Socrates dergi basılı yayınlarını durduğunu açıkladığında takvimler 2023 Ocak’ı gösteriyordu. Türkiye spor medyasının en özgün ve yenilikçi yayınlarından birinin “kepenkleri indirmesi” okurları hayal kırıklığına uğratmıştı. Neticede 2015’te yola çıkan Socrates Türkiye medyasındaki vahalardan biriydi.
Karar ekip için sürpriz olmasa da hem onlar hem de okurlar için yıpratıcı oldu diyor Socrates’in hem sahibi hem de genel müdürü Can Öz. Baştan söylemek sürprizi kaçırır mı bilinmez ancak buna değer: Günün birinde derginin basılı yayınlara geri dönmesi romantik bir hayal değil, çoktan alınmış bir karar.
O gün ne zaman gelir bilinmez ama bu süreçte Socrates sadece basılı yayınlarını durdu; üretmeye devam ediyor. Socrates, YouTube ve podcast yayınlarına devam ederken bir de sürpriz yaptı, iOS ve Android ekosisteminde çalışabilen Socrates App’i duyurdu.
Derginin mirasını devam ettiren ancak bir yandan da dijital dünyanın getirdiklerine adapte olmak için atılmış bir adım bu. İki dilli uygulamada çeşitli sporlardan yazılar, özel röportajlar, sözlü tarih çalışmaları yer alıyor. Kullanıcı yorumlarına açık, interaktif bir uygulama. Aşina olanların aklına çoktan gelmiştir, The Athletic’in bir benzeri diyebiliriz uygulama için. Fakat Socrates App’in bu uygulamayla yapmak istedikleri çok daha fazla. Socrates’in kurucu ekibinde de yer alan editör İnan Özdemir uygulamayı şöyle anlatıyor: “Socrates Dergi’yi Nisan 2015’te çıkarırken de hevesimiz buydu, şimdi de aynı. Mecra değişebilir, niyet değişmedi.”
Can Öz ve İnan Özdemir ile Socrates App’i, Türkiye spor medyasını ve Socrates’in geleceğini konuştuk.



“Aylık/haftalık dergiciliğin son bulması kaçınılmaz”
Socrates dergi 2023 Ocak’ta son kez basılı olarak okurlarla buluştu. Kapanma sürecini anlatır mısınız biraz? Dergi kapandığından beri neler değişti ekip tarafında?
Can Öz: Socrates Dergi’nin aylık olarak devam edemeyeceğini aslında epeydir zaten biliyorduk. Dünyada gelişmiş ülkelerin tamamında aylık/haftalık dergiciliğin önümüzdeki beş yıl içerisinde artık kalıcı olarak son bulması kaçınılmaz, bu da rafların, alışkanlıkların tükenmesi demek. Ancak buna hâlâ vakit vardı, ne yazık ki Türkiye ekonomisi bizi yeni yıl bütçesi yaparken acele bir karara zorladı, ve bu tabii hem okurlar hem dergi ekibi için epey yıpratıcı oldu.
Günün birinde yeniden basılı formata dönebilir mi Socrates yoksa romantik bir hayal mi bu?
Can Öz: Bu bir hayal değil, çoktan verilmiş bir karar. Basılı Socrates Dergi yayına tekrar başlayacak. Ancak bu, artık tüm dünyada sonu gelen aylık ve raflara bağımlı dergicilik modeliyle olmayacak. Üzerinde çok daha uzun süre emek verilmiş, süresiz sayılar hazırlayıp yayımlamayı planlıyoruz.
Ana akım spor yayıncılığı ile Socrates’in arasında bir mesafe olduğu algısı vardı baştan bu yana. Ama son yıllarda ana akım medyadan Socrates’e geçişler olduğunu görüyoruz. Sizce Socrates’in ana akım dili dönüştürecek bir kültürel ve kurumsal birikimi var mı şu an?
