Uçan halı ve gazetecilik

Türkiye’den bir grup gazeteci Doğu Londra’da adres arıyoruz. Bir yerel gazeteyi ziyaret edeceğiz. Ancak navigasyon, bizi Bow semtinin kalbi Roman Road’da bir halıcıya getirip bırakıyor. Bizimki gibi şaşkınlıklara alışık dükkân sahibi, “Social Streets üst katta” diyor, “Dükkânın içinden geçeceksiniz.”

Ken Loach filmi gibi her şey. Halıcı dayanışma amacıyla, üst kattaki deponun bir odasını gazeteye vermiş. Oda kilitli. Öğle yemeğine çıkmışlar. Halıların üzerine uzanıp bekliyoruz. Evet, Londra’da.

Az sonra bir kadın nefes nefese yanımıza gelip özür diliyor beklettiği için. Ufak tefek. Ama vücudundan enerji fışkırıyor. Canını sıkmak istemeyeceğiniz biri. Bizi küçücük odadaki tek masaya oturtup nefes almadan hikâyesini anlatmaya başlıyor. “Bu kadar ‘mütevazı’ bir girişimden öğrenebileceğimiz ne olabilir? Neden programa dahil edildi ki?” gibisinden sorularımız anında buharlaşıyor.

Program şu: Türkiye’den 10 gazeteci, The Guardian Foundation ve NewsLabTurkey ortaklığıyla, İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı (SIDA) desteği ile düzenlenen Bağımsız Medya İçin Kuluçka Programı çerçevesinde Londra’da bir hafta geçirdik.

Yoğun ve çok verimli bir programdı. Guardian dışında daha ufak ölçekte, yerel ve alternatif gazetecilik kuruluşlarını ziyaret ettik. Ancak zamanımızın çoğu Guardian’daki meslektaşlarımızla fikir alışverişinde geçti. Veri gazeteciliğinden sosyal medya kullanımına, alternatif gelir modellerinden podcast yapımcılığına uzanan geniş bir yelpazede sunumlar aldık.

Benim için en yeni ve zihin açıcı olan, yerelde, daha doğrusu “yerel ile birlikte” yapılan gazetecilik örnekleriydi. Zira bunların daha geniş bir kitleye yayın yapanlar için önemli dersler ve fırsatlar sunduğunu düşünüyorum. Bu yazıda derdim, birkaç örnek sıralayıp, bu fırsatları tartışmak. Yine naif, “Türkiye gerçekleri ile bağdaşmayan” bir yazı olacak yani, ne güzel. 

Amatöre profesyonel dokunuş

Social Streets’in kurucusu Tabitha Stapely, kendini bir halıcının üst katında bulduğu yolculuğa, topuklu ayakkabıları çıkarıp gönüllü başlamış. Elle, Esquire, Harper’s gibi “parlak” yayınlarda uzun süren üst düzey görevlerden sonra, bir aşamada, o çok tanıdık soruyu sormuş kendine: “Ne yapıyorum ben?”

Mana arayışı çok sürmemiş. Uzun süredir yaşadığı mahallesine ve Doğu Londra’ya bir şeyler katmak, orada yaşayanların sesi olmak amacıyla Social Streets’i kurmuş. Bölge, geçmişte yoksullukla anılan, şimdi ise kısmen soylulaşmış, kaçınılmaz olarak da sosyal sorunların baş gösterdiği bir yer. İnsanlar konuttan okula, güvenlikten sağlık hizmetine birçok alanda, hem merkezi hem de yerel yönetim tarafından yalnız bırakıldıklarını düşünüyor, ulusal medyada kendilerini göremiyor.

“Ne yani, bir yerel gazete mi ilaç olacak bu sorunlara?”

Bunun çok ötesine geçmişler. Yaptıklarını “yapıcı-topluluk haberciliği” (constructive community journalism) olarak tanımlıyorlar. Hedef, bölge insanını, üzerindeki ölü toprağını atmaya teşvik etmek. Birbirleriyle etkileşimi sağlamak, bu yolla da yerel-demokratik süreçlere katılımlarını artırmak.

Tower Hamlets ilçesinin tamamına odaklanan bir basılı dergi, ilçenin öne çıkan 4 mahallesine odaklanan 4 tane de çevrimiçi gazete çıkarıyorlar. Yeni ve ilginç olan ise şu: Bu yayınlara yazmak isteyen sıradan insanlar teşvik ediliyor, gazetecilik eğitimi veriliyor.

Ayrıca bölgedeki diğer yerel gazetecilerin katkıda bulunabilecekleri bir platform geliştirilmiş. Yerelde gazetecilik yapmak isteyen amatör ya da profesyonel, herkese teknik destek sağlanıyor. Tüm bunlar, gönüllü abonelik, bağış ve reklam geliriyle yapılıyor. Yayınlara bakıldığında ise, “Aman, çok yerel, bana hitap etmedi” dedirtmiyor, bir iki küçük dokunuşla ulusal basında kendine yer bulabilecek, evrensel insan hikâyeleri var sayfalarında.

