The French Dispatch: Gazeteciliğe saygı duruşu

Wes Anderson, son filmlerinden biri olan Fransız Postası’nda (2021) eski usül gazeteciliği nostaljik ve kendine has stiliyle yâd ediyor. Yıldızlar geçidi [Bill Murray, Tilda Swinton, Benicio del Toro, Owen Wilson, Frances McDormand, Adrien Brody] olan filmde, 1950’li yıllarda, Liberty, Kansas Evening Sun gazetesinin pazar eki olarak çıkan Picnic dergisi zaman içinde bağımsızlığını ilan etmiş ve The French Dispatch adıyla müstakil bir haftalık dergi olarak çıkmaya başlamış. 8 sayfa, renkli, 200 frank. 50 ülkede toplam 500.000 tirajı aşmış (200 franktan 100 milyon frank, iyi ciro).

Bunun hemen altını çizmek istiyorum… Bugün, en azından Türkiye’de, herhangi bir gazetenin pazar ekinin ayrılıp müstakil bir dergi olarak çıkması pek mümkün görünmüyor. Zira daha önce yazdığım bir gazetede pazar eki, nedense, adeta bir sürgün yeriydi. Gazetede pek iyi işler yap(a)mayan veya yönetimle fikir ayrılıkları yaşayan editörler pazar ekinin başına getirilir, 5-6 ay eki çıkardıktan sonra ya gazeteye geri döner ya da başka bir gazeteye transfer olurdu. Hâl böyle olunca da pazar ekinin ayrı bir dergi olacak kadar kurumsal bir kimlik kazanması mümkün olmazdı.

Filmde derginin tam bir ekip işi olduğunu görüyoruz. Bir muhabiri dakika başına cümle kalitesinde devrin en iyi yazarı, biri körlüğünü gizleyip başkalarının gördükleriyle yazıyor, biri tek bir makale bile yazmadan 30 yıldır koridorlarda neşeyle takılıyor, biri dilbilgisinin tartışmasız uzmanı, biri çok iyi bir kapak tasarımcısı… Derginin sahibi de iyi yazarları kolluyor, koruyor, üzerlerine titriyor (çünkü dergiyi dergi yapan yazarlar ve okurlar). Neticede ortaya çok orijinal ve kaliteli bir iş çıkıyor.

Dergi, tahminen her biri 1-2 sayfa olan, dört bölümden oluşuyor:

  1. Sanat ve sanatçılar
  2. Politika/Şiir
  3. Tatlar ve kokular
  4. Hastalıklar ve ölümler

Film de bir dergi gibi tasarlanmış; dört kısa hikâye şeklinde bu sayfaların nasıl yazıldığını izliyoruz. Her yazı için farklı bir gazeteci çalışıyor. İlk bölümde cinayetten içeri giren bir mahkumun hapisteyken boyadığı (ve aslında çok sıradan olan) tablolarla nasıl dünyaca ünlü bir ressam hâline getirildiği üzerine bir makale yazılıyor. İkinci makalede, derginin siyaset muhabiri (hayali bir şehir olan) Ennui’deki öğrenci ayaklanmasını yazıyor. Üçüncü makalede ise siyah ve homoseksüel bir şefin hikâyesi aktarılıyor. Son bölümde ise (spoiler) gazetenin sahibi doğum gününde kalp krizinden ölüyor ve gazetenin çalışanları ölüm ilanını oturup hep birlikte yazıyorlar.

Bu bölümlerde, eskiden gazete/dergi makalelerinin nasıl ince bir işçilikle çalışıldığını, ne kadar çok emek harcandığını yansıtıyor Anderson. Ben de haftalık köşe yazmayı çok yabancılaştırıcı ve yorucu bulurum. Her hafta yeni ve ilginç bir konu bulup buna çalışmak oldukça zor. Genelde zaman içinde haftalık köşelerin içerik kalitesi düşer zaten. Bu yüzden iki haftalık periyotlar benim için daha makul. Tabii Türkiye’de köşe yazarlığı çoğu köşe yazarının ikinci/yan işi olduğu için biraz böyle ama yine de…

The New Yorker’ı model olarak alan The French Dispatch, gazeteciliğin [yemek, müzik, sanat gibi] biraz hafif tarafını yansıtıyor. Ben de daha önce yazdığım bir pazar ekinin “hafif” bir içerik sunması gerektiğini ısrarla savunmuştum ama bir türlü gazete yönetimini ikna edememiştim. Zaten hafta boyunca siyasal islam, ekonomik kriz, orman yangını, asansör kazası, taciz, tecavüz manşetleri atılırken pazar gününün ekinde bari hafif ve gündem dışı konular olsa diyordum ama kimseye dinletemiyordum; pazar eki kapağına yine aynı ağır ve boğucu konular taşınıyordu. Sonuçta hayat siyasetten ve ekonomiden ibaret değil. Maalesef Türkiye’de medya daha çok bu iki ana başlık etrafında dönüyor. Kültür-sanat ve yemek gazeteciliği bizde son derece zayıf. Gerçi bu alanlarda Vedat Milor gibi yıldız yazarlar olsa da bunların sayısı çok az.

Filmde, klasik Wes Anderson sinematografisine uygun sahneler, görsellik, renkler, dekor ve kostümler izliyoruz. The French Dispatch bir The Grand Budapest Hotel değil, herkesin sevebileceği bir film de değil belki ama Anderson sinemasını sevenler (hele bir de gazeteciyseler) filmi mutlaka yukarlarda bir yerlere koyacaktır. Biraz nostalji size de iyi gelir…

Yazar hakkında

Anıl Aba

İktisat alanındaki lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesi ve London School of Economics'te çift diploma programı ile tamamlayan Anıl Aba, doktora derecesini Amerika'da Utah Üniversitesi'nden aldı. Rusya'da School of Advanced Studies'te bir yıllık post-doc yaptıktan sonra 2018 senesinde Türkiye'ye dönüp Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümünde ders vermeye başladı. Aba, aynı zamanda BirGün gazetesinde düzenli olarak popüler iktisat üzerine yazılar yazmaktadır.