Can Öz: Herhangi bir sektörde ana akımı dönüştürmek için kültürel ve kurumsal birikim yeterli olmaz, iktisadi büyüklüğünüzün en az sektörün 1/5’ini işgal etmesi gerekir (kimi iktisatçılara göre 1/3’ünü). Ancak özellikle izleyici ve medya çalışanlarının beklentilerinin değişiminde ciddi etkilerimiz olduğunu düşünüyorum.
Bir yandan YouTube ve podcast yayınları da devam ediyor. Geçen ay bir de Socrates App’i duyurdunuz. Fikir nasıl çıktı ortaya, nasıl bir uygulama var şu an?
Can Öz: Dünyada, özellikle de ABD pazarında dünyanın en başarılı birkaç app geliştiricisinden biri olan ortağımızın önerisiyle ortaya çıktı. Devamını İnan Özdemir’e bırakayım…
İnan Özdemir: Proje ilk olarak 2022 Dünya Kupası öncesinde ortaya atıldıktan sonra sevgili Mert Küçük liderliğinde ekip hızlıca şekillendi. Tasarımdan yazılıma çok değerli isimlerle çalışmaya başladık. İçerik tarafı hakkında konuşmam gerekirse global tarafta sorumluluk ve koordinasyon bana ve Ali Çolak’a ait. Ali, Socrates projelerinde yıllardır kritik görevler alan çok değerli bir arkadaşımız. Socrates App’in Türkiye tarafının başında ise derginin son yazı işleri müdürü, kıymetli meslektaşımız İlhan Özgen var. Genç ve çok yetenekli arkadaşlarımızdan Kerim Kılıç’la birlikte onlar da Türkiye’deki rotayı belirliyor.
Şimdilik iki dilde yayın yapıyoruz ve içerik politikasını buna göre uyarlıyoruz. Global uygulamamız daha çok ABD pazarına seslenen, NBA ve NFL gibi büyük Amerikan sporlarını odağına koyan bir yapıya sahip. Bunun yanında Socrates’in olimpik sporlardaki birikimini, ulaşabildiği sporcu havuzunu global uygulamaya da taşıdık. Türkiye’de ise dergiden gelen yayın anlayışını app’te devam ettiriyoruz. Çeşitli sporlardan yazılar, özel röportajlar, sözlü tarih çalışmaları ve kültür sanat işleriyle Socrates kültürünü bu uygulamaya da getirdik.

“Spor çeşitliliğimizle ayrışmayı düşünüyoruz”
Uygulama için The Athletic’in bir benzeri diyebiliriz bazı açılardan. Buna bağlı olarak iki sorum var: 1) Sizce Türkiye pazarında The Athletic’in finansal başarısını küçük ölçekte de olsa yakalamak mümkün mü? Yaptığınız pazar analizi ve mevcut üyelikler umut vadediyor mu? 2) The Athletic’te içeriklerde sadece narrative’e dayanmayan görselleştirme, veri kullanımı ve derin soruşturmalar da var. Bunlar ciddi zaman ve maddi kaynak gerektiriyor. Böyle bir kaynağa sahip misiniz?
Can Öz: TheAthletic tartışmasız dünyanın en başarılı spor medya kuruluşu. New York Times’ın bünyesindeler ve sadece spor değil, dünyadaki tüm medya kuruluşları arasında en geniş yazar kadrosuna sahipler. Ancak bu maliyeti karşılayacak bir gelire sahip değiller. Şirketleri kâr yerine veri ve etkileşim büyüklüğü üzerinden değerleme modeli Silikon Vadisi’nin en büyük benzini oldu yıllardır. Ancak bu, bu amaçla yatırım yapıp dev paraları yakmayı göze alan bir yatırımcı gerektiriyor ve biz şu an bu aşamada değiliz. İleride ne olur bilmiyorum, dünya çok değişken ve bizim önümüze çok sayıda teklif geliyor. Böylece ikinci sorunuza da kısmen yanıt vermiş oluyoruz.