Naçizane, çıkarılması gerektiğini düşündüğüm derslere geçmenin tam sırası:

  • Yerel medyanın ihtiyaç duyduğu destek, sadece mali değil. “Büyük kuruluş” tecrübesi almış profesyonel meslektaşların desteği/öncülüğü/işbirliği çok daha büyük bir değişim yaratabilir.
  • Yurttaş gazeteciliği kavramı pek uzun ömürlü olmadı. Ancak medya profesyonelleri ile işbirliği hâlinde küllerinden doğabiliyor. 
  • Sosyal medya çağında, okurun yayınla özdeşleşebilmesi için, hikâyesini o yayında görmesi artık yetmiyor sanki. İçeriği oluşturma sürecine dahil olmak ilaç olabilir.
  • Bu kapsayıcı yaklaşım, okuru, içeriğe maddi katkı sağlamaya da daha hazır/gönüllü hâle getiriyor.

Paraşütü ağaca takmak

O zaman sıradaki örnek, Social Streets’in modeli için “Hayal bunlar!” diyenlere gelsin. Yerele daha fazla nüfuz edebilmek, daha iyi anlayıp anlatmak için koskoca Guardian’ın da bazı açılardan benzer bir modeli hayata geçirdiğini söylesem?

Londra’daki ikinci günümüzde, Guardian’ın kıdemli video yapımcılarından John Domokos ile bir araya geliyoruz. Konu: Topluluk Haberciliğinde Ortak Yapım. 

Tabitha’nın aksine sakin bir mizacı var. “Sessiz güç” derler ya. Ama onun gazetecilik macerasında da bir “Yetti artık” anı var. TV/Video haberciliğinde, siyasi haber aktaran her muhabirin ortak arka planı: Parlamento/Westminster. 

Kendisi gibi bu klişeden dehşetle sıkılmış muhabir John Harris ile birlikte “Anywhere but Westminster” (Westminster olmasın da! diye çevirebiliriz) adlı bir video serisine başlıyorlar yıllar önce. Parlamentoda alınan kararların etkilerini ülkenin her yerinde, insanlarla konuşarak aktarıyorlar.

“Ama hep bir şey eksikmiş gibi hissediyordum” diyor Domokos. Her ne kadar halka inseler de, sonuçta paraşütle indiklerini, söz konusu bölgede en fazla 2 gece kalıp döndüklerini, konuya gereğince nüfuz edemediklerini anlatıyor. 

Aradığı çıkış yolunu 6 yıl önce bulmuş. İngiltere’nin kalbindeki Stoke-on-Trent’teler. Bir zamanlar seramik endüstrisinin kalbi, şimdi ise kaderine terk edilmiş bir kent. Özellikle konut ve işsizlik gibi sorunlarda müesses nizamdan umudunu kesen halk, sandığa en az ilgi gösteren seçmen topluluğu İngiltere’de.

Evreka!

Haber yayınlandıktan sonra, videonun altındaki bazı yorumlar dikkatini çekiyor: “Anlattığınız hikâye burayı temsil etmiyor” ya da “Keşke buraya geldiğinizden haberim olsaydı, sizi şuraya götürür, filanca ile görüştürürdüm, daha iyi anlardınız” minvalinde yorumlar.

“İşte yapmamız gereken bu!” deyip bir duyuru kaleme alıyorlar: “Stoke-on-Trent’e geliyoruz, önerilerinizi yazın, görüşelim.” Siyasete ilgisini kaybettiği oranda, basına güveni de sarsılan ahali, uzatılan eli hemen tutuyor, 350 mesaj alıyorlar. Ve buradan sadece yeni bir video serisi (“Made in Stoke-on-Trent”) değil, yeni bir anlayış da doğuyor: Topluluk Haberciliğinde Ortak Yapım.

Ama bu anlayışın, isminin hakkını asıl verdiği aşama, bir sonraki video serisi “Made in Britain”. Konu edilecek bölgedeki insanlara (tabii kıvırabileceği düşünülenlere) akıllı telefon ve mikrofondan oluşan basit, kullanımı kolay bir ekipman veriliyor. Bunları nasıl kullanacakları da etraflıca anlatılıyor.

Sonuç müthiş. Yurttaş gazeteciler, dışarıdan paraşütle inen iki John’un ulaşamayacakları yerlere giriyor, ulaşamayacakları insanlarla konuşuyor. Tabii tüm süreç, uzaktan, Londra’ki Domokos’un kontrolünde. Bazı (daha profesyonel olması gereken) çekimler için arada sahaya inmesi gerekse de, “Her bir video için ortalama 3-4 gün gitmem yetiyordu” diyor. 

Yöntemin asıl hayat kurtardığı, alternatifin olağana dönüştüğü dönemi tahmin etmek isteyen var mı? Evet, pandemi sürecindeki seyahat yasakları.

Gelelim yöntemin sunduğu fırsatlara:

  • Yukarıda Social Streets deneyiminin sunduğunu düşündüğüm 4 fırsatı buraya kopyalayıp yapıştırın lütfen.
  • Ek olarak, gazeteciler olarak, mekâna ve topluluklarına nüfuz etmekten daha büyük bir hedefimiz var mı? … Başka sorum yok. 

