dinliyorum. Zach Lowe’u çok seviyorum ama yazılarını okumayı, kendisini dinlemekten daha çok seviyorum. Bunun dışında da çok düzenli takip ettiğim aslında bir podcast yok. Daha önce Özgür Mumcu ve Eray Özer’in Yeni Haller’ini takip ediyordum. Son dönemde bitmiş durumda, daha doğrusu Eray devam ediyor. Can Kozanoğlu ve Mirgün Cabas’ın Nereden Başlasam?‘ının konuları ilgimi çekiyor. Bir de The Athletic’te Ali Maxwell ve Michael Cox’un futbol taktikleri temelli bir podcasti var. O da güzel oluyordu. Son dönemde çok kalabalıklaştırdılar, o tadımı kaçırıyor. 

Kaan Kural: Ben de Yeni Haller’i takip ediyorum. Eğlenmek için Meksika Açmazı’nı takip ediyorum. Onun dışında teknoloji dünyasından haberler almak adına podcastler dinliyorum. Zaman zaman finansla ilgili çok düzensiz podcastler takip ediyorum. Hollinger’ı da takip ediyorum ama esas Dunc’d On’ı takip ediyorum. Onlar haftada 4 kayıt falan alıyorlar. En sevdiğim o, vizyonları bana çok uygun geliyor. Bill Simmons’ı hâlâ takip ediyorum. 

Orkun Çolakoğlu: Lokavt. 

Kaan Kural: Herhalde lokavtın bitişi. Çünkü zaten o amaçla başlamıştı, herhalde lokavtla birlikte program bitecekmiş gibi bir anlayış vardı. Programın keyifli ilerlediğini görünce bitirmemeye karar verdık. Tabii bu arada geçtiğimiz 12 sezonda NBA’de pek çok ilginç şey olmuştur ama lokavtın bitişi diyebilirim.

Orkun Çolakoğlu: Lokavtın bitişi ayrı ama en ilginç şey dersen… Biz genelde pek “emergency podcast” yapmıyoruz, “ani bir şey patladı, hemen yapalım” demiyoruz. Şimdi zaten daha periyodik ilerliyoruz, günü gelince konuşuruz diyoruz. Dolayısıyla hatırlamaya çalıştığımda zorlanıyorum, “şöyle bir şey olmuştu, hemen girmiştik” şeklinde net yanıt veremiyorum. Ama yine de Bubble’da, gecenin üçünde podcast kaydetmiştik. Houston Rockets-Los Angeles Lakers maçı bitti; ya Kaan abi yayından geldi ya ben yayından geldim. Maç çıkışı biz gece vakti fısır fısır konuşarak podcast yaptık evlerde. Ondan sonra 2013’teki finaller enteresandı. Bir taraftan Gezi Parkı olayları devam ediyor ve biz San Antonio-Miami arası mekik dokuyoruz. Kendi otel odalarımızdan ikimiz de Potacast’i sürdürmeye çalışıyorduk. Bağlanıp, bölümü kaydedip lobide buluşuyorduk. Böyle bir rutinimiz vardı. 

Kaan Kural: Sonuçta dünya ilerliyor, hayat değişiyor. O yüzden orta ve uzun vade için bir şey söylemek zor ama kısa vadede imkânsız bence. Kısa vade bunu hem ekosistem olarak kaldırmıyor hem de rakam olarak. Medyatik değerin paraya dönüştürülme süreci de sıkıntılı. Temelde reklam ve sponsorluk diyorsun ama reklam ve sponsorluğun geleneksel mecralardan dijital mecralara geçiş süreci de tamamlanamadı. Podcast burada detayın detayı kalıyor. Ben açıkçası kısa sürede buna ihtimal vermiyorum. Ama mesela popüler bir figür, örneğin Tarkan podcast yaparsa kazanır. Podcast olduğu için değil o da, Tarkan olduğu için.

Orkun Çolakoğlu: Benzer fikirdeyim. Gelir dediğimiz şey de kişiden kişiye değişebilir. İki lira da, iki yüz lira da gelirdir. Bununla hayat idame ettirmek de kişiden kişiye değişir. Ama bir ortalama üzerinden hareket edersek, evet çok gerçekçi değil. Kaan abinin dediği gibi çok enteresan, çok dinlenesi insanlar podcast yapar ve YouTube’a koymazsa, o belki sürekli bir kitle oluşturabilir ve bunun üzerinden bir şey hayata geçebilir. Ama Türkiye’de şu anda o tip bir dinamik de imkânsız gözüküyor. YouTube varken ve YouTube podcastin alanından yiyorken, şimdilik durum bu.

Yazar hakkında

Umut Öztürk

11 Mart 1999’da İstanbul’da doğdu. 2019’da Premier Lig eksenli podcast kanalı Premierweek’i kurdu. 2021-2023 yılları arasında Aposto’nun Premier Lig bülteni This Is England’da editörlük, spor kültürü bülteni Punto’da yazarlık yaptı. Kadir Has Üniversitesi Spor Çalışmaları Merkezi Spor İletişim Sertifika Programı’ndan 2023 yılında mezun oldu. Kocaeli Üniversitesi’nin Gazetecilik bölümünde eğitim hayatına devam ediyor.