İnan Özdemir: The Athletic, bugün spor dünyasında iş yapmaya çalışan her yayıncı gibi bizim için de en önemli örneklerden biri. The Guardian’dan ESPN’e, So Foot’tan Yahoo’ya pek çok mecraya bakmayı sürdürüyoruz. The Athletic’in bir model olarak fark yarattığı nokta, yerel gazete anlayışını internette global ölçekte bir başarıya dönüştürmesiydi. Yani tek bir üyelikle bir Oakland beyzbol takımını da bir Premier Lig orta sıra kulübünü de takip edebilmek son derece ilgi çekici bir fikirdi. Bunu yapabilecek vizyon kadar bütçeye sahip olmak da sıradışı bir iş. Onlar bunu başardılar, her ne kadar sancılı pek çok süreç geçirseler de…
Bizim ayrılmayı amaçladığımız nokta, spor çeşitliliğimiz. Socrates’in bisikletten tenise, basketboldan futbola pek çok farklı alanda özel yazılar, röportajlar üretebilen, o alanın en kıymetli sporcularına ve koçlarına ulaşabilen bir ekibi var. O ekibin sporun sosyal ve düşünsel yanlarına önem veren, bunu yaparken saha içinde yaşananları ıskalamayan, edebiyata olduğu kadar matematiğe de meraklı dilini her mecraya yansıtmaya çalışıyoruz.
“Socrates App’te kurduğumuz evden memnunuz”
Uygulamada röportajlar, özel söyleşiler, analizler var. Socrates dergiyle benzer içerikler diyebiliriz. Farklı olarak neler olacak, nasıl bir planlamanız var?
İnan Özdemir: Aslında iki aylık süreçte yayımladığımız işler, bakış açımızı anlatıyor. Birkaç tane örnek vermem gerekirse… Mesela Fatih Terim’den UEFA Kupası’na giden yolu dinlediğimiz özel söyleşi, yaptığımız ilk işlerden biriydi. Nobel Edebiyat Ödülü sahibi ünlü yazar Annie Ernaux ile kitaplardan bisiklet sevgisine kadar pek çok konuyu konuştuğumuz röportaj da öyle. Eczacıbaşı voleybol takımının 1990’lardaki ilk Avrupa başarısını tanıklarından dinledik. Ünlü koç Pablo Laso, İspanya’da kapılarını Socrates’e açtı, kariyerini anlattı. Ekip olarak Ronnie O’Sullivan’dan Breanna Stewart’a pek çok küresel starla söyleşiler yaptık; Fransa Bisiklet Turu’ndan Wimbledon’a, hentboldan atletizme onlarca etkinliğe ve branşa kendi bakış açımızı kattık.
Bütün bu içerikler aslında Socrates Dergi’de inşa ettiğimiz kültürün devamı. Evet, basılı dergi yapmanın, kitap çıkarmanın zor olduğu zamanlardan geçiyoruz ama bir yandan da biz sadece konuşmanın yeterli olmayacağına inanıyoruz. Socrates ekibi her zaman yazıya değer verir. En başta ben kişisel olarak mesleğimi hâlâ spor yazarlığı olarak tanımlıyorum. Bugünlerde mesaimin büyük bir bölümünü televizyona, YouTube’a ya da podcastlere veriyor olabilirim ama hâlâ kendimi en çok evimde hissettiğim yer yazılar. Hem bir okur olarak hem de bir yazar olarak spor üzerine düşünmenin en güzel, en yaratıcı, en anlamlı yanının hâlâ yazı olduğuna inanıyorum. O yüzden de Socrates App’te kurduğumuz evden çok memnunum. Burayı geliştireceğiz; sürekli yeni özellikler ekleyeceğiz ama temelde iyi kaleme alınmış yazıları, röportajları, dosyaları güzel bir tasarımla okuyuculara sunmak istiyoruz. Socrates Dergi’yi Nisan 2015’te çıkarırken de hevesimiz buydu, şimdi de aynı. Mecra değişebilir, niyet değişmedi.
