Habercilerin ve haberin tarafsızlığı, gazeteciliğin ve kitle iletişim çalışmalarının en eski tartışmalarından biri. Medya kuruluşları, kimi zaman kendilerini meşrulaştırmak için haberin tarafsız olduğu iddiasına sarılıyor. Ancak medya kuruluşlarının siyasi ve ekonomik ilişkilerine ek olarak haberi yapanın kendi düşünceleri de işin içine girince haberler tam bir tarafsızlık içinde sunulamıyor. Bunun yanı sıra tarafsızlığın nasıl tanımlandığı da bir tartışma konusu. Medyanın tarafsız olamayışı ya da tarafsızlığını koruyamaması medyaya yönelik eleştiri başlıklarından biri. Peki savaş ve çatışma dönemlerinde haberciler tarafsız olabilir mi ya da tarafsız olmalı mı?
Savaş haberciliği, iktidarların medyayı yanında tutmak istediği en önemli dönemlerden birisi savaş ve çatışma dönemleri olduğu için bir propagandanın aracı olarak kullanılabiliyor. “Biz” ve “ötekiler” arasında savaş politikalarının uygulayıcısı olan iktidarlar tarafından yaratılan ayrımı pekiştirmek; “bizden” olanlara güven, “ötekilere” korku ve endişe vermek için medya etkili bir araç. Savaş koşullarında çalışmanın zorlukları da dikkate alındığında bu dönemlerde habercilerin propagandadan uzak, nesnel ve çözüm odaklı haberler yapmaları nasıl sağlanabilir?
Burada politik yanlılık ile taraf olmak arasındaki farka dikkat çekmek ve bu iki kavrama açıklık getirmek yararlı olacaktır. Politik yanlılık; bir siyasi görüş, yapı, kurum ya da topluluktan yana tavır almak, onun söylem ve eylemlerini meşrulaştıracak haberler yapmak, yanlışlarını örtmek ve doğru kabul ettiklerini ön plana çıkartmaktır. Haberde taraf olmak ise haberi belirli bir görüşün, sınıfın ya da eylem biçiminin bakış açısıyla ele almak olarak tanımlanabilir. Örneğin; asgari ücret tespit edilirken haberci, işçilerin daha fazla ücret almasının, sosyal devletin güçlendirilmesinin ya da kadın haklarına ilişkin tartışmalarda kadınların topluma eşit katılımının tarafı olabilir. Gazetecilik etiği gereği habercinin tarafsız olması değil; dezavantajlı gruplardan, barıştan ve çözümden yana taraf olması beklenir. Bu açıdan bakıldığında, tarafsızlık tartışmalı bir kavram olsa da, habercinin objektif habercilikten vazgeçmeden taraf olması mümkündür.
Barış gazeteciliği
Barış gazeteciliği, barış ve çözümden yana bir habercilik yaklaşımını ifade etmek için kullanılıyor. Barış ve çözümden yana olmak ise politik bir yapı, kurum ve görüşten bağımsız olarak yalnızca barışı öncelemek ve hangi taraftan olursa olsun barışa katkı sunabilecek söylem ve eylemleri öne çıkartmak, savaşı ve nefreti körükleyecek söylemlerden ise uzak kalmaya çalışmaktır. Aslında habercilerin barışa katkısı, savaş ve çatışmalar patlak vermeden önce başlar. Gerilim yaratan sorunların haberleştirilmesinde barış ve çözümden yana bir kamuoyu oluşturmak mümkündür.
Savaş ve çatışma dönemleri, milli ve dini duyguların yoğun yaşandığı, ölümlerin ve kayıpların yarattığı acının ve korkunun dorukta olduğu anlardır. Habercilerin olağan dönemlerdeki gibi haber yapması bu ortamda zorlaşır. Bu nedenle habercilerin temel bazı etik ilkeler konusunda farkındalığının yanı sıra haberciliğin ne olduğunu ve ne olmadığını doğru biçimde kavramış olması oldukça önemlidir.
