Kanallar, dijital platformlar, podcast, YouTube gibi binlerce yayın bombardımanına karşı direniş içinde olan radyonun hiç de azımsanmayacak bir kitlesi var.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından yaptırılan “Radyo Dinleyici Ölçüm Araştırması” sonuçlarına göre, 2021’de radyoya günlük erişim oranı yüzde 59,7. Rakamlar iki yıl evveline ait. Ama önemli. Türkiye’nin yarısından fazlası radyo dinleyicisi.
Kimi yemek yaparken, kimi sporda kimi arabada dinliyor. Ama illa ki bir adreste tutunuyor. Bugünkü sohbetimizin frekansı 95.0.
Dile kolay çeyrek asır. Açık Radyo artık 29 yaşında. Bunca yıla sığan binlerce program.
Açık Radyo kurucusu Ömer Madra 28 yıl önce oğlu ile kafa kafaya vererek kurmuş radyoyu. İnanılmaz da bir destek almış o dönem. Ve bugün hâlâ takılı kaldığımız o radyoyu yaratmışlar. Hâlâ güncel hâlâ öğretici.
Ömer Madra ile sohbet ettik. 28 yıllık çınarı anlattı, hem genç hem köklü Açık Radyo’dayız.
“Hem açık hem kaçık radyo”
Radyo, neredeyse 100 yıllık geçmişi olan bir yayın aracı. Radyo neden önemli? Bugün radyoculuk/radyo sizin için nereye evrildi?
1920’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan radyo, 1927’de Türkiye’ye geliyor. Önemli bütün düşün insanları hep radyo ile ilgili önemli anekdotlar düşmüşler. Gazeteci Burhan Belge Radyo Dergisine savaş yıllarında böyle bir şey söylüyor. Radyo mükemmel bir halk üniversitesidir, çeşitli konserlerin verildiği bir salondur, gazetedir, resmi tebliğlerin ilan edildiği bir duvardır. Tiyatro ve opera sahnesidir. Edebiyatçı ve düşünür olan Vedat Nedim Tör de yine radyo dergilerinin ilk sayılarından bir tanesinde “radyonun göklerden gelen görünür ve mistik sesinin öyle büyülü bir tesiri vardır ki bunun yığın psikolojisi açısından değeri ölçülemeyecek kadar büyük” diyor.
“Türkiye hikâyelerini anlatıyor” diye bir dizi yayın yaptık. Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları eserlerinden 70 yıl sonra biz de böyle bir yayıncılık gerçekleştirdik. Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi ile beraber yaptığımız bu yayın Can Yayınları’ndan kitap olarak çıktı. Türkiye hikâyelerini anlatıyor dedik, hepsi de gerçek hikâyeydi. Orada bir önsöz yazdık. “Hem açık hem kaçık radyo” diye. Şöyle dedik: Anlatılması elzem olan hikâyelerin anlatılması için en önemli araçlardan bir tanesi radyo.
Şimdi hem hikâye anlatıcılığının önemi var, hem de korkunç savaş meselelerinin sonu gelmez yönünü de radyodan anlatılabilme imkânı var. Örneğin şu sıralarda İsrail-Gazze savaşında ölen Filistinli çocuklardan bahsetmek gibi olağanüstü zorlu bir işin altından kalkıyoruz, kalkmaya çalışıyoruz.
Televizyon kanallarının yaygınlığı ve yeni medya araçlarının mantar gibi türemiş olması radyoyu geri plana atmış gibi duruyor ama radyo dinleyen bir kesim azımsanmayacak kadar çok. Bir tutku mu bu?
Daha dün tramvayda giderken bir çevirmen yoldan çevirip küçük oğluyla “hayatım sizsiniz” dedi.
Ama düne göre az sanırım dinleyici…
Hayır değil işte… Sen küçük kutu diyor işte Brecht… tutun bana kaçalım/ ki taşırken seni evden gemiye, gemiden trene/ kırılmasın lambaların/ düşmanlarım hakkımda atıp tutarken yanındaydın/ hem yatağımın hem acımın/ onların zaferlerinden benim kulaklarımdan geçen/ gece en son sen, sabah ilk ses sen/ söz ver bana, birden bire susmamak için.
O zaman soruyu şöyle soralım. Radyonun gücü değişiyor mu?
TRT Akademi’nin Radyo: Dün, Bugün, Yarın için mükemmel bir derlemesi vardı. 2016’da ABD’de Tarihçi Profesör Matthew Lasar’ın Radio 2.0 isimli kitabı yayımlandı ve bu sorunun cevabı o kitapta da var. Ben de nâçizane, yazarla aynı fikirdeyim. Kitapta, tahminlerin aksine, teknolojik gelişmelerin, podcast, YouTube gibi ürünlerin, radyonun pabucunu dama atamayacağı belirtiliyor. Yeni bir teknoloji çıkınca eskiler çöpe mi gidecek diye düşünülür ya hep? Öyle olmuyor işte! Profesör Lasar şöyle diyor özetle: “Televizyon radyoyu 1950’lerde dönüştürdü ama yok etmedi, radyo 2.0 yani yeni sürüm de farklı şekilde çıktı.” Topluluk radyoları (community radio) kavramı ve uygulamaları, Amerika’da canlı bir şekilde devam ediyor; medya çeşitliliğine bağlı kalma geleneği de yüz yıllardır devam ediyor. Yazarla aynı fikirdeyim ben de.