Kullanıcılar uygulama üzerinden nasıl içerik paylaşabilir veya etkileşimde bulunabilirler? Yorum yapma veya sosyal medya paylaşımları gibi özellikler var mı?
İnan Özdemir: Socrates App’in kullanıcılarına sunduğu geniş bir özellik havuzu var. En başta uygulamaya üye olduktan veya abonelik satın aldıktan sonra kullanıcı seviyelerinizde de bir yolculuğa başlıyorsunuz. App içindeki her hareketiniz, okuduğunuz her yazı, beğendiğiniz her içerik, yaptığınız her yorum size puanlar kazandırıyor ve zamanla eğer uygulamaya istikrarlı şekilde girmeye ve farklı özellikleri kullanmaya devam ederseniz seviye atlıyorsunuz. Her seviyenin kullanıcılara getirdiği belirli avantajlar var. En sonunda, eğer arzu ederseniz Socrates dünyasına yorumlarınızla farklı açılardan katılma, kendi fikirlerinizi duyurma, kafanızdaki düşünceleri kâğıda dökme şansına sahip oluyorsunuz. Veya yazı içine koymak istediğiniz bir istatistik varsa içeriğin içinde işaretlediğiniz bir yere onu yazabiliyorsunuz. Yani bunu kocaman bir ev gibi düşünün. Merdivenleri çıktıkça, odalara baktıkça evdeki konumunuz, masadaki yeriniz de değişiyor. Kısacası yorum yapma, profil oluşturma, takipçi toplama, başkalarıyla arkadaş olma gibi temel seçeneklerle app’teki kişisel sayfanızı geliştirebilirsiniz. Gerisi, app’te geçirdiğiniz zamana göre belirleniyor.

İlk dönüşler ve ilgi nasıl? Uygulama için başka planlarınız var mı?
Can Öz: İlk dönüşler beklediğimizin epey üzerinde oldu zira şu an uygulama hem özellikler hem içerik açısından emekleme aşamasında. Üstelik Türkiye dışında henüz bir lansman, duyuru yapmadık. Bunu ekimde yapmayı planlıyoruz. Uygulama özelliklerine gelirsek, hedefimizde başat özellikler eklemek vardı. Bunlar arasında günlük haber özeti (digest) ve makalelerin sesli okunma seçeneklerini ekledik. Şimdi de canlı skor ve istatistik modülü üzerine çalışıyoruz. Bunlarla beraber önünüze düşen makalelerin seçimini geliştiren algoritmanın gelişimi, farklı menüler, uygulamayı kullandıkça gelen ödüller, profil sayfasında yapılacak güncellemeler gibi üzerinde çalışılan çok sayıda madde var.
İnan Özdemir: İlk geri dönüşler ve ilgi bizim için umut verici. Uygulamayı kullanan binlerce insanın ilk günden bunu sadece yazı okuyacakları bir uygulama olarak görmemeleri, fikir üretim süreçlerine katılmaları, yaptıkları değerli yorumlar bizi çok mutlu ediyor. Elbette temel amacımız iyi yazıları nitelikli okurlarla buluşturmaktı fakat burada bağın biraz daha farklı bir noktaya taşınmasını ve Socrates topluluğuyla başka açılardan da ilişki kurmayı istiyorduk. İlk haftalarda gördük ki okuyucularımız da bizimle aynı fikirde.

“Mesele tutarlı, yaratıcı ve samimi olabilmek”
Söz konusu spor hatta futbol olduğunda farklı kuşaktan insanların bir araya geldiğini görüyoruz. Konuşuyorlar, okuyorlar, takip ediyorlar. Sizce habere, içeriğe ulaşma noktasında ne gibi farklılıkları var? Genç kuşak spor medyasından neler bekliyor?