İlle de yurttaş mı olsun, gazetecilik öldü mü?

Yerel, ulusal diye gittik, uluslararası habercilik ile devam edelim. Herhalde paraşüt gazeteciliğinin bölgeyi ve insanlarını anlama/anlatma açısından en zorlandığı alan bu. Ağaca takılıp yukarıdan/genel bir görüntü/gözlem ile yetinmek zorunda kalmak yüksek ihtimal. Ama çözülmüşü var.

Londra’daki bir sonraki buluşmamız Almanya merkezli Unbias the News ile. Getirdikleri yeniliği anlatmadan önce çıkış noktaları/felsefelerine kulak vermeli. Kendilerini feminist, sınır ötesi bir haber merkezi olarak tanımlıyorlar. Haber merkezlerinin, hedef kitlenin arz ettiği çeşitlilik ve kapsayıcılığı barındırmadığını şu cümlelerle ortaya koyuyorlar: 

“ABD’deki haber merkezleri, ülkedeki diğer kuruluşlara kıyasla daha beyaz ve erkek ağırlıklı. Almanya’da en kalabalık azınlık grupları bile, önde gelen yayın kuruluşlarının yönetici kadrosunda temsil edilmiyor. Hindistan’da ise medya bütünüyle üst sınıfların kalesi konumunda.”

Buna bir de, uluslararası haberciliğe hakim Batı perspektifi sorunsalını eklerseniz, Unbias the News modelinin bulduğu çözüm çıkıyor ortaya. 

Yola Host Writer ile çıkmışlar. Farklı ülkelerden gazetecilerin işbirliği yapmasını sağlamak için kurulmuş bir veri tabanı. Herkese açık, ücretsiz. Katılan gazetecilerin bazıları, ülkelerine gelmek isteyen meslektaşlarına oda ya da kanepe de kiralıyor. 

Ama asıl yenilik, paraşütü tümden reddeden, “Ülkeyi bilen kimse haberi de o yapsın” anlayışı. Unbias the News ekibine ulaşıp haber öneriyorsunuz. Siz ya da onlar gerekli görürse önce sizi eğitime alıyorlar (tanıdık geldi mi?). Sürecin sonunda haber merkeziyle yoğun iletişimde kalarak haberinizi tamamlıyor ve yayınlatıyorsunuz. Sürecin bir aşamasında, haberin kovalamaya değmediği ya da bir sebepten tamamlanamayacağı anlaşıldığında, size bir iptal ücreti ödeniyor. 

Değiştirmeye çalıştıkları bir medya hastalığı daha: Haberde bir Fixer da görev aldıysa, imzası mutlaka ama mutlaka kullanılıyor. Daha güzelini söyleyeyim mi? Fixer’a muhabir ile aynı ücret ödeniyor.

Yöntemin sunduğu fırsatlar:

  • Yine yukarıdan kopyala yapıştır rica edeceğim.
  • Ek olarak, Unbias the News’un değiştirmek için çalıştığı sorunlardan mustarip olmayan meslektaş var mı?

Sonuç niyetine

Aktarmaya çalıştığım örnekleri, Türkiye’ye uyarlamaya çalışmak birçok kişiye nafile bir çaba gibi görünebilir ve belki de haklıdırlar. Ben de zaten “Mutlaka yapılmalı” falan demiyorum. Niyetim, aktardığımız haberlerin öznesi olan bireyleri, toplulukları daha iyi anlayabilmek ve anlatabilmek için yeni/alternatif yöntemlere ihtiyacımız olduğunu vurgulamaktan ibaret. 

Önceki yazıda söz konusu ihtiyacı kabullenmek ve bir şeyler yapmak için harekete geçmek ihtiyacı konusunda biraz kalem oynatmıştım. Bu yazı da onun doğal, ahkam kesmekten çok pratik örneklere dayanan devamı niteliğinde belki. 

Basın olarak altımızdaki halı çekildi ve biz ondan hâlâ uçmasını bekliyoruz. Çözüm belki de, tezgâhın başına, dokumayı bilenlerle birlikte oturmakta.


Bu yazı Eylül 2023’te The Guardian Foundation ve NewsLabTurkey’in davetlisi olarak gittiğimiz The Guardian eğitiminin bir çıktısı olarak hazırlanmıştır.

Yazar hakkında

Murat Baykara

ODTÜ Sosyoloji mezunu. Mesleğe 1994 yılında, Ankara’da, SHAKTI Habercilik ve Yapımevi’nde başladı, belgesellerde yönetmen yardımcılığı yaptı. Sırasıyla TRT, ATV ve Star TV Ankara haber merkezlerinde siyaset muhabiri ve haber müdürü olarak görev yaptı. 8 yıllık Londra/BBC Türkçe deneyiminin ardından İstanbul’a dönerek Aljazeera için çalıştı. Ardından 5 yıl süreyle, başta CNN ve BBC olmak üzere birçok yabancı yayın kuruluşu için prodüktörlük yaptı. Dijital/bağımsız haber/belgesel mecrası Voys Media’da çalışmaktadır.