Haberciler böyle dönemlerde haberleri bir tarafı düşmanlaştıracak şekilde değil, çatışmanın altında yatan nedenleri her iki tarafı da dikkate alarak aktarmayı hedeflemelidir. “Barış Gazeteciliği” kavramını ortaya koyan Johan Galtung, barışı şiddetsizlik ve yaratıcılık hâli olarak tanımlar ve savaş haberlerinin çoğunlukla spor gazeteciliği üslubuyla, yani kazanmak ve kaybetmek üzerinden verildiğine dikkat çeker. Ne var ki savaşta kazanan yoktur. Barış gazeteciliği, kazanan-kaybeden karşıtlığına dayalı bir haber söylemini dönüştürmeyi hedefleyerek geleneksel gazeteciliğin yalnızca sonuç ve sansasyon odaklı habercilik anlayışını karşısına alır.
Habercilerin savaş ve çatışma dönemlerinde nasıl davranmaları gerektiği, gazeteciliğe ilişkin çeşitli bildirgelerde yer alır. Örneğin Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne göre gazeteci:
- “Başta barış, demokrasi, hukukun üstünlüğü laiklik ve insan hakları olmak üzere; insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur.”
- “İnsanlar, uluslar ve topluluklar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır.”
- “Şiddeti haklı gösterici, özendirici ve savaşı kışkırtıcı yayın yapamaz.”
Etik Gazetecilik Ağı’na göre savaş ve çatışma bölgelerinde habercilerin uymaları gereken etik kurallar ise şöyle sıralanır:
- “Çatışmaların insanların yaşamları üzerindeki etkilerini hissettirmek için çalışmak; siyasetçilerin/yöneticilerin nefret uyandırabilecek açıklamalarının ardında hangi amaç ve güdülerin olduğunu sorgulamak.”
- “Çatışan tarafların birinin yanında konumlanmadan çatışmanın dışında kalarak uzlaşmacı dile alan açan bir anlatım çerçevesi benimsemek.”
- “Yapılan haberlerde provokatif ve/veya propagandif sözcük ve görüntü kullanımından kaçınmak ve nefret dili kullanmamaya özen göstermek.”
Gazze’deki savaşta tarafsızlık
Yaklaşık iki aydır Gazze’de süren savaşta medya da hem tarafsızlık hem de barış gazeteciliği adına önemli bir sınav veriyor. Batılı büyük medya kuruluşları bir ülkeden yana taraf olduğunu açıkça ifade eden söylemler kullanmış, bazıları daha sonra kitlelerinden özür dilemişti. Öte yandan Arap medyasının da İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmiş olması ve halkını yerinden etmesi nedeniyle bir anlamda politik bir taraf olmak zorunda kaldığı söylenebilir.
Yasir Abdülaziz, bu savaş özelinde habercilerin tarafsızlığını farklı ve oldukça önemli bir noktadan ele alıyor, Gazze’de yaşananların politik olarak taraf olmadan haberleştirilmesinin zorluğuna dikkat çekiyor. Sivillerin ve çocukların hedef alındığı, uluslararası hukuk kurallarının ihlal edildiği bir ortamda tarafsız haber yapmak mümkün mü? Bu, medya kuruluşlarının ve habercilerin üzerine düşünmeleri gereken önemli bir soru.
Barışa giden yola katkı sağlayabilmek için habercilerin, çatışma ve savaşa neden olan gelişmeleri açık biçimde kamuoyuna anlatması ve savaşı halkları birbirlerine düşman etmeden aktarmaya çalışması şart. Bu ortamda ateşkes ve barış çağrılarının sesini yükseltmek, savaşın sona ermesi talebiyle yapılan barışçıl gösterileri görünür kılmak, uluslararası örgütleri acil biçimde göreve çağırmak, tüm tarafları savaşa son verecek adımlar atmaya davet etmek, bu adımların neler olabileceğini nesnel biçimde tartışmak ve kalıcı barış için yapılabilecekleri konuşmak medyanın sorumlulukları arasında. Hangi taraftan gelirse gelsin barış sürecini sekteye uğratacak eylem ve söylemlere mesafeli bir tutum içinde olmak da barış gazeteciliği açısından önemli.
Tüm coğrafyalarda barışın bir an önce hakim olması dileğiyle.