Can Öz: Sorduğunuz en zor soru bu. Özellikle futbolda tüm dünya bu sorunun cevabını arıyor. Hatta hatırlarsanız, genç kuşaklar yakalanamadığı için neredeyse Şampiyonlar Ligi dağılıp Avrupa Süper Ligi kuruluyordu. Maçlar 90 dakika değil, gençleri daha çok yakalasın diye 45 veya 60 dakika olsun deniyordu. Özellikle futbol haberciliğinde yeni kahramanların, yeni yüzlerin öne çıktığına ender rastlıyoruz. Bu yüzlerin kimisi işlerinde hâlâ çok iyiler, ancak çoğu için bunu söyleyemeyiz. Buna rağmen yeni yüzler zirveyi çok zor görüyor. Bu da yeni kuşakların izleyici kitlesi içindeki azlığından kaynaklanıyor. Bu durum NBA, Premier League, Şampiyonlar Ligi ve Dünya Kupası gibi etkinliklerde daha az trajik.
İnan Özdemir: Sadece Socrates özelinde değil, bir spor yazarı ve yorumcusu olarak gördüğüm şey, “ses” arayışı. Twitter’da veya benzeri başka platformlarda o kadar çok bilgi, dezenformasyon, karmaşa, insan, kurum, mecra var ki… Burada okuyucuların beklentisi genelde farklı, orijinal bir ses görmek. Bu yüzden de takip ettikleri spor yorumcularından yaptıkları işlere bir şahsiyet katmalarını bekliyorlar. Herkes de kendi tarzıyla bunu yapmaya uğraşıyor. Kimisi mizahı spor bilgisine yediriyor, kimisi daha teknik taktik açıdan sporu anlamaya ve anlatmaya çalışıyor, kimisi oyuna daha entelektüel bir pencereden yaklaşmaya çalışıyor. Burada herkesin yolu farklı olabilir. Mesele o yolda tutarlı, yaratıcı ve samimi olabilmek gibi geliyor bana.
Sosyal medyanın inanılmaz güçlü bir etkisi olduğunu görüyoruz. Özellikle TikTok ve Instagram’daki futbol editleri son dönemde çok popüler. Diğer medium’ların da aynı şekilde giderek daha fazla kişiye ulaştığını söylemek mümkün. Ama bir yandan da nitelik olarak özellikle ana akımda çok da ilerleme kaydedilemiyor gibi görünüyor. Spor medyasında değişen neler var, son durum nedir sizce?
Can Öz: Türk spor medyası büyük bir krizin içinden geçiyor. Geleneksel medyada da, yeni medyada da büyük bir kârlılık–iktisat krizi var. Spor medyası zaten tarihi boyunca zarar etmeye en teşne, krizlerden etkilenmeye en yatkın medya sektörü olmuştur. Bu çalkantılı denizde iktisadı varlığınız üç büyüklerin performansına bağlı olunca bu kurumlar da ister istemez sansasyon ve kriz kovalar noktaya geldiler. Daha doğrusu bunu yapmayanlar elendiler. Aynı nazik taksi şoförlerinin trafikten elenmesi gibi. Ancak artık bunun da sürdürülemez boyutlara geldiğini görüyoruz. İşin kötüsü iktisat zorlandıkça yenilik aramak yerine aynı şeyden daha fazla önünüze sürülüyor. Bu ezberciliğin bir sonucu olarak, biraz yenilik sunan yeni medya içerikleri öne çıkmaya başlıyor. Bu eğilim iyice güçlenecektir ve sanıyorum önümüzdeki 1-2 sene yeni yüzlerin daha öne çıktığını göreceğiz.