“Oğlumda ve bende aynı heves vardı: Anlatmak”
Yaklaşık 30 yıl oldu. Çok uzun yıllar bunlar ve elbette birçok zorluk yaşamışsınızdır. Radyonun fikir insanı oğlunuz Cem Madra… Yeniden gelse, sizi 30 yıl önceye götürse. Açık Radyo fikrinden bahsetse, bugünkü bakış açınızla “yapalım” der miydiniz?
Hikâye anlatıcılığı meselesi hayati önem taşıyor. İster akademisyen, ister yazar, ister oyuncu olun. İnsan, içinde anlatılması elzem olan hikâyeler barındırıyor. Gerek oğlumda gerek bende aynı heves vardı. Yeni patlamış olan bir dalga “korsan radyo” vardı. Onları dinleyerek büyümüştük. Savaş sonrası kuşağının ilk özgürleştirici şeyiydi radyo. Hrant Dink Ödülü’nü kabul konuşmamda da belirtmeye çalıştım. Dünyanın bütün müzik türleri neredeyse tüm dillerde hatta yok olan dillerde bile bilinen bütün müzik aletleriyle çalınan şarkılarını işte yeryüzündeki canlılarının kurtların, kuşların, balinaların, balıkların seslerini lakırdı ve takıntılarını tüm toplumla paylaşmaya giriştik. İlk günden beri böyle.
Hrant 20 yıl önce bizde yayın yaparken demişti ki “Açık Radyo Türkiye’nin yozlaşmış entelektüel performansının, kendini koruyabilmiş, kendini estetize edebilmiş, kendini bir köşede yoğunlaştırabilmiş yegâne sığınağıdır, savunma alanıdır.”
Yani yeniden evet derdiniz.
Elbette. Hikâye anlatımı bitmedi.
28 yılda 1261 program
Açık Radyo bu hikâye anlatımı konusunda önemli bir yerde duruyor. Onlarca farklı program ve aslında farklı hikâye paylaştınız dinleyiciyle.
Biz bu konuşmayı yaptığımız sırada 58’inci yayın dönemine girmiş olacağız. 13 Kasım’da da 28 yılı geride bırakmış oluyoruz. Test yayınları, radyo hazırlıklarını düşününce 30 yılı devirmiş vs dahil olmak üzere radyonun hazırlıkları neredeyse 30 yıllık devirmek üzereyiz. Bu sürede 1406 programcımız olmuş. Bunların yüzde 99’u da gönüllü. 13 Kasım 1995’ten bu yana birbirinden farklı konularda 1261 program yapmışız. Hrant Dink Ödülü’nü aldık. Daha önce de Prince Claus Ödülü’ne layık görüldük.
Orhan Pamuk’tan hakkımızda bir yazı istediler. Orhan Pamuk “Açık Radyo yalnız programları ve özgürlükçü tutumu için değil, kendisine sadık neredeyse tiryakisi olmuş çağdaş demokrat bir dinleyici grubu yarattığı için de çok özel bir yerdir” demişti. Bu önemli bir tespit.
Ayrıca Türkiye tarihine de katkısı büyük oluyordur. Zira kurulduğunuz günden bu yana arşiviniz korunuyor.
Açık Radyo’nun ilk 2 yılı hariç; o dönem de teknik imkânları olmadığı için. Maalesef o ilk 2 yıl yok ama onun dışındaki bütün yayınları arşiv hâlinde, hazır vaziyette duruyor. Bu çalışma bence dünya mirasına ait bir şey. Gerçekten benzersiz bir arşiv.
Tilbe Saran ata tohumuna benzetiyor bunu. Eşi benzeri olmayan bir katkı. Söz uçmuyor burada. Bundan 3 gün sonraya 3 yıl ya da 3 bin yıl sonra bile dinlenebilecek. Bilmiyorum nasıl olacak ama bir arkeolojik kazı yapıldığında Açık Radyo arşivine bakılacak. Tilbe de çok hoş şeyler söylemişti.
“Fırtınalı zamanlarda güvendiğim sığınak”
Dinleyicilerle etkileşim nasıl?
İsimlerini vermeyeyim şimdi. Onlardan izin almadım. “Açık Radyo bu fırtınalı zamanlarda metaforik, her zaman güvenebileceğimi bildiğim bir sığınak, bir liman” demiş bir dinleyicimiz.
Bir başkası “her bir dakikası biricik sohbetlere ses vermek tıpkı ağızda eriyen limonlu şekerin lezzeti gibi” diyor.
Bir başkasının cümlesi de şu: “Hayatımızdaki yerini kısa bir mektupla anlatmak ne kadar zor. Biz yine senden aldığımız cesaretle bir kariyer değişimi içindeyiz. Hayatın açık kaynağısın bizim için.”
İnternet sitenizi açtığımızda radyonun ötesinde, aynı zamanda yazılı haberlere ve podcastlere de ulaşıyoruz.
Podcast meselesini çok uzun yıllar önce ilk biz başlattık. Genç arkadaşlarımız ve çok önemli bazı programlarımız var hâlâ. Freud programımız akıl almaz sayılara ulaştı. 100 binleri aşan milyona varan dinlenmelere sahip podcastler var. İnsanlar spor yaparken, yürüyüş yaparken dinliyor.
Medyanın finansalı da her daim sorunlu. Gideri çok, geliri yok. Siz nasıl ayaktasınız?
Yani en büyük desteğimiz tabii büyük dinleyiciler. Büyük katkıları var. Kişisel sponsorluk hâlinde devam ediyor. Bunun ötesinde bazı kurumsal sponsorlar da var. Bağımsız yayıncılığın hayati önemi doğrudan doğruya reklamlara bağlı kalmamak.