İnan Özdemir: Sporun genç kuşaklar ve toplum üzerindeki büyük etkisi düşünüldüğünde spor medyasının sürekli devinim hâlinde olması normal. Özellikle genç kuşakların daha görünür olduğu sosyal medyada bu değişimin ayak sesleri daha sık duyuluyor. Veya bizim gibi alternatif kanallardan yayın yapabilme şansına sahip olduğunuzda ana akımın çizgisinden çıkmak biraz daha mümkün oluyor. Ama ana akımı değiştirme meselesi biraz katmanlı bir konu. Nasıl siyasette ana akımı değiştirmek zorsa spor medyasında da zor. Meclis kürsülerinde köşeleri kapan profesyonel siyasetçilerin benzerlerini geleneksel medyanın her noktasında görüyoruz. O koltuklara giden ilişkilerin zincirini tespit etmek, kestirmek ve değiştirmek o kadar kolay değil.
Yine de meseleye ben asla “Bu imkânsız” gözüyle bakmıyorum. Her şey değişir. Biz spor dergiciliği yapmaya başladığımızda da dergiler finansal anlamda bir darboğazdaydı. O şartlarda sesimizi duyurduk, imzamızı gösterdik. Oradan çıktığımız yolda YouTube’dan podcaste, oradan app’e farklı işler yaptık. Bizimle birlikte gelen kitleyi de sürekli genişletme şansına sahip olduk. Dolayısıyla ben her zaman değişimi konuşarak değil, yaparak başlatmanın doğru olduğuna inanıyorum. Yazarsak, üretirsek, çizersek bu medya da değişir. Ama öyle ama böyle. Kendimize nefes alacak alanlar yaratabilir; o alanları bizim gibi düşünen başkaları için de büyütebiliriz. Mesele, başlamak. Başlarsak, alanı açarsak, gerisi gelir.
Socrates’i uzun zamandır takip eden, okuyan, izleyen geniş bir kitle var. Okurla böyle bir bağ kurmak yayıncılar için hem büyük bir sorumluluk hem de bir yanıyla avantaj gibi görünüyor. Socrates’in sadık okur ve takipçi kitlesi için ne söyleyebilirsiniz?
Can Öz: Socrates’i fena halde sahiplenen oldukça büyük bir kitle var. Buna her geçen gün tekrar şaşırıyorum. Zira tırnak içinde “grassroots” kültürü çekindiğimiz bir kültürdü. Socrates gibi kurumlarda ilk başlarda sadık olan kitle, iş büyüdükçe ve popülerleştikçe aleyhe dönebilir. Bundan hep çekindiğimiz için izleyici ve okurlara hep açık olmaya çalışırken çok mesafeli de durduk. Ne yardım ve destek istedik ne eski izleyicilerle açık iletişime geçip onlara özel bir yer verdik. Bu hafif züppece görünebilecek bir tavırdı ve kendi risklerini de yanında taşıyordu. Buna rağmen yalnızca yapılan işin niteliği üzerinden muazzam bir kitle sadakatini sürdürdü ve iş hızla büyürken de bizi terk etmedi. En çok da buna hayret ediyorum ve seviniyorum.
İnan Özdemir: O sadık kitle en büyük gücümüz fakat bu aynı zamanda ciddi bir sorumluluk. Zira bize 2015’ten beri her alanda destek olan insanlar sayesinde bugün Socrates dili diye bir şey oluştu. Yaptığımız programlarda, yazdığımız yazılarda bizi bizden daha iyi tanıyan, geçmişe dair verdiğimiz bir referansı hemen yakalayan, çoğu zaman arşivdeki işlerimize dair hafızası bizden daha kuvvetli geniş bir kitleye ulaşıyoruz. Bunu baştan savma işlerle, “Ne yaparsak yapalım, bizi desteklerler” tembelliğiyle yaralamak, o aramızdaki güçlü bağa zarar vermek istemiyoruz. O yüzden attığımız her adımda ilk günden bu yana ortaya koyduğumuz çizgiyi düşünerek hareket ediyoruz. Dediğim gibi, bu asla yeteri kadar teşekkür edemeyeceğimiz, değerli bir güç. Biz de klişe değil, gerçek tabirle her gün işimize gereken önemi vererek teşekkür etmeye çalışıyoruz. Başarabiliyorsak ne